9 Aralık 2012 Pazar

DÜĞÜMÜ ÇÖZMEK İÇİN


            Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün temelinde yatan etkenler arasında dış etkenler inkâr edilemeyecek ölçüde etkili olmaktadır. Ama bunların şimdiye kadar yapıldığı gibi abartılmaması gerekir. İngiliz ve Amerikan emperyalizmi, adamızı kendi etki alanı içinde tutmak için, burada askeri üslerin, dinleme tesislerinin ve liman kolaylıklarının korunması gerektiğinin bilincindedir. Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, tam bağımsızlığını kazanmış bir Kıbrıs’ta bu stratejik olanakların yitirileceğini, Türkiye ve Yunanistan aracılığı ile ada üzerinde yaşayan iki etnik-ulusal toplumu ortak etkileri altında tutamayacaklarını da bilmektedirler. Yine emperyalist güçler, Yakın Doğu’daki ulusal kurtuluş savaşlarını bastırmak, onları tehdit altında tutmak için bir sıçrama tahtasından mahrum olmak istemiyorlar.
            Ama öte yandan Kıbrıs’taki bağımsızlıktan yana güçlerin dış etkenleri fazla abartmaları, politik mücadele açısından kolaycılığa kaçmak olmaktadır. Bütün kötülüklerin dışarıdan geldiğini düşünmek ve içteki dinamiklerin ancak dış etkenlerle hızlanabileceğini sanmak, kolaycı bir yaklaşımdır. Bu görüşten hareketle, dış etkileri abartıp, sadece onları dillerine dolayanlar, içteki sınıf mücadelesini reddedenlerdir. Çünkü eğer içteki milliyetler sorunu, sadece dış etkenlerin ortadan kalkmasıyla çözülecekse, Türk ve Rum toplumları içinde sınıf mücadelesini yükselterek, soruna milliyetler açısından değil de, sınıflar açısından bakmaya gerek yoktur. Onlara göre, zaten böylesi bir mücadele şekli “zararlı” olup parlamentodaki “ileri mevziler”in yitirilmesine yol açabilir. Ama bu fırsatçı ve parlamentocu zihniyet, emekçi halk yığınlarının bilinçlendirilmesi ve parlamento dışında da muhalefet olabileceği görüşlerini, kendi sınıfsal konumları gereği “tehlikeli” bulmaktadırlar. Çünkü onların bu mücadelede kaybedecek şeyleri vardır.
            Bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm mücadelesinin birbiriyle olan yakın ilişki ve ayrılmazlığını görmek istemeyenler, işçi sınıfının enternasyonalist temele dayanan birliğini sağlamak yerine, ayrılıkçıların milliyetçiliğine göz kırpmayı yeğlemektedirler. Kıbrıs’ın Kuzey ve Güney’inde işçi sınıfı güçleri, iç sorunun çözümlenmesi yolunda bilinçlerde köklü değişiklik için kolları sıvamazlarsa, birliğin günümüz koşullarında ancak federatif bir devlet yapısıyla olası olduğunu yığınlara anlatmazlarsa, adamızın ve işçi sınıfının bölünmüşlüğü daha da uzayacaktır.
            Kıbrıs anlaşmazlığında anahtar sorun, hangi toplumun hangisini yöneteceği sorunu değil, ada sathında hangi sınıfın iktidarı elinde bulunduracağı sorunudur. Olabildiğince bağlantısız ve liberal bir politika yanlısı olan gelişmiş Kıbrıs Rum burjuvazisi, treni kaçırmış olan ve ancak dış destekle sermaye birikimine başlayabilmiş olan üretimden kopuk Kıbrıs Türk burjuvazisinin NATO’cu ve tutucu politikasından ürkmektedir. İşte bu nedenle burjuvalar arası kutsal işbirliği, bugünkü ayrılığın devamında yatmaktadır. Oysa işçi sınıfı ve emekçi halkın yararı, ayrılıktan değil, birlikten geçmektedir. Bu bağlamda düşünüldüğü takdirde, federalizmin en ateşli savunucusu olması gerekenlerde görülen pasiflik anlam kazanmaktadır.
            35 yıldır bağımsızlık yerine milliyetçi görüşün kuyrukçusu olanlar, milliyetler sorununun olduğu ülkelerde burjuvazinin politik hedeflerine bel bağlamanın bir açmaz olduğunu görmek istemeyenler, Kıbrıslı emekçilerin sosyal kurtuluşunu geciktirdikleri için tarih önünde sorumludurlar. 1960’daki uzlaşma formülü olan bağımsızlığa sahip çıkmayanlar, 1985’deki birlik formülü federasyon’a dört elle sarılıp yığınlara bu çözümü benimsetmezlerse, çok yazık olacak. Daha çok dış etkenleri abartıp, iç etkenleri görmezlikten gelenlerin politikalarına çeki düzen vermeleri artık zorunlu hale gelmiştir.

(Ertan Yüksel adıyla, Ortam gazetesi, Lefkoşa, 6 Eylül 1985) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder