8 Aralık 2012 Cumartesi

20.YÜZYILIN İLK YARISINDAKİ GAZETELERE GÖRE KIBRIS TÜRK TOPLUMUNUN EKONOMİK DURUMU



Ahmet An

            22 Temmuz 1878’de Kıbrıs’ta 300 yıldan fazla süren Osmanlı egemenliği sona erip de, İngiliz yönetimi başladığı zaman, ada az gelişmiş bir durumdaydı. Kıbrıs’a getirilen en önemli yeniliklerden biri de ilk defa bir basımevinin kurulmasıydı. Ağustos 1878’de Larnaka’da basılıp, yayımlanan ilk gazete, İngilizce ve Rumca olarak iki dilde yazılar yayımlayan “Cyprus/Kipros” adlı haftalık gazete olmuştu.
            Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türkler tarafından Türkçe olarak basılan ilk gazete olan haftalık Saded ise, 1889 yılında ancak 16 sayı (11 Temmuz-14 Kasım 1889) yayımlanabilmişti. Daha çok bazı ilanlara yer veren bu gazetenin ne yazık ki günümüze kadar ulaşabilen nüshaları bulunmamaktadır.
            Saded’ten 2 yıl sonra 25 Aralık 1891’de yayımlanan ikinci Türkçe gazete, yine haftalık  çıkan Zaman gazetesi olup, Kıraathane-i Osmani’nin katkılarıyla kurulan ilk Türk basımevinde basılmıştı. 1892 yılında Zaman gazetesinde yer alan bir makalede, Kıbrıs adasında yaşamakta olan Türk toplumunun zenginleşme ve ilerlemesi için öncelikle okulların ders programlarının ıslah edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştu.
            Zaman gazetesinden ayrılan Jön Türkçü grubun 1893’de çıkarmaya başladığı Kıbrıs gazetesinin yayın amaçları arasında, yine “vatanımıza, eğitimimize elden geldiğince hizmet etmek, vatan sevgisini öğretmek” vardı. Adadaki en önemli sıkıntının eğitimin geri olması, İslam köylerinde okullar açarak  ders programlarının düzenlenmesi, kadın ve kızların okuma yazma öğrenmeleri gerektiği vurgulanmaktaydı. (Kıbrıs, 10 Nisan 1893)
            Kıbrıs İslam toplumunun ekonomik yapısı üzerine kaleme alınmış olan ilk yazılar da yine bu dönemde Kıbrıs gazetesinde yer almıştır. Bir yandan yerel hükümetin, ticaret ve ziraata gerekli korumayı göstermediğinden yakınılmakta, öte yanda da halkın gerekli rağbet ve yardımı göstermediğinden şikayet edilmekteydi. Sanayinin gelişemediği Kıbrıs’ta üretilen zirai, dokuma ve dericilik gibi sanayi ürünlerinin geliştirilerek, üretimin artırılması gerektiği vurgulanırken, eski sistemlerle üretim yapılarak, vakit ve emek harcandığı, maliyetin yükseldiği, herkesin Avrupa ürünlerini tercih etmeye başladığından Kıbrıs’ta üretimin çökme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna dikkat çekilmekteydi. Ülke dışında eğitim gören az sayıdaki kişiler, gelince memuriyet, avukatlık ve bazıları da ticarete atılıyor,  ama Sanayi Okuluna giden yoktu. Adada Müslüman tüccar ve sanayi sahiplerinin sayısı, binde birlik bir oranında idi, ancak, onlar da mükemmel değildi. Okullarda daha çok dini bilgiler veriliyordu. Okuma, yazma, tarih, hesap, fen gibi bilimler de öğretilmeliydi. Rüştiye mezunları, Hıristiyan çocukları gibi, bunları öğrenmiyordu. Oysa onlar daha çok gayret ediyordu.
            25 Haziran 1894 tarihli Kıbrıs gazetesinde yer alan bir makalede, 16 yıllık İngiliz yönetimi sonrasında adadaki durumu şöyle anlatılmaktaydı: “İdarenin değişmesinden itibaren, ada Müslümanları, her açıdan mahrumiyete, sefalete düştü, eski hakları yok oldu. Kıbrıs Meclisinde nüfus oranına göre, yani 9 Rum, 3 Türk şeklinde temsil edildiler. Yıldan yıla göçlerle nüfus azaldı, fakirlik arttı, İslam Maarifi çöktü. Memuriyet kapıları kapatıldı. İşine son verilen Kıbrıslı Türklerin yerine Kıbrıslı Rumlar getirildi.Özellikle belediyelerde Müslüman nüfus istihdam edilmedi. Polis idaresinde özveri ile hizmet etseler bile,mükafat ve ilerlemeye ulaşamadılar.”
            Müslüman Maarif Komisyonu üyesi Mehmet Faik Bey’in İstanbul’daki Sadrazam Halil Rifat Bey’e gönderdiği 10 Ağustos 1896 tarihli raporda da İngiliz yönetimine suçlamalarda bulunulmakta, eğitim görüp adaya dönen gençlerin iş bulamayıp, diğer Osmanlı vilayetlerine göç ettiği, adada kalanların işsiz olup, evlenemediklerinden şikayet edilmekteydi. Köylerdeki Kıbrıs Türklerinin de, Hıristiyanlar arasında kalıp, Türk ilkokulları olmadığından Rumca konuştukları ve cahil köylüler olarak kaldıkları belirtilmekteydi. Bunlar arasında hatta dinlerini değiştirenler vardı. Köylerde yeni ilkokullar, Lefkoşa’da da bir lise açılmalıydı.Adada sakin 164.191 Hıristiyana karşı, sadece 47.926 Müslüman vardı. 10 sene sonra Müslümanların nüfus olarak önemi kaybolacaktı. (A.An, Kıbrıs Türk Toplumunun Geri Kalmışlığı (1892-1962), Lefkoşa 2006, s.8)
           1897’de Lefkoşa’da 30-40 Rum tüccar varken, Kıbrıslı Türklerin sadece 4-5 tüccarı vardı ve işlem hacmi çok daha azdı. Osmanlı döneminde ticaret İslamların elinde iken, daha sonra tedricen Hıristiyanlara geçmişti.
            İşsiz Müslümanların göç sorunu, daha sonraki yıllarda da devam etti. 27 Mayıs 1907 tarihli Mirat-ı Zaman gazetesinde yer alan “Hicret” başlıklı yazıda şöyle denmekteydi: “Mecbur kalmadıkça göç etmek, şer’an caiz değil. Adada azalmaya değil, bilakis çoğalmaya çalışalım. Sanat öğrenelim. Sanat sayesinde ticaret yapalım. Kahvehanelerde oturmakla, tavla, dama, kağıt oynamakla insan maişetini temin edemez.. Çalışmalı, para kazanmalıyız. Hizmetçi olmamalı, hizmetçi kullanmalıyız.”
            1909’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gece mektepleri açarak eğitimin yaygınlaşması çabası Kıbrıs’a da yansımıştı. Örneğin Mirat-ı Zaman gazetesinin 29 Mart 1909 tarihli nüshasından öğrendiğimize göre, Leymosun’daki Siliku köyünde böyle bir gece mektebi nin açılışında konuşan köy öğretmeni Hacı Sadık Efendi, Rumları örnek gösteriyor, eğitimin şart olduğunu vurgulamaktaydı.
            İstanbul’da hekimlik yapan ilerici bir Kıbrıslı Türk olan Dr.Hafız Cemal, 1906-1909 yılları arasında Kıbrıs’ta bulunmuş ve gençler için bir Sanayi Mektebi kurmuştu. Burada Türk ve Alman ustalar tarafından ayakkabıcılık, marangozluk, demircilik, ciltçilik ve şemsiye tamirciliği gibi çeşitli el sanatları öğretilmekteydi. Bunun yanında Rumca, İngilizce, Arapça, Almanca ve Fransızca gibi yabancı dilleri öğreten bir akşam okulu açılmıştı. Dr.Hafız Cemal, iki yıl büyük özverilerde bulunmuş ama eğitim faaliyetleri, dinci gericilerin tepki ve baskıları yüzünden, okullarını kapatarak adayı terke zorlanmıştı.  
            Dr.Hafız Cemal, 1909’da yayımladığı “Kıbrıs Osmanlılarına Mahsus İstikbal Programı” başlıklı çalışmasını 31 Mayıs 1909’dan itibaren Mirat-ı Zaman gazetesinde yayımlamış ve yine aynı yıl “Kıbrıs’ta geçen dört senelik hayatım” başlıklı hatıralarında şunları yazmıştı. “Kıbrıs Türkleri eğitim, öğretim ve sanattan yoksun olduklarını söyleyebilirim... Adamızın hiçbir köy ve kasabasında Türk olarak bir tek hekim, eczacı, diplomalı ebe bile yoktu. 60 bini aşkın Türk halkının tıp, eczane ve ebelik ihtiyacını Rumlar sağlıyor. Lefkoşa’da ve her kaza merkezinde mükemmel Rumca, İngilizce, Fransızca ve Türkçe bilen yüzlerce muktedir Rum avukatlarına karşı çıkarak, milletinin haklarını savunup koruyacak Türk avukatlarımız  yok. Her ne kadar 1-2 tane avukatımız son dönemde adaya gelmişlerse de, yeterli değildir... İşte Türklerin sanatkarları: Şamişici, yoğurtçu, muhallebici, yemenici, şerbetçi, dondurmacı, sahlepçi, çaycı, çörekçi, kahveci, nalbant, yorgancı, keçeci, börekçi, kahvaltıcı, tellak, hamamcı, hancı, uşak, yük arabacısı, hizmetçi, hamal, ırgat, çiftçi. Bir buçuk lira maaş alan kamu görevlilerinin hemen tümü Lefkoşa’da, biraz da Baf’ta bulunuyordu. Bazı kunduracılar, vasıfsız bahçeciler, beyler, paşalar, ağalar. Az sermayeli küçük bakkallar, eski tarz berberler, saat tamircileri. Milli kalkınma konularında Rumlar, genellikle birlik, işbirliği ve dayanışma içinde... Türklerde birbirini çekememe, kavga, özgürlük kavramını kötüye kullanarak, sürekli zevk ve safa içinde eğlenip gitme, günü birlik yaşama var. Türklerin %60’ı çocuklarını okutamaz. Bazıları İstanbul okullarında okutsa bile, büyük adam ve meslek sahibi olamıyorlar Rumlardan 200 yıl geriyiz.” 
            Kavanin Meclisi üyeliğinde bulunmuş olan Mustafa Hami Bey, 26 Haziran 1911 tarihli (Sayı:1) Vatan gazetesinde başlayan  “Sosyo-ekonomik dertlerimizden” başlıklı yazı dizisinde şu soru sorup, yanıt aramaktaydı: “Biz niçin zengin olamıyoruz? Kuşkusuz, zenginliğe giden yolları aramadığımızdan.” Hami Bey ayrıca,  kızlar için de ortaokulların açılmasını önermekteydi.
            1911’de Osman Cemal Efendi tarafından bastırılan 46 sayfalık “İntibah” (Uyanış) adlı kitapçıkta, şunlar yer almaktaydı: “30 yıldan beridir maarif, evkaf meseleleri ile hırlaşıp, boğuşuyoruz. Hiçbir sonuca ulaşamıyoruz. Toplumun başındakiler, maksatlarına ulaşana kadar kendilerini vatanperver, milliyetperver gösteriyor. Sonra tembellik, işleri ağırdan alma ve çıkar politikası izliyor. Hıristiyanlar sanata, ticarete yönelirken, Müslümanlar memuriyete yöneliyor ve zevkü safaya para harcıyorlar.”
            10 Ocak 1920, Doğru Yol gazetesinde yazan Mehmet Remzi, “Kendine güveni olmayan kişi ve milletler, girişken, kararlı kişi ve milletlerin egemenliği altına girer” başlıklı bir makalesinde, Kıbrıslı Türklerin yalnız Lefkoşa’da bir tasarruf sandığı bulunduğunu belirterek, milli bir ticari bankanın  kurulmasının kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktaydı.
            Doğru Yol. gazetesi, 1. kuruluş yıldönümü münasebetiyle 13 Ağustos 1920 (Sayı:49) tarihli nüshasında yer alan bir makalede şunları yazmaktaydı:  “Elli sene önce zengin idik, bugün fakir olduk. 50 yıl önceki eğitim düzeyi ile bugünkü durumumuz ölçülsün. Aradaki fark hissedilmeyecek kadar azdır.”
            Davul adlı mizah gazetesi, 1 Nisan 1923 tarihli (Sayı:39) nüshasında, Kıbrıslı Türklerin ekonomik durumu ile ilgili olarak şu bilgileri vermekteydi: “Köylü borç içinde, gırtlağına kadar gömülmüştür. Malı mülkü bütün Aftos zenginler,ne ipotek edilmiş de, bizim zenginlerimizin hâlâ köşe bucak saklanmaya bakıyorlar. Bütün köylerde eğitimsizlik egemen, tarım ilkel bir şekilde, ticaret hepten Rumlarda, sanat adına Türklerde hiç birşey yok. Demirci, pabuççu, marangoz, kısacası bütün sanat onlarda. Birde ise kasap bir, yorgancı iki. Daha ne isteriz? Tek tük yetişmiş sanatkarlar Lefkoşa’da, dışarıya çıkmıyor... Adada Türk varlığının en çok hissedildiği yer Lefkoşa.Rum mahallesinde semaya yükselen binalar. Türk mahalleleri köstebek yuvası gibi çamurdan kulübeler. Şimdi sorarım: İleri mi, geri mi?” 
            Avukat Fadıl Niyazi, 25 Ocak 1924 tarihli (Sayı:3) Birlik gazetesinde yer alan “Kazanç Yolları” başlıklı makalesinde şunları yazmaktaydı: “ Adada Müslüman hayatını gözden geçirirsek, görürüz ki, atalarımızın çiftlikleri, paraları, hazır kazançları artık tarihe kavuşmuştur. Onlar4ın bize yadigar bıraktıkları o büyük serveti, yarım yüzyıl içinde elimizden kaçırdık. Bugün yaşamak için dört elle çalışmak mecburiyetindeyiz. . Adada bizim için hemen yalnız üç kazanç alanımız vardır: Çiftçilik, sanat, ticaret. Bunlar milli varlığımızın üç ayağını oluştururlar.”
            Haber gazetesi, 20 Ekim 1934 tarihli ilk sayısında şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Aradan bu kadar seneler geçmiş olduğu halde, henüz içine giremediğimiz bir saha varsa, o da kazanç sahasıdır... Bizim için terakki yolu, bu sahaya girdikten sonra açılabilir.”
            Bir yıl sonra, Ses gazetesi de 3 Ekim 1935 tarihli nüshasında (Sayı:14) yer alan “Kendi Durumumuz”  başlıklı başyazısında  yine ticaret ve sanatın önemini vurgularken, “adada Türk ulusunun tutunabilmesi için en çok ticaret ve sanayi alanlarında yer tutmak gerektiği”nin altını çizmekte ve şöyle yazmaktaydı. “Bu hakikat, en evvel bizim tarafımızdan bulunmuş ve meydana çıkarılmış bir şey değildir. Doktor Hafız Cemal  senelerce evvel bu hakikat uğruna büyük fedakarlıklar yapmıştır. Ses’ten evvel çıkan Kıbrıs Türk gazeteleri, bilhassa Masum Millet’de bu yolda  çok takdire değer yazılar yazmışlar, Türk tecim ve endüstrisinin ilerlemesine çalışmışlardır... Hükümetten, bir tecim,  bir de sanat mektebinin açılmasını istemek, Türk önderlerinin büyük bir vazifesidir.”
            Aynı gazete 14 Kasım 1935 tarihli nüshasında da Kıbrıs’ın sanayileşmesi konusunu işlerken, Rum ve Ermenilerin sanayi tesisleri kurmalarına ve Rum basınının sanayileşmeye verdiği öneme değinmekte; 5 Mart 1936 tarihli nüshasında da, “Kıbrıs Ticaret Odası’nın Yönetim Kurulunda bir tek Kıbrıslı Türkün bulunmaması acı bir mahrumiyettir” diye yazmaktaydı.
            Ses gazetesi, 30 Temmuz 1936 tarihli nüshasında yer alan “Endüstrilerimiz” başlıklı başyazıda, “Türkiye’de birçok endüstri tesisinin bankalar tarafından kurulduğunu hatırlatarak, Kıbrıs’ta da ilk fabrikanın, ayrı bir şirket halinde Lefkoşa Türk Bankası tarafından açılması dileğinde bulunmaktaydı. 
            Söz gazetesinin 5 Nisan 1938 tarihli nüshasında, Kavanin Meclisi eski üyelerinden Necati Özkan’ın  bir tütün fabrikası tesisi için gerekli izni aldığını ve Kıbrıs Vapur Şirketi Ltd’nin resmen tescil edildiğini duyururken, 10 Mayıs 1938 tarihli Söz’de ise, yine Necati Bey’e ait Marangoz ve Doğrama Fabrikası, Çini Mozaik Fabrikası, Kereste ve Hırdavat Mağazası’nın ilanı yer almaktaydı. 
            29 Haziran 1943 tarihli Halkın Sesi gazetesinde kaydedildiğine göre, adada bulunan 5 Rum tütün fabrikasında ayda 17.500 okka sigara üretilirken, Necati Özkan’ın fabrikasında 13 okka tütün işlenmekte ve 520 paket sigara üretilmekteydi.
            Haftalık Yankı gazetesi, 24 Eylül 1945 tarihli nüshasında yer alan “Kıbrıs’ta Türk  varlığı sağlam temellere dayanmalıdır” başlıklı makalede şu şikayete yer vermekteydi: “Büyük bir dirayetsizlik gösterdik, hazineler değerindeki milli serveti elden kaçırdık. Zaafa ve fakra düştük. Türk tüccarlarla dolu pazarları rakip unsura devrettik. Tek bir cümle ile ifade edelim, efendi iken, uşak ve bir hiç olduk. Çünkü zamanın emrettiği terakki hamlelerine ayaklarımızı uyduramadık... Teşkilatsızız. KATAK’ı oluşturduk, ama bazı kurucu arkadaşlar onu ağır eleştirilerle yıkmaya çalıştı.”
            Rıza Burçak adlı bir yazar, 11 Ocak 1946 tarihli Söz gazetesinde yer alan “Geriliğimizin Sebepleri” başlıklı yazı dizisinde, idealsizlik ve memur zihniyetini bunun nedeni olarak göstererek, okuyucularına ticari hayata atılma gerektiğini tavsiye etmekteydi.
            Masum Millet gazetesini çıkaran Avukat J.M. Rifat, Yeni Fikirler dergisinin Mayıs 1946 tarihli ilk sayısında yer alan “Çarşı İnkılap Müzesidir” başlıklı makalesinde şöyle demekteydi: “Dr.Hafız Cemal Beyin 1904’de memlekette politeknik eğitim kurma çabası reddedildi... Memur ve muallim izdihamına ihtiyaç yoktur...”
            Görüldüğü gibi 1900’lü yılların başından başlayarak Kıbrıs Türklerin en büyük sorunu, üretici hayattan kopuk, ekonomik yaşamın dışında, tüketici memurlar olarak kalmalarıdır.
            M.Kemal Deniz, 6 Aralık 1946 tarihli Ateş gazetesinde şu satırları yazarken kendini çok mutlu hissetmekteydi: “Son günlerde Türk gençlerimiz arasında da ticarete karşı bir heves uyanmaktadır. Bugün  liseyi bitiren epeyi arkadaşlarımız ticaret hayatına atılmışlar veya atılmağa çalışmaktadırlar. Bundan on sene evvel, memur olma zihniyeti hüküm sürmekte idi. Hatta birçok anneler çocuğunu beşikte sallarken “Çocuğum uyusun da büyüsün ve bir daireye katip olsun” temennisinde bulunurlardı...Ticaretin en kazançlı bir yol olduğunu görüyoruz. İşte son günlerde kurulan üç Türk ticaret şirketi: Türk Sinema Şirketi, Atai Kardeşler, Halil Ali ve oğlu. Bu kımıldayışın bizi ne kadar sevindirdiğini asla tahmin edemezsiniz.”
            “Gürses” imzasını kullanan bir sütun yazarı da, 7 Eylül 1947 tarihli Ateş gazetesinde yer alan “İktisad alanında yükselmeye çalışmalıyız” başlıklı makalesinde, sinemalara, para düşmanı eğlence yerlerine ve kumara yönelen akına bir son verilmesi çağrısında bulunmaktaydı.
            Eczacı Timur Azmioğlu tarafından kaleme alınan ve 11, 12 ve 13 Haziran 1947 tarihli Hürsöz gazetelerinde dizi yazı halinde yayımlanan “Kıbrıs Türk İktisadiyatı, Sanat ve Ticaret Durumu” başlıklı yazılar ve Halkın Sesi gazetesinin 29 Nisan 1948 tarihli nüshasında çıkan ve gazetenin düzenlediği yarışmada ikincilik ödülünü kazanan  “Şimdiye kadar içtimai sahada neden geri kaldık?” konulu makale ve 1 Mayıs 1948 tarihli Kurun gazetesinde yer alan Lise 1. sınıf öğrencilerinin aytışma konusu “Memuriyet mi, serbest meslek mi?” diğer örnekler olarak verilebilir.                 
            Yine 1948 yılında, grev yapan maden işçilerini desteklemek üzere yayımlanan ilk solcu Türk gazetesi olan Emekçi de 19 Mayıs 1948 tarihli ilk nüshasında, işçilerin örgütsüz olduğundan şikayet etmekte ve şöyle demekteydi: “Kıbrıs Türkleri bugün arazisiz köylü ve çiftçi, şehir, kasaba maden ve liman işçilerinden ibaret bir kütledir. Ticaret ile iştigal eyleyen veya fabrikatör takımından yekün bir tüccar sınıfına malik değildir.”
            İrfan Hüseyin, 9 Temmuz 1948 tarihli Türk Sözü gazetesinde yer alan “İktisadi Davalarımız” başlıklı başyazısında şu serzenişte bulunmaktaydı: “Yahudiler ekonomiyi ele geçirirken, Araplar uyumaktaydı... Nerede bizim müteşebbis iş adamlarımız? Halen en muhteşem şekli ile kurulmakta olan  Lidra Palas, bir Rum şirketi yerine Türk şirketi tarafından inşa edilse idi zarar mı ederdi? Bu kadar bol doktorumuz vardır, birleşip de bir hastahane açsalar, müşteri kılığına mı uğrarlar?”
            Sonunda, Necati Özkan’a ait 15 Kasım 1950 tarihli İstiklal gazetesinde yer alan “İftihar edilecek Türk çarşısı” başlıklı bir makalede yer alan şu satırlar, Lefkoşa’daki Mecidiye Sokakta yer alan işyerlerini sayarken, bir Türk çarşısının oluşmakta olduğunu haber vermekteydi: “Tamamile Türk çarşısı halini alan bu yolda (Mecidiye Sokakta) mobilyacılar, terziler, kunduracılar, eczahaneler, ithalatçılar, pastahaneler, döşemeciler, Türk Bankası, İstiklal gazetesi ve matbaası, TC Devlet Hava ve Demir Yolları, Güven Sigorta Acenteliği, kitapçı, ciltçi ve tuhafiyeci, taksi yazıhanesi, velesbitçi, berber, bakkal, Kardeş Ocağı, muhasebe ofisi sıralanmaktadır.”
            Kıbrıslı Türkler artık kendilerine ait bir Türk çarşısından söz edebilmekteydiler.


(Bu bildiri, 20 Mayıs 2004 tarihinde Lefkoşa’da Kıbrıs Üniversitesi Türk Araştırmaları Bölümü tarafından düzenlenen “Orta Doğu Basınında bir konu olarak Ekonomi” başlıklı ve “Orta Doğu’da Basının Tarihi” üzerine düzenlenen uluslararası konferansların 6. toplantısında sunulmuştur.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder