28 Kasım 2013 Perşembe

AMERİKAN BELGELERİ IŞIĞINDA KIBRIS UYUŞMAZLIĞININ KÖKLERİ

İsviçre Güvenlik Çalışmaları ve Uyuşmazlık Araştırmaları Merkezi’nde çalışmakta olan Claud Nicolet, ABD’deki değişik arşiv ve kitaplıklarda ve Birleşik Krallık’taki Kamu Kayıtlar Dairesi (Public Records Office)’de yaptığı araştırmaları, 2001 yılında Almanya’daki Bibliopolis Yayınevi’nin Peleus dizisinde, “Amerika Birleşik Devletleri’nin Kıbrıs’a İlişkin Politikası 1954-1974: Yunan-Türk Çekişme Noktalarının Giderilmesi” başlığı altında yayımlandı.

Prof.Dr.Heinz Richter, bu kitaba yazdığı Önsöz’de şöyle demektedir:

“Claude Nicolet, büyük ölçüde, geçen dört yıl içinde, çoğu sadece araştırma amaçları için açılan ve büyük bir kısmı da onun isteği üzerine gizliliği kaldırılan muazzam miktardaki arşiv malzemesine dayanmaktadır. Malzemenin çoğu, belgeler, telefon konuşmalarının kayıtları ve sözlü tarih söyleşilerinden oluşmaktadır. Bu araştırmanın sonucunda, Nicolet, sadece şimdiye kadar gizemli halde kalmış ve çok az bilinen Amerikanın Kıbrıs sorunundaki rolü ile ilgili konuları aydınlatabilmekle kalmamış, ayrıca bölgedeki şu veya bu olay hakkında sıkça işitilen bazı söylentileri de inanılır bir şekilde yalanlamayı başarmıştır.” (s.16)

Nicolet’in çalışmasına yardımcı olanlara “teşekkürler”ini sunduğu bölümde de belirttiği gibi, “ABD’nin İsviçreli Dostları ve Stodola Vakfı, bu projeyi destekleme kararını nazikçe almış” olduğundan, yazarın, Doğu Akdeniz’deki bu adanın defakto taksimine yol açtığı için ABD gizli servislerini suçlamasını bekleyemeyiz. Gerçi Nicolet, “Genel Sonuçlar” bölümünde “1974 savaşı, 1970’lerin ortasından beri defakto taksime karşı ABD’nin hoşgörüsü ile sonlanmıştı, çünkü en basitinden, bu durum bölgedeki istikrarı, daha önceki durumlardan daha iyi garanti etmekteydi” (s.458) şeklinde yazmaktadır, ama ABD’nin taksimi 1956’dan beri onaylamakta olduğuna ilişkin teoriyi kabul etmemektedir. (s.445) 

Nicolet’in kitabında, Kıbrıs adası üzerindeki ABD ve İngiliz stratejik çıkarlarına ilişkin kanıtları görmek isteyen gözler için, yeterli arşiv malzemesi bulunmaktadır. Hem ABD, hem de İngiltere, geçmişte ve günümüzde emperyalist “böl ve yönet” politikasını kullandılar. O nedenle, İngilizlerin “Kıbrıs’ı üs olarak” değil de, “Kıbrıs’ta egemen üsler” (s.87) bulundurmayı hâlâ daha istediklerini söyleyebiliriz ve Amerikalılar da 1949’dan beri ada üzerinde çalıştırdıkları iletişim tesislerinin kullanılmasını güvence altında tutmaya hâlâ daha isteklidirler. (s.141)

 
1950’LERDEN BERİ VAR OLAN ABD İLGİSİ

Şimdi, ABD’nin Kıbrıs’a olan ilgisi ve bu ülkenin Kıbrıslıların kaderini nasıl mahvettiğini gösteren bazı kanıtları, kitapta yer alan malzemeden alıntılarla vermek istiyoruz:

Nicolet şöyle yazıyor: “ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bölgesel dairelerinde 1952’den beri dolaşmakta olan özel bir araştırma belgesinde, Kıbrıslı milliyetçiler, sırf “hareketteki girişimi komünistlerin ele geçirmesini önlemek” için enosis için yapılan etkinlikleri artırmakta olan iyi çocuklar olarak takdim edilmekteydi.” (s.43)

Bu arada “İngilizler, 1954’de Kıbrıs’taki komünist tehdit konusunda ABD’yi uyararak, onun desteğini elde etmeye çalıştılar” (s.47). Öte yandan da İngilizler, adadaki “sömürgecilik aleyhtarı duyguların artmasını önlemek amacıyla daha güçlü bir durumda olmak için” Londra Üçlü Konferansı’na Türkiye’nin katılmasını sağlamayı başardı. (s.59)

“Türkiye, Kıbrıslıların kendi kendilerini yönetmesine karşı çıkan İngilizlerin gerekçelerini adanın “komünistlerin etkin olduğu bir nüfus”un eline geçeceği”ni tekrarlamaktaydı.(s.61) 

New York’taki Sosyal Araştırmalar Yeni Okulu’nun Mezunlar Fakültesi’nde ekonomik ve siyasal coğrafya konusunda profesör yardımcısı olan Amerikalı Dr.Alexander Melamid’in 1954 yazında, Kıbrıs’ta bir alan çalışması yaptıktan sonra,  “Geographical Review” dergisinde (Vol.46, No.3, New York 1956, s.355-374) “Kıbrıs’ta toplumların coğrafik dağılımı” başlıklı bir makale yayımlaması da bu dönemdedir. Yine New York Üniversitesi’nden aynı Alexander Melamid, “Journal of Geography” dergisinde (Mart 1960, Vol.59, Chicago, s.118-123), “Taksim edilmiş Kıbrıs: Uygulamalı siyasal coğrafyada bir sınıf çalışması” başlıklı makaleyi yayımlamış ve ada için iki farklı taksim çizgisinin ilkelerini tartışmıştı. Nicolet’in bu çalışmaları da okumuş olması gerek.    

 
MÜNECCİMLİK Mİ? PLANLANMIŞ PROJE Mİ?

Nicolet şöyle yazıyor: “Kıbrıs’ı taksim etme ve nüfus aktarmayı da dahil etme fikri, Birleşik Krallık ve ABD’deki bazı çevrelerde cazibe kazandı. Hayret vericidir ki, Batı’da ilk önce taksim önerisi ile gelenlerden biri, 1956 yılı Haziran’ı başında, genel olarak Kıbrıs anlaşmazlığı hakkında bilgisi olmadığı kanıtlanan bir kişi, yani Başkan Eisenhower’dir. Başkan, Dulles ile konuşurken, kendiliğinden gelen bir fikir olarak, adanın taksim edilmesi ve Kıbrıslı Türklerin kuzeye kaydırılması ile uyuşmazlığa bir son vermenin olası olup olmadığını sormuştu. O zaman düşündüğü taksim çizgisi, adanın gelecekteki kaderini müneccim gibi bildiğini kanıtlayan bugünkü çizgi idi.” (s.92)

Amerikalılara göre, “uzun erimli olarak başarı şansı olduğu görünen tek çözüm”, “Nisan 1957’deki Amerikan planlarına göre, garantili bağımsızlık şeklindeki, taksim ile enosis arasındaki ara zemindi.” (s.132)

Zorlu, Washington’da iken Dulles’a, taksimle ilgili Türk fikrinin, adanın coğrafik olarak bölünmesini içermesinin mutlaka gerekli olmadığını söyledi. Dışişleri Bakanı Zorlu, “her iki topluma, bir diğeri tarafından yönetilmemesi fikri”nin verilmesinin yeterli olabileceğini söylemişti. Bu kavram, Kıbrıs’ın bağımsızlığı statüsü ile hayret verici bir şekilde uyuşur görünmekteydi. (s.133)

1960’da bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti, “coğrafik olarak değilse bile, en azından yönetim olarak Kıbrıs’ı bir şekilde taksime doğru götüren” bir diplomasinin sonucudur.


GİZLİ SERVİSLERLE BAĞLANTILAR

Nicolet şöyle yazıyor: “EOKA’cıların silahlı mücadeleyi seçmesi, Amerikalılar için bir sürpriz oldu.” (s.57) Kıbrıslı Rum yazar Makarios Druşiotis’in son yayınları, EOKA’nın ABD gizli servisleri ile olan bağlantıları ile ilgili olarak bize bilgiler verirken, Nicolet, EOKA-B’nin CIA ile olan daha belirgin bağlantısını kabul etmek istememekte ve şöyle demektedir: “Şubat 1974’den sonra CIA’nin EOKA-B’ye mali destek verdiğine ilişkin olarak Stern ve Evriviades gibi yazarlar tarafından öne sürülen kanıtlanmamış iddialar ve kuşkular mantık dışıdır.” (s.412)

Nicolet, Kıbrıs’ta Temmuz 1974’de Makarios hükümetine karşı düzenlenen Yunan darbesi ile ilgili olarak şöyle yazmaktadır: “Cunta ile bir Amerikan komplosu olmamıştır.” (s.422) Onun şu değerlendirmesi ilginçtir: “ABD’nin başarısız olmasının sorumlusu, kötü inançtan çok, uygun olmayan işlem, bürokratik kesintiler, yanlış hükümler ve nihayet biraz kötü şanstı. Bütün bunların yanında, Başkan Makarios’un, cuntanın kendisinden kurtulmak istediğine karar verdiği konusunda hâlâ daha birincil olarak yanlış bir hükme varmış olması, Albayları yok yere tahrik edip, tehlikeli bir oyun oynayarak başarısız olması anımsanmalıdır. Kissinger’in daha sonra yazdığı gibi: “Makarios, yüksek cambaz ipinde oynamayı göze almıştı.” (s.423)  


TÜRKLERİN COĞRAFYA İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

ABD’deki Türk Konsolosu Feridun Erkin, 1954’de şuna dikkat çekmişti: “Egemenlik sorunlarını sadece nüfusun çoğunluğunun isteği temelinde kararlaştırmak, uluslararası bir adet değildir. Ama hesaba katılması gereken aynı derecede önemli coğrafik görüşler de vardır.” (s.48)

Türkiye hâlâ daha bu fikri desteklemektedir ve güney komşusu olarak bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hoşgörü ile bakamamaktadır. Bu tutum, 1956 yılında, “Başkan Yardımcısı Richard Nixon’un Ankara’ya yaptığı bir ziyaret sırasında ‘Türklerin Kıbrıs sorununa karşı patolojik tavırları’ diye nitelendirdiği ve çok derinden etkilendiği bir tutum olarak teşhis edilmişti.” (s.87)


KIBRIS İÇİN İLK ABD PLANLARINDAN BİRİ

Bakan Dulles’in Julius C.Holmes adlı Özel Yardımcısı, Kıbrıs için 10 yıllık bir özerklik önermişti ve Vali, bazı veto yetkileri ile makamında kalacaktı. Bundan sonra bir halk oylaması yapılacak ve bu, NATO garantisi altında olacaktı. Eğer halk enosis için oy kullanırsa, bu gerçekleştirilecekti, ama oylamanın sonucuna bakılmaksızın İngilizler için geniş askeri hakların verilmesi güvence altına alınacaktı.(s.86)


ÜÇ GARANTÖR ÜLKE FİKRİ

“Bir Hint karar tasarısında, Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesi çağrısının yapılmasından beri (1957), Yunan hükümeti, bu seçeneğe doğru yönelmeye başlamıştı. NATO girişimini kabul etmesi için Yunanistan’a yapılan Amerikan baskısına paralel olarak, Yunanlılar da Kıbrıs’ın bağımsızlığı fikri için Amerikalılarla lobi çalışması yapmaktaydı. Yine de Dışişleri Bakanı Averoff, ölümcül bir hata yaparak, bağımsızlığın ardındaki bir fikri açıkladı ve bunun enosis’in gerçekleşmesi yolunda geçici bir aşama olacağını söyledi. İngilizler bunu derhal farketti. Amerikalılar da bağımsızlık temel fikri hakkında endişelerini eklediler. Çünkü bu ekonomik açıdan zayıf bir ülkeye yol açacak ve komünist etkisinin artması için verimli bir toprak oluşturacaktı. Averoff, bu tür korkuları dağıtmak için, daha 13 Şubat’ta, Dulles ile yapılan bir toplantıda, 1955’den beri Avusturya’ya uygulanan tipte bir sözleşmenin Birleşik Krallık, Türkiye ve diğer başka NATO ülkeleriyle birlikte imzalanabileceğini ve Kıbrıs’ın Yunanistan’ın bir parçası olmayarak bağımsız kalmasının garanti edileceğini  önermişti.” (s.101)  

 
SORUNUN ÇÖZÜMLENMESİ İÇİN YAPILAN İLK ABD ÖNERİSİ

“Daha 16 Nisan 1957’de, Bakan Yardımcısı Hertel Deptel, ilgili bölgedeki elçilik ve konsolosluklara mektup yazarak şu uyarıda bulunmuştu: “ABD şimdi, İngiliz Uluslar Topluluğu içinde veya dışında bir bağımsızlığın, her halükârda enosis’i engelleyen bir anlaşma ile birlikte yapılmasını ciddi olarak düşünmeye değer bulduğuna inanmaktaydı... Belge, ilk defa olarak, bütünüyle Kıbrıs uyuşmazlığına ABD desteğinde özgül bir çözüm getirmekteydi.” (s.103)

 
ABD ULUSAL GÜVENLİK KURULU (NSC)’NİN İLK ANDIRISI

Nicolet’in bize verdiği bilgiye göre, ABD Ulusal Güvenlik Kurulu (NSC)’nun “Kıbrıs anlaşmazlığının çözümü için ABD politikası” konulu ilk andırısı, Washington’da 18 Temmuz 1957’de kaleme alınmıştır. (s.104)

“İngiliz ve Amerikanlar arasında Kıbrıs sorununa ilişkin ilk ikili tartışmalar, 10 ile 18 Eylül 1957 tarihleri arasında yer almıştır... (Esas Amerikan katılımcı olan Walworth Barbour’un vurguladığı gibi) ABD özgül bir çözüm üzerinde ısrar etmeyecek, ama Temmuz sonunda İngilizlerin sözlü olarak ilettikleri üç parametre, yararlı hareket noktası olacaktı. Bu noktalar şunlardı: “a) önemli askeri tesislerin İngiliz egemenliği altında kalması; b) adanın komünist etkisinden korunması; ve c) bir bütün olarak adada barış ve sükûnetin kurulması.” (s.108) 

 
YERALTI ÖRGÜTLERİNİN PROVOKASYONU

Kıbrıs Türk liderliğinin kendi yer altı örgütü TMT’yi Kıbrıslı Rumların EOKA’sına paralel olarak bu dönemde kurmuş olmasının sadece bir rastlantı olmadığını düşünmekteyim. Bu örgüt, Kıbrıslı Rumlara ve ilerici Kıbrıslı Türklere karşı provokasyonlar yaparak çalışmalarını başlattı ve toplumlararası kan davasının önkoşullarını hazırladı. İşte bunu gösteren bazı alıntılar:   

“CIA Başkan Yardımcısı, General Charles P.Cabell, NSC’nin 353. toplantısında, Kıbrıslı Türklerin, adanın taksimini zorla gerçekleştirmek amacıyla ilk defa olarak İngilizlere karşı saldırı başlattıklarını bildirdi. (30.1.58 tarihli not)” (s.115)

Vali  Yardımcısı Sinclair’in sözleriyle “Türk Kıbrıslılar, ‘taksim için başlattıkları topyekün saldırıda’ Lefkoşa’daki Türk Basın Bürosu’nun dışına bir bomba yerleştirip patlattılar ve Türk toplumunun şiddetli bir ayaklanma başlatmasına neden oldular.” Kıbrıslı Türklerin çeteleri kentin Kıbrıs Rum mahallelerini istila edip, sakinlerine saldırıda bulundular ve Konsolos Belcher’in derhal, “neredeyse bir Filistin durumu”ndan korkmasına, yani İngilizlerin adadan ayrılmasına ve iki toplumun kendi aralarında adanın geleceği için kavga etmelerine yol açılmıştı. Bombanın patlaması ve bunu izleyen ayaklanmalar (1958 yazında), Rum tarafı için, İzmir ve İstanbul’da Rumlara saldırıldığı Eylül 1955’deki trajedinin tekrarı gibiydi. Kısa süre sonra Yunanistan, Kıbrıslı Türklerin eyleminden resmi olarak üzüntü duyduğunu açıklamadığı için Amerika’yı suçladı ve Amerika, kendi isteği dışında uyuşmazlığın içine çekildi.” (s.119)    

Öyle görünüyor ki, yazar Claud Nicolet, bu tür değerlendirmeleri yaparken, Kıbrıs Türk terör örgütü TMT’nin ana destekleyicileri hakkında herhangi bir bilgi sahibi değildir.

(Kıbrıs sorununda TMT’nin rolü hakkındaki bir Kıbrıs Türkün değerlendirmesi için bkz. Ahmet An, “Kıbrıs nereye gidiyor? İstanbul 2002, s.121-171 ve Ahmet An, “Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Lefkoşa 1996, s.75)

Yine Nicolet, yazar Christopher Hitchens’ın “Amerika’nın zamanında Orta Doğu bunalımı sırasında Ankara’ya önemli miktarda borç para vermesinden sonra Türklerin tutumunun aniden değiştiğine ilişkin olarak herhangi bir belge göstermediğini” öne sürmektedir. (s.123) Ama birkaç sayfa sonra şöyle yazmaktadır: “Türklerden, yazın ABD’den bu kadar cömert bir yardım paketi aldıktan sonra, bu fikri zor reddedebilirlerdi diye söz eden Dulles’in buna bir itirazı yoktu.” (s.128) 

Nicolet’in değerli bir çalışma olan “Kıbrıs Komplosu: Amerika, Casusluk ve Türk İstilası” (1999) adlı kitaba yaklaşımı da buna benzer ve şöyle demektedir: “Yine de, iki İngiliz gazeteci olan O’Malley ve Craig adlı gazetecilerin sansasyonel ve hayret verici bir şekilde popüler olan kitaplarında sözü edilen, yani “Eisenhover, Harold Macmillan’ı egemenliği terketmeye zorladı, ama Kıbrıslılara gerçek bağımsızlığı vermeyi reddetti” şeklindeki çekişme konusu, gerçeklerin inanılmaz bir şekilde çarpıtılmasıdır.” (s.140)

Nicolet başka bir değerlendirmesinde de şöyle demektedir: “Kadritzke’nin, AKEL kovuşturulacaktı, çünkü her iki etnik toplumdan üyeleri örgütleyen ve İngilizlerce niyetlenilen etnik-dinsel taksime karşı mücadele eden tek parti idi, şeklindeki iddiası, çok aşırı görünmektedir. Çünkü İngilizlerin taksime doğru yönelimlerini, siyasal karmaşanın sonucu ve birçok kötülerden en iyisi olarak görmelerinden çok, başlangıçtan bir hedef ve kötü niyet olarak göstermektedirler.” (Dipnot, s.143)

Bu, İngilizlerin ve Amerikanların etnik çatışmayı kışkırtmasını ve Soğuk Savaş’ın en civcivli günlerinde komünizm aleyhtarı histerisini gizlemeye yönelik olan taksimci politikalarını aklamak demektir. (Bkz. Ahmet An’ın aynı kitapta yer alan ve İngiliz sömürgeciler ve onların işbirlikçisi Kıbrıs Türk liderliğinin taksimci politikasına karşı olan ilerici Kıbrıslı Türk sendika üyelerine karşı TMT’nin uyguladığı terörle ilgili iki makalesi ve Ahmet An, “Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Lefkoşa 1996, s.75)

Nicolet, kitabında Kıbrıslı Rumların olasılık planı olan Akritas’tan söz etmektedir (s.179), ama Glafkos Klerides’in “Kıbrıs: İfadem” (Cilt:I, s.203-207 ve s.466-472) adlı anılarında yer alan, Türkçe orijinali ile birlikte tam metin olarak yayımlanmış, Kıbrıslı Türklerin olasılık planından herhangi bir şekilde söz etmekten kaçınmaktadır.

 
YAZARIN VE ABD’NİN ÖNCELİKLERİ

Claud Nicolet, Kıbrıs sorununun bilinmeyen yanlarına ilişkin olarak, gizliliği üzerinden kaldırılmış çok değerli ABD ve İngiliz bilgilerini bize sağlarken, esas hedefini de aşağıdaki paragrafta kendisi şöyle açıklamaktadır:

“Bu çalışmanın başında vurgulandığı üzere, Kıbrıs’a yönelik Amerikan politikası, 1964’den sonra asla adanın taksiminden yana olmamıştır. Bazı İngiliz kaynaklarına ek olarak, Yunan ve Kıbrıs Rum kökenli birçok yazarın bunun aksini vurgulayan bilinen açıklamalarının doğruluğu, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yazılı birçok belgesi kanıt gösterilerek tartışılabilir. Gerçek, belki de daha çok şu açıklamada yatmaktadır:. Haberleşme tesisleri de içinde Amerikan çıkarları için en iyi olan, barış içinde bir ada olup, anlaşmazlık konusu olarak ortadan kaldırılmasıydı. O nedenle, ABD, Kıbrıs’ı etkisizleştirecek olan herhangi bir çözüm şeklinin bulunmasına gereksinim duymaktaydı. Yine de bu çözümün tam ana hatları ve ne içereceği, ikincil bir önemdeydi ve öncelikler zamanla değişti.” (s.283)

 
CIA GÖREVLİLERİ

Yazar, günübirlik politikaların ABD, Britanya, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlıkları tarafından yapıldığını unutmamalıdır, ama Gladio gibi gizli derin devlet örgütleri, yıkıcı politikalarıyla ilgili kanıt sağlamak için arşivlerini açmamaktadır. Aksi takdirde Nicolet şunu yazmayacaktı:

“Adada meydana gelen hemen hemen kötü olan her şeyin ardında CIA’i gören bazı yazarlar tarafından öne sürülen komplo teorileri, Yunanistan’daki aşırı çevrelerin CIA görevlileri ile bazı iyi ilişkilere sahip olduğuna ilişkin çok zayıf kanıtlarla desteklenmiştir. Yazar Mayes, daha dikkatlidir. O, birçok Yunan ve Kıbrıslı Rumun CIA’nin bu işe katıldığına inanmaktaydı, ama bunun için hiçbir kanıt olmadığından söz etmektedir. (s.397)

Nicolet kitabının daha sonraki bölümlerinde şöyle yazmaktadır:

“Bazı CIA görevlileri, Başpiskoposu devirmek için cuntayı gerçekten teşvik etmişlerse, bunu, ABD’nin resmi talimatlarıyla değil de, kişisel düzeyde veya CIA’in cuntaya olan sempatileri yüzünden yapmışlardır.” (s.450)

Kıbrıslıların son 29 yılda zorla gerçekleştirilmiş taksim koşulları altında çektikleri acılar, Nicolet’in kitabındaki satırlar arasında bulunabilmektedir. Bu değerli belgeleri, tozlu arşivlerden gün ışığına çıkardığı için onu kutlamalıyız. Ama “kitabının yazımı sırasında 1970’li yıllara ait Amerikan belgelerinin çoğunun görülememiş olduğunu” yazmasına rağmen (s.399), bazı yazarları gerçek dışı iddialarda bulunmakla suçlamaktan geri durmamakta ve şöyle yazmaktadır:

“Yunanistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Yardımcısı Hristos Ksantopulos-Palamas ve Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Osman Olcay, 1971 yılı Haziran ayı başlarında, Lizbon’daki NATO Bakanlar Toplantısında buluştular. Yazar Van Kufudakis, bu toplantının “Kıbrıs’ın bağımsızlığına, adanın taksimi ile son verme konusundaki Yunan-Türk anlaşmasını resmileştirdi”ğini pervasızca ifade etmektedir.”(s.400)  

Nicolet suçlamalarına şöyle devam etmektedir:

“İşte belki de bu nedenle, Foley, Scobie, Kufudakis ve Poliviyu gibi başka birçok Yunan ve Kıbrıs Rum kökenli yazar, yaptıkları değerlendirmelerde, merkezi Kıbrıs yönetiminden sapan herhangi bir öneri, “taksim” olarak görülmelidir şeklindeki Makaryos’un değerlendirmesiyle uyuşmayı seçtiler. Yine de böylesi bir yorum, gerçekçi bir değerlendirmeden ziyade, sadece propaganda ve haklılık amaçları olarak kullanılacak görünmektedir.” (s.401)  

Nicolet, yazar Van Kufudakis’i ABD’nin 1956’dan beri adanın taksimini onayladığı şeklindeki teorinin önde gelen temsilcisi olarak eleştirmesine karşın (s.445), kendisi şu  değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Kissinger, farklı bölgelerde özerk bir yönetim kurulması için Kıbrıslı Türklere adanın %30’unun verilmesini öngören bir uzlaşma önerisi ile yeniden geldiği zaman, Türk Dışişleri Bakanı Güneş, Yunan tarafı için kabul edilemez koşullar içeren bir ültimatom vermiş bulunuyordu.

Çarpışmaların iki gün daha sürmesinden sonra, Türk askerleri, en azından 1964’den beri, belki de 1950’lerden beri var olan bir plana göre, bugüne kadar hâlâ daha elinde bulundurduğu Kıbrıs’ın yaklaşık %37’sini işgal etti.” (s.452)  

Nicolet, Türk tarafının politika değişikliğini bir abartma olarak tanımlamaktadır:

“Haziran 1974’de yapılan NATO Bakanlar Toplantısı için hazırlanan bir Amerikan bilgilendirme belgesinde, Türkiye hükümeti tarafından desteklenen Kıbrıslı Türklerin 1971’den beri “üniter” devlet kavramından uzaklaştıklarının öne sürülmesi abartılmış bir ifadedir.” Ama Türk Başbakanlığındaki değişme, Türk tavrını açıkça katılaştırmıştır.” (s.412)

“Sonunda, 1974 savaşı, ABD’nin 1970’li yılları ortasından başlayarak ABD’nin defakto taksime hoşgörü ile bakması ile sonlanmıştır. Çünkü böylece, daha önceki durumlara göre, bölgedeki istikrar daha iyi güvence altına alınmış görünüyordu. Taksim, bundan önceki 20 yıl içinde öneriler arasında zaman zaman ortaya atılmışsa da, hiçbir zaman ABD tarafından beğenilen bir çözüm olarak onaylanmamıştı.

Bu 20 yıl içinde hiçbir zaman, Kıbrıslıların kendileri de, anlaşmazlıklarının çözümü için getirilen Amerikan formülasyonlarının dikkat merkezinde olmamışlardı. Kıbrıs uyuşmazlığı arttığı zamanlarda tetiklenen, adada barışı sağlamak için hazırlanan, daha aşırıcı ve faydacı Amerikan planları ile ilgili olarak, Kıbrıs’taki ABD temsilcilerinin bile fikrinin alınmadığı bir durumda  bu çok belirgindi.” (s.458)  


YUNANİSTAN VE TÜRKİYE’NİN ORTAK EGEMENLİĞİ

Hâlâ daha ABD’nin gündeminde olan,  11.12.1963 tarihini taşıyan bir Çalışma Belgesinde “Kıbrıs’ın ortak egemenliğinin Yunanistan ile Türkiye arasında paylaştırılması için bir  sözleşme” önermiş olan (s.226), hukuk danışmanı Donald A.Wehmeyer’in planlarıdır. Aynı ABD yetkilisinin, bugünkü çözüm önerileriyle yakın ilişkisi olan “Olası Kıbrıs Çözümünün Anahatları”nı hazırlayan kişi olması da ilginçtir.

“24 Nisan (1964)de Hukuk Danışmanı Wehmeyer, çözümde Türkiye için daha cazip olan önemli bir unsuru daha ekledi. Wehmeyer’in düşüncesine göre, Kıbrıs eyaletlere ayrılmalıydı. Yukarıdaki plana ek olarak, taksim veya federasyon hayali, Kıbrıslı Türklerin özel haklara sahip olacakları bölgelerden  meydana gelen ve baskın bir şekilde Türk olacak olan bazı eyaletlerin oluşturulmasıyla yaratılabilirdi. Bu eyaletlere sürekli bir Türk yöneticinin (eparch ad perpetuum) atanmasıyla da buna ulaşılacaktı.” (s.229) 


“DENETİMLİ MÜDAHALE” YOLUYLA “KIBRIS’I YOK ETMEK”

“Acheson, yine de, (1964) bahar(ı) boyunca Washington’da ortaya çıkan farklı önerileri incelemeye kendini tamamen kaptırmıştı. Acheson, Brand’ın sözleriyle, “Kıbrıs sorununu, Kıbrıs’ı yok etmekle ortadan kaldıracak olan bir planı düşünüp bulmaya hazırdı.” Onun özellikle merakını uyandıran, Don Wehmeyer’in 8 Temmuz’da Ball’a telgrafla bildirilen, Kıbrıslı Türk yöneticiler tarafından yönetilecek bazı eyaletlerin kurulmasıyla Türklere taksim veya federasyon hayalini veren bir enosis’i sağlayacak olan 24 Nisan tarihli plandı. (s.257) Ve bu, daha sonra, yukarıda sözü edilen Lizbon’daki NATO toplantısı sırasında Yunanistan ve Türkiye’nin iki Dışişleri Bakanı arasında varılan anlaşmaya göre yapılan ABD’nin “denetimli müdahale” (s.213) politikası ile gerçekleşti.

Tanınmış Amerikalı gazeteci Cyrus L.Sulzberger, 12 Ağustos 1961 tarihli New York Times gazetesindeki sütununda ilginç bir makale yazdı ve “komünistlerin, dürüst ve demokratik bir seçimle Kıbrıs’ta iktidara gelebilecekleri tehlikesi”ne dikkat çekti. (s.166)

Bu makalenin yayımlanmasının hemen ardından, “ABD’nin Kıbrıs’ta geçmişte olduğundan daha aktif bir rol üstlenmesini ve bu amaçla, açık ve mümkünse kapalı önlemleri de içerecek şekilde etkin olarak ilerletilmesi ve komünist tehlikenin bastırılıp, azaltılmasını arzulayan” (25.9.1961 tarihli) Ulusal Güvenlik Eylemi Andırısı 98 başlıklı programın onaylandığını görüyoruz.” (s.166-167)

Adadaki iki toplumu ayrı tutmak için, 1974’de Kıbrıs’ın defakto taksiminden sonra, ne tür  eylem programlarının kullanıldığını kim biliyor? Biz bunu sadece, “1989 Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı” gibi bazı kitaplardaki “Kıbrıs” bölümü altında yazılan şu satırların arasında okuyabiliriz:

“Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi, gelecekteki bir “federal Kıbrıs”ta yeniden birleşirse, Rum ve Türk komünistlerin birlikteki seçim gücü, hiç alışılmamış böylesi bir hükümet yönetiminde yapılacak herhangi bir başkanlık seçiminde oyların çoğunluğunu kazanabilir.” (s.530) 

Bu, Kıbrıslıların çıkarlarını değil, Kıbrıs’taki İngiliz-Amerikan çıkarlarını güvence altına alan bir politikadır. Görmek isteyenler için, yeterinden fazla kanıt vardır.

 
(Yeni Çağ, haftalık gazete, 21 Mart 2003 (Sayı:629), 28 Mart 2003 (Sayı:630) ve 4 Nisan 2003 (Sayı:631)

GENÇ NESİLLER VE TARİHTEN ÖĞRENDİKLERİ


Ahmet C. Gazioğlu'nun "Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi" (CYREP), Ekim 1998'de "Cyprus: The Island of Sustained Crisis" (Kıbrıs: Süreli Bunalım Adası) adlı bir çalışma yayımladı. Gazioğlu'nun Mehmet Arif Demirer adlı gazeteci ile birlikte araştırıp, derleyerek, yayıma hazırladığı bu 97 sayfalık kitap, aktarılan gazete kupürlerinin okunaklı olabilmesi nedeniyle olsa gerek, büyük boyutlara (28x40 cm) sahip. Ankara'da basılan bu ilk kitap, 15 Mayıs 1963 ile 13 Mart 1964 yılları arasında İngiliz basınında yer almış Kıbrıs konusundaki bazı Türk yanlısı makaleleri ve kamuoyuna açıklanmış bazı eski İngiliz Gizli Belgeleri'ni içermekte. Yayımlanması planlanan diğer üç kitapla, 1999'a kadar olan dönemin kapsanması planlanmış. 

Bu kitapla birlikte Cyrep'in 1998 yılı içinde yayımladığı diğer üç kitabı basına tanıtmak amacıyla  düzenlenen toplantıda konuşan Gazioğlu, bu kitapta yer alan yazı ve haberlerde Türklerin haklılığını vurgulayan birçok bölümler olduğuna işaret ederek, şöyle dedi:

"Biraz da kendi silahlarıyla kendilerini vurmak amacına yöneldik. Çünkü bunun içinde Glafkos Klerides'in, Rum yazarların ve Amerikan devlet adamlarının anılarına yansımış olan, Türklerin haklılığını yansıtan pasajlar vardır. Bütün amacımız, davamızı 'Türk haklı, davul, zurna, bayrak' şekline sokmadan, daha bilimsel, batının daha iyi anlayacağı bir dille bu davayı duyurmaktır. Haklı olmak yetmiyor, bu haklılığı onların diliyle ve belgeleriyle ortaya koymak gerekir diye düşünüyoruz. Zaten modern çağdaş tanıtım da budur. Bunu yapmaya çalışıyoruz." (Vatan, 27.11.1998)

"GENÇLİĞİMİZ GEÇMİŞİ PEK OKUMUYOR"

Aynı tanıtım toplantısına katılan Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da, "Gayet haklı bir davayı müdafaa etmekteyiz" diyerek başladığı konuşmasında, 35-40 yaşlarındaki insanların, eğer okumuyorsa, bilmiyorsa, başkalarının söyledikleriyle hareket ediyorsa, yanlış değerlendirmeler yapabildiğini ifade ederek, "Dinamik bir gençliğimiz vardır, ama geçmişi pek okumuyorlar" şeklinde serzenişte bulundu.

Denktaş, okullarda geçmişin okutulmadığını, belki de ellerinde belgesel kaynaklar bulunmadığını belirterek, "özellikle bugünlerde televizyonlarda yapılan aytışmalarda sorumlu insanların, gerçekleri ters çevirmeseler de tam olarak ne olduğunu bilmeden ithamlarda ve önerilerde bulunmalarının kendisini çok üzdüğünü" kaydetti. (agy)

Oysa ki okullarda "Milli Mücadele Tarihi"miz yıllardan beri okutulmaktadır, ama verilen bilgiler ne toplum liderimizi tatmin etmekte, ne de genç nesillere doğru-dürüst bir tarih bilinci kazandırmaktadır. 1970'li yıllardan beri, ortaokul ve liselerimizde zorunlu ders kitabı olarak okutulan ve öğrencilere her yıl tıpkı basımı yapılıp satılan şoven tarih kitapları, yazarlarına her yıl milyarlarca lira gelir sağlamaktan öte bir yarar sağlamamaktadır. (Avrupa gazetesi, 19.9.1997 tarihli sayısında, okullara her yıl satılan bu kitaplardan elde edilen para miktarını 4 milyar TL olarak hesaplamıştı)

Doğaldır ki, bu kitaplarda yapıldığı gibi, vatan-millet edebiyatı ve Rum düşmanlığı yapılarak genç nesillere tarih, doğru bir şekilde öğretilemez ve sevdirilemez. Yapılan son yayınlardan anlaşılan odur ki,  şimdi de Cyrep'in çıkardığı Türkçe ve İngilizce kitaplarla, daha rafine bir resmi tarih görüşünün genç nesillere aşılanması amaçlanmaktadır. Her ne kadar Ahmet C.Gazioğlu, kendisini resmi tarihçi olarak nitelendirmemize kızmakta ise de, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda oturup, maaş ve tahsisat alarak yapılan tarih yazıcılığının nasıl tanımlanabileceğini siz okuyucuların takdirine bırakmak isterim. 

GENÇLER  SADECE RESMİ TARİHİ Mİ ÖĞRENMELİ?

Rauf Denktaş da, genç nesillere tarih bilinci verilmesi konusunda, ne yazık ki hiç de demokrat ve hoşgörülü davranmamakta ve hala daha tek tip insan yetiştirilmesi doğrultusunda çaba sarfetmektedir. Bakınız, Rauf Bey, milletvekili seçimlerinden önce düzenlediği bir basın toplantısında neler söylemiş:

"Gençliği doğru duygularla yetiştirmek için yapılması gereken şeyler var. 15-16 yaşında bir gencin kompozisyonda yazdığı felaket bir yazıyı gördükten sonra araştırmalar yaptık. Kökeninin CTP'ye dayandığını gördük. Aynı kökenden gençlerin de fikirlerinin yıkandığını tesbit ettik. Çocuklara yazık. O yaştaki çocukları zehirlemek doğru değil. Bu çocukları Atatürkçü çizgide, sosyal ortamlarda yetiştirmek lazım. Seçimlerden sonra öğretmenlerle bu konuları konuşmak istiyorum. Eğitim Bakanlığı da bu işe eğilmeli ve bu gencin yazdığı yazıdaki felaket düşüncedeki gençlere kurtuluş yolunu göstermeliyiz. Bu mücahit ve şehitler diyarında böyle bir nesil yetişemez. Uykularım kaçtı, hepimiz dikkatli olalım. Bizde sessiz bir çoğunluk var. Daima felaket karşısında seslenir. Artık felaket olmadan seslensin." (Yeni Düzen, 4.12.1998)

Gençlerin görüşlerine karşı hoşgörüsüzlük, birkaç ay önce devlet yayın kurumu BRT'nin Müdürü İsmet Kotak tarafından da  sergilenmişti. Kotak, "Konuştukça" adlı TV programına katılan bir gencin "Cumhuriyet ve Gençlik" konusunda dile getirdiği görüşlerini "KKTC'ye ve milli davaya hakaret" olarak nitelendirerek, TV'deki canlı yayını kesmiş ve öğrenciyi azarlayıp, tehdit etmişti. Bunlarla da kalmayıp, öğrenciyi Eğitim Bakanlığı'na ispiyonlayan Kurum Müdürünün, "Yazıklar olsun seni yetiştiren aileye" ve "Bu anarşist olacak" şeklinde ifadeler kullanması da demokratik kuruluşların tepkisine yol açmıştı. (Yeni Düzen, 15.11.1998)

İNGİLİZLER AYRILIK VE TAKSİMDEN YANA

Tekrar yukarıda adını verdiğimiz kitaba dönecek olursak, kitapta "milli davaya yakın duran" makaleler yanında, Kıbrıs sorunun yaratıcıları ile onların ada üzerindeki emellerini ele veren bazı belgelerin de yer aldığını görmekteyiz:

* İngiliz Uluslar Topluluğu Bakanı D.Sandys: "Rumlarla Türkler Kıbrıs'ta birarada yaşadıkları sürece, adanın uzun bir süre Avrupa'nın geriye kalan ülkeleri için bir kargaşalık nedeni olabileceğinin kabul edilmesi gerekir. Bu açıdan bakarsak, Kıbrıs'ın bağımsız bir devlet olarak ortadan kalkması büyük avantaj olacaktır." (s.5)

* "13 Mayıs 1964'de İngiltere Başbakanı Sir Douglas Home, Amerikalıların da (Yunanlılar gibi) düşündüğünü ve adanın NATO'laştırılması ile birlikte Enosisten yana olan İngiliz görüşünü desteklediklerini kaydetti." (s.5)

* "Diğer gizli İngiliz belgelerinin de ortaya koyduğu gibi, 9 Haziran 1964'de (İngiltere) Dışişleri Bakanı, İngiliz Uluslar Topluluğu bakanı ve Başbakan arasında yapılan bir toplantıda, federasyondan başlayarak, daha sonra ENOSİS ve TAKSİM daha katı çözümlerle pazarlık yapılabileceği öteki olası çözüm şekillerinin de gözönünde bulundurulmasında anlaştılar." (s.5)

* 16 Aralık 1958'de Paris'teki İngiliz Elçiliğinde yapılan toplantıda konuşan İngiliz Bakan: "Majestelerinin hükümeti, bağımsızlığı bazı yönlerden en kötü çözüm olarak görmektedir, çünkü Ruslar adaya getirilebilir." Aynı toplantıda konuşan Zorlu: "Bay Averof'la tartıştığımız statü, gerçekte bir bağımsızlık şekli değildir. İttifak Anlaşmasının ve her iki tarafa ilişkin veto haklarının da Anayasaya yazılması gerekli olacaktır. Ada Yunan ve Kıbrıslı olmamalı, Türk-Yunan olmalıdır. İngiliz Üsleri dışındaki egemenlik, Türkiye ile Yunanistan tarafından paylaşılmalıdır". "Sayın Zorlu, Kıbrıs'ın Türk-Yunan olması gerektiğini söylediği zaman, Sayın Averof da İttifak Anlaşmasının ve her iki tarafın dış politikaya ilişkin vetosunun da Anayasaya yazılmasını kabul etti"."Averof, federasyon fikrini kabul etmeye istekliydi...ama hükümette eşit sayıda Türk ve Rum bakanların olması fikrini kabul etmemekteydi."  (s.7)

* Paris'te yapılan 18 Aralık 1958 tarihli toplantıda konuşan "Zorlu, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında, Kıbrıs'ın toprak bütünlüğü ile bağımsızlığını ve anayasanın temel hükümlerini garanti altına alan bir anlaşma olması gerektiğini önerdi. Avusturya Anlaşması bazı konularda yararlı bir örnek oluşturabilirdi". "Averof, devamla, kendisinin Kıbrıs'ta komünizmin büyük bir tehlike olmadığını düşündüğünü söyledi...Zorlu, Türkiye'de olduğu gibi, komünizme karşı yasaların konabileceğini söyledi...İngiltere Devlet Bakanı, Zorlu ile Averof'un Kıbrıs'ta komünizme karşı güvenceler içeren daha başka hükümler düşünmelerini söyleyerek, Majestelerinin Hükümetinin Kıbrıs'ın bağımsızlığı fikrinde komünizm tehlikesini daima gördüğünü belirtti". "Averof, olağanüstü bir durumda, İngilizlerin üslerinde olacağını ve Türkiye ile Yunanistan'ın da her iki toplum üzerine doğrudan etki yapacağını söyledi." (s.9)

* 1959'da Champs Elysee yanındaki meşhur bir restoranda yer alan akşam yemeğinin sonunda bardağını kaldıran Averof şöyle konuştu: "Uzun bir diplomatik savaşın sonunda Türk Ordusu'nun barışçı yollardan ve uluslararası bir anlaşma çerçevesinde geri dönmesini sağlayan Türk Dışişleri Bakanı Zorlu'yu selamlamak istiyorum." (s.13)

*İngiltere Başbakanı (27 Aralık 1963 tarihli gizli bir belgede): "Herhangi bir anayasal Konferansın çıkmazla sonuçlanacağı ve tek olası çözümün taksim olacağı görünmektedir." (s.36)

1964'DEKİ FORMÜL: "FEDERASYON ADI ALTINDA TAKSİM"

* H.G.Darwin'in (üzerine bir gün sonra "Merkez Daireye gönderilebilirsiniz" notu düşülen) 2 Ocak 1964 tarihli ve "Kıbrıs: Federal Taksim" başlıklı raporundan: "Size dün bu konuda verdiğim Andırı'ya koymadığım iki husus daha vardır. Çünkü bu hususlar, coğrafik faktörlere çok fazla dayanmaktadır, yani taksimin ne kadar köktenci etkileri olacak ve iki devlet hangi yerleri kapsayacak?

2. Eğer nüfusun zorla taraf değiştirmesinin sağlanmasına karar verilirse, yararlı bir emsal, Yunanistan ile Türkiye arasında, 30 Ocak 1923'de Lozan'da imzalanan Yunan ve Türk Nüfusun Mübadelesi ile ilgili Sözleşme'de bulunabilir. (Andlaşmalar Serisi No.16 (1923) Item VI s.175'de) Pratikte bu düzenlemelerin nasıl yapıldığını bilmiyorum, ama Trakya ve Küçük Asya'da yapılan nüfus mübadelesi,  bir ölçüde Kıbrıs'ta yapılacak olana  benzemektedir. (Aslında şimdiki karışıklıklar, gerçekten de aynı siyasal harekatın sadece farklı bir aşamasıdır.) Diğer bir materyal kaynağı, Trieste'nin İtalya ile Yugoslavya'ya ait bölgeleri arasında yapılan gönüllü nüfus transferi için yapılan düzenlemeler olabilir. (bkz.5 Ekim 1954 tarihli Anlayış Andırısı'nın 8. paragrafı-Cmd.9288)

3. Başkentin durumu da zorluklar yaratabilir. (Washington) D.C. ve Canberra gibi bir başkent bölgesi oluşturmak pratik olmayacak gibi. Lefkoşa, pratik nedenlerle, hemen hemen kesin bir şekilde başkent olmalı ve Rum ve Türk bölgelerine bölünmesi halinde, organların bir kısmı Rum başkenti olacağı sanılan  Lefkoşa'da, bir kısmı da belki Türk başkenti olacak Girne'de kurulabilir, ama toplantılar zaman zaman Türk başkentinde de yapılabilir." (s.40)

* Atina'daki İngiliz Büyükelçiliğinden Londra'daki Dışişleri Bakanlığına gönderilen 16 Ocak 1964 tarihli gizli rapordan: "Dün gece hem Venizelos, hem de Kıbrıs Büyükelçisi, (ayrı ayrı) bana, Kıbrıs'ın NATO üyesi olmasını sağlayacak bir çözüm bulunup, bulunmayabileceğini sordular. Venizelos, bunu, Makarios'un NATO'nun sağ kanadı altında tehlikeli bağlantısızlık oyunları oynamasına karşı, KIbrıs'ın bağımsızlığının gelecekteki güvencelerine ve büyük ölçüde BM'nin olaya dahil edilmesine tercih edilecek bir çözüm olarak savundu." (s.44)

* Washington'daki İngiliz Büyükelçiliğinden Londra'ya gönderilen 27 Ocak 1964 tarihli gizli mektuptan: "(ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı George) Ball, siyasal bir çözümü olanaklı göremediğini söyledi...ve ayrıca bu bağlamda, fiziksel olarak yerlerinden edinecek insanların 40,000'den fazla olmayacağını anladığından, sonunda, taksimin en iyi çözüm olup olmayacağını sordu." (s.48)

* İngilizce "The Guardian" gazetesinin 29 Ocak 1964 tarihli başyazısından: "Bir başka olasılık da, dışişleri ve savunma gibi ayrılmış alanlarda bütün sorumluluğu alacak olan ortak Federal Yönetim ile ayrı ayrı seçilmiş Hükümetlerle ayrı ayrı yönetilecek olan toplumların federasyonu olabilir. 40,000 Türk ile 50,000 Rumun yer değiştirmesi ile adayı, bıçakla ayrılmış gibi taksim etmeden, toplumları coğrafik olarak ayırmak olası olabilecektir. 90,000 insan için korkutucu bir değişme olacaktır, ama kendilerine barış getirecekse, buna değecektir." (s.48)

* Ankara'dan 26 Ocak 1964 tarihinde bildiren "The Times" muhabirinin haberi:"Türk Milli Gençlik Teşkilatı'ndan bir heyeti dün kabul eden Türk Başbakanı Bay İnönü'nün heyete şöyle konuştuğu kaydedilmiştir: "Biz Kıbrıs'ta federal bir devlet istiyoruz ve bunu elde edemezsek, taksim edilmesini isteyeceğiz." (The Times, 27 Ocak 1964) (s.50)

* "Ball, Kıbrıs için Makarios'unkinden tamamen farklı bir düzenleme istiyordu. Ball İngiliz-Amerikan askeri gücü istemekteydi. Başpiskopos bunu reddetti. ABD Büyükelçiliğinde bombalar vardı! Ball'un kendisi bir NATO gücü fikri ile gelmişti. Makarios tekrar reddetti." (s.59)

SONUÇ

Görüldüğü gibi genç nesiller, eleştirel bir bakış açısıyla "milli dava"ya yaklaştıklarında, resmi tarih kitaplarının dışında bırakılmış veya satır aralarına gizlenmiş başka gerçekleri de görebilmektedirler. Beyinlerde stereotipler yaratıp, bilgisizlik ortamında, yazılan senaryoları oynayıp, sonra da "resmi tarih" yazanlar, ne acıdır ki, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin bölgemiz üzerindeki planlarını gizlemeye çalışmaktadırlar.

Bu kitaba bilerek veya bilmeyerek aldıkları bazı belgelerle kamuoyunu aydınlattıkları için bu kitabın yazarlarına müteşekkiriz. Ne var ki Gazioğlu ile birlikte bu kitabı yayıma hazırlayan Mehmet Arif Demirer, yayımlanan çeşitli çalışmalarımızda, resmi tarih dışındaki gerçekleri karınca kaderince, kamuoyunun bilgisine getirdiğimiz için, bizi istediği kadar Kıbrıslı Rumların savunma avukatı olarak suçlasın ve "PKK gerilladır" dediği için PKK'lı Öcalan'ı savunduğunu öne sürdüğü Yaşar Kemal'e benzetsin (Bkz. "Kuzey Kıbrıs'ın Yaşar Kemal'i: Ahmet An" başlıklı yazı, Halkın Sesi, 3 Ocak 1999), biz doğru bildiğimiz yolda giderek, tarihimizin bilinmeyenlerini gün ışığına çıkarmayı sürdürmekte kararlıyız..

(Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:37, Şubat 1999 ve biraz kısaltılmış şekli ile "Genç nesiller için nasıl bir tarih bilinci?" başlığı altında, Kıbrıslı dergisi, Şubat 1999, Sayı:42)

GAZİOĞLU, RESMİ TARİH YAZIMINI SÜRDÜRÜYOR: KEŞKE TAKSİM OLSA


Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından ve resmi tarih yazıcılarının önde gelenlerinden Ahmet C.Gazioğlu, 1960 yılında yayımladığı "İngiliz İdaresinde Kıbrıs, Cilt:1, Statü ve Anayasa Meseleleri" başlıklı kitabının devamı olan 2. cildi, 36 yıl sonra, Nisan 1996'da yayımlamıştı. "İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II (1878-1952), Enosis Çemberinde Türkler" adını verdiği kitabın alt başlığını da "Bugünlere gelmek kolay olmadı (1)" şeklinde belirlemişti. (Bu kitabın tarafımızdan yapılan bir değerlendirmesi için Bak. Yeni Düzen, 20 Haziran 1996)

Gazioğlu, Nisan 1998'de basılan bu dizinin üçüncü kitabına "İngiliz Yönetiminde Kıbrıs III, Enosise Karşı Taksim ve Eşit Egemenlik" adını vermiş ve "Bugünlere gelmek kolay olmadı (2)" alt başlığını taşıyor. Yazar kitaba yazdığı sunuş yazısında şöyle demektedir:

"Enosis Çemberinde Türkler" kitabının devamı olarak hazırlanan bu eserin, "Enosis Çemberinden Kıbrıs Cumhuriyetine" adını taşıması ve 1950-60 yıllarını kapsaması tasarlanmıştı. Halbuki, 3 yıl kadar, yoğun şekilde sürdürülen araştırma ve yazma süreci ilerledikçe, 1950-60 döneminin tek bir cilde sığdırılamayacağı ortaya çıktı.

Sonuçta, hem kitabın adını değiştirmek, hem de, 1958 yazında, iç savaş tehlikesini kapı eşiğine getiren toplumlararası çatışmalar sonrasında yer alan yoğun gelişmelere, bir sonraki kitabımda yer vermek kaçınılmaz oldu. Bu nedenle, elinizdeki bu cilt, 1950'lerin başından itibaren 1958 sonlarına kadar yer alan bellibaşlı önemli olayları ve gelişmeleri içermektedir."

                                          BAZI ÖNEMLİ OLAYLARA HİÇ DEĞİNİLMEMİŞ

Kitap 472 sayfa tutmasına karşın, yazar 1958 yılına ait bazı önemli olaylara yine değinmemiş. Gerçi kitap boyunca, bugünkü taksim politikasının o yıllarda temelinin nasıl kazıldığına ilişkin bolca belge ve haber yer almaktadır. Ama İngiliz emperyalizminin politikası gereği adanın taksim edilmesine karşı çıkan Kıbrıslı Türk ilericilerin Mayıs-Haziran 1958'de öldürülmeleri, yaralanmaları, adadan göçe zorlanmaları ve Rumlarla birlikte üye oldukları PEO sendikasından istifaya zorlanmaları gibi, günümüze kadar yankıları olan olaylara hiç değinilmemektedir. (Ayrıntılı bilgi için Bak. A.An, Kıbrıs'ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Lefkoşa 1996, s.75-92) Bu durum, herhalde yazarın resmi tarih yazıcılarından biri olmasından kaynaklanan bir özellik olsa gerek.

Bilindiği gibi, Doğu Akdeniz'de önemli bir jeo-stratejik konuma sahip olan adamızda, Kıbrıslı Rumların 1955'de başlattığı ve İngiliz sömürge yönetimini sona erdirip, adanın Yunanistan'a bağlanmasını (enosis'i) amaçlayan tedhiş hareketleri, önce sadece İngilizleri hedef almışken, daha sonra sömürge yönetimi adına rejimi savunan Kıbrıslı Türk polis ve komandolara da yönelmişti.

Tarihsel olayları, daha önceki kitaplarında olduğu gibi, bu kitabında da yer yer güncel yorumlarla birlikte vermeyi yeğleyen Gazioğlu (bak. s.30, 33, 317), bazen de bazı gerçekleri yorumsuz olarak, başka birinin ağzından vermektedir:

"Mağusa Komiseri, Türklerle ilgili bilgi verirken, Mağusa'da Rum dükkanlarına ve malına Türklerin zarar verme eylemlerinin, Volkan adındaki yeraltı örgütü tarafından yönlendirilmiş ve kışkırtılmış olabileceğine işaret etmekte...Grivas da, Mart, Nisan ve Mayıs aylarında yer alan toplumlararası çatışmalara değinen anılarında, "Türk polislerin bazılarının EOKA'ya karşı İngilizlerle işbirliği yaptıkları için öldürüldüklerini" kabul etmektedir. Grivas, bu polislerin öldürülmesi üzerine yer alan olayları ve Türk toplumunun giriştiği protesto eylemlerini, İngiliz-Türk işbirliğinin bir göstergesi olarak nitelendirmektedir." (s.181)

                                     OLAYIN GERÇEĞİ DEĞİL, İDDİALAR VERİLİYOR

O günlerde, Kıbrıs Türk liderliğinin düzenlediği bazı provokasyonların da, Türk-Rum çatışmasına yol açtığı bilinmektedir. Gazioğlu, bunların en önemli örneklerinden biri olan Lefkoşa'daki Türk Haberler Bürosu'nun bombalanması olayını aktarırken de, yazısını önce yalan iddialar üzerine kurmakta, daha sonra gerçek durumu sadece yorumlu bir dipnot şeklinde vermektedir:

"Denktaş başkanlığında bir Kıbrıs Türk heyetini kabul eden vali, bomba olayı ve çatışmaların sorumlularının Türkler olduğunu ileri sürdü....Denktaş şöyle dedi:

"Akşamki olaylar asla yer almamalıydı. Fakat, olanların sorumluluğu hiçbir şekilde Türk toplumu liderlerine ait değildir."

...Bu görüşmenin resmi tutanağına göre, toplantıya katılan Kıbrıs Türk liderleri, çatışmaların başlamasına neden olan bombanın Türkler tarafından atıldığı izlenimi yaratacak bir açıklama yapamayacaklarını belirtmişlerdi...Denktaş, bomba olayı ve onu izleyen çatışmalarla ilgili araştırmalarda bulundukları ve hiçbir sorumlu Türkün bu gelişmelerin önceden planlandığına ilişkin bilgileri bulunmadığının saptandığını söyledi." (s.388-389)

Bu noktada düşülen dipnotta ise Gazioğlu şöyle demektedir:

"Denktaş, TC Haberler Bürosuna bombayı bazı Türklerin attığının, yıllar sonra, bir arkadaşı tarafından kendisine itiraf edildiğini açıklamıştır. Böylece, Vali Foot'un bu konudaki iddialarının ve bilgilerinin gerçek olduğu anlaşılmıştır. Bu da sömürge yönetiminin o günlerde, Türk toplumu içinde güçlü istihbarat elemanların olduğunun bir diğer kanıtıdır." (s.399)

Böylece, Kıbrıs Türk liderliğinini ne derecede "sorumlu" davrandığı kanıtlanmış olmaktadır!

                            PROVOKASYONLAR ÜZERİNDE YETERİNCE DURULMUYOR

1923 Lozan Anlaşması ile Kıbrıs'la olan ilgisini kesmiş bulunan Türkiye'nin yeniden taraf yapılması için 1955 yazında İngiltere'nin düzenlediği Üçlü Londra Konferansı öncesinde de, gerek TC yöneticileri, gerekse Kıbrıs Türk liderliği tarafından sansasyonel eylemler kotarılarak, adada yaşamakta olan Türk ve Rum toplumları birbirine düşürülmek istenmişti.

Gazioğlu şöyle yazıyor:

"Kıbrıs kaynaklı bir başka haber ise, adeta bardağı taşıran damla oldu. Bu haberi Dr.Küçük'ün, 3 Ağustos 1955'de, İstanbul'daki "Kıbrıs Türktür Cemiyeti" Başkanı Hikmet Bil'e yazdığı bir mektupta, Rumların taşkınlıklarını artırdığını ve yakında Türklere saldıracaklarına ilişkin Lefkoşa'da söylentiler yayılmaya başlandığını, bunun genel bir katliamın başlangıcı olabileceğini bildirmesi sonucu ortaya çıkmıştı...1960'da Yassıada'da 6-7 Eylül olayları davası görüşülürken bu Cemiyet üyelerinden Aydın Konuralp, Kıbrıs'ta Türklere karşı katliam yapılacağı haberini kendilerinin yaydıklarını kabul etmiştir." (s.85-86)    

Gazioğlu, bu kışkırtma eylemlerinin sonradan devlet tarafından örgütlenmiş olduğunun ortaya çıkmasına karşın, yaratılan düşmanlık havasının uzun süreli etkilerine pek değinmemektedir. Aynı şekilde, sonradan MİT ajanı olduğu kanıtlanmış bulunmasına karşın, Gazioğlu bu kişiden, "Selanik'te Atatürk'ün evine bombayı attığı ileri sürülen Oktay Engin" diye söz etmektedir. (s.110)

Bir başka resmi tarih yazıcısı olan Ahmet Tolgay'ın 1996'da "Kıbrıs Türk Mücahitler Derrneği" yayını olarak yayımlanan "1958'in Belgesel Öyküsü: Şahinler Yılı" adlı kitabında büyük bir coşku içinde anlattığı 27-28 Ocak olayları ile ilgili olarak da, Gazioğlu kitabında şu düzeltmeyi yapma ihtiyacını duymuştur:

"TMT'nin üç kurucusundan biri olan Kemal Tanrısevdi, 1997 yılında yerel bir gazeteye yaptığı açıklamalarında, 27-28 Ocak mitinglerini TMT'nin örgütlediğini ileri sürdü.

TMT'nin bir diğer kurucusu olan Rauf Denktaş ise, bir sorumuz üzerine, bu iddianın "yanlış" olduğunu belirtmiştir.

"İngiltere Taksimi Kabul etti" şeklinde bir değerlendirme yaparak bunu manşete çıkaran Bozkurt gazetesinin, aslında, Zorlu'nun "taksimi İngiltere'nin prensip olarak kabul ettiğini belirten ve bunu da, 19 Aralık 1956'da parlamento'da yapılan taksimle ilgili açıklamaya dayayan demecini, sanki taksimin, şimdi Ankara'da görüşülüp de kabul edildiği ve karara bağlandığı, hatta yakında uygulanacağı izlenimi yaratan bir başlıkla yansıtması, 27-28 Ocak olayları olarak tarihimize geçen büyük taksim gösterilerine ve İngiliz askerleri ile çatışmalara yol açtı. Bu gösteriler esnasında yer alan kanlı çatışmalarda yaralananlar ve ölenler oldu." (s.357)

Oysa Ahmet Tolgay'ın, "inanılmaz şeyleri başaracak olan ruhu ateşleyen o şahin gibi atılgan kuşağa çok şeyler borçluyuz" (agy, s.4) dediği kişilerin gerçekleştirdiği  "Ocak 1958 patlaması"nı (agy, s.63), Rauf Denktaş aynı kitapta şöyle değerlendirmekteydi:

"Dolayısıyla, bizim önlemeye çalıştığımız ve önleyemediğimiz nümayiş ve ardından iki gün süren olaylar, Sir George Sinclair'in dediği gibi, bir şeyi vurgulamıştır:

Kıbrıs Türkü yalnız başına olsa da, tüfeksiz silahsız olsa da, bu topraklarda hak iddia etmektedir ve boyun eğmek niyetinde değildir."

Ve zaten bunun arkasından Haziran-Temmuz 1958 olayları gelir ve iki aylık süre içinde Türkiye "artık bu durum daha fazla devam edemez" diyerek, gittikçe Kıbrıs konusunda hareketlenmeyi getirmiştir ki, bu da 1959 Şubat Zürih Anlaşması'nın kapısını açmıştır." (agy, s.62)

Ahmet Tolgay'ın yazdığına göre, "TMT örgütlenmesi, Ocak 1958 olaylarıyla ivme kazan"mıştır.(agy, s.26) TC Genel Kurmay Özel Harp Dairesi'nin işbirliğiyle, "Kıbrıs İstirdat Planı"na yeşil ışık yakılmış ve Kıbrıs'ın "geri alınması" planını gerçekleştirecek olan Türk Mukavemet Teşkilatı"nın ilk ve temel ilkeleri Ankara'da saptanmıştır. (agy, s.31)

Nitekim Gazioğlu da, İngiltere Dışişleri Bakanı Selwyn Lloyd'un  şu görüşünü aktarmadan edememiştir:

"27-28 Ocak'ta, Kıbrıs'ta yer alan başkaldırı hareketleri ve çatışmalar, durumu alt-üst etti ve İngiliz planını imkansız hale getirdi..Üs karşılığı, Türkiye'nin taksimden vazgeçmesi fikri de ortaya atıldı. Böyle bir sonuç, elbette "uzlaşma" demekti. Türkiye taksimden vazgeçecek, fakat adada üs sahibi olacaktı." (s.368)

                                           TAKSİM HEDEFİ İÇİN HERŞEY YAPILIYORDU

Bütün bu provokasyonlar sonucunda, adanın taksimi için koşullar olgunlaştırılmaya başlanmıştı. Zaten İngiliz Muhafazakar Parti milletvekili Walter Elliot, taksimi bir çözüm olarak görüyordu. (s.198,s.199, s.221) İngiliz Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sir Ian Kirk-Patrick "taksime sıcak baktığını" Londra'daki Türkiye Büyükelçisine bildirmişti (s.220) NATO Genel Sekreteri Spaak da, BM'deki TC Başdelegesine taksim işini üzerine alabileceğini söylemiş bulunuyordu. (s.220) "Ankara, artık daha kararlı şekilde ve daha yüksek sesle taksimi Kıbrıs'la ilgili resmi Türk tezi olarak ileri sürmeye başlamıştı." (s.312)

Çünkü Yunanistan Dışişleri Bakanı "Averoff'a göre, İngilizlerin bu tür durumlar yaratmakta çeşitli deneyimleri vardı. Nitekim, Hindistan'da ve Filistin'de birden bire sahneyi terkederek, bu ülkelerin bölünmesine neden olmuşlardı. Aynı şeyi, Kıbrıs'ta da yapabilirlerdi." (s.318)

İngiliz Dışişleri Bakanı Selwyn Lloyd, "taksimin çeşitli pratik güçlükleri olacağına dikkat çekince de (Londra'daki Türk Büyükelçisi) Birgi, bu güçlüklerin çok abartıldığını; Türkiye'nin daha önce, gerek Trakya ve gerekse Suriye sınırında yaşanan bu tür, fakat çok daha güç durumlar nedeniyle geniş deneyime sahip olduğunu" söylüyordu. (s.329)

                          KOMÜNİST TEHLİKEYE KARŞI, KISITLI VE GARANTİLİ BAĞIMSIZLIK

Ama sonunda adada, ne Rumların istediği enosis, ne de Türklerin istediği  taksim olabildi. Çünkü "ABD'nin artık özerk yönetim ve taksim tezlerinin bir yana bırakılarak bağımsızlık konusunun ele alınması yönünde zemin yoklamalarına başladığı haberleri yayılmıştı." (s.313) "1957 yılı yaz aylarından itibaren, Kıbrıs'ın geleceğine ilişkin iki görüş ağırlık kazanmaya başladı. Bunlardan birincisi, adanın kısıtlı ve garantili bir bağımsızlığı; ikinci görüş ise, Kıbrıs'ın üç devletin egemenliğine dayalı bir statüye (triple-condominium) kavuşturulmasıydı. (s.319)

İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın 31 Ekim 1957'de hazırladığı gizli bir İngiliz belgesine göre, adada "Komünizm fesadına karşı güvenceler" sağlanmalıydı. "Bağımsız Kıbrıs'ın komünist veya tarafsız olmasını, kazasız, belasız önlemenin yolu yoktur. Kıbrıs'ın bağımsızlığını eğer İngiltere, Yunanistan, Türkiye, ABD ve belki başka NATO ülkeleri garanti ederlerse, bu risk belirli bir oranda azaltılabilir"di. (s.323) "Kıbrıs, NATO'ya üye olmalı ve adanın savunması NATO'nun sorumluluğu altına girmelidir. Bu amaçla adada, İngiliz üsleri dışında, uluslararası bir gücün konuşlandırılmasını Kıbrıs hükümeti kabul etmelidir." (s.324)

İki Kıbrıs Türk lideri, Dr.Küçük ile Rauf Denktaş ise,  Mayıs 1958 sonunda Ankara'da düzenledikleri ortak basın toplantısında, "Kıbrıslı Rumların 1 Haziran günü Türklere saldıracakları şeklinde yayılan söylentiler" (s.379) ışığında, taksim için olan kararlılıklarını dile getirmekteydiler:

"Önümüzdeki 15 gün içerisinde ayrı belediyelerimizi kurmuş olacağız...Yıllardır kanıtlamaya ve işaret etmeye çalıştığımız Rum komünist tehlikesi gözle görülür bir şekil almıştır. Kıbrıs Rum komünistleri, Türklerin varlığı için de ciddi bir tehlike oluşturmaktadır...Artık taksime gitmekten başka bir çare kalmamıştır. Hürriyetimizin ve kendi bayrağımızın gölgesinde yaşamak istiyoruz." (s.380-381)

Gazioğlu'na göre, "Türkiye'de ve Kıbrıs Türk toplumu içinde gerginliğin ve stresin hayli arttığı görülmekteydi...Macmillan Planı açıklanmadan, "İngiliz hükümeti üzerinde ciddi bir baskı oluşturmak ve taksimin dışlanmasını önlemek için, hem Türkiye'de, hem de Kıbrıs'ta yoğun şekilde taksim mitingleri düzenlenmesi" kararlaştırılmıştı. (s.380)

İlginçtir, 7/8 Haziran 1958 bomba provokasyonu da bu döneme rastlatılmıştı. Yazara göre,  Makarios, "tüm bu olayların, artık Türklerle Rumların bir arada yaşayamayacağını ileri sürenlerle taksimin hal çaresi olarak dikkate alınmasını isteyenler tarafından düzenlendiğini ileri sürdü. Halbuki saldırıların çoğunu Rumlar başlatmaktaydı." Oysa "son iki gün içinde yer alan çatışmalar sonucu 4 Rum ve 2 Türk yaşamını yitirmişti." (s.390-391) Öte yandan İngiliz sömürge yönetimi ile işbirliği halinde 12 Haziran günü düzenlenen ve 8 Rumun ölmesi, 5'inin de ağır bir şekilde yaralanması ile sonuçlanan Gönyeli provokasyonu ile "ilgili olarak tutuklanan ve yargılanan 8 Türk, aleyhlerinde yeterli kanıt olmayışı nedeniyle bir süre sonra beraat" edecekti. (s.395)

Varsın Vali, "TMT'nin dağıttığı son bildirilerin çok dehşet verici bir dille yazıldığını; bu nedenle tedhişin sadece bir taraftan geldiğinin söylenemeyeceğini, özellikle iki gün önce Mağusa'da dağıtılan TMT bildirisinde son derecede aşırı bir dil kullanıldığını ve Rumlara saldırılması çağrısı yapıldığını ileri sür"sündü. (s.415)

"Temmuz ayının son günlerinde, Baf ve Limasol kazalarındaki 13 köyün daha başka yerlere taşınmak için hazırlıklarının tamamladığı anlaşılmaktaydı. Denktaş'ın 28 Temmuz'da yaptığı bir açıklamaya göre, ilk aşamada 6,000 kişinin, ikinci aşamada ise 16,000 kişinin, ücra köylerden güvenli bölgelere yerleşmesi federasyon tarafından bir süre önce planlanmış bulunuyordu." (s.419)

5 Ağustos 1958 günü dağıtılan TMT Merkez Komitesi bildirisinde de belirtildiği gibi, "teşkilatımız, TAKSİM oluncaya kadar "hazır ol" vaziyetinde bekleyecek, her gün biraz daha kuvvetlenecek"ti. (s.440)  TMT'nin taksim politikasın karşı duran ve Prof.Nihat Erim'e 19 Ocak 1957 tarihli bir mektup gönderen "AKEL Türk Kolu İdaresi" (s.240-241) ve diğer muhalifler vardı. Ama Gazioğlu bu muhalif kesimin siyasal mücadelelerinden hiç söz etmemeyi yeğlemişti. Mayıs-Haziran 1958'de bu demokratik muhalefetin önde gelen üyeleri, ya kurşun ve tehditlerle susturulmuş, ya da adayı terke zorlanmıştı. O nedenle TMT ihtiyatı elden bırakmamalıydı. Aynı bildiride, "Teşkilatımız aleyhine uğraşanların listesi mutat yollardan merkeze gönderilmelidir" talimatı da yer alıyordu. (s.439)  

                                          YAZARIN VARDIĞI TAKSİMCİ SONUÇ

Siyasal olayların akışını 1958 yılının sonuna kadar getiren Ahmet C. Gazioğlu'nun, kitabın sonunda vardığı sonuç ise çok ilginçtir:

"Halbuki, kısıtlı ve garantili bağımsızlık şeklindeki bu geçici çözüm yerine, müzakere yöntemiyle, üzerinde anlaşmaya varılarak, 1947'de Hindistan'da, Orta Doğu'da ve nihayet sadece birkaç yıl önce Kore'de olduğu gibi, BM gözetiminde adanın fiili taksimi gerçekleşmiş olsaydı, bu sorun günümüze kadar devam eden bir çıban başı olmaktan çıkacak, doğu Akdeniz'deki Türk-Yunan dengesi korunacak, sonuç olarak adanın iki halkı daha rahat, daha güvenli günlere ulaşacak, Türk-Yunan ilişkileri, Ege dışında, bir de Kıbrıs yüzünden sarsılmaya devam etmeyecekti." (s.451)

Okuyucu, kitabın bu cümlelerle bitmesiyle, Kıbrıs sorununun neden hala daha 1958 yılındaki bu ayrılıkçı zihniyet ve taksimci politikalar yüzünden kilitlenip kaldığını çok daha iyi anlamaktadır. Kıbrıs sorununun ne olup olmadığını anlamak isteyenler için, eleştirel gözle okunması gereken bu çalışma, çok yararlı bilgi ve belgeleri Türkçeye kazandırması açısından da önemlidir.  

 

(Kıbrıslı Türkün Sesi, aylık dergi, Temmuz 1998 (Sayı:35)

(Tarih ve Toplum, aylık dergi, İstanbul, Aralık 1998, Cilt:30, Sayı:180)

36 YIL SONRA GELEN İKİNCİ CİLDİN DEĞERLENDİRMESİ

Ahmet C. Gazioğlu’nun 1990 yılı sonunda yayımlanan “The Turks in Cyprus -A Province of the Ottoman Empire (1571-1878)” adlı kitabının tanıtma yazısına şu paragrafla başlamıştık: “Ahmet C.Gazioğlu’nun Kıbrıs tarihiyle ilgili ilk önemli çalışması, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu tarafından 1960 yılı Eylül’ünde İstanbul’da bastırılmış olan “İngiliz İdaresinde Kıbrıs, Cilt:1 (Statü ve Anayasa Meseleleri)” başlıklı kitaptır. Uzun yıllar konusunda yazılmış Türkçe tek kaynak kitap olarak kalan bu eserin önsözünde, ileride çıkacak ikinci ciltte “Enosis Mücadeleleri ve Türklerin Tepkileri” ve üçüncü ciltte de “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Gelişmeler” konularının işleneceği duyurulmaktaydı. Ne yazık ki aradan geçen 30 yıllık süre içinde bu çalışmalar kitap halinde elimize geçemedi.” (Yeni Düzen, 24.1.1991)

Sözü edilen ikinci cilt, nihayet geçen yıl yayımlanarak, okuyuculara sunuldu. Nisan 1996’da İstanbul’da, Gazioğlu’nun “Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi (Cyrep)” tarafından bastırılan kitabın uzun konmuş tam adı şöyle: “İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II (1878-1952), Enosis Çemberinde Türkler, Bugünlere Gelmek Kolay Olmadı”.

505 sayfalık kitabın “Giriş”inde ise yazar, şöyle demektedir:

“20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı’nın 10. Yıldönümü kutlamalarını izlerken bugünlere nasıl gelindiğini anlatan bir yazı dizisi hazırlamak fikri oluştu kafamda...İşte bu düşünceler, beni, 1878’den bu yana geçen yakın tarihimiz içinde Türk Halkının verdiği varoluş savaşımını yeni kuşaklara aktarmak amacıyla bir çalışma, bir araştırma sürecine yöneltti. Şimdi, 10 yılı aşkın bir uğraş sonunda, bu çalışmanın sonuçlarını bir kitap halinde sizlere sunmak olanağını bulduğum için mutluyum.”

Konuyla ilgilenenler anımsayacaktır. Gazioğlu, bir tarih araştırma dergisi olarak yayımlamaya başladığı “Yeni Kıbrıs” dergisinin Ekim 1984 tarihli yeni serisinin ilk sayısında  “Barış Harekatının 10. Yılında  Yakın Tarihimize Kısa Bir Bakış” başlıklı bir yazı yazmış ve ondan sonra gelen sayılarda “Bugünlere Gelmek Kolay Olmadı” başlıklı 20 yazılık bir dizi yayımlamıştı. Anlaşılan, Gazioğlu, elindeki dizi yazılarını ve İngiliz Arşiv belgelerini kullanarak, hem yıllar önce verdiği sözü tutmak istemiş, hem de yukarıda sözünü ettiğimiz İngilizce kitabın Türkçe baskısı olan “Kıbrıs’ta Türkler (1570-1878)” için yaptığımız değerlendirmede vurguladığımız gibi (Yeni Düzen, 13 Mayıs 1994), 1991 yılından beri  maaşlı olarak sürdürdüğü KKTC Cumhurbaşkanının siyasi araştırma ve tanıtma özel danışmanı olarak yeni bir halkla ilişkiler çalışması yapıp, resmi tarih yazımını gerçekleştirmiştir.

                                 TARİH YAZICILIĞI MI, GÜNCEL YORUMCULUK MU?

Kitabı okurken dikkatimizi  çeken önemli noktalardan biri,  daha önceki kitaplarında olduğu gibi, yazarın tarihsel olayları anlatırken, zaman zaman günümüz olayları ile bağlantı kurup, propaganda amaçlı ifadelere yer vermesi olmuştur. Bu bir tarih yazıcısının nesnelliği ve ciddiyeti ile bağdaşmayan bir tutumdur ve metin içinde itici olmaktadır. Örneğin yazar, s.56’da 1960 yılına atıfta bulunarak, bugün adadaki iki halkın bölünme nedenlerini kendince yorumlamaya kalkarken,  s.96’da da “Avrupa daha şimdiden, Girit’te yapıldığı gibi, Kıbrıs sorunu bizim bir sorunumuzdur; bu sorunu, Kıbrıs’ı Avrupa Birliği’ne tam üye yaparak nihai şekilde çözümleyeceğiz demeye başlamıştır” diyerek, TC ve KKTC’ye atıfla gazete makalesi üslubuna girmektedir.

Yazar, bugün siyasal planda Kıbrıslı Türklerle Rumların birlikte yaşaması gerektiğini öne sürenlere karşı  s.125’de, Kıbrıslılık bilincini savunanlara da s.219-210’da ders ve nasihat vermeye kalkmaktadır! Hem de Kıbrıs’ta 308 yıl süren Osmanlı yönetimi sırasında “dengeli ve dostça bir yaşam”ın varlığını vurgulamış olmasına karşın (s.63),  82 yıllık İngiliz yönetiminin son yıllarından başlayarak,  bunun neden mümkün olamadığına değinmeden. Kavanin Meclisi’ndeki Rum ve Türk üyelerin bütçe ve vergi konularında işbirliği yaptıklarından bir cümle ile söz ederken (s.210), bunları örneklemekten kaçınmaktadır.  Bilgisizliklerini s.448’de  eleştirdiği “aydın kişiler”in  kim olduğunu ise hem açıklanmamakta, hem de onların bu görüşlerini savundukları yazılara atıfta bulunmamaktadır.

                                                 YARARLANILAN KAYNAKLARA SAYGI GEREK

Ahmet C.Gazioğlu’nun bir tarih yazarı olarak kullandığı kaynaklara gerekli saygıyı göstermediğini de vurgulamak durumundayız. Özellikle eski Kıbrıs Türk dergi ve gazetelerinden alıntı yaptığı ve yine kendi dergisi “Yeni Kıbrıs”ta yayımlanmış olan Harid Fedai’nin  araştırma yazılarına atıfta bulunurken, bu yazıların başlıklarının ne olduğu hiç (sadece bir defa s.227’de) verilmemiş, yalnız derginin sayısı verilmekle yetinilmiştir. Dipnotlarda tekrarı önlemek için bu yola başvurulduğu varsayılsa bile, kitabın sonunda verilen “Yararlanılan belli başlı kaynaklar ve resmi belgeler” bölümünde, büyük ölçüde yararlanılan  bu dizi yazıların adlarının tam olarak verilmesi gerekirdi. Örneğin s.221’de “H.Fedai’nin Yeni Kıbrıs’taki yazısından izleyelim”, ya da  s.285’de “Yeni Kıbrıs’ın 2. cildindeki H.Fedai’nin incelemeleri” denmemeliydi.

“Kıbrıs Türk Cemaat-ı İslamiyesi” adlı bilinen ilk siyasal kuruluşumuzla ilgili bilgiler ise, H.Fedai’nin  1986’da haftalık Söz dergisinde tam metin olarak  yayımladığı yazılardan  değil de, belgenin ilk bulunduğu günlerde yazılmış makalelere atıfta bulunularak verilmektedir.  

Bir başka yerde ise (s.183), metin içinde, ad verilmeden “iki yazarımız” denmekte, S. İsmail ile E.Birinci’nin adları sadece dipnotta zikredilmektedir. Haşmet Gürkan’ın KATAK’ın kuruluşu ile ilgili yazısında kullanılan basından alıntılar da  Gürkan’a atıfta bulunmadan kullanılmakta ve onun verdiği bilgiler yer yer yazarın derlemesi imiş gibi özetlenmektedir. 

Yine büyük ölçüde yararlanılan Rum yazar   F.Zannetos’un “Kıbrıs Adası Tarihi” adlı kitabının adı yanlış verilmekte (s.32 ve Kaynakça’da), sadece s.56’da, Türkçe olarak basılmamış olan “bu kitaptan alınan bölümlerin Hasan Yücelen tarafından Türkçeye çevrildiği” belirtilmektedir.

Kaynakçada, içinden bir cümle aktarılmış Tancred adlı kitaba yer verilirken, yazarı B.Disraeli’nin adı verilmemektedir. Gazioğlu,  gerek metninden, gerekse aktardığı belgelerinden büyük ölçüde yararlandığı (Kavanin Meclisi Tutanaklarından aktarılan bütün bölümlerin onun kitabından alıntılandığına inanmaktayım) Kıbrıslı Rum tarihçi G.S.Georghallides’in  736 sayfalık “Cyprus and the Governorship of Sir Ronald Storrs” adlı  kitabının adını bir defa s.226’da anarken, Kaynakça’da göstermemiş, sadece “A Political and Administrative History of Cyprus 1918-1926”(471s.)’in adını vermiştir. Georghallides’in adı, birçok eksiklikler içeren “Index”te de bulunmamaktadır.

Nihayet, Gazioğlu, benim haftalık Yeni Çağ gazetesinde 1993-94 yıllarında  yayımlanmış olan  “Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşumu” başlıklı yazı dizimden  de yararlanmış olmasına karşın, bu çalışmaya da  hiçbir atıfta bulunmamıştır. Kitap boyunca  yer yer, benim kurguma paralel bazı konulara aynen değinmekte (örneğin s. 167’de C.P.Kyrris’ten yaptığım alıntı, s.213’te Asaf Bey’in Kıbrıs’ta kalması için Kıbrıslı Türkler arasında imza toplatmasına ilişkin Georghallides’in verdiği belgeye yaptığım atıf) ve hiçbir kaynak göstermeden getirilen  yorumların aksini savunmaya çalışmaktadır.      

Bütün bu teknik eksiklikler yanında bazı konuların da yetersiz veya hiç işlenmediği görülmektedir:  Örneğin milliyetçi 1931 isyanından sonra, komünist lider ve arkadaşı niçin adadan sürgün edilmişti (s.264)? Lozan Anlaşmasından sonra başlayan Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye göç edişi ve bunun sonuçlarıyla ilgili bilgiler neden verilmedi (s.409)? Eden-Saraçoğlu ziyareti neden tarihi bir dönüm noktasıdır? Türk milliyetçiliğinin  Kıbrıs’ta gelişmesine yeşil ışık yakıldığı için mi (s.409)? Ayrıca Theofanis Theodotu’nun adı da hep Feodotu şeklinde  yanlış yazılmış, Jön Türkler ise Yeni Türkler (s.217) diye çevrilmiştir.

                                                  YARARLI BİLGİLER DE VAR            

Bu arada kitabın yazarı Ahmet Gazioğlu,  her şeyden Rum tarafını sorumlu tutmaya çalışsa bile bazı  yararlı bilgileri ve gerçekleri aktarmadan edemiyor:

Kıbrıs’ı İngiltere’ye devreden anlaşma metni (s.17-19), Padişah’ın son Kıbrıs Valisine konuyla ilgili olarak gönderdiği fermanın metni (s.31), Kıbrıslı Türklerin 1882’den beri, adadaki çoğunluk nüfusu oluşturan Rumların  nüfus oranına göre  Meclis’te temsiliyetine karşı oldukları (s.46), 1900’lerin ilk yıllarında  Kavanin Meclisi’ne seçilen Türk üyelerin, anayasal dengeyi bozarak, Rum üyelerle birlikte, vergilerin azaltılması ve yeni vergiler konulmaması için oy verdikleri (s.80), Başkadı, Müftü ve M.İrfan Bey’in 1914’de İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhak etmesi üzerine,  İngiliz Yüksek Komiserine, “böylece yerli halkın İstanbul’un entrikalarından kurtulacağı”nı söylemesi (s.131), Yunanistan’dan provokatör öğretmenlerin gelmesi (s.143) yanında, Türkiye’den de “Türklük bilincinin toplum içinde kökleşmesinde yararlı çalışmalar yapan”ların Kıbrıs’a geldiği (s.154), 1914’de Kavanin Meclisi üyesi olan İrfan ve Hami Bey’lerin “Türkiye’ye İlhak Partisi”ne destek vermeyip, 3. üye Sait Hoca’nın “yarım bir gönülle” buna destek olduğu (s.158), Kıbrıs Türk toplumunun geri kalmışlığında ekonominin önemi (s.190), eğitimde gelişmemişliğin nedeninin, Kıbrıslı Türklerin kendi eğitim kurumlarına Rumlar kadar mali katkı ve bağışlarda bulunmamaları olduğu (s.422) gibi.

“İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II” kitabı, her şeye rağmen yine de eleştirel bir gözle okunmalı ve burada aktarılan bilgilerden , günümüz politikasının tarihsel  hataları hakkında ipuçları çıkarılmalıdır. Hakim Raif Bey’le ilgili 10 sayfalık bölümün neden kitaba alındığı o zaman  belki daha iyi anlaşılacak ve resmi tarihin nasıl yazıldığı hakkında okuyucuya bir fikir verecektir. Sir Münir’le ilgili olarak örneğin  neden onun halen yaşamakta olan evlatlarından değil de, Mustafa Haşim Altan’dan alınan görüşün kitaba konduğu sorusuna da  belki başka okuyucular yanıt  bulabilir, çünkü ben bulamadım. 

 
(Yeni Düzen gazetesi, 20 Haziran 1996)

(Tarih ve Toplum, aylık dergi, İstanbul, Temmuz 1998, Cilt:30, Sayı:175)

"KIBRIS'TA TÜRKLER (1570-1878)"

Ahmet C.Gazioğlu'nun 1990 yılı sonunda İngilizce olarak yayımladığı "The Turks in Cyprus" adlı kitabıyla ilgili olarak kaleme aldığımız bir tanıtma yazısında şöyle demiştik:

"Kitabı okuduktan sonra, "Keşke Ahmet C.Gazioğlu bu kitabını önce Türkçe olarak yayımlasaydı demeden edemiyorum. Çünkü Kıbrıs'taki Osmanlı Dönemi'ne ilişkin bilgiler veren ve yazarın da bolca yararlandığı İngilizce kaynak kitaplardan hiçbiri Türkçe'ye kazandırılmamıştır. Haşmet M. Gürkan'ın makalelerinde de bu kitaplardan bazı bölümler aktarılmıştır, ama özellikle bu dönemi anlatan Türkçe kitapların bulunmaması büyük bir eksikliktir. Gazioğlu'nun bu eserini, Türkçe olarak da yayımlamasını bekleyeceğiz." (Yeni Düzen gazetesi, 24 Ocak 1991)

                                                       Tarih yazımı ve propaganda

Daha sonra kitabın genişletilmiş ve yeniden yazılan Türkçe baskısı, Şubat 1994 ortalarında piyasaya sunuldu. Yazar, Rauf R.Denktaş'a bir de önsöz yazdırdığı kitabının "Giriş" yazısını şöyle bitirmektedir:

"Kıbrıs'ta Türkler kitabının KKTC'nin 10. yıldönümüne rastlayan 1993 yılında basılıp kültür yaşamımıza kazandırılmasında maddi ve manevi katkılarını esirgemeyen Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve TC Lefkoşa Büyükelçisine en derin minnet ve teşekkürlerimi sunarım."

Oxford Üniversitesi emekli Türkçe profesörü G.Lewis tarafından yazılan "Sunuş"ta "Gazioğlu'nun kitabı bir tarih gibi okunur, propaganda olarak değil" denmesine rağmen, özellikle genişletilmiş Türkçe baskıda bu yargıya katılmak mümkün değil. Bunun örneklerini aşağıda vermeye çalışacağız.

Öte yandan Kıbrıs'taki orta dereceli okullarımızda ders kitabı olarak kullanılan "Kıbrıs Tarihi" kitaplarında da "resmi tarih" görüşüne uygun olarak ithaf, resim ve önsözlerin yer aldığını anımsatmak gerek. Örneğin "Kıbrıs Türk Tarih Kurumu ve Türk Mücahitler Derneği Şube Başkanı Dr.Vehbi Zeki Serter" tarafından kaleme alınıp, 1973 yılında "Türkiye Cumhuriyeti'nin 50. Yıldönümüne Armağan" olarak 1. baskısını yapan "Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi"nin, "Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini ve Türk Yönetimi Başkanı Sayın Rauf R.Denktaş tarafından tetkik edilmiştir" şeklinde tanıtıldığı ve ilk sayfalarında sırasıyla Atatürk, R.R.Denktaş, zamanın TC Büyükelçisi Asaf İnhan ve Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Komutanı Muhittin Fisunoğlu"nun resimleriyle süslendiği bilinmektedir. Yazar ise, "Eserimi, Kıbrıs Türkü'nün Kutsal Mücadelesi uğrunda hayatlarını feda eden tüm şehitlerimizin aziz ruhlarına ithaf ediyorum" diye yazmaktadır. Yine Dr.Vehbi Zeki tarafından 1975'de 7. baskısı yapılan "Kıbrıs Tarihi" adlı ders kitabında "Kıbrıs Türk Toplumunu özgürlüğe kavuşturan Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genel Kurmay Başkanı Sayın Orgenerel Semih Sancar"ın resmi yer almakta ve ithaf şöyle yapılmaktadır:

"Eserimi, Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştiren Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine ve aynı gaye uğrunda Mehmetçikle omuz omuza çarpışan Kahraman Mücahitlerimize ithaf ediyorum."

Gazioğlu'nun kitabına yazdığı "Önsöz"ü KKTC Cumhurbaşkanı Rauf R.Denktaş şöyle bitirmektedir:

"Bu eserin, her aydının kitaplığında bulunması, okullarımızdaki tarih öğretmenine kaynaklık etmesi dileğimi belirtmek isterim."

                                                Gözardı edilen olgular

Denktaş, Gazioğlu'nun bu eserinde "birçok Yunanlı, Kıbrıslı Rum ve yabancı yazarların, tarihçilerin 308 yıllık bu dönemi Kıbrıs tarihinde "kara bir sayfa, baskı ve zulüm yılları" olarak değerlendirmelerinin ne kadar yanlış ve ne kadar önyargılı bir yaklaşımla yapıldığını belgelerle açığa çıkarmaktadır" diye yazıyor. Oysa ki, bütün kitap boyunca, şikayet edilen önyargılı yaklaşım, bu kez de Kıbrıs tarihinin 1570 ile 1878 yılları arasındaki dönemi "beyaz bir sayfa, özgürlük ve refah yılları" olarak gösterme çabasıyla tekrarlamakta ve günümüz resmi politikasıyla yersiz paralellikler kurulmaya çalışılmaktadır. Örneğin 1830'da oluşturulan Reaya Meclisi'yle ilgili olarak şöyle denilmektedir:

"Türk yönetimi 130 yıl önceden, 1960 anlaşmalarıyla anayasanın getirdiği iki toplumlu statüyü, iki toplumun ayrı ayrı "Cemaat Meclisi" kurma ve bu meclisler eliyle toplumun iç işlerini yönetme yöntemini 1830 ve 1838 reformları ile adada Rumlar için uygulamıştı. Türk yönetimi, işte böylesine uzak görüşlü, ilerici reformcu ve iki topluma eşit haklar ve yönetimde ortaklık yetkisi tanıyan demokratik bir yönetimdi." (s.141)

Gazioğlu, nedense Tanzimat Fermanı gereği uygulanması gereken yeni vergi sistemine karşı duran adadaki Türk ileri gelenlerinin Larnaka ve Lefkoşa'da halkı silahlandırarak, eski vergi sistemine bağlı olan çıkarlarını korumak amacıyla, Rum toplumunun ileri gelenleriyle işbirliği yaptıklarına ve sonunda adaya gönderilen yeni vali Talat Efendi'nin reformları uygulamaması için İstanbul'dan emir geldiğine ve reaya temsilcilerine tanınan hakların geri alındığına hiç değinmemektedir.

Talat Efendi yine 1841'in Ekim ayında görevinden alınacak, Larnaka'da kurulması tasarlanan ve Avrupalı, Türk ve Rum üyelerden oluşacak Ticaret Mahkemelerinin kurulmasından vazgeçilecektir. (Ancak 1854'de kurulabilecektir.) Eski vergi sisteminin kaldırılması bilinmez bir tarihe ertelenir. Bu arada toplanmayan haftalık ve aylık vergiler, geçen 6 aylık süre için toptan istenir. Çaresizliğe düşen bin kadar vergi mükellefiyeti olan kişi ülkeyi terkeder. Eski cezaların kaldırılmasına reğmen yenileri getirilmediğinden suç işleme oranında bir artış olur. Ayaklanma ihtimaline karşı adaya getirilen 1500 kadar askerin harcamaları da Kıbrıs bütçesine eklenir.

Yukarıdaki bilgileri Sir George Hill'den derleyerek hazırladığımız ve 5-22 Temmuz 1984 tarihli Söz gazetesinde yayımladığımız "Kıbrıs'ta yaşayan iki ana etnik-ulusal toplumun anayasal temsiliyet mücadelesine bir bakış (1571-1948)" başlıklı 18 yazılık diziden aktardık.

                                           Ağır vergi yükü ve isyanlar önemsenmedi

Gazioğlu'nun kitabını, İngilizce olarak yayımladığı zaman da, bu önyargılı yaklaşımı eleştirirken, şunları yazmıştık:

"Bize göre kitabın en büyük eksikliği, adadaki gelirler ve vergilerle ilgili bölümde ve genel olarak Osmanlı döneminde alınan yüksek vergiler yüzünden meydana gelen isyan hareketlerine çok az yer verilmiş olması. Konu daha çok 17. bölümde işlenen "Avrupalı Konsoloslar ve Saray Dragomanları" bağlamında ele alınmış. Günümüze kadar uzanan Türk ve Rum egemenlerinin anlaşmazlığının tarihsel, sosyal, ekonomik ve siyasal kökenlerine ışık tutması açısından çok büyük önemi olan bu konuya başlıbaşına ayrı bir bölüm verilmesi çok yerinde olacaktı. Yazar, "(Bazı önemsiz olaylar dışında) 308 yıllık Türk yönetiminde önemli hiçbir Rum isyanı veya ayaklanması olmamıştır" (s.242) diye yazarken, Sir George Hill'in eserinde aynı dönemde yer almış 20'ye yakın isyandan söz edilmektedir." (Yeni Düzen, 24 Ocak 1991)

Kitabın Türkçe baskısında konular gözden geçirilirken, bu eleştirilerimizin göz önünde bulundurulmuş olması gerek ki, yeni yazılan "Ayaklanma girişimleri" bölümünde sadece Boyacıoğlu isyanı ve Çil Osman olayına yer verilmiş ve "1821 olayları sonrası Kıbrıs" bölümü de eklenerek, boşluk giderilmeye çalışılmıştır. Fakat yine gereksiz yere Çil Osman olayı ile 1931 olayları (s.332) ve 1821 olayı ile 1955 olayları (s.351) arasında paralellikler kurulmuştur.

Oysa yine Sir George Hill'den yararlanarak hazırladığımız ve 29 Ağustos-24 Eylül 1990 tarihleri arasında Ortam gazetesinde yayımladığımız 23 yazılık "Osmanlı döneminde Kıbrıs'ta görülen isyan hareketleri" başlıklı dizimizde, saptayabildiğimiz bütün isyanları ve ekonomik-sosyal nedenlerini belirterek vermeye çalışmıştık. Gazioğlu'nun kitabında ise, belli önyargılardan hareket edildiği için olaylar ya atlanmış veya sözü edilenlerde de belli vurguların yapılması kaygusu ön planda tutulmuştur. Örneğin 20. bölümün başında şu saptama yer almaktadır:

"Kıbrıs'ta 308 yıllık Türk dönemi, genellikle istikrarlı ve huzurlu bir dönem olmuştur." (s.334)

Bir başka örnek, "Kıbrıs'ta uygulanan Türk yasaları Eşitlik esasına dayandığından ırk ayrımı (diskriminasyon) ve adaletsizliği önlemişti" (s.131) şeklindeki görüştür.

Kıbrıs'ın, 18. yüzyılda Osmanlı toprakları içinde en ağır vergiyi ödeyen yer olduğunu yazan Mariti'nin kitabından da yararlanmış olan Gazioğlu'nun, bu vurgulamayı görmemiş olması mümkün değildir. Kaldı ki bir başka yerde "vergi yüzünden gelişen bir ayaklanma olayı"ndan geçerken de olsa söz edilmektedir (s.301).

Türk yöneticilerinin ada halkına "vergi bağışıklığı dahil çeşitli teşvikler getirdiği" (s.170), "gerek Saray tercümanı, gerekse haraç tahsildarlarının 1800'lü yıllarda halka karşı zalimce davranmakta" oluşları (s.320), "vergilerin artırılmasından kaynaklanan birkaç ayaklanma"nın olduğu (s.334) belirtilmekte, ama fazla ayrıntıya girilmekten kaçınılmaktadır. Çünkü "birçok Avrupalı Hıristiyan yazarın önyargılarla Türkleri suçlamaya kalkıştığı" (s.170) şeklinde şikayette bulunan yazar, kendisinin de Osmanlıyı aklama önyargısıyla kalem oynattığını unutuyor. (Diğer örnekler için Bak. s.179, s.285, s.288 vd)

Osmanlı egemenleri ile Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi arasındaki 1821 olaylarında 486 kişilik bir idam listesinden söz edilmekle beraber (s.354), bu katliamın ardından "Kıbrıs'ta birkaç yıl süren bir gerginlik dönemi" yaşandığı   belirtilerek, günümüze kadar uzanan etkileri küçünsenmek istenmektedir.(s.363)

1821-1830 yılları arasında, 20-25 bin Kıbrıslının adadan ayrıldığı kaydedildiğine göre (s.373), 1821 olayının o  kadar da geçiştirilmemesi, ya da savunmasının yapılmasına girilmemesi gerekirdi (s.351-353).

1821 olayı ve ardından gelişen Türk ağalar arasındaki iç hesaplaşma ve sonuçlarıyla ilgili gelişmeler, yukarıda sözü edilen "Osmanlı döneminde Kıbrıs'ta görülen isyan hareketleri" başlıklı çalışmamızda Sir George Hill'den yararlanılarak verilmektedir. Gazioğlu ise kitabında bu gelişmeleri birkaç paragrafa sıkıştırmakla yetinmektedir. (s.359)

       

                                                Yer adlarının etimolojisindeki yanlışlar          

"Kıbrıs'ta Türkler" kitabının İngilizce baskısı için yazdığımız yazıda, C.F.Beckingham'ın "Kıbrıs Türkleri" başlıklı bir makelesinin metin içi ek olarak sunulmuş olmasını olumlu bulduğumuzu belirtmiş ve Beckingham tarafından çürütülmüş olan Mustafa H.Altan'ın etimolojik köy adlarına ilişkin uydurmalarına yer verilmiş olmasını eleştirmiştik. Gazioğlu'nun, kitabının Türkçe baskısında, Beckingham'ın yazısını aynen vermeyip, kısaltması ve kendine göre yorumlayarak aktarması, Mustafa H. Altan'ın bilimsel olmayan ve hiçbir kanıta dayanmayan yeni iddialarına yer vermesi de bir talihsizlik olmuştur.

Örneğin Gönyeli köy adının etimolojisiyle ilgili olarak öne sürülen "Konyalı"ya değinen C.F.Beckingham, "Bu iddialar kabul edilebilir değildir" demiş olmasına rağmen, (İngilizce baskı, s.84, Makalenin Türkçe tam çevirisi yine Ahmet Gazioğlu'nun eskiden çıkarmakta olduğu Yeni Kıbrıs dergisinin Kasım 1988 tarihli sayısında tarafımızdan yapılarak yayımlanmıştı) Türkçe baskıda bu açıklamaya yer verilmemiştir.(s.114) Kaldı ki, Nearhos Kliridis adlı bir Rum araştırmacı 1961 yılında Lefkoşa'da yayımladığı "Kıbrıs'ın köy ve kasabaları" adlı Rumca kitabında, Gönyeli'nin 1391'de bir Lüzinyan mülkiyeti olarak "Ara" adıyla anıldığını ve o zamanlar "Ioannis Niuvili" adında bir Lüzinyana tahsis edildikten sonra "Niuvili" diye anılmaya başlandığını, 1571'den sonra buraya Türklerin yerleşmesi ardından da "Gönyeli"nin oluştuğunu yazmaktadır (s.105).

Mustafa H.Altan'ın uydurduğu Kaza-i Viran'ı (s.111), Gazioğlu, Beckingham'ın belirttiği Lüzinyan kökenli Casivera veya Casavera'nın sonuna e harfi getirerek, Casavere (Casivere):Gaziveren şeklinde vermektedir (s.114).

1960'lı yıllara kadar Kıbrıslı Türkler tarafından Leymosun diye anılan kasaba, (ayrıca Leymosunlu Hacı İbrahim Ağa diyerek de tek bir yerde veriliyor, s.279) bütün kitap boyunca İngilizce şekli olan Limasol olarak kaydedilmektedir.

Osmanlı devrinde gümrük koruma memurlarına verilen ve Larnaka'daki yönetici olan Dideban ise Dizdeban şeklinde yazılmaktadır (s.294).

Yüzyıllardır Rumca olarak Kıbrıslı Türkler tarafından kullanılmakta olan bazı yer adları, 1974'den sonra başlatılan Türkleştirme harekatı gereği değiştirilince, İngiliz The Times gazetesinin muhabiri Thomas Brassey de 16 Kasım 1878'de yayımlanan yazısını Omorfo'dan değil de, Güzelyurt'tan göndermiş oluyor' (s.389)

                                                        Öteki eksiklikler

Ahmet C.Gazioğlu, "Kıbrıs'ta Türkler" kitabında "308 yıllık Türk dönemine yeni bir bakış" getirme iddiasıyla yola çıkarken, ne yazık ki objektif olarak davranmamış ve "resmi Osmanlı ve Türk yazıcılığı"na sadık kalarak herşeyi tozpembe göstermeye çalışmıştır. "Sonuç" bölümünde bu anlayışın özetlendiği görülebilir (s.393). Fakat yazarın, kendi kişisel anılarına da yer verdiği (s.397) ve güncel yorumlar kattığı "Kıbrıs'ta Türk Eserleri" bölümü bu açıdan ilginç bir özellik kazanmaktadır.

Bize göre kitabın önemli bir eksiği de, Kıbrıs'ta 308 yıl boyunca yöneticilik yapmış Osmanlı paşa, ağa ve beylerinin kronolojik bir listesinin verilmemiş olmasıdır.

Rahmetli Haşmet M.Gürkan arkadaşımızın çeşitli tarih kitapları ve seyyah anılarından aktardığı Osmanlı dönemi Kıbrıs'ındaki sosyal yaşama da pek yer verilmemiştir. Günümüz Türkçesine kazandırılmamış olan Şeri Mahkeme Sicilleri bu konuda önemli bir kaynak olarak incelenmeyi beklemektedir. Mikrofilm halinde Kıbrıs Türk Milli Arşivi'nde toplanmış olan Osmanlı belgeleri de henüz yayımlanmamış, ancak bazıları, şovenist amaçlı gazete yazılarında Arşiv Müdürü Mustafa Haşim Altan tarafından kullanılmıştır. Dileğimiz, bu belgelerin Kıbrıs tarihine kaynak oluşturma çalışması olarak, önem sırasına göre yıllıklar halinde yayımlanmasıdır.

                                                            Sonuç

"Kıbrıs'ta Türkler" kitabının arka kapağında "üç yıldan bu yana KKTC Cumhurbaşkanının siyasi araştırma ve tanıtma özel danışmanı olarak da görev yaptığı" belirtilen Ahmet C.Gazioğlu, bu kitabıyla daha çok bağlı olduğu makam adına bir "halkla ilişkiler" çalışması yapmıştır. Kıbrıs'ta Türkçe basılmış tarih kitaplarının kronolojik sıralamasında yer alırken, resmi tarih görüşü olarak da en gelişmiş olanını oluşturmaktadır. Yabancı dillerde yayımlanmış Kıbrıs tarih kitaplarına ulaşamayanlar için, eleştirel gözle okunması gereken önemli bir kaynak olarak kabul edilebilir.

 
(Yeni Düzen gazetesi, 23 Mayıs 1994)

(Tarih ve Toplum, aylık dergi, İstanbul, Haziran 1998, Cilt:29, Sayı:174)