9 Aralık 2012 Pazar

DERVİŞ ALİ KAVAZOĞLU’NU ANIYORUZ


            40 yıl önce, 11 Nisan 1965 günü, AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı arkadaşı Kostas Mişaulis, vahşi bir cinayete kurban gitmişlerdi. Emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından pusuya düşürülen iki yoldaş, otomatik silahlarla kısa mesafeden taranmışlardı. Olay yerinden 2-3 saat sonra geçen BM Barış Gücü askerleri, iki arkadaşın cesetlerini otomobil içinde kucaklaşmış halde bulmuşlardı.
            12 Nisan 1965 tarihli Cyprus Mail gazetesi, olayı şu manşetle vermekteydi: “Sendika liderleri araba içinde öldürüldü. Türk ve Rum pusuya düşürüldü. Dostça işbirliğini savunanlar için zorbaca ölüm.”  Haberde ise şöyle denmekteydi:
            “Dün öğleden önce saat 9.30’da Larnaka’ya gitmek üzere Lefkoşa’dan ayrılan iki kişinin kurşunlarla delik-deşik edilmiş vücutları, kendi arabaları içinde, saat öğleden sonra 1’de Lefkoşa-Larnaka anayolunun 13. mili yakınlarında bir BM devriyesi tarafından bulundu. Cinayet yeri, Türk köyü Petrofan ile Luricina yanındadır...
            Kavazoğlu, geçen yıl karışıklıkların başlamasından bu yana, Lefkoşa’nın Rum kesiminde yaşamaktaydı ve Kıbrıs Türk liderliğini, kendi toplum üyelerine karşı terör uygulamakla suçlamıştı...
            Dr.İhsan Ali, bu vahşi terör eyleminin “Kıbrıslı Türk teröristlerce yapılmış olması gerekir” şeklinde konuştu ve Kavazoğlu’nun Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında barış içinde bir arada var olma idealleri için öldürüldüğünü sözlerine ekledi.

HÜKÜMET SÖZCÜSÜNÜN DEMECİ
            Kavazoğlu’nun öldürülmesi üzerine yorum yapan hükümet sözcüsü şunları vurguladı:
“Derviş Kavazoğlu’nun katledilmesi, Kıbrıs Türk liderliği üzerinde çok ayıp verici bir leke oluşturmaktadır. Hiç kuşku yoktur ki, bu korkunç cinayeti işleyenler, kurban edecekleri kişinin Larnaka’ya gideceğini önceden bilen ve ona pusu kuran Türk teröristleridir. Kıbrıslı Türk sendikacı, aşırı unsurlar tarafından öldürülmüştür. Çünkü o, Rumlarla Türklerin işbirliğine inanmıştı ve bu ilkeleri ve inançlarını, birçok kereler kamuoyu önünde açıklamış ve Türk liderliğini ve onun tarafından uygulanan terörü kınamıştı. Bunun üzerine Kıbrıslı Türk teröristler, Kavazoğlu’nu gözetleme altına almışlar ve üç yıl önce Kıbrıslı Türk gazeteciler Ayhan Hikmet ve Ahmet Gürkan’ı aynı nedenlerle öldürdükleri gibi, aynı şekilde onu da sonunda öldürmüşlerdir. Her özgür insanın nefretine yol açan ve kendi toplumundan birinin canı pahasına Türk teröristler tarafından işlenen bu iğrenç cinayetler şunu göstermektedir ki, Türkler arasında, Türk teröristlerce işlenen cinayetlerle durdurulmaya çalışılan bir akım, yani Rumlarla işbirliği ve dostluktan yana sağlıklı bir akım vardır. Kavazoğlu, Hikmet ve Gürkan ile öldürülen diğer Kıbrıslı Türklerin çoğu, Türk aşırı unsurları tarafından vahşice öldürülmüşlerdir. Çünkü özgür insanlar olarak onlar, Kıbrıs Türk liderliğinin terörist ve felakete sürükleyici çalışmalarıyla uyuşmamışlar ve Rumlarla Türklerin uyum içinde yaşayabildiklerini ve yaşamaları gerektiğini dile getirmişleridir. Onlar, gerçeği söyleme cesaretini gösterdikleri için öldürülmüşlerdir.” 

KAVAZOĞLU’NUN KISA YAŞAMÖYKÜSÜNDEN
            4 Nisan 1924 tarihinde Peristerona’da doğan Derviş Ali, ilkokul eğitimini Lefkoşa’daki Küçük Kaymaklı’da yaptı. Daha sonra hayatını mobilya işçisi olarak kazanmaya başladı. 9 Şubat 1953 tarihli Bozkurt gazetesindeki bir ilanında, Mobilyacı Derviş Ali Kavazoğlu’nun Beliğ Paşa Sineması civarındaki Müftü Raci Efendi Sokak No.8-12’deki işyerinde üretilen ve “Yabancı unsurların da hayran kaldığı mobilyadan en son model oymaklı bir misafir odası”nın çizimine de yer verilmekteydi.
            Derviş Ali, toplumcu faaliyetlerine 1940’lı yılların başında başladı. Konuyla ilgili olarak, Emekçi gazetesinin 22 Temmuz 1948 tarihli nüshasında çıkan “Sahneyi açıyorum” başlıklı ve “Yazan: Ş.İ.N.” imzalı bir makalede, “Birinci Meclis” başlığı altında şunları yazmaktaydı:
            “Kıbrıs Türk İşçisini teşkilatlandırmıya çalışan ve Kıbrıs fakir Türk halkının dertlerine tercüman olmak istiyen Türk çocuklarını lekelemek için kaleme sarılarak seri halinde yazılar yazan Bay Hasan Ali Şaşmaz’ın cevabına cevabımdır:
            1. Kapalı imza atanların birincisi değilim. Asıl ismim Derviş Ali Alkan’dır. Müstear imzama iyi bakacak olursanız Ş.İ.N. ismimin, son harflarıdır. Bunun için imzam o kadar kapalı değildir. Sonra açık imza koyacak kadar korkak değilim. Korkaklardan da hoşlanmam.
            2. Milliyete içtimaiyata ve iktisadiyata ait olan kitapları okurum. Manalarını anladığıma kaniim. Aksini isbata muktedir iseniz buyurun.
            3. Sadece gazetelerde okuduğumu değil, sizin oynadığınız rolleri de pek iyi anlayabilirim. Bu hususta Ahmet Sadi’ye ihtiyacım yoktur. Hem siz onu ağzınıza almanız için abtesli olmanız lâzımdır.”
            Derviş Ali, yazının devamında Hasan Şaşmaz’a şöyle yanıt vermekteydi:
            “1943’te “Arkadaşlar Yunan olmaklığımız hasebiyle harptan sonra Milletimizin yükselmesi için savaşmaklığımız lâzımdır” diyenlerle ve orak çekiçle Yunan Bandırası altında bir avuç masum Türk işçisine sen liderlik ederken, biz Türk işçisini esaretten kurtarmıya çalıştığımız için işlerimizden kovuluyorduk. Sen orak ve çekicin altında sahte göz yaşları dökerek bülbül gibi öterken ben o zamanın Kıbrıs Sendika Sekreteriyle Kıbrıs Türk işçilerini serbest bırakması için mücadele ediyordum. Halkın Sesinin 1943 senesi kolleksiyonuna göz geçirecek olursan D.A.A. imzalı yazıları bulabilirsiniz. Sonra esaretten kurtardığınızı söylediğiniz şimdiki Türk İşçi Birliklerinin temelini kurmak için biz, (Bir Yağmur Gecesi) piyesini sahneye koymıya çalışırken, sen orak çekiç alâmeti farikalı kasaya para temin etmek için “Meriç” piyesini sahneye koyuyordunuz. Tiyatroda “Biz Türkleriz” Milli şiirini okumak istiyen arkadaşımıza (hayır bu olamaz çünki bu şiir millidir) diyen sendin. Sonra o zaman aramıza nifak sokmak için, (şimdi yaptığın gibi) adamlarını içimize sokarak fesat çıkaran yine sendin. Maksat o zaman mevcut olan Türk Dülger ve Amele Birliklerini, (şimdi yapmıya çalıştığın gibi) dağıtmaktı.”

“KAPİTALİZM NEDİR?”  
            1948’deki meşhur maden grevine katılan işçileri desteklemek üzere Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri tarafından çıkarılan günlük Emekçi gazetesinin (Sayı:1, 19 Mayıs 1948-Sayı:167, 4 Kasım 1949) yazı ailesi içinde yer alan Derviş Ali Kavazoğlu, burada makale ve inceleme yazıları yayımlamaktaydı.Örneğin Emekçi’nin 10 Temmuz 1948 tarihli nüshasında yer alan “Kapitalizm nedir? Emekçi halkle niçin anlaşamaz?” başlıklı ve “Yazan: Ş.İ.N.” imzalı makalesinde şöyle demekteydi:
            “Kapitalizm İşçi sınıfının emeğiyle yükselen ve fakat proleteri daima baskısı altında bulunduran ve sırf kendi menfaatını görüp anlıyan, bütün Emekçi halkın yaşayış tarzını kendi menfaati hesabına ayarlamak istiyen bir rejimdir.
            Bir kapitalistin düşünceleri proleterin emeğini istimal ederek istihsal miktarını yükseltmektir. Böylelikle o, hiç bir zaman emeğini istimal ettiği proleterin kıymetini istihsaline muvazı tutmak zihniyeti taşımaz.
            Bütün istihsalini proleterin emeğiyle sağladığı halde, kapitalist nezdinde proleter, emeğini başkalarına satmıya mahkûm edilen bir esirden başka bir şey değildir. Hem de öyle bir esir ki eski devirlerde ayakları zincire vurulmuş, bir kayıkle senelerce kürek çekip vücudunu çürüden ve sonra hiç bir işte kullanılamadığı için patronu tarafından güya azad edilen, lâkin hakikatta aç çıplak, takatsız olarak sokağa atılan bir esir...
            Bu gün ise şartlar kısmen değişmiş lâkin esas aynı. Meselâ, bir işçi senelerce maden ocaklarında çalışıp, nihayet bir gün tabiatiyle vücudu yıpranır, kuvvetten düşer, artık sermayedara fazla istihsal sağlayamaz. Bunun için işi elinden alınıp sokaklara atılır. Halbuki düşünülecek olursa, o işçi, bütün kuvvetini mahut sermayedara satarak vücudunu onun menfaatı uğruna yıprandığı için âtisi göz önünde tutulması lâzımdır.
            İşte bunun için emekçi halk uğradığı bu haksızlıklara karşı, bütün ömrü boyunca sarfettiği emeğini, çürüttüğü vücudunu emniyet altına almak için silâh arar ve bulur. Proleterlerin yegâne silahı, birleşip anlaşarak, kapitalistlere karşı cephe almaktır. Dünyadaki bütün işçi birliklerinin vücuda gelmesi de buna bir misaldir. Kapitalistlerin silâhı ise para, iktidarda olmaları ve hükümet kuvvetleridir. Bir memleketin asayişinin bozulmasına sebeb de yine kapitalistlerdir. Çünki emekçi halkın haklarını istismar ederek onların hayatlarına krizler yaratıp kendilerini endişeye ve mahviyete sevkederler.
            İşte  o zaman, emekçi halk, bu haksızlıkları görüp, sermayedarlara karşı zaruri birleşerek cephe alırlar. Artık nümayişler, boykotlar, grevler, hatta isyanlar başlayarak, kapitalistlerle emekçi halk arasında bir anlaşmamazlık devam ederek, o  memleketin asayişi bozulur. Kıbrıs adasında kapitalist pek azdır. Kapitalistlerin yerini alan burjuvazilerdir ki bunlar da proletarlar için kapitalistler kadar tehlikelidir, hatta bunlar kapitalistlerden daha muzırdırlar. Burjuvalar bazan kapitalistlerden müşteki görünürler, fakat halka temayül gösterirler, halbuki emekçi halkı benimsediklerinden değil, emeğe ihtiyaçları olduğu için menfaatları icabı temayül ederler. Burjuvaların da gayeleri proleterlerin emeğini istimal ederek, istihsal elinde, proleterlere karşı bir silahtır ki, onları icap ettiğinde kullanmasını bilirler. Bir tip de var ki kapitalist veya burjuvazi olmayıp, ruhları kapitalisttir. Bunlar daima kapitalistler tarafından işçilerin arasına girerler ve kapitalizm lehine propaganda yaparlar. Bu tipler işçiler için kollera mikrobundan daha tehlikelidirler. Bunlara karşı işçilerin uyanık bulunmaları şarttır. İşte böylelikle, kapitalistin istihsal hırsı devam edip, proleterin emeğini istismar ettiği müddetçe, emekçi halkle kapitalistler arasında anlaşamamazlık devam edecektir.”

YAZDIĞI DİĞER GAZETELER
            Derviş Ali Kavazoğlu, daha sonraki yıllarda yine ilerici Kıbrıs Türk işçi hareketinin yayın organı olarak yayımlanmaya başlayan haftalık “İnkılapçı” gazetesinin (Sayı:1, 13 Eylül 1955 - Sayı: 14, 12 Aralık 1955) başyazarlığını yapmaktaydı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanından sonra Ahmet M.Gürkan ve Ayhan Hükmet adlı avukatlar tarafından yine haftalık olarak yayımlanan “Cumhuriyet” adlı gazetede de (Sayı:1, 16 Ağustos 1960 - Sayı:89, 23 Nisan 1962) “Çalışma Hayatımız” köşesinde yazmakta ve çalışan kesimin sorunlarını dile getirmekteydi.
            1957 yılında Moskova’da yapılan Dünya Gençlik Forumu’na katılan Derviş Ali Kavazoğlu, oraya giderken Sofya’ya uğramış ve Bulgaristan Komünist Partisi’ne bir rapor sunarak, BKP’nin, Kıbrıslı Türklerle çalışmasında AKEL’e yardımcı olmasını istemişti. Kıbrıs Komünist Partisi AKEL’in Türk Kolu’nun önde gelen militanlarından olan Kavazoğlu’nun, dünyaca tanınmış Türk şair Nazım Hikmet ile de dost olup, mektuplaştığı bilinmektedir.
            Kıbrıs Türk liderliğinin antikomünist ve taksimci politikalarını eleştirdiği için 1958 yılından beri sürekli olarak izlenen Kavazoğlu, Cumhuriyet gazetesinin sahip ve  yazarları olan Gürkan ile Hikmet’in 1962 yılında öldürülmesinden sonra, o da birçok kez ölümle karşı karşıya gelmiş, ama bunları atlatabilmişti.

TAKSİMCİLERE KARŞI ÇIKMAKTAYDI
            Derviş Ali Kavazoğlu, Aralık 1963 olaylarından sonra, Dr.İhsan Ali ile birlikte sık sık siyasal bildiriler ve açıklamalar yayımlayarak, Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarını protesto etti. Kavazoğlu’nun makaleleri, yerli ve yabancı basına verdiği demeçler, radyo ve televizyondan yaptığı konuşmalar, emperyalizmle işbirliği yapmakta olan liderliğin, Türk-Rum düşmanlığını yaratmak için başvurduğu tedhişi gözler önüne sermekteydi. Her iki yurtsever de, bu etkinlikleri yüzünden Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT tarafından kara listeye alınmışlardı. “Bay Kavazoğlu, Dali-Kıbrıs” adresine 30 Ekim 1964 tarihinde Ankara’dan postalanan bir notta şöyle denmekteydi:
             “Alçak. Canının cehenneme gideceği gün yakındır.”
            Derviş Ali Kavazoğlu, bu dönemde yaptığı bir konuşmada şu değerlendirmeleri yapmaktaydı:
            “Daha dün denecek kadar kısa bir zaman öncesine kadar aynı atelyelerde, aynı dairelerde, aynı maden ocaklarında beraber çalışan, hayat ve iş şartlarının düzelmesi için beraber savaşan, aynı yurdun evlatlarına yiyecek vermesi için aynı toprakları terleri ile sulayan, aynı spor sahalarında kardeşçe medeni sportif müsabakalar yapan Kıbrıslı Türk ve Rum delikanlılarını birbirine ölüm ateşi saçmak için dağ başlarına sevk ettiler.
            Türk ve Rum gençlerinin gruplar halinde beraberce terennüm ettikleri barış şarkılarını hayat şarkılarını ve şarkıları takip eden tatlı kaval, santur ve akordiyon seslerini yıllarca işitmeye alışık olan turistik Kıbrıs dağlarının mağrur çam ağaçları, bugün yiğit delikanlılarımızı hayatlarının baharında kara toprağa gömen top seslerini ağlarcasına yapraklarını dökerek işitiyorlar.”
            Derviş Ali, konuşmasının devamında şöyle demekteydi:
            “Emperyalistler, iğrenç maksatlarında başarı sağlamak ve oyunlarını gizlemek için “iki toplum bir arada yaşayamaz” masalını icat ettiler ve yerli organlarının yardımı ile, yalanla, tehditle zorla onbinlerce Kıbrıs Türkünü yerinden yurdundan kaldırarak, adanın başka mıntakasına taşıdılar. Bugün yirmi binden fazla Türk evinden, işinden, tarlasından uzak, açık havada, çadır altında göçebe hayatı yaşıyor, binlerce Türk genci işsiz güçsüz ortada dolaşıyor, okullar çalışmadığı için binlerce orta okul öğrencisi öğrenim yapamıyor ve açıkta dolaşıyor.
            Türk toplumunun başına emperyalistlerin yardımı ile, faşist metodlarla, zorla, silahla lider kesilenler, halka gerçek arzularını, emperyalizme karşı olan nefretini, barış isteklerini ifade etmiye müsaade etmiyorlar. burada mübalağasız söyliyebilirim ki, zorla Kıbrıs Türk toplumunun idaresini eline alanlar, toplumumuzu emperyalizme alet etmek ve demokratik fikirleri susturmak için Hitlercilerin Buchenwald toplama kampları gibi kamplarda kullandıkları iğrenç ve canavar metodları kullanıyorlar; demokrat düşünceli gazetecileri gecenin karanlığından istifade ederek tabanca ile öldürüyorlar; iki toplumun bir arada yaşayabileceğini beyan edenleri karanlık odalara kapayarak, başına siyah maske geçirerek demirden ve kurşundan yaptıkları aletlerle dövüyorlar. Biz bu işkenceleri her zaman ve her yerde ispat etmeye hazırız.”        

(Afrika gazetesi, Lefkoşa, 11 Nisan 2005)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder