18 Ocak 2014 Cumartesi

AKEL’İN 20. KONGRE TEZLERİNDE NELER VAR?


AKEL Merkez Komitesi, Eylül ayı sonunda, önümüzdeki yılda toplanacak olan partinin 20. Kongresi ile ilgili 14 sayfalık tezlerini Türkçe olarak da yayımladı. Bu yazıda, bu tezlerde dile getirilen bazı temel görüşleri kamuoyuna aktararak, bunlarla ilgili kendi yorumlarımızı eklemek istiyoruz.

Tezler şu cümlelerle başlıyor:

“AKEL’in 19. Kongresi’nden bu zamana beş yıl geçti. Biçimlenmelerinde partimizin müdahalelerinin belirleyici rol oynadığı, ülke için önemli olaylarla dolu beş yıl. Halkımızın beklentilerinin yerine getirilmesi ve daha iyi bir geleceğe ulaşma vizyonu için güvendiği büyük siyasal ve sosyal gücü AKEL’in teşkil ettiği, bu beş yıl içerisinde bir kez daha teyit edildi.”

Kıbrıs Rum toplumunun üçte birini siyasal açıdan yönlendiren AKEL, liderliğinin tutumu ne olursa olsun, tabanındaki sıradan insanlar ve adadaki politik yaşam açısından gözardı edilemeyecek bir parti. Kaldı ki, önümüzdeki yıl, devamcısı olduğunu öne sürdüğü Kıbrıs Komünist Partisi’nin 80. kuruluş yıldönümünü de kutlayacak. O nedenle bu tezlerin ana hatlarıyla da olsa bilinmesinde, adamızdaki Türk toplumu açısından yarar var.

***

“Partimiz, halkımıza sunduğu hizmetler ve katkılarla, yaptığı fedakarlıklar, verdiği kurbanlar ve mücadelelerle, emekçilerin haklarını öne çıkaran ve savunan siyasal güç olarak, ilerlemenin gücü olarak; Kıbrıslı Rum-Kıbrıslı Türk-Ermeni-Maronit-Latin, bütün Kıbrıslıların beklentilerini, vizyonlarını ve çıkarlarını dile getiren parti olarak, Kıbrıs halkının bilincinde layık olduğu değerli yeri kazandı.”

Annan Planı’nın oylanması sırasında ‘Evet’i güçlendirecek ‘hayır’ kararı alındığı zaman, Kıbrıslı Türklerin çözüm beklentilerinin nasıl yıkıldığı da anımsanmalıdır.  

***

“80. yıldönümü partimizin örgütsel yapısının yenilenmesi için de iyi bir fırsattır. Ayrıca halkımızla temaslarımızın ve bağlarımızın daha da güçlendirilmesi ve yenilenmesi olanağını da sunmaktadır. KKP-AKEL’in 80. yılının partimizin 20. Kongresi ve 2006 milletvekilliği seçimleriyle aynı döneme denk düşmesi mutluluk veren bir gelişmedir.”

Üyelerinin dörtte bire yakını, AKEL liderliğinin Kıbrıs sorunundaki politikaları ile uyuşmamaktadır. Örgütsel yapı yenilenirken, acaba bu kesimin söz hakkı ne derecede yeni yapıya yansıyacaktır? Partinin Kıbrıslı Türkler arasında örgütlenememiş olması nasıl açıklanabilir?  

***

“20. Kongre son beş yılda Kıbrıs sorununda yaşanan gelişmeleri değerlendirmeye, sorunun bugünkü aşaması hakkında ve Kıbrıslı Türk yurttaşlarımızla ilişkiler üzerine düşünmeye ve tartışmaya çağrılmaktadır.”

Ne yazık ki, bu konu ile ilgili olarak, tezlerde herhangi bir görüş ortaya konmamaktadır. Bakalım düşünce ve tartışmaların sonuçları nasıl olacak?

***

“Her kongrede olduğu gibi, partimizin ve en geniş Halk Hareketi’nin durumu üzerine ciddi olarak düşünmeliyiz. Partimizin çalışmalarında başarıların yanı sıra, sorunlar, zaaflar ve boşluklar görmekteyiz. Çalışmalarımızdaki olumsuz olgulara karşı koymayı, partimizin -siyasal, ideolojik ve örgütsel olarak- daha da fazla güçlenmesini ve Kıbrıs konjonktüründe öncü ve belirleyici rolünü oynamasında partimizi daha da yetkin kılmayı hedef alacak kararlar almalıyız.”

Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak anti-emperyalist cephesinin kurulamamış olması önündeki engeller üzerine de düşünülmesi ve bu yaşamsal konu üzerinde de kararlar alınması gerekmektedir. 

***

“AB üyesi iki ülkenin halkları tarafından, Fransa ve Hollanda halkları tarafından neo-liberalizmin reddedildiği açık bir şekilde görüldü. AB Anayasası için yapılan referandumların sonuçlarını, bu ülkeler ve AB tarafından son yıllarda uygulanan neo-liberal sosyo-ekonomik politikaların reddi ve bu politikaların Anayasa aracılığıyla kurumsallaştırılması girişiminin reddi olarak yorumluyoruz. Şimdi görevimiz, ana amacı halkların çıkarlarına hizmet etmek olacak başka bir Anayasa’nın oluşturulması için Avrupa’daki diğer ilerici güçlerle birlikte mücadeleyi sürdürmektir.”

Bu konuda da, Kıbrıs Türk toplumunun da aydınlatılması ve parti politikalarının yansıtılması gerekmektedir.

 
KIBRIS SORUNU

“Kıbrıs sorunu istila, işgal, yabancı müdahaleler ve Kıbrıs halkının tümünün insan haklarının çiğnenmesi sorunudur. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi konusudur. Silahların şiddeti ile dayatılan “etnik temizlik” konusudur. Kıbrıs sorunu aynı zamanda iki toplum arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sorunudur.”

Parti olarak bu konuda yapılanların yeterli olduğu söylenemez. Sosyal buluşmalar yanında, daha çok siyasal içerikli toplantılara ağırlık verilmelidir.   

***

“Annan Planı temelinde Kıbrıs sorunun çözümü girişimi, çözüm için ortaya konulan en derli toplu çözüm girişimi oldu. Annan Planı bugüne kadar ortaya konulmuş olan en özlü ve detaylı plandır. Ancak Plan’ı yapanların iddia ettikleri gibi, adil ya da dengeli değildir. AKEL, Annan Planı’nın olumlu ama  olumsuz da unsurlar içerdiği değerlendirmesini yaparak, bu planı müzakereler için zemin olarak kabul etti. Planın iki toplum tarafından da kabul edilmesine izin verecek ve Kıbrıs sorununa kalıcı ve işlerliği olacak bir çözümü sağlayacak şekilde gerekli değişikliklerin yapılması için bütün gücüyle mücadele etti. Sıkışık takvimler ve BM Genel Sekreteri’nin hakemliğini öngören işlem, iki tarafın plan üzerinde özlü müzakere yapmasına ve üzerinde anlaşmaya varılacak bir çözüme ulaşılmasına izin vermedi. BM Genel Sekreteri’nin hakemliği adaletsizdi ve dengesiz bir şekilde Türk tezlerinden yana oldu. AKEL Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında dile getirdiği bazı değerlendirmeleri, özellikle de “de facto taksimi ortadan kaldırmayacağı, aksine bunu meşrulaştırıp derinleştireceği” görüşünü  paylaşmadı. Böylesi bir değerlendirme olsaydı, o zaman Plan’ın müzakere zemini olarak dahi kabul edilmemesi gerekirdi.

Partimizin 14 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilen Konferansı, Kıbrıs Rum toplumu içerisinde endişelere neden olan hususlar üzerinde müzakere yapılması ve planın boşluklarının giderilmesi için zaman verilmesi için referandumların ertelenmesini istedi. AKEL’in önerisi ne yazık ki Türk tarafınca kabul edilmedi. Bu nedenle de AKEL halkı, referanduma sunulduğu şekliyle Annan Planı aleyhine oy kullanmaya çağırmak zorunda kaldı. AKEL, referandumun sonucunu tamamen saygıyla karşıladı. Partimizin aldığı tutum,  müzakere sürecinin yeniden başlaması ve Kıbrıs sorununun mümkün olan en kısa süre içerisinde çözümü perspektifini açık bıraktı. Her gün yaşanan gelişmeler AKEL’in tutumunu haklı çıkarmaktadır.

Referandumları Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kıbrıs Rum tarafı için zor bir dönem izledi. Amerikan-İngiliz unsuru, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği çevreleri ve AB içerisindeki bazı çevreler Kıbrıs Rum tarafını cezalandırma niyeti ile harekete geçtiler. Buna paralel olarak da, Kıbrıslı Türklerin sözde tecridini ortadan kaldırma bahanesiyle işgal altındaki bölgedeki rejimin konumunu uluslararası düzeyde yükseltmeye çalıştılar. BM Genel Sekreteri’nin 2004 Mayıs’ındaki raporu Kıbrıs Rum tarafı için adil değildi ve Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarını bir kenara bırakma teşebbüsünü içeriyordu. Genel Sekreter’in raporu Güvenlik Konseyi tarafından benimsenmedi.”

***

“KIBRISLILARA HİZMET EDECEK BİR ÇÖZÜM”

İşgalin “oldu-bittilerini” zamanın kalıcı kıldığının bilincindeyiz. Hakemliklerden uzak bir şekilde, üzerinde anlaşmaya varılacak çözüme götürecek müzakerelerin yeniden başlamasını hedefliyoruz. BM Genel Sekreteri’nin planında, Kıbrıslı Rumların da planı kabul etmesine izin verecek, kalıcı ve işlerliği olan bir çözüme götürecek özlü değişikliklerin yapılması gerektiği konusunda ikna etmek için çalışıyoruz. Arzu ettiğimiz değişiklikler, parametreleri üzerinde çözümün aranacağı planın ne felsefesini değiştiriyorlar, ne de Kıbrıs Türk toplumunun haklarını azaltıyorlar. Biz, yabancılara değil, Kıbrıslı Rum-Kıbrıslı Türk, tüm Kıbrıslılara hizmet edecek bir çözümü hedefliyoruz.

Bir yılı aşkın bir süredir ortaya konulan çabaların meyvelerini vermeye başladığı görülüyor. Yeni bir müzakereler sürecinin başlamasıyla, üzerinde endişe duyulan ve Annan Planı’nda değişiklikler yapmaya çalışacağımız hususlarda Ulusal Konsey’in sonuçlara varması da bunda yardımcı oldu.  Ağırlıklı olarak Amerikanlar ve İngilizler tarafından ortaya konulmaya devam eden tepkilere rağmen, Annan Planı’nın olduğu gibi yeniden gündeme getirilmesinde ısrar etmenin hiç bir sonuç vermediğinin bugün genel olarak kabul edilmekte olduğu görülmektedir. Kıbrıs Rum toplumunu da tatmin edecek değişikliklerin görüşülmesi ve yapılması kabul görmektedir. Ayrıca yeni girişimin iyi hazırlanması, sıkışık takvimlerden kaçınılması ve hedefin hakemliklerden uzak bir şekilde üzerinde anlaşmaya varılacak çözüme ulaşmak olması gerektiğinin kabul edildiği görülmektedir.

(...) Kıbrıs Rum tarafının iyi niyeti ve siyasi iradesi tek başına Kıbrıs sorunun çözüm yolunu açmaya yeterli değildir. Çözümün anahtarı Ankara’da olmaya devam etmektedir. (...) AKEL Kıbrıs sorununa Birleşmiş Milletler çerçevesinde, BM kararları ile 1977 ve 1979 Üst Düzey Anlaşmaları temelinde iki bölgeli, iki toplumlu federasyonu öngören barışçıl bir çözüm bulunması için bütün gücüyle mücadele etmeye devam edecektir. Çözüm uluslararası hukukla, insan haklarına ilişkin uluslararası anlaşmalarla ve Topluluk müktesebatıyla uyumlu olmalıdır. Çözüm Türk işgal ordularının ve yerleşiklerin adadan ayrılmasını öngörmelidir. Hiç bir yabancı ülkeye tek yanlı müdahale hakkı vermeksizin,  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birliğini, toprak bütünlüğünü ve egemenliğini sağlamalıdır. Göçmenlerin evlerine ve varlıklarına dönme hakkı da dahil olmak üzere, bütün Kıbrıslıların insan haklarını ve temel özgürlüklerini sağlamalı ve güvence altına almalıdır. AKEL, Birleşmiş Milletler kararlarında belirtiliği gibi federasyon çerçevesinde iki toplumun siyasal eşitliğini tutarlı bir şekilde desteklemektedir.”

 
“OLASI KİBİRLİLİK OLGULARI”

“(...) AB’ye giriş öncesinde çözüm için yaratılan dinamizm kesintiye uğramamalıdır, devamında da korunmalıdır. Gevşeme havası yaratacak olası hareketler ve AB’ye giriş sürecinin tamamlanmış olması gerekçesiyle ortaya çıkabilecek olası kibirlilik olguları zarar vericidirler ve bunlardan kaçınılması gerekir. AB’ye girişin iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümü stratejik hedefinin ortadan kalkmasını sağladığı iddiaları çözüm dinamizmini zayıflatıyorlar. AKEL, çözüm ve yeniden birleşmeye hizmet etmeyen böylesi girişimlere karşı kararlı bir biçimde tutumunu ortaya koyacaktır.

Ayrıca Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin Kıbrıs sorunun çözümü yönünde değerlendirilmesine devam edilmelidir. Tam üyelik müzakerelerinin başlaması öncesinde, Türkiye şimdi, Kıbrıs Cumhuriyeti de dahil olmak üzere on yeni AB üyesi devletle Gümrük Birliği Protokolü’nü imzalama yükümlülüğünü yerine getirmeye çağrılmaktadır. Böylesi bir gelişmenin resmi tanınma olmadığı bir gerçektir. Ancak bunun sadece bir ticari anlaşma olması da söz konusu değildir. Zamanla de-facto olarak tanıma dinamizmini geliştirecek ileri bir ilişki olması söz konusudur. Avrupa Anayasası’nın onaylanması sürecinde de görülen güçlükler gibi sorunlarla karşılaşsa da, Türkiye’nin AB sürecinin Kıbrıs sorunun çözümü yönünde sürekli olarak değerlendirilmesi önemlidir.  

AB’ye girişin ülkemiz ve halkımızın yeniden birleşmesiyle bağlantılı hale gelmemesine rağmen, hem bu gelişmenin yarattığı dinamizm, hem de Türkiye’nin AB’ye tam üyelik süreci, uygun değerlendirme ile Kıbrıs sorunun çözümünden başka bir şey olmayan ana hedefe ulaşılmasında kararlı bir şekilde katkıda bulunabilirler. (...)”

 
YENİDEN YAKINLAŞMA

“Yeniden yakınlaşma partimizin Kıbrıs sorunun çözümü ve Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin ortak vatanının inşası politikasında önemli bir yere sahiptir. Gerilimlerin, toplumlar arası çatışmaların ve ayrılmanın yaşandığı zor yıllarda, partimiz yeniden yakınlaşma politikasıyla milliyetçiliğe ve şovenizme kararlı bir şekilde karşı çıktı. İki toplum arasındaki temas kanallarının açık kalabilmesini, yeniden birleşme ve bir arada yaşama isteğinin devamını başardı.

Partimiz yeniden yakınlaşmayı her zaman halkımızın işgale karşı mücadelesinin önemli unsuru olarak gördü ve  yeniden yakınlaşmaya siyasal ve sosyal içerik verdi. Yeniden yakınlaşmayı psikolojik temaslar düzeyinde sınırlayan yaklaşımları reddediyoruz. Yabancı merkezlerin yeniden yakınlaşma hareketini yönlendirme girişimlerine kesinlikle karşıyız. Yeniden yakınlaşma Kıbrıslı Rum-Kıbrıslı Türk, bizzat Kıbrıslıların ve Kıbrıslıları ifade eden örgütlü yapılanmalarının meselesidir. (...)”

Burada, siyasal hedef birliğini sağlama konusunda AKEL’in Kıbrıslı Türklerle nasıl bir örgütlü yapılanma düşündüğüne ilişkin herhangi bir görüş dile getirilmemesi, önemli bir eksiklik oluşturuyor. 

 
ÜÇ OLAY

“Geçen Kongreden bugüne kadar şüphesiz önemli olaylar yaşandı ve bu olaylar yeniden yakınlaşma politikasını da etkiledi. Yoğun olarak izlerini bırakan üç olay şudur:

a) Barikatların açılması ve adayı bölen tel örgülerden iki tarafa geçişlerde engellerin kısmen kaldırılması. Bu gelişme Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin kitlesel ve barışçıl bir biçimde bir araya gelmelerine olanak verdi. Birlikte yaşamalarının olanaksız olduğuna dair iddiaları, mitleri yıktı. Bunun yanı sıra bu gelişme, işgale ve taksime karşı ortak mücadele cephesinin inşası için daha uygun koşullar yarattı.

b) Rauf Denktaş’ın uzaklaştırılmasıyla Kıbrıs Türk toplumu liderliğinin değişmesi ve geleneksel olarak Kıbrıs sorununda federasyon çözümü için mücadele eden güçler tarafından  üstlenilmesi.

c) Hayal kırıklığı duygularına yol açan, iki toplum arasında güvenin ve kısa süre içerisinde çözüme ulaşma beklentisinin yaralanmasına yol açan malum sonuçlarla referandumların yapılması. Kıbrıslı Türklerin geleneksel olarak partimize duydukları yüksek takdir ve güvene, bu atmosfer içerisinde ve kasıtlı bir şekilde yapılan saldırıların sonucunda darbeler vurulması.

Bu gelişmelerle birlikte, kimileri yeniden yakınlaşmanın rolünün sona erdiğini ve bu politikanın Kıbrıs sorunun çözümüne özde sunacak bir şeyinin olmadığını iddia ettiler. 

AKEL’in yaklaşım ve tutumu böylesi tezlerden tamamen farklıdır. Bugünkü koşullarda yeniden yakınlaşmanın rolü ve önemi daha fazla artmıştır. Yeniden yakınlaşma öncelikle siyasi eylem olarak çok yönlü bir şekilde daha pek çok şey sunabilir.

İster enosisçi, anti-Türk ve anti-komünist sloganlarla tarihin derinliklerinden hortlatılan aşırı uç ve iğrenç bir çehreyle, ister federasyon çözümünün reddi yoluyla, ister Kıbrıs Türk toplumunun bazı ilerici güçlerinin yasa dışı devletin kurumlarına düşkünlüğü ve hatta bunları savunması yoluyla, ister memleketimiz için bir felaket olan “etnik temizliği” kabul etme yoluyla ifade edilen milliyetçiliğin ve şovenizmin karşısında, karşı hareket olarak yeniden yakınlaşma sürdürülmelidir.

AKEL ve halk hareketinin örgütleri, hem ideolojilerini, hem de tarihsel geleneklerini dayanak alarak yeniden yakınlaşmanın öncüsü olmaya devam etmektedirler. “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” tezini sarsılmaz bir şekilde temel alan Kıbrıs solu yeniden yakınlaşma politikasının oluşturulmasında, geliştirilmesinde ve uygulanmasında öncülüğünü sürdürmekte, ilan ettiği tez ve düşünceleri Kıbrıslı Türklerle birlikte ortak eylem olarak hayata geçirme mücadelesini sürdürmektedir.”  

            Teorik doğrular dışında, pratikteki somut eylemlere ne yazık ki değinilmiyor.

 
KIBRIS TÜRK TOPLUMU

“AKEL, Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinde Türkiye’nin oynadığı belirleyici rolü görmezlikten gelmeden, Kıbrıs Türk toplumuna ve rolüne büyük önem vermektedir. Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler somut olarak ülkemizin yeniden birleşmesi mücadelesinde stratejik müttefiktir. AKEL’in 19. Kongresinden bugüne kadar geçen süre içerisinde Kıbrıs Türk toplumunda ciddi gelişmeler yaşandı. Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs sorunun çözümü için ve AB’ye giriş için isteği kitlesel gösterilerle açıkça vurgulandı. Kıbrıs sorununda federasyon çözümünden yana olduklarını ilan eden partiler –özellikle Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)- güçlendi.

AKEL olarak, -taksimin baş sözcüsü olan- Denktaş’ın Kıbrıs Türk toplumu liderliğinden uzaklaştırılmasını selamladık. Olan değişikliğe rağmen, Kıbrıslı Rum-Kıbrıslı Türk, Kıbrıs halkının beklentileri, en azından bugüne kadar, karşılığını bulmadı. Belli bir süredir CTP liderliğinin Kıbrıs sorununa ilişkin olarak geçmişte üzerinde birlikte çalıştığımız ortak tezlerden uzaklaştığını saptamaktayız. Bugünkü Kıbrıs Türk liderliği bir yandan sözde devletin uluslararası tanınması konusunu gündeme getirmediğini ifade ederken, aynı anda bu işgalci oluşumun yapıları ile aşırı ölçüde özdeşleşme arz etmektedir. Sözde devletin uluslararası düzeyde yükseltilmesi girişimi, Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik olarak kalkınması için yapılan hareketlerden Kıbrıs Cumhuriyeti aleyhine siyasal kazançlar elde etme girişimi ve –özellikle mal varlıkları konusunda- artan bir ritimde yeni oldu-bittilerin yaratılması Kıbrıs sorununu çözüm çabalarını kolaylaştırmamaktadır.

Ankara ile tamamen aynı yönde bir hatta gelen Kıbrıs Türk liderliğinin, en azından bu aşamada, Kıbrıs sorunun çözümünü değil, Kıbrıslı Türklerin sözde tecridinin kaldırılmasını ve bunun aracılığıyla sözde devletin uluslararası düzeyde konumunun yükseltilmesini birincil öncelik olarak ortaya koyduğu görülmektedir.

Görüşmelerin yeniden başlamasının önkoşullarının yaratılması için Kıbrıs Türk liderliği yine önceliği Kıbrıs sorunun çözümüne vermelidir. Aynı zamanda Kıbrıs Türk liderliği tarafından Kıbrıs Rum toplumunun endişeleri ve tartışmaya sunduğu konular hakkında anlayış gösterilmelidir. 

Birbirini daha iyi anlamaya ve diyaloğun yeniden başlamasının önkoşullarını yaratmaya yardımcı olma çabası içerisinde, CTP dahil Kıbrıslı Türk siyasal partilerle iletişim ve diyalog kanallarını açık tutuyoruz. Zaman zaman Kıbrıs Türk liderliği tarafından AKEL’in haksız bir şekilde hedef alınması bu amaca yardımcı olmamaktadır ve Kıbrıslı Türkler arasında da tepkilere yol açmaktadır.

Uluslararası ve AB hukuku temelinde olması ve Kıbrıs Cumhriyeti’nin göz ardı edilmemesi kaydıyla, AKEL başından itibaren Kıbrıslı Türklerin ekonomik durumlarının, yaşam düzeylerinin geliştirilmesinden yana tavır aldı. Bu çerçeve içerisinde AKEL, Kıbrıslı Türklerin desteklenmesi ve iki toplum arasında -ekonomik ilişkiler de dahil olmak üzere- ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla Değişim hükümeti tarafından alınan önlemleri selamlamaktadır. 

Yaklaşık olarak yedi bin Kıbrıslı Türk özgür bölgelerde çalışmaktadır. Onlar, Kıbrıs İşçi Federasyonu PEO’nun da kararlı çabalarıyla, Kıbrıslı Rum meslektaşlarının sahip oldukları bütün haklardan yararlanmaktadırlar. Sosyal Sigortalar Kurumu’na düşük oranda katkılarda bulunmuş olmalarından dolayı emekli aylığı almayan Kıbrıslı Türkler, bugün toplu ikramiye almaktadırlar. Binlerce Kıbrıslı Türk, Avrupa Birliği’ne ve bütün dünyaya entegrasyonlarına yardımcı olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin seyahat belgelerini ve diğer belgeleri almışlardır. Bütün Kıbrıslı Türkler devlet hastanelerinde ücretsiz olarak tedavi olma ve ilaç alma hakkına sahiptirler. Üniversitedeki Kıbrıslı Türk öğrencilere verilen burslar ve ekonomik destekler ilk, orta ve yüksek öğrenim alanlarında daha da genişletildi.

AKEL bu adımları destekleyerek, hükümeti Kıbrıslı Türklere yönelik olarak ilan ettiği politikayı yaşama geçirmekte daha da kararlı olmaya çağırmaktadır.

Kimileri, Kıbrıslı Türkler lehine alınan bazı önlemlerin yaşama geçirilmesinde karşılaşılan bazı sorunları bahane ederek, Kıbrıslı Türkler aleyhine olumsuz bir hava yaratmaya çalışmaktadırlar. Bu tür girişimler bizi kararlı bir biçimde karşılarında bulacaklardır.”

            AKEL, Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki ortaklık konumuna nasıl dönebileceği konusunda neler düşünmektedir? Bireysel haklar yanında, toplumsal hakların, ortak devlet çatısı altında nasıl kazanılabileceği, kullanılabileceği ve güvence altına alınabileceği konusunda da fikir cimnastiği yapmak ve görüşlerini kamuoyuna duyurmak durumundadır.

            AKEL’in 20. Kongresi’nin, Kıbrıs Türk toplumu açısından da verimli sonuçlara varmasını dileriz.

 
(Afrika gazetesinde, 21-22-23 Ekim 2005 tarihlerinde üç yazı halinde yayımlanmıştır.)

 

AKEL’İN 80. YIL TEZLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


“KKP-AKEL’in 80. yılında AKEL Merkez Komitesi  Tezleri” başlıklı ve 29 Mart 2005 tarihli belgenin Türkçe çevirisi, takriben bir aylık bir gecikmeyle elimize geçti. Bu tezleri, Kıbrıs Türk emekçileri açısından değerlendirmeden önce, çeviri metninin dili konusunda birkaç noktaya dikkat çekmek istiyoruz.

Belgeyi Türkçeleştiren kişinin, Kıbrıs’ın tarihi ile yeterli bir bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Çünkü İngiliz Sömürge döneminin başlaması ardından oluşturulan “Legislative Assembly”’yi Kıbrıslı Türkler, “Kavanin Meclisi” diye nitelendirmişlerdi. Bu tarihsel terim dururken, bunu “Yasama Konseyi” diye Türkçeleştirmek doğru değil. Aynı şekilde “Belediye Meclisi” de “Belediye Konseyi” olmuş. Görüldüğü gibi, her “Council”, “Konsey” diye çevrilemez. Kaldı ki “Konsey” de Türkçe bir sözcük değil. Bunun yanında, yine tarihsel bir talep olan “Otonomi”nin de Türkçesi “muhtariyetlik” değil, “muhtariyet” veya “özerklik” olmalı. “Yeorgios” (Grivas), “Yorgos” olmalıydı. Kıbrıslı Türkler (bu da son yıllarda bir aklıevvelin uydurmasına uyularak, Türkçe yazım kurallarına ters biçimde, yani “Kıbrıslıtürkler” şeklinde birleşik olarak yazılmış. Bu ayrı bir tartışma konusu.) tarihsel olarak AKEL üyelerine “AKEL’ciler” diyor, ama metinde bu  da “AKEL’liler” olarak geçiyor hep. Öte yandan, ideolojik olarak, “Türk Atilla’nın istilası” ne demek? (Bkz. 41. paragraf) “Atilla-Hun-Türk” ilişkisi, ırkçılık kokmuyor mu?

Bu teknik konular dışında, tezlerin bütünü içinde Kıbrıslı Türklere bakış, yaklaşım ve ortak mücadele/örgütlenme konuları, bize göre yeterince belirginleştirilmemiş.

Tezlerin 1. paragrafında şöyle deniyor:

“Devamcısı AKEL olan, Kıbrıs Komünist Partisi’nin  sekseninci kuruluş yıldönümü 2006 yılı içinde tamamlanıyor. Bu yıldönümü, hem Kıbrıs Sol Hareketi, hem de Kıbrıs’ın  tarihi açısından büyük önem taşıyan bir olaydır. AKEL, bu yıldönümünü kendisine yakışır bir parlaklıkla kutlayacaktır. Partimizin seksen yıllık yaşamını, faaliyetlerini, mücadelelerini, çalışanlara, halkımıza ve ülkemize sunduğu olanakları ve bu süreçte verdiği kurbanları onurla anıyoruz. Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, Ermeni, Maronit ve Latin, Kıbrıs halkının tümü için, daha iyi bir gelecek için bu mücadeleye devam ediyoruz.”

           
KIBRISLI TÜRKLERİN KATKISINA YER VERİLMEMİŞ

            Ne yazık ki, Kıbrıslı Rumlarla birlikte Kıbrıs halkının iki ana etnik-ulusal toplumundan daha küçük olanını oluşturan Kıbrıslı Türklerle ilgili olarak, “Kuruluş ve ilk mücadeleler” bölümünde yeterli bilgi yok. Oysa Nisan 1919’da, ada üzerinde ilk işçi örgütü olarak oluşturulan İnşaat İşçileri Birliği, 1920’li yıllarda bazı Kıbrıslı Türk işçileri de örgütlemeye başlamış ve bu işçiler, 1924’de, bir liman kasabası olan Leymosun’daki bütün işçi kuruluşlarını tek bir tüzük altında toplayan Leymosun İşçi Merkezi’nin oluşturulmasında rol almışlardı. Kıbrıslı Türk işçiler, ayrıca Leymosun kazası içinde sosyalist fikirlerin geliştirilmesinde, sınıf mücadelesi ve bilincinin yayılmasında ön saflardaydılar ve örneğin Gilanlı Hasan Hilmi, 1933 yılında hükümete karşı “yıkıcı” eylemlerde bulunma ve “komünist propaganda” yapma suçlarından Leymosun mahkemesinde cezaya çarptırılmıştı. (Hronos gazetesi, Lefkoşa, 4.10.1933’den aktaran Mihalis Mihailidis, Kıbrıs Türk İşçi Sınıfı ve Kıbrıs İşçi Hareketi 1920-1963, Kıbrıs:Dün ve Bugün (derleyen: Masis Kürkçügil) içinde, İstanbul 2003, s.302-303)

Leymosun İşçi Merkezi’nin tüzüğü, Merkez’in hedef ve amaçlarını Kıbrıslı Türk işçilerin de anlaması için Türkçeye çevrilmişti. Kıbrıs Komünist Partisi’nin ilk kurucularından ve Kıbrıs’ta sosyalist fikirlerin yayılması mücadelesine en önde katılanlardan biri olan Yannis Lefkis, Leymosun İşçi Merkezi tüzüğünü Türkçeye çeviren kişinin, iyi bir Rumca bilgisine sahip olan ve Hidiv Posta Yolları Acenteliği’nde çalışan  Mustafa adında ilerici bir Kıbrıslı Türk olduğunu  anımsamaktadır. Lefkis’in “Kökler” adlı anı kitabında belirttiğine göre, bu Kıbrıslı Türk, Kemal Atatürk’ün yükselmesinden sonra Türkiye’ye göç etmiş ve Dış İşleri Bakanlığı’nda bir süre çalışmış.

Hem Kıbrıslı Türklerin, hem de Kıbrıslı Rumların katıldığı Leymosun İşçi Merkezi’nin açılış toplantısında, tüzük oybirliği ile kabul edilmişti. Üyelerinin maddi kalkınması ve manevi refahını hedef alan tüzükteki amaçların özel bir önemi vardı. Birinci amaçta, günlük ücretlerde artışlar, 8 saatlik bir çalışma günü ve çalışma yasalarının çıkartılması vardı. İkinci amaç olarak da, sınıf bilincini geliştirmeyi hedefleyen  sosyalist ve işçi kitapları ile işçilere yapılacak konuşmaları sağlayacak olan bir kitaplık kurulacaktı.

Bu arada Türkçe olarak yayımlanmış olan “Lefkoşa Amele Kulübü Nizamname-i Esasisi “ adlı16 sayfalık bir broşürün, Lefkoşa’da 20 Ekim 1931 tarihi ile 500 adet bastırılıp, 1 kuruş karşılığı satıldığı da kayda geçmiştir. (A.An, Kıbrıs’ta Türkçe Basılmış Kitaplar Listesi 1878-1997, Lefkoşa 1997, s.12)

“1924 yılına gelindiğinde, her ne kadar Kıbrıs Komünist Partisi (KKP) henüz ilk kuruluş toplantısını yapmamış ise de, işçiler ve tarım emekçileri için, örgüt ve gidilecek yola ilişkin örnek bir çaba  göstermişti. KKP, özellikle “Kıbrıs kırsal bölge sorunu”na ilgi göstermekteydi. 1924 yılının başlarında, Kıbrıslı ilk komünistler kırsal sorunları incelemek üzere Lefkoşa’da bir toplantı yapma çağrısında bulundular. Toplantıda KKP temsilcilerinden başka, kırsal bölgeden temsilciler ve iki Kıbrıslı Türk temsilci yer almaktaydı. Toplantı, Birinci Dünya Savaşı sırasında oluşan köylü borçlarının (beş yıllık bir moratoryum yoluyla) ertelenmesini amaçlayan bir hareket örgütleme kararını alarak sona ermişti.

İlk Rum ve Türk tarım işçilerinin konferansı, Nisan 1924’de, Lefkonuk’ta avukat Kiryakos Rossidis tarafından örgütlendi. Temmuz 1925’de Lefkoşa’da ikinci bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda “Kırsal Rum-Türk Partisi”nin kurulmasına karar verildi. Kavanin Meclisi’ndeki işbirliğinin öneminin bilincinde olan hem Rum, hem de Türk konuşmacılar, Kıbrıs’ın kırsal bölge sorunlarının çözümlenmesi için ortak bir memorandum hazırladılar.” (M.Mihailidis, agy, s.303-304)         

            14 Ağustos 1926’da resmen kurulmuş olan KKP’nin hedeflerini resmen açıklayan Program’da ilk defa olarak, sosyal ve ekonomik işler yanında, açık siyasal tavırlar da yer almaktaydı. Bunlardan bir tanesi de, orta sınıf ve kilise tarafından desteklenen Enosis konusuyla doğrudan bir zıtlık arzeden, Kıbrıs’ın bağımsızlığı için mücadeleye destek verme tavrıydı. Bu tavır, Kıbrıs Türk kitlelerini KKP saflarına cezbetmişti.

 
BİRLİK GAZETESİNDE ÇIKAN YAZILAR

            Nitekim, Kıbrıs’ta yayımlanmış ilk komünist yayın organlarından olan “Neos Antropos” gazetesi ile zamanın Türkçe gazetelerinden “Birlik” arasında dost ve uygar bir ilişkinin varlığı da biliniyor. İşte o günlerden bir örnek:

            Lefkoşa’da yayımlanan Birlik İdarehanesine,

Kıbrıs’ta yaşayan vurguncu kapitalistlerin iktisadi kemendi altında kıvranan biçare köylü çiftçilerimizile kasabalı işçilerin haklarını savunma maksadıyla yayımlamayı başardığımız “Genç Adam” adındaki gazetemizin yaşama geçmesi dolayısıyla gönderdiğiniz tebrike teşekkür ederiz.

Gazetemiz hedef ve maksadı adadaki her iki toplumu birbiriyle pek sıkı ve samimi bağlarla bağlamak ve karşılıklı menfaatlerinin sağlanmasına yardımcı olmaktır. Önce, gazetemizin yarısını Türkçe yayımlamaya karar vermiş isek de, burada bir Türk matbaası mevcut olmadığından bu işi başaramayıp pek çok üzüldük.

Umarız ki bu yüce maksat için siz de bizimle işbirliği yaparak, halka gerçek yolu bulmada yardımcı olacaksınız. Gazetenizi büyük bir ilgi ile izlemekteyiz.

Leymosun’da yayımlanan Neos Anthropos yazarları adına H.Solomonides          

(Birlik, 30 Ocak 1925, Sayı:53’den aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs 6 Mayıs 2002)

            Birlik gazetesi, bir sonraki sayısında da “Neos Antropos”tan alıntıladığı bir makaleyi Kıbrıslı Türk okuyucularına aktarmaktaydı. Makale şöyle sonlanmaktaydı:

“Son haber aldığımıza göre, Kıbrıs’taki İngiliz boyunduruğu hakkında Atina basınına haberler gönderiliyor. Ancak bu halk, hiçbir şehirlinin vekaletini kabul etmiyor. Açıktan açığa şunu bilmelidir ki Kıbrıs ehalisi Yunan idaresini denemek pahasına İngiliz idaresinden çıkmak niyetinde değildir. İngiliz halkçıları idareyi ellerine alıp bize özgürlük verinceye kadar bu halk, mücadelesini sürdürecektir. Kıbrıs ehalisi kaynaşmak üzere yalnız dünya işçi komünistleri ve özellikle İngiltere’dekileri tanıyor. Çünkü sömürgeler halkının gerçek özgürlüğünü yalnız onlar takdir ediyorlar, onlardan gayrileri şarlatan ve maceraperestlerdir. (Birlik, 6 Şubat 1925, Sayı:54)’den aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 8 Temmuz 2002

 
1931 İSYANINDA ORTAK EYLEM İDDİASI

Tezlerin 9. paragrafında şöyle deniliyor:

“1931 Ekim ayında Kıbrıs halkının İngilizlere karşı kendiliğinden ayaklanması başladı.  Kıbrıs’ta ayaklanma oldu. Ayaklanma sırasında KKP, sömürgecilik karşıtı birleşik cephe politikasını hayata geçirmeye çalıştı. Faaliyetlerini sağ, milliyetçi akım ile koordine etme girişiminde bulundu, ama aynı zamanda Kıbrıstürk toplumu ile ortak eylemi ileri götürmeye çalıştı.

Burada herhangi bir ortak eylem örneği verilmemekle beraber, biz, şimdiye kadar ulaşabildiğimiz kaynaklarda, 1931 isyanı sırasında Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs Türk toplumu ile herhangi bir ortak eylemde bulunduğunu saptamış değiliz. Ancak isyanın öncesinde, Rum komünistlerinin kaza merkezlerinde bildiriler yayımlayarak, esnafı bolşevikliğe davet ettikleri ve bu bildirileri imzalayanlar arasında birkaç Türkün de bulunduğu, Söz gazetesinde kaydedilmiştir. (“Sürüden ayrılanı kurt yer’” başlıklı yazı, 13 Ağustos 1931) O nedenle Tezler’de verilen bilginin yanlış olduğunu tahmin etmekteyiz.   

 
AYRI ÖRGÜTLENME NEDENLERİ

            Kıbrıslı Türk işçilerin, sınıf kardeşleri olan Kıbrıslı Rum işçilerle birlikte, aynı sendikalarda örgütlenmeye başladıkları biliniyor ve ekonomik çıkarlara yönelik bu ortak örgütlenme, 27 Aralık 1942’de Lefkoşa Dülgerler Birliği’nin kurulmasına kadar sürmüştür.

            13 Haziran 1944 tarihli (Sayı:429) Halkın Sesi gazetesinde çıkan “D.A.Alkan” imzalı ve  Türk Amele Birliği Rumlardan niçin ayrılmıştır?” başlıklı yazıda, Lefkoşa Amele Birliği Kaza Heyeti Sekreteri Yagovides’in 28.5.44 tarihli Aneksartitos gazetesindeki makalesine yanıt verilirken şöyle denmekteydi:

            “Çok iyi bilmelisiniz ki, hiçbir vakit Türk işçileri herhangi bir şahsın teşvikile hulyaya dalarak işliyen halk aleyhine bir şey yapmış değildir. Bilakis  Türkler de aynı yolda bütün amele ve sanatkarların menfaatını temine çalışmaktadır. Yalınız sizden  ayrılışımızın birçok sebepleri bulunduğunu izah etmeme müsaade ediniz. Hatta siz de bitaraf olarak düşünseniz ve elinizdeki anayasayı layıkile tetkik etseniz, Türk işçiler birliğinin sizin birliğiniz aleyhine hareket etmediğini kolayca anlarsınız. Fakat siz bu zahmeti de ihtiyar eylemek istemezseniz işte ayrılışımızın sebeplerini ben anlatıyorum:

            1. 25 Martta birlik binanızı kendi bayraklarınızla süslediniz ve bu günün önemini belirten bir çok nutuklar söylediğiniz halde, bizim hiç bir milli günümüzde birliğinize hiç bir Türk bayrağı çektirmediniz ve bu gibi günlerimizden hiçbirini tesid için tek bir kelime bile söylemediniz En fenası şu ki en büyük spor bayramımızda Ankaradan radyo dinlememize fırsat bile vermediniz.

            2. Birliğinizin vazife ve salahiyetleri yalınız amele ve sanatkar azaların haklarını korumak ile tahdit edilmiş bulunduğu halde, mezkur salahiyetler haricinde ve hiç bir Türk işçisinin muvafakatını almadan genel sekreteriniz Bay Zartides Kıbrısın Yunanistana ilhak edilmesi için İngiltere Başvekaletine tantanalı bir telgraf çekmiştir!

            3. Birliğinizde yüzlerce Türk ve birçok Ermeniler aza bulundukları halde, bazı genel toplantılarınızda “kardeşler! Yunan olmamız dolayısile mücadeleye devam ederek teşkilatlanmalıyız ki harp sonunda milletimizi yükseltebilelim!” diye haykırıyordunuz.

            4. Madamki ırk ve din farkı gözetmiyorsunuz hükümetçe tanınmış olan kaza heyeti arasında neden bir tek Türk bulunmıyor? Yazınızda “Türklerin yardımcı heyetleri var” diyorsunuz. yapılacak işleri ve alınacak kararları kaza heyeti tasvip etmedikçe yardımcı heyetlerin ne kıymeti kalır?  Zaten bu maksat için ayrılan yardımcı heyetlerimiz serbest olmayıp ancak ve yalnız sizin ilhak teranenizi bizim kafalarımıza yerleştirmeğe memur edilmiş bir propaganda kolundan ibaretti.

            İşte bütün bunları bitaraf bir kafa ile düşünürseniz bize siz de hak vereceğinize ve işçileri yükseltme hususunda size uzanan elimizi sıkarak işbirliği yapmayı uygun bulacağınıza eminim bayım.” (Makaleyi kaleme alan kişinin, o sıralarda genç bir işçi olan ve Alkan soyadını kullanan Derviş Ali Kavazoğlu olduğunu anımsatmakta yarar var. Bu konudaki ayrıntılar için bkz. A.An, Kıbrıslı Türklerde sınıf sendikacılığından etnik sendikacılığa geçiş ve işçi muhalefeti (1944-1960), Birleşik Kıbrıs gazetesi, 22 Mart 2003 - 9 Temmuz 2004)

 
DİL SORUNU

            20 Haziran 1944 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yer alan “L.T.K.S.A.B.Sekreteri Mehmet Niyazi” imzalı “Lefkoşa Kaza Amele Birliği Sekreterine açık mektup”ta, diğer şeyler yanında şöyle denmekteydi:

            “O zamana kadar gerek umumi ve gerek hususi toplantılarda hiç bir Türke konuşma hakkı verilir miydi? veyahut binbir ısrarla söz alan Türkün sözleri dinlendi mi? Alaycı ve utandırıcı kahkaha ve alkışlarla susturulmaz mıydı? O zamana kadar konferanslar Türkçe olarak söylenir miydi? Birlik binanızda kendi milli bayrağınızı ve sair bayrakları dalgalandırdığınızda hiç bir Türk bayrağı çekildi mi?”

             22 Haziran 1944 tarihli Halkın Sesi’nde mektup şöyle devam etmekteydi:

            “1 Mayıs 943 yortusunda yüzlerce Rumca yazılı tabellalardan Türkçe olarak kaç tane vardı? Hiç...hiç...Bizleri bir siyasi, milli maksatlarınızı yüzümüze aksettirmediniz mi? Kıbrısın Yunanistana ilhakı için Lortlar kamarasına telgraf çekmediniz mi? 943te yapılması kararlaştırılan umumi bir grev kararında Türkçe konuşulmadığından ani olarak hatanızı yüzünüze vurunca Rum amelesi dağındıktan sonra Türk işçisini yağmur içinde durdurtmak istemediniz mi?

           
ÖZERKLİK VE ENOSİS KONULARI

Tezlerde devamla 21. paragrafta şöyle denmektedir:

            “Sol, Kıbrıs halkının mücadelesini, o  yıllarda halkların genel olarak sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı gelişen mücadelesi içerisinde görüyordu. AKEL, özgürlük mücadelesini demokratik kazanımlar için mücadeleyle birleştiriyordu. Kıbrıslıtürklerle karşıtlığa götüren milliyetçilik ile şovenizmi ret ediyordu. Demokratik ve karşılıklı saygı temelinde tüm sömürge karşıtı güçlerin eylem birliği tezinde ısrar ediyordu. AKEL ve Sol, sömürgeciliğe karşı mücadeleyi hiç bir zaman tekeline almayı istemedi.  Bir başka siyasi gücün yurtseverliği hakkında şüphe belirtmedi. Halkımızın  güçlerinin bölünmesi Sağın liderliğinin izlediği politikadan kaynaklandı. Bu bölünme objektif olarak Britanyalı sömürgecilere yardım etti ve Kıbrıs halkının özgürlük mücadelesini zayıflattı. Kendi kaderini belirleme sürecinde geçici bir aşama olarak, muhtariyetlik rejimi konusunda tartışmakta, AKEL herhangi bir tereddüt göstermedi. Fakat İngilizlerin gerçekten muhtariyetlik rejimi yönünde ilerleme niyetinde samimi olmadıkları tespitini yapınca, Konferans’tan ayrıldı. AKEL halkın büyük çoğunluğunun duygularına saygı göstererek ve kendi kaderini tayin hakkı talebini ileri götürerek, 1950 referandumu için girişimler üstlendi ve aktif olarak çalıştı. Aynı zamanda Kıbrıslıtürklere seslenerek her zaman ve her biçimde onların da çıkarlarını savunacağını belirtti.”

            Yukarıda dile getirilen görüşlerle ilgili eleştiriyi, biz değil, AKEL liderlerinden ve günümüzdeki İçişleri Bakanı Hristos Andreu’dan dinlemekte yarar var. Andreu, geçenlerde Fileleftheros gazetesinin Yazıişleri Müdürlüğüne gönderdiği bir mektupta, 1950 plebisitiyle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktaydı:

            “Başkan Papadopulos’un 1 Nisan’ın yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmasında kullandığı, Kıbrıslı Türklerin, 1955 mücadelesinde İngiliz boyunduruğundan kurtulmak ve özgürlük için bizimle birleşmiş olabilecekleri ifadesi bana biraz saçma geliyor. 

            Gerçekten samimiysek, 1955 mücadelesinin en üst hedefinin ENOSİS’ten başka hiçbir şey olmadığını kabul edeceğiz. Bazıları bana; isim listesinin içinde pek çok Kıbrıslı Türkün ismi bulunduğunu söylemek için 1950 ENOSİS plebisitini hatırlatabilir. Kişisel olarak; Kıbrıslı Türklerin 50 plebisitinde oy kullanmış olsalar bile, Yunanistan’la ENOSİS için İngilizlere karşı savaşacaklarına ikna olmadım. Bağımsızlık için belki, kabul edebilirim, ama ENOSİS için sanırım işi biraz aşırıya vardırdık. Öyle veya böyle, bazıları aksini gösteren tarihi bulguları önümüze koysa da, mücadeleden önce onlara sormadık bile… Tam da bu nedenden dolayı Başkan Papadopulos’un sözleri beni tatmin etmiyor.” (aktaran Volkan, 23 Nisan 2005) 

           
TÜRKLERİN DIŞLAMAMASI İÇİN UYARI DAHA 1952’DE YAPILMIŞTI

            AKEL’in siyasal mücadele stratejisini belirlerken, Kıbrıslı Türkleri dışlamaması gerektiği konusunda, Halkın Sesi gazetesinin 19 Mart 1952 tarihli nüshasında yer alan ve güncelliğini hâlâ daha koruyan ilginç bir makaleyi burada yeniden okumakta yarar var. “AKEL’in organı “Demokratis”ten naklen: Kıbrıs Halkının Kurtuluş Mücadelesi. (Yazan: G.İoannidi, K.Koliyannis, P.Rusu, Çeviren:K.Muhtaroğlu) =Türk Azınlığı=“ başlıklı yazı şöyledir:

            “Kıbrısta Milli azınlığı teşkil eden 70-80.000 Türk vardır. Aşikardır ki Emperyalist İdare, Kıbrıs halkının antiemperyalistlik mücadelesini parçalamak için bu mevcudiyeti istismar etmektedir. Bunda, Türkiye’nin mukavemetinden ve adanın coğrafi mevkii ile eski Türk Osmanlı hükümetinin haklarını istismar eden adalı bey ve ağaların müzaheretinden yardım görmektedir. Gerek Yunanistan, gerekse Türkiye’nin mukavemetini kendi hesaplarına uyduran İngiliz ve Amerikan Emperyalistleri kendi mukavemetlerinde muvaffak olmak, Rum ve Türk işçisini baskı altında bulundurarak emperyalist menfaatlarına hizmette bulunmaları için Kıbrıslı Rumları olduğu gibi, Türk ağalarını da kullanmaktadır. Bunlar hem Rum, hem de Türk işçisi ile çiftçisinin, demokratik kuruluşuna aykırıdır.

            Fakat Emperyalistlerin istismar ettikleri halkın milli hisleri, Türk azınlığının siyasi sahadaki geriliği ve adadaki milli muhalefeti, AKEL ve Emperyalist mücadele için ciddi meseleler doğurmaktadır. Türk azınlığı meselesi Antiemperyalist mücadele için esas meseledir. Ve AKEL bu gibi meselelere ciddiyet ve katiyetle karşı koymalıdır. Partinin çalışmaları, Türk azınlığını fesatçılıktan, Emperyalist idarenin milis kuvveti ve Türk bendesi olmaktan ayırarak, Rum işçi sınıfının dostu yapmaya yönetilmelidir. Mesele, Türk çiftçisi ile işçisinin, Türk mukavemetinin de aynen Emperyalist İdarenin esaret yolu olduğuna inandırmaktır. Mahut Yunanistan’a ilhak propagandası parolası ise, Türk işçisinin buna güç inanacağı aşikârdır. AKEL Türk azınlığına, Yunanistan’la ilhakta temin edilecek müstakil idarenin Kıbrıs Türklerine bol otonomi, Milli, Dil, Siyasi, Dini vs.’de gelişme sağlayacağını veciz ve hassas kelimelerle açıklamalıdır. AKEL eğer Türk azınlığı işçisini de, siyasi sahada ve teşkilat olarak nüfuz edip kazanmaya muvaffak olmadıkçe, Kıbrıs halkının mücadele partisi lideri olmıyacaktır. Türkler Rumlara ve AKEL’cilere itimat etmiyorlar. Zira büyük Yunanistan şovenizmine emniyetleri yoktur.

            Yalnız Rum ve Türk işçisine günlük halk meseleleri için yapılan halk mücadelesi dahilinde Türklerin de kendilerine ait meselelerde gösterecekleri faaliyetle yıkılmaz birlik perçinleşecek ve Türkler doğru yolun ve kurtuluşlarının Türkiyeli ağalar ve beyler ile olmıyacağına, fakat Rumların demokratik faaliyetlerle yaptıkları halk mücadelesinde olduğuna inanacaklardır.

            Türklerin ve Rumların halk sendikaları, tek cemiyetleri ve diğer zirai teşkilatları olmalıdır. İşçi sınıfının bir tek partisi olmalı. Bu tek partinin (AKEL) Milli Türk Kolu olabilir. Fakat Rumlar ve Türkler nerede beraber çalışırlarsa çalışsınlar, siyasi cemiyetlerin faaliyetleri halk için olmalıdır. Türklerin çoğunlukta oldukları yerlerde AKEL’in Milli Türk Kolu haritada da tesbit olunabilir ve AKEL’in faaliyet sahası içinde müstakil idareye sahip olabilir. Gençlik için de bir cemiyete ihtiyaç vardır. Kadınlara gelince, Türk ve Rum kadınının bir arada teşkilatlı olması daha doğru olduğu halde, Türk kadınlarının daha geri olmaları, çarşaf geymeleri ve Türklerdeki malûm manialar, ihtimal ayrı cemiyetlere lüzum gösteriyor.

            Kıbrıs’taki Türk meselesi, bütün Milli mesele içerisinde, hususi Milli bir meseledir. Eğer AKEL’in Türk azınlığına karşı tam Milli bir siyaseti olmazsa, Yunan Milli Davasını, ilhak davasını da gerektiği gibi karşılayamayacaktır.

            AKEL, Türk azınlığının ve Halk Antiemperyalist Kurtuluş Mücadelesi Cemiyetinin tenvir edilmesinde büyük dikkat göstermelidir. 

 
AKEL’İN, TÜRKLER İÇİN AYRI BİR KOL KURMA KARARI

            Bu haklı uyarılar etkisini gösterecek ve ilk adım olarak AKEL’in Kıbrıslı Türklere kendi dillerinde hitap edip, onları aynı siyasal çatı altında örgütleyecek bir yapı oluşturulacaktı. Hürsöz gazetesi, 19 Ağustos 1952 tarihli nüshasında ilgili haberi şöyle aktarmaktaydı:

            “Neos Demokratis, AKEL Komünist Partisi’nin yapmış olduğu 3 günlük toplantıda (7.Genel Toplantı) alınan kararları neşretmektedir. Bu kararlar arasında daha geniş bir sulh mücadelesi, Sovyet Rusyaya karşı muhalefet edenlere amansız hücum ve bilhassa azınlıkta bulunan cemaatlar arasında faaliyet: Türk Cemaatı için AKEL’in bir Türk Brancı kurulması ve Türk yoldaşlara cemaat arasında gazetelerini çıkarmaları için yardım etmek! ve saire.

 
“AKELCİ TÜRKLERİN AYLIK SİYASİ BÜLTENİ”

            Halkın Sesi gazetesinin 30 Mart 1954 tarihli nüshasında yazan köşe yazarı Yavuz, 28 Mart 1954 günü Lefkoşa’daki Halk sinamasında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu tarafından düzenlenen ve Evkaf’ın kayıtsız şartsız Türk toplumuna devredilmesi talebinin yükseltildiği büyük mitingte, bir Rum matbaasında bastırılmış olan “Emekçi Halkı Kalkındırma Partisi’nin, AKEL’ci Türklerin Siyasi Aylık Bülteni, Numara 1- Mart 1954” başlıklı Türkçe bir yayının ilk kez AKEL’ci Türkler tarafından dağıtıldığını duyurmaktaydı.

Bu arada “AKEL’ci Türkler olarak size ilk defa konuşuyoruz” diye başlayan ve “AKEL Türk Kolu İdaresi” imzalı ilk Türkçe bildiriler, Nazım Hikmet’in “Kıbrıs Türkleri kardeşlerim” hitabıyla gönderdiği bir mektup vesilesiyle yayımlanmış (Halkın Sesi, 20 Ekim 1954) ve Galatya köyüne kadar Türk emekçilerine ulaştırılmıştı. (Köylü gazetesi, 8 Kasım 1954’den aktaran A.An, Nazım Hikmet’ten Kıbrıslılara Mesajlar, Afrika 6-7 Haziran 2003 ve Gelenek dergisi No.66/Ağustos 2001, İstanbul, s.159-180)

 
PEO TÜRK BÜROSU AÇIYOR

            Halkın Sesi gazetesi, 30 Nisan 1954 tarihli nüshasında da “Rum Komünistlerin yeni bir taktiği” başlığı altında şu haberi vermekteydi:

            “Haber aldığımıza göre, Kıbrıs Rum Komünist Partisine bağlı olan Eski İşçi Sendikaları Federasyonu, Lefkoşa’daki merkezinde bir Türk bürosu açmıştır. Bu büroyu açmaktan komünistlerin maksadı Türk işçisi ile daha sıkı temaslar tesis etmek olduğu bildirilmektedir! Nitekim, Rum komünistleri Türkçe olarak yayınladıkları bir beyannamede; Türk işçisini, 1 Mayıs’ı tesid etmeğe ve komünist AKEL partisinin istismar edegelmekte olduğu sosyal sigorta teşkilatı talebinde kendileriyle işbirliği yapmağa davet etmektedirler.”

            1954 yılı sonuna gelindiğinde, PEO’da 1,500 kadar Kıbrıs Türk işçisinin yeniden örgütlendiğini görüyoruz. Bu arada PEO, Türk üyeleri için sık sık Türkçe bildiriler ve aylık bir “İşçi Bülteni” çıkarmaya başlar. Hatta “İşçinin Sesi” adlı haftalık bir sendika gazetesinin yayımlanması planlanır. 13 Eylül 1955’te “İnkılapçı” adlı haftalık gazetenin Fazıl Önder’in yönetiminde yayımlanmaya başlamasıyla bu plandan vazgeçilir.

            14 haftalık yayından sonra, 14 Aralık 1955’de olağanüstü durum ilanı ile İngiliz sömürge yönetimi tarafından, diğer solcu örgüt ve yayınlarla birlikte kapatılan “İnkılapçı” gazetesi, artık taksimci Kıbrıs Türk liderliğinin de korkulu rüyası haline gelmiş ve ölüm tehditleri almaktaydı.

            Günümüzdeki toplumlararası ilişkilere olan  yansımaları açısından çok önemli olan bu fırtınalı yıllar, Tezler’de sadece özetlenmekte ve gerek emperyalizm, gerekse her iki taraftaki milliyetçilerin kışkırtmalarına değinilmemektedir:

            İşte 30. paragrafta yazılanlar:

Aynı dönemde (1955-1959) ve bağımsızlığın ilk yıllarında Denktaş liderliğindeki faşist terör örgütü TMT de, Kıbrıstürk toplumu içerisinde solu yok etmek amacıyla Kıbrıslıtürk ilericileri   hedef aldı, öldürdü. Cinayetler ve terör,  Solun Kıbrıstürk toplumu ile ortak mücadelelerin sağlam temelleri üzerinde inşa edilen bağlarını koparamadı.”

 
1960 SONRASINDAKİ DEĞERLENDİRME: KIBRIS TÜRKLERİ AZINLIKTIR

            Tezlerde, 1960 sonrasındaki durumla ilgili olarak 33. paragrafta şöyle denilmektedir:

            “Zürih-Londra antlaşmalarının yarattığı yeni durum karşısında AKEL yaratıcı bir yaklaşım ortaya koydu. Antlaşmalara ilişkin tezlerini korurken, budanmış bir durumda da olsa bağımsızlığın Kıbrıs halkının tarihsel öneme sahip bir kazanımı olduğu değerlendirmesini yaptı. Bu değerlendirmeyi yaparak AKEL, Kıbrıs’ın bağımsızlığının tamamlanması ve Zürih’in olumsuzluklarından aşamalı bir şekilde kurtulmak için mücadele etmeyi, bu yeni aşamada temel görev olarak belirledi. Bu yeni görev, 1962 yılında AKEL’in 10. Kongresi tarafından benimsendi ve partinin yeni programına girdi. Yeni program, Kıbrıs’ın bağlantısız dış politika izlemesi gerektiğini vurguluyordu. Aynı zamanda siyasi ve sosyal yaşamın demokratikleştirilmesi, ülke ekonomisinin geliştirilmesi ve çalışanların yaşam standartları ile kültürel düzeylerinin yükseltilmesi hedeflerini de koyuyordu. Bu hedeflere ulaşılması için AKEL bağımsızlık yıllarında mücadele verdi ve bunların çoğuna ulaşılmasını da başardı.” 

            Ne yazık ki, 8-11 Mart 1962’de Lefkoşa’da yapılan AKEL’in 10. Kongresinde kabul edilmiş olan 3. parti programında, “diğer azınlıklara olduğu gibi Kıbrıslı Türklere de yönelik dostluk ve kardeşçe işbirliği”ne ilişkin görüşler, “Azınlıklar için” başlığı altında şöyle  verilmektedir:

“(…) AKEL, Kıbrıslı Rumlar ile Türkler arasında daha iyi ilişkilerin, Kıbrıs’taki yabancı emperyalist çıkarlara karşı verilen ortak mücadelenin karşılıklı yarar temeli üzerinde yeniden kurulması ile olası olduğuna inanmaktadır. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasındaki emperyalizm karşıtı anlaşma ve işbirliği, Kıbrıs halkının barış, askersizleştirme, ekonomik kalkınma, demokrasi ve Kıbrıs’ın bağımsızlığının tamamlanması için verdiği mücadele için belirleyici bir etken oluşturmaktadır.

AKEL’in programı, Türk yurttaşlarımızı olduğu gibi, Kıbrıs’ta yaşayan Ermeniler, Maronitler ve diğerlerini de kapsamaktadır. Bu programda, herhangi bir ayrım veya farklılık yapılmamaktadır.”

Günümüze kadar geçerli olan bu programın başka bölümlerinde, 1963 ve 1974 sonrasında yapılan parti kongrelerinde kabul edilen bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın, bu başlık aynen kalmıştır. (bkz. E. numaralı, “Halkımızın hayatta kalması ve refahı için” bölümünde yer alan 9. paragraf, Programme of AKEL (Cyprus), Published by the C.C. of AKEL, Nicosia, s.26-27)

Akel Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Kıbrıslı Türk gazetecilerle yaptığı bir basın toplantısında, bu konuyla ilgili olarak kendisine yöneltilen bir soruyu şöyle yanıtlamıştı:

Şimdiki programımız 1962’de onaylandı ve hâlâ değişmedi. O zaman hedef tam bağımsızlıktı. O günün koşullarında Türkler dağınıktı ve federasyon için koşullar yoktu. 1974’den sonra iki ayrı bölge ve federasyon için koşullar oluştu. Bizce çözümde Türkler Kuzeyde, Rumlar Güneyde yaşamalı ve Türkler Kuzeyde çoğunlukta olmalı. Bütün bu görüşler yenidir ve doğal olarak 1962 koşullarında öngörülemezdi. Programımızda değişiklik yapılması gerekir. O program bugün geçerli değildir. Geçerli olan 1974’den sonra alınan parti kararlarıdır. Şimdi gündemde olan federasyondur ve enosis ve taksim ebedi olarak gömülmelidir. Enosis’ten boşandık, enosis artık gömüldü.” (Halkın Sesi, 19-23 Nisan 1989)

 
BAĞIMSIZLIĞA İNANMAYANLAR

            Tezlerin bir sonraki 34. paragrafında da, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına inanmayanlardan söz edilmekte, ama AKEL’in bu konudaki görüşlerine değinilmemektedir:      “Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren büyük zorluklar ve güçlüklerle karşı karşıya kaldı. Ankara’nın yayılmacı emelleri ve NATO’nun Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’de ittifakın batmayan uçak gemisi haline getirme planları,  bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını tehdit ediyordu. Ülke içerisinde hem Kıbrısrum, hem de Kıbrıstürk toplumlarında önemli güçler bağımsızlığa inanmadılar. Bunu biri enosis için, diğeri de taksim için bir geçiş aşaması olarak gördü. Bu nedenden dolayı, olumsuzluklarına rağmen Zürich antlaşmasının işlemesi için gerekli uğraşı ortaya konulmadı. Bu yaklaşım halkımızın direniş cephesini zayıflattı, dış müdahalelere ve Kıbrıs’ın düşmanlarının planlarına yardımcı oldu. 1963 Aralık ayındaki toplumlararası çatışmaları sonrası Kıbrıs yaşam mücadelesi verdi. 1964-1967 döneminde enosis sloganının yeniden canlanması büyük bir yanlıştı ve Kıbrıs’ın düşmanları bunu kullandılar.”

AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Fileleftheros gazetesine verdiği bir demeçte şöyle konuşmuştu:

“1964-1967 yılları arasında enosis sloganını partimiz de desteklemişti. Ama biz şimdi bunun bir özeleştirisini yaparak, o yıllardaki tutumumuzun hata olduğunu kabul etmiş bulunuyoruz. Tek hedefimiz, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve aynı zamanda iki toplum arasındaki güven duygusunun güçlendirilmesi olmalıydı. Böyle yapılmış olsaydı, 1960’da bize empoze edilmiş olan bağlayıcı koşulları ortadan kaldırmak için ortak bir mücadele başlatılabilirdi.” (aktaran Bozkurt, 25 Eylül 1990)

Değinilmeyen bir başka önemli konu da, Kıbrıs devletinin bağımsızlığı ve devamı uğruna yaşamlarını yitiren Cumhuriyet gazetesi yazar ve sahipleri olan Ahmet M. Gürkan ve Ayhan Hikmet’in mücadeleleridir.  Kaldı ki bu Kıbrıslı Türkler, AKEL’in vermekte olduğu anti-emperyalist mücadeleye sempati duymaktaydılar ve emperyalizmin hizmetindeki yeraltı örgütü tarafından öldürülmelerinin hemen öncesinde, AKEL’e üyelikleri söz konusuydu.

 
KAVAZOĞLU’NUN MÜCADELESİ VE GERÇEKLER

            36. paragrafta da şöyle denilmektedir:

“Toplumlararası çatışmaların en kritik anlarında dahi AKEL iki toplum arasındaki ilişkilerdeki sorunların diyalog aracılığı çözülmesi ve barış içinde birlikte yaşamaları, Kıbrıslırumlar ile Kıbrıslıtürkler arasında dostluk, karşılıklı saygı ve işbirliği için mücadele etmekten geri durmadı. Partimiz her zaman milliyetçilik ve şovenizme karşı tutarlı bir şekilde mücadele etti.  İki toplumun dostluğu ve işbirliği uğruna AKEL Merkez Komitesi üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ve AKEL ile PEO kadrosu Kostas Mişaulis yaşamlarını verdiler. Onlar, yeniden yakınlaşmanın ve bütün Kıbrıslıların ortak vatanı olan bir Kıbrıs için mücadelenin sembolü oldular.”

            Kavazoğlu’nun o günlerdeki ruh halini iyi bilen dostları ve yazıştığı kişiler, onun, AKEL’in milliyetçi politikalarını benimsemediğini; nitekim öldürülmesi sırasında, üzerinde gerekli korumanın olmadığı ve parti ile sorunlar yaşamakta olduğunu belirtmektedirler. AKEL’in “Azınlıklar Bürosu” üyelerinden ve parti tercümanlığı görevinde bulunmuş olan İbrahim Aziz, gazeteci Şener Levent ile yaptığı bir söyleşide şöyle konuşmuştur:

            “Parti eski genel Sekreteri Papayuannu, Kavazoğlu’nu toprağa verirken, cenaze töreninde yaptığı konuşmada, “Kavazoğlu ve Mişauli, Türk-Rum dostluğu ve işbirliği ile, Kıbrıs halkının elinden alınamaz self-determinasyon hakkını kullanmakla kendi yazgısını dış müdahele olmadan kesinlikle kendisinin belirlemesi için önüne geçilemez isteminin ebedi sembolü olacaktır” dedi.

Papayuannu’nun bu konuşması 13.4.1965 tarihli “Haravgi” gazetesinde yayımlandı. Papayuannu için self-determinasyon hakkının enosisten başka bir anlam taşımadığına göre, Kavazoğlu’nun mücadelesini enosis için verilen mücadeleye bağladı.

            Kavazoğlu’nun mücadelesi bu değildi. Bu noktada, mücadelesinin ne olduğunu tarihin belirlemesine bırakıyorum. Enosis politikası, Rumlarla Türkleri ortak mücadelede birleştirecek hedef değildi, olamazdı. Bu bir ütopya idi ve özünde taksime, “böl-yönet” politikasına yardımcı oluyordu.

            Nitekim, Kıbrıslı Türkler silahlı Rum gruplarının saldırısı karşısında, can güvenliğini taksimci politika izleyen liderliğin denetimindeki bölgelerde boyun eğerek ararken, Papayuannu liderliğinin ortak mücadeleye katılma çağrıları, Türklerin bu mücadeleye katılmasını sağlayamadı. AKEL liderliğinin temelden yoksun olan bu çağrıları havada kaldı.”

(Ortam, 16 Şubat 1990)

            İbrahim Aziz, aynı dönemde kaleme aldığı bir dizi yazıda da, AKEL Uyanıklık Kolu’nun Kavazoğlu ile dargın olduğunu ve neredeyse kendisini yalnızlığa ittiklerini ve bir bakıma öldürülmesinden sorumlu olduklarını öne sürmekteydi:

            “AKEL’in izlediği politikanın daha Papayuannu zamanından hatalı olduğunu bildiren İbrahim Aziz, Genel Sekreter Papayuannu’nun ve onun şahsında AKEL’in Kıbrıs Türklerini önce önemsiz bir azınlık gibi gördüğünü, sonra da kendilerini dışlandıkları Kıbrıs Rum toplumunun enosis davasının mücadelesinde kader birliği yapan azınlık olarak takdim ettiklerini vurguladı. Kıbrıs Türklerinin enosis davasını ne zaman desteklediklerini sordu. İbrahim Aziz, Kavazoğlu’nun da, Kıbrıs Rumlarını Türklerinden tecrit eden AKEL politikasının hatalarına darıldığını ve düş kırıklığına uğradığını anlattı.” (Embros’tan aktaran Bozkurt, 8 Mayıs 1990)

 
KAVAZOĞLU’NDAN SONRA

            1965 yılı Mayıs’ında, AKEL Merkez Komitesi’nin kararıyla adaya çağrılan AKEL’in az sayıdaki Türk üyelerinden İbrahim Aziz ve Nureddin Seferoğlu’nun öncülüğünde “Kıbrıs Türk Vatanseverler Birliği” adlı ilerici bir örgüt kuruldu, ama yürümedi. Temmuz 1968’e kadar Seferoğlu ile üç yıl birlikte çalışan İbrahim Aziz, bu konuda şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

            “Türk toplumunda sol düşünce tabu haline getirilmişti ve şiddetle önleniyordu. AKEL liderliği, kendilerine bağlı olmayan demokratik bir hareketi destekliyordu. Uygun olanın bu olduğuna inanıyorlardı. Ancak Vatanseverler Birliği Türk toplumu içerisinde etkili olmadı.

Kıbrıs Türk Vatanseverler Birliği’nin amacı, Türk toplumunu Denktaş liderliği peşinden taksim politikasına alet edilmesine engel olmaktı. Bunu basın kanalıyla, televizyonla, bildirilerle yapacaktık.

Parti merkezinden ayrı bir ofisimiz olacaktı, ancak güvenlik nedeniyle partide kaldık. AKEL merkezinde parti kadrosu arasında oturup, Rumların milliyetçiliğini, şovenizmini, toplumumuza karşı islediği sakat tutumu, enosis politikasını eleştirmemek olur muydu? Sadece Türk politikasını, taksim politikasını mı eleştirecektik? İşte bu nedenle Türkleri, liderliklerinin peşinden koparmak yerine, bizler toplumdan koptuk.”

“Kıbrıs Türk Vatanseverler Birliği”nin yayın organı olarak 16 sayfalık broşür halinde çıkartılan “Siyasi Bülten”, Aralık 1965 ile Haziran 1969 tarihleri arasında 31 sayı yayımlanabilmişti.

İbrahim Aziz değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:

“İşçi sınıfının bu kavgasında Türklük-Rumluk yoktu. Ancak bir yanda saldırgan, bizi yaşatmak istemeyen bir Türk liderliği, diğer yanda milliyetçi ve şoven bir politika arasında kalmıştık. Karşılıklı olarak birbirini besleyen bu iki politika arasında kalmıştık. Oysa bizim amacımız işçi sınıfının birliğini ve bilincinin sağlanmasıydı. AKEL, işçi sınıfının öncü partisi olarak işte bu noktada Türk işçilerine karşı tarihsel rolünü üstlenemedi.” (Serhat İncirli ile yaptığı söyleşi, Afrika, 8 Şubat 2003)  

Aziz, aynı konuda Şener Levent’le yaptığı söyleşide de şöyle demekteydi:

“Nureddin Kıbrıs’a Kavazoğlu’ndan sonra benimle birlikte çağrılmıştı. Kavazoğlu 11 Nisan 1965’te öldürüldü. Ben Sofya’dan bir ay sonra, Mayıs ayında, Nureddin de Londra’dan Haziran’da gelmişti. Kıbrıs’ta üç yıl kaldıktan sonra, Kavazoğlu’nun akıbetine uğramaktan korktuğu için 1967’de ailesini geri Londra’ya gönderdi. Kendisi de bir yıl sonra, 1968’in Haziran ayında ayrıldı.

Dogmatik bir anlayışı ve yapısı olan Nureddin’in hiçbir zaman parti liderliği ile görüş ayrılığına veya çelişkiye düştüğünü görmedim. Böyle olsaydı üyeliğini şimdiye dek Londra’da sürdürmezdi.” (Ortam, 17 Şubat 1990)

Yukarıdaki dönemin Tezler’deki özeti ise, 42. paragrafta şöyle verilmiş:

“Bağımsızlıktan 1974’e kadar yaşanan zor ve maceralı dönemde Kıbrıs’ta sosyal ve ekonomik alanda büyük ilerlemeler sağlandı. Siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel yaşamın bütün düzeylerinde kazanımlar elde edildi. Bu yıllardaki mücadeleler ve kazanımlar yine AKEL’in ve daha genelde Sol hareketin silinmeyen damgasını taşır.”

 
VE SONUNDA FEDERAL ÇÖZÜMÜ BENİMSEYİŞ

Tezlerin “ΑΚΕL ve Kıbrıs Sorunu” başlıklı bölümünde şu değerlendirmeler var:

“43. 1974 Temmuz ayından itibaren Kıbrıs halkının mücadelesi, Kıbrıs’ın birliği ve toprak bütünlüğü ana hedefiyle, işgal karşıtı bir içerik kazandı. AKEL, bu yeni koşullarda net bir biçimde hedeflerini ve taktiğini belirledi. Partimiz 1974’ten bugüne kadar tutarlılık ve sorumlulukla aynı politikayı izlemektedir. Halkımızın işgale karşı bütün araçlarla mücadele etme hakkı vardı. Ancak, Kıbrıs’ın ve çevresinin koşulları, güçler dengesi, Kıbrıslırumlarla Kıbrıslıtürkler arasında uzlaşma gereksinimi daha başlangıçtan itibaren, Kıbrıs halkının haklarını kazanma mücadelesini barışçıl ve siyasi olma tezine götürdü.

44. Hain darbe ve Türk işgali nedeniyle, Kıbrıs sorunun çözümünün acı ama zorunlu bir uzlaşmadan geçeceği partimiz için çok açıktı. AKEL, 1974’ten sonra ortaya çıkan yeni koşulları inceleyerek, kesin taksimin önüne geçilmesi ve Türkiye’nin yayılmacı planlarına karşı koyulabilmesi için, uzlaşmanın federasyon çözümü biçimini alması gerektiği sonucuna vardı. Partimiz bu tezi,  Merkez Komitesi belgesi ile 1974 yılı Kasım ayında Makarios’a bildirdi. Daha sonra Yüksek Düzey Anlaşmaları kabul edildiğinde, AKEL bu anlaşmaları destekledi ve o dönemden bugüne kadar AKEL iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümünün tutarlı destekçisi olmaya devam etmektedir.

45. AKEL, Kıbrıs sorunun, Birleşmiş Milletler çerçevesinde, BM kararları ile 1977 ve 1979 Yüksek Düzey Anlaşmaları temelinde barışçıl çözümü için mücadele etmektedir. Çözüm, Türk işgal ordularının ve yerleşiklerin adadan ayrılmasını öngörmelidir. Hiç bir yabancı ülkeye tek yanlı müdahale hakkı vermeksizin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birliğini, toprak bütünlüğünü ve egemenliğini yeniden sağlamalıdır. Göçmenlerin evlerine ve varlıklarına geri dönme hakkı dahil olmak üzere, bütün Kıbrıslıların insan haklarını ve temel özgürlüklerini sağlamalı ve güvence altına almalıdır. AKEL, Birleşmiş Milletler kararlarında belirlendiği gibi, federasyon çerçevesinde iki toplumun siyasi eşitliğini tutarlı bir şekilde desteklemektedir.”

 
“YENİDEN YAKINLAŞMA”

Tezlerde devamla “yeniden yakınlaşma” konusuyla ilgili olarak şöyle denilmektedir:

“46. AKEL’in Kıbrıs sorununa ilişkin politikasında önemli temel unsur, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında yeniden yakınlaşmadır. Hem çözümün bulunması için, hem de bulunacak çözümün yaşayabilmesi için, partimiz, yeniden yakınlaşmayı gerekli önkoşul olarak görmektedir. AKEL, yeniden yakınlaşmanın halk içerisinde bilinç haline gelmesi ve Kıbrısrum tarafının resmi politikası olarak benimsenmesi için en ağır koşullar altında mücadele etti. Esas olarak bu mücadelelerin sayesinde, hem iki toplum içerisindeki bir çok siyasi liderlik tarafından, hem de Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk, Kıbrıs halkının büyük kesimi tarafından yeniden yakınlaşma kabul edildi. AKEL, nereden gelirse gelsin, milliyetçilik ve şovenizmin her türlü ifadesine karşı çıkarak, yeniden yakınlaşma için mücadeleyi sürdürecektir.

47. Yeniden yakınlaşma konusunda bizim anlayışımızın temelinde enternasyonalist ideolojimiz ve ortak vatanımıza sevgimiz bulunmaktadır. Yeniden yakınlaşma anlayışımız, daha önceki dönemlerde Halk hareketi çerçevesinde gerçekleştirilmiş olan Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak mücadelelerinin günümüz koşullarında devamıdır. Kıbrıs halkının işgale karşı mücadelesinin temel unsuru olarak gördüğümüz yeniden yakınlaşmaya öncelikle siyasal, toplumsal ve sınıfsal içerik veriyoruz. Bu nedenle de AKEL, yeniden yakınlaşmayı psikolojik uygulamalar düzeyine indirgeyen apolitik ve sınıf anlayışından yoksun yaklaşımlara karşı çıkmaktadır. Yeniden yakınlaşma öncelikle ve esas olarak, Kıbrıslıların ve örgütlü yapılanmalarının meselesidir. Yabancı merkezlerin yeniden yakınlaşma hareketini yönlendirme çabaları, yurdumuzun yeniden birleşmesi için Kıbrıs halkının mücadelesine hiç bir iyi hizmet sunmamaktadır.”

 
İBRAHİM AZİZ’İN ANLATTIKLARI

            İbrahim Aziz, Şener Levent ile yaptığı söyleşide, AKEL’in Kıbrıslı Türklerle “yeniden yakınlaşma” politikası ile ilgili olarak şu saptamada bulunmaktadır:

            “1974’den sonra savaş Kıbrıs’ta bölünmeyi kökleştirirken, yeni durum Rumlarda şok etkisi yapmıştı. Kayıplara ve acılara rağmen, “başımıza gelenler, Türklere doğru davranmadığımızdan geldi” görüşü yayıldı. 1974’e dek kullanılan “Türklerle iyi ilişkiler isteriz” anlamındaki “yakınlaşma” sloganı, savaştan sonra “yeniden yakınlaşma” oldu. AKEL’den kaynaklanan bu görüş ve politika giderek yayıldı.

Ancak, Paramal’dan sonra Türklerin hava köprüsü ile kuzeye geçmelerinden ve yeniden yakınlaşma çağrılarına Türklerin beklenen karşılığı vermediklerinin anlaşılmasından sonra, milliyetçi-şoven kesimin yeniden yakınlaşma politikasına saldırıları artmaya başladı.

İşte benim tabanımdan kopartıldığım dönem, bu döneme rastlar.” (Ortam, 17 Şubat 1990)         

İbrahim Aziz’in de vurguladığı gibi, AKEL de, 1974 sonrasında sözü edilen bu “yeniden yakınlaşma” politikasını yaşama geçirmek için önemli herhangi bir adım atmadı. Rum ve Türk milliyetçiliklerinden arınmış, Kıbrıslılık bilinci temelinde yurtsever bir Rum-Türk cephesini oluşturma çabalarından ve bu çalışmalara doğrudan destek vermekten uzak durdu.

            AKEL’in Kıbrıslı Türklere de hitap edecek bir politika benimsemesi ve Londra’daki dış örgütün yapısında değişikliklere gidilmesi yönünde yapılan 7 Nisan 1977 tarihli ve “AKEL Türk Kolu’nun çalışmaları hakkında bazı görüş ve öneriler” başlıklı rapor, AKEL liderliği tarafından kulak ardı edilerek, öneri sahiplerine karşı bir karalama kampanyası başlatıldı. Eleştiri kabul etmeyen Stalinist parti politikasının bir sonucu olarak, 1957’den beri AKEL üyesi olan İbrahim Aziz ve bir arkadaşı, Ocak 1979’da partiden ihraç edildi. Olayla ilgili çalkantılar bir süre devam etti ve sonunda, AKEL’in içindeki Türk kanadını da feshettiği basın haberlerine yansıdı. (Simerini’den aktaran Birlik, 12 ve 14 Kasım 1981)   

            İbrahim Aziz, yukarıda sözü edilen söyleşisinde bu konuyla ilgili olarak devamla şu bilgileri vermektedir:

            “AKEL liderliği ile ilişkilerimin kopmasının özünde bunlar var. Ya ben de çekilip gidecektim, ya da partide bazı şeylerin düzeltilmesi için mücadele verecektim. Ben ideolojime, inançlarıma bağlı bir insan olarak mücadele alanını terketmedim, terkedemezdim. Ortada strateji ve taktiklerden kaynaklanan önemli sorunlar varken de, parti faaliyetlerini Londra’da sürdürmek veya Türk basınından “Haravgi”ye yazılar tercüme etmek gibi sadece ayak işleriyle uğraşmanın yeterli bir çalışma olmayacağını anlatmaya çalıştım.

İlişkilerin kopmasının önünde bir de Kavazoğlu’nun ölümü konusunda ‘Uyanıklık Bürosu”nda görevli olanların üzerine düşen sorumluluğa değinmem var. Kavazoğlu ile ilgili yazımda anlattım. Parti istihbaratı ile görevli olan Uyanıklık Bürosundaki yetkililer, Kavazoğlu’nun ölüm randevusuna arkadaşı Mişauli ile neden yalnız başına ve korumasız gittiği konusunda hiçbir izahat vermeden olayı kapattılar ve tüm suçu ‘kalın kafalı’ olarak niteledikleri Kavazoğlu’na yüklediler.

Bana da buna benzer ikazlarda bulunurken, yeterli izahat istemem kendilerini gocundurdu ve bana şüphe ile bakmaya başladılar. 

İhraç konusundaki kararlarında ise, “parti kurallarına karşı davranış” gibi, anlamı çok genel iddialar öne sürdüler. Hatta, parti hücrelerinde ajan olduğumu bile söylediler! Partiye karşı ajanlık yaparmışım… Parti davasına bağlı bir kişiyi koparıp atabilmeleri için enosis politikası ve Kavazoğlu’nun kaybında sorumluluk gibi gerekçeleri öne sürmeleri beklenemezdi. Üyeler üzerinde etkili olabilecek başka gerekçeler öne sürdüler, ancak iddialarını kanıtlayıcı hiçbir bilgi ve veri açıklamadılar.

Ben AKEL’de o dönemin yanlış siyasetinin, Stalinci zihniyetin ve dogmatizmin kurbanıyım. Kavazoğlu ile ilgili yazımda, onun da bu zihniyet sonucu harcandığını kanıtlamaya çalıştım. Fidel Kastro’nun sözleriyle “Tarih beni beraat ettirecektir.” (Ortam, 16 ve 17 Şubat 1990)

            İki toplum arasındaki ilişkilerin Yorgo Vasiliyu’nun Cumhurbaşkanlığına getirilmesi ardından yumuşamasından sonra, iki toplumdan solcu kişilerin öncülüğünde, 1989 Eylül ayı sonunda oluşturulan “Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu”, iki toplumun yakınlaşması için önemli girişim ve çalışmalarda bulundu. Karşılıklı temas çabaları, Kıbrıs Türk liderliğinin kısıtlama ve yasakları ile karşılaştı. Ama AKEL, bu konuya da uzaktan bakmayı yeğledi. Partilerarası karşılıklı temasların başlamasından sonra da, göstermelik buluşmalar ve ortak bildiriler dışında, verimli bir sonuca ulaşılamadı.

            Tezlerde, bu konudaki parti görüşü şu cümle ile özetlenmektedir:

“52. (…) Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine inanan Kıbrıstürk partileriyle temaslarımıza büyük önem veriyoruz. BM Genel Sekreteri’nin planında, Kıbrıslırumların da planı kabul etmesine izin verecek, kalıcı ve işlerliği olan bir çözüme götürecek özlü değişikliklerin yapılması gerektiği konusunda ikna etmeye çalışıyoruz. Arzu ettiğimiz değişiklikler, ne planın felsefesini değiştiriyorlar, ne de Kıbrıstürk toplumunun haklarını azaltıyorlar. Biz, yabancılara değil, Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk, tüm Kıbrıslılara hizmet edecek bir çözümü hedefliyoruz.”  

 
KAPILAR AÇILDIKTAN SONRA

            23 Nisan 2003 tarihinde, Kıbrıs Türk tarafının yeşil hattın iki yanına karşılıklı serbest geçişlere sınırlı da olsa izin vermesinden sonra, AKEL’in yeniden yakınlaşma politikasında yeni açılımlara tanık olamadık. İlginçtir, Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu’nun Kıbrıslı Türk Koordinatörü Ahmet An tarafından, Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemen güç olan Türkiye’ye karşı açılan dava, 12 yıllık bir bekleme süresinden sonra 20 Şubat 2003’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazanıldı ve ana konusu, “örgütlenme özgürlüğü”nün engellemesiydi.    

            Bu özgürlüğün elde edilmesinden sonraki ilk ay içinde AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas’a yönelttiğimiz “AKEL’in 1974’de temasların artık olası olmadığı gerekçesiyle kapattığı Türk Bürosu’nun ne zaman açılacağı”na yönelik sorumuza, “yoldaşların güvenliği” gerekçesiyle olumsuz bir yanıt almamız, verilmesi gereken mücadelenin ne kadar zor olacağının bir işaretiydi. Kaldı ki 2 Aralık 1974 ve 4 Kasım 2003 tarihleri arasında partiye ulaştırılan ve Kıbrıslı Türklerle ilgili teorik ve örgütsel sorunlara yönelik görüş talep eden 30’a yakın mektubun da yanıtsız bırakıldığı bilinmektedir.  

Başka AKEL’cilerle yaptığımız görüşmelerde bize söylenen bir başka gerekçe de şöyleydi: “Kıbrıslı Türk ilerici partiler, AKEL’in ayrı bir Türk kolu kurmasına karşıdır. Kuzeyde halen var olan ilerici partilerin desteklenmesi yeterlidir.” Oysa bildiğimiz kadarıyla bu destek, zaten yıllardır, her yıl düzenlenen dayanışma piyangolarının biletlerinden satın alma şeklinde sürdürülmektedir. Ne yazık ki parti politikasına “hiçbir eleştiri getirmeden sahip çıkan” kesimler de, “AKEL’in kuyruğuna takılı maşrapa olmamak” için verilen mücadeleler yüzünden, sıfıra sıfır, elde sıfır bir sonuç elde etmektedirler! Bir başka deyişle, bir zamanların “acente”leri, sadece “kötü bir kopya”ya dönüşmüş bulunmaktadır!

Kapıların açılmasından bu yana, AKEL, taksim çizgisinin kuzeyinde Kıbrıslı Türkler için henüz herhangi bir siyasal toplantı düzenlememiştir. CTP ile birlikte oluşturulan ortak komisyonların, nedeni ne olursa olsun çalışmaması bir başka olumsuzluktur. Özellikle Annan Planı’nının oylanması sırasında, AKEL’in “güçlü bir evet için hayır” demesi, Kıbrıs Türk toplumu içinde AKEL’e karşı var olan sempati duygularının yitip gitmesine yol açmıştır. Partinin, federal çözümü benimsemiş olmasına karşın, gerek kendi üyelerini, gerekse genel olarak Kıbrıs Rum toplumunu federal devletin ne olup, ne olmadığı ve iktidarın paylaşılması konularında yeterince aydınlatmadığı ortaya çıkmıştır.

 
AKEL, ETNİK BİR PARTİDİR

AKEL’in 80. yıl tezlerinde, Kıbrıs’taki milliyetler sorununun nihai çözümüne yönelik herhangi bir değerlendirmede bulunmaması kayda değer bir başka noktadır.    

            Tezlerde, “Halkın Partisi” başlığı altında şöyle denmektedir:

“53. AKEL Kıbrıslı emekçilerin partisidir. Mevcudiyet ve faaliyetinin 80 yılı boyunca her zaman emekçilerin ve geniş halk kitlelerinin haklarının, arzularının ve vizyonlarının tutarlı sözcüsü; daha iyi ve saygın bir yaşam mücadelelerinin önderi olmuştur. Kıbrıslı çalışanların sosyo-ekonomik kazanımları kendi mücadelelerinin ürünüdür ve bu mücadelelere AKEL ve Sol Halk Hareketi’nin katkısı belirleyici olmuştur. Geçen yıllar içerisinde, çalışanlar, geniş halk katmanları ve AKEL arasındaki kopmaz bağlar çelikleştiler. Görevimiz, bu bağları geliştirmek ve sürekli olarak güçlendirmektir. Emekçilerin Partisi, gücünü bu bağlardan almaktadır. 

Kıbrıs’ın sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmesinde, halkımızın siyasal mücadelelerinde önemli bir yeri olan ve bu yerini korumaya devam eden, güçlü ve kitlesel Halk Hareketi AKEL’in insiyatifi ve liderliği ile yaratılmış ve geliştirilmiştir. Halk Hareketi bütün Kıbrıs halkının başlı başına büyük bir kazanımıdır.”

66. paragrafta ise, “AKEL, Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, Maronit, Ermeni ve Latin, bütün Kıbrıslıların partisidir denmesine karşın, Kıbrıslı Türklere yönelik olarak sanal ortamdaki Türkçe bir internet sayfası dışında, herhangi bir örgüt yapılanmasına sahip değildir.

AKEL, gerek yüksek öğrenim gençliğinin sol ideoloji ile yakından ilgilendiği 1968 yılından sonra, gerekse 1974’deki darbe ve işgalin yarattığı olağanüstü koşullarda,  tam da yol gösterici bir Türk Bürosuna gereksinim duyulduğu bir zamanda, Kıbrıslı Türklerden uzak durmayı yeğlemiştir.

Hele Türk Bürosu’nu kapatmakla büyük bir hata yapmış ve yeni koşullarda Kıbrıslı Türk emekçilerin, milliyetçi Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarına karşı enternasyonalist bir politikayla donanmasını sağlayacak bir önderlikten yoksun kalmasına neden olmuştur. Örgütlenme konusunda yapılan bu yaşamsal hataya, 80. yıl tezlerinde değinilmemesi önemli bir eksikliktir.

AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas ile gazeteci Şener Levent arasında geçen aşağıdaki konuşma, bu yaşamsal bir eksikliğin altını çizmektedir:

Soru: AKEL’in Türk üyeleri var mı?

Yanıt: Bizim her zaman vardı.

Soru: Hayır. Onu sormuyorum. Şu anda var mı? Örneğin Kuzeyde değilse bile, Güneyde yaşayanlardan.

Yanıt: Hayır, yoktur. Ancak biz bu kesimde yaşayan ilerici Türklerle her zaman sıkı bir temas içindeyiz. Resmi üyemiz olan herhangi bir Türk ise, ne yazık şu anda yok. (Ortam, 10 Ocak 1990)

 
ÖZELEŞTİRİLER

Tezlerde yapılan özeleştiriler, sadece Kıbrıs Rum toplumuna yönelik politikalarla sınırlı kalmıştır:

  “56. KKP-AKEL 80 yıllık sürecinde, doğal olarak hatalar da yaptı. Ancak hatalarını tanıma cesaretini göstererek, politikasını düzeltme çabasıyla özeleştiride bulunan Kıbrıs’taki yegane siyasal güç, yine o oldu. EOKA ve kadroları için kullanılmış olan nitelemelere dair 1957’de yapılan özeleştiri bunun bir örneğidir. Parti, kitlesel siyasal mücadele hakkındaki tezinin doğruluğunu ve mücadelenin silahlı biçimine karşı olduğunu tekrar onayladı, aynı zamanda da kullanılmış olan nitelemelerin doğru olmadıkları, birlik atmosferinin inşasında yardımcı olmadıkları ve partiye karşı saldırılar için vesile oldukları değerlendirmesinde bulundu. Parti özeleştirisini yaparak, EOKA kadrolarının verdikleri kurbanlar için saygı ve onur ifade etti. AKEL, 1964-67 dönemindeki “kendi kaderini tayin-enosis” yönündeki parti politikası için de özeleştiride bulundu. O dönemdeki bu politika, bağımsızlığın tamamlanmasından söz eden Parti Programı ve 10. Kongre kararının ihlal edilmesi ve hata olarak nitelendi. (…)

Partinin Türk toplumuna yönelik çalışmalarıyla ilgili olarak verilen en ayrıntılı bilgi, şu paragrafta toplanmıştır:

59. Birbirlerine kırdırılmaları için Rumlar ve Türkler diye Kıbrıs’ın insanları ikiye ayrılamaz” şiarını KKP’nin ilan ettiği dönemden itibaren, KKP-AKEL milliyetçiliğe ve şovenizme karşı mücadeleye yılların eskitemediği, istikrarlı ve tutarlı bir biçimde devam etmektedir. Partimiz, ulusal kökenlerinden bağımsız olarak, bütün Kıbrıslılar arasında dostluk, işbirliği, karşılıklı anlayış ve karşılıklı saygı için mücadele etti. Partinin ve Halk Hareketi’nin saflarında, sadece Kıbrıslırum değil, Kıbrıslıtürk mücadeleciler de yer aldılar. Solun Kıbrıslıtürk kadroları defalarca faşist ve şoven güçlerin hedefi oldular. Fazıl Önder (Sellas), Ahmet Yahya, Derviş Ali Kavazoğlu gibi, niceleri katledildiler ya da cani saldırılara maruz kaldılar, Ahmet Sadi gibi göç etmek zorunda bırakıldılar. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin kardeşliği Sol Hareket’in çerçevesinde ortak mücadelelerle ve verilen kurbanlarla daha da pekişti. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında yeniden yakınlaşma için, AKEL, sabır ve tutarlılıkla 1974’ten beri mücadele etmektedir.” 

 
BİRLEŞİK CEPHE  VE SOSYALİZM

            Tezlerin 67. paragrafında şöyle deniyor:

“KKP’nin sömürgeciliğe karşı birleşik cephe politikasını ilan ettiği dönemden itibaren, partimiz, Kıbrıs’ın özgürlüğünü kazanmasının ve korumasının önkoşulu olan,  halkımızın güçlerinin birliğine dikkatini yoğunlaştırmıştır. AKEL, tarihi boyunca ülkesinin çıkarını herşeyin üzerinde tutarak, birlik uğruna çok büyük fedakarlıklarda bulundu. Demokrasiye, demokratik kurumlara ve halkın isteğine saygı ilkesi başta olmak üzere, birliğin belirli ilkelere dayalı olması gerektiği inancına AKEL her zaman sahipti ve bu inanca sahip olmaya da devam etmektedir.

68. Önceliğin Kıbrıs’ın selameti olduğu bugünkü kurtuluş mücadelesi sürecinde AKEL, toplumun kökten değişimini amaçlayan uzun vadeli programını hayata geçirme arzusu içerisinde değildir. Bu elbette ki, sosyalist vizyonumuzdan ve yönelimimizden ödün verdiğimiz anlamına gelmemektedir. Nihai hedefimiz, 17. Kongremizin “Bizim Sosyalizm Anlayışımız” program dökümanında genel hatlarının çizildiği, demokratik sosyalist bir toplumun inşa edilmesi olmaya devam etmektedir.”

 
SONUÇ

            24 Şubat 1989 tarihli AKEL Merkez Komitesi Plenum Toplantısında alınmış olan aşağıdaki karar, bugün de güncelliğini korumaktadır:

            “Savaşımımızın utkuya ulaşması ve Kıbrıs’ın kurtuluşu hususunun bir diğer önkoşulu, Kıbrıslı Türklerle Rumların ortak cephesidir. AKEL’e göre bugün, ortak savaşım cephesinin kurulmasının gerçekleştirilmesi görüşü olgunlaşmaktadır. Kıbrıs Rum tarafında ortak bir savaşım vermenin gerekliliği daha geniş halk tabakaları tarafından benimsenmekte, kabul edilmektedir. (...) Kıbrıs Rum toplumu içerisinde geniş bir saygınlığı olan, Türk toplumu içerisinde de saygınlığı olan AKEL, tekrar yakınlaşma ve ortak bir cephe kurma görüşünü pratiğe indirgemek için inisiyatif koyacaktır. Bu görev, hiç de kolay değildir. Kıbrıslı Türk vatandaşlarımızla arzu edilen düzeyde bir görüş birliğine varmak için birçok hususlar vardır ki, tartışılmalı, aydınlığa kavuşturulmalıdır.” (aktaran A.An, KKK/AKEL Belgelerinde Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Kıbrıs Türk Toplumuna İlişkin Kronolojik Değinmeler, Kıbrıs: Dün ve Bugün (Derleyen: Masis Kürkçügil) içinde, İstanbul 2003, s.222-223)

            KKP/AKEL’in kuruluşunun 80. yıldönümü nedeniyle yayımlanan Tezler’den hareketle yaptığımız bu değerlendirmenin, Kıbrıs’taki milliyetler sorunu ile ilgili verimli bir tartışmayı ve yıllardır beklenen inisiyatifleri başlatmasını diliyorum. Aksi takdirde Derviş Ali Kavazoğlu’nun “bu iş bunlarla olmaz” öngörüsü bir kez daha doğrulanmış olacaktır!

 
(15-22 Mayıs 2005 tarihleri arasında Afrika gazetesinde 8 yazı halinde yayımlanmıştır.)