20 Mart 2014 Perşembe

KUTLU ADALI’YI “9 MART DİYALOĞU” İLE ANIYORUZ


 
Kıbrıs’ta barış ve toplumlararası dostluk için çeşitli günlük gazetelerimizde yıllarca sütun yazarlığı yapmış demokrat bir arkadaşımız olan Kutlu Adalı’yı, 7 yıl önce menfur bir cinayet sonucu yitirmiştik. Aradan geçen süre içinde, onun ve mücadele arkadaşlarının fikirleri, Kutlu’yu öldürme emrini verenlere inat, daha geniş kesimlere yayılmış ve toplumumuzun önemli bir kesimine mal olmuştur. Bağımsız ve federal Kıbrıs hedefi doğrultusunda, Rum ve Türk Kıbrıslılar arasında anlayış ve işbirliğinin gelişmesi için şimdilerde daha uygun koşullara sahibiz. 23 Nisan 2003’den bu yana, kısıtlı da olsa, toplumlar arasındaki temas yasağı kaldırılmış, yüz binlerce Kıbrıslı, yeşil hattın iki yakasına karşılıklı ziyaretler yapmış ve her milliyetten Kıbrıslılar arasında yeni tür ilişki ve dostluklar kurulmuş, var olanlar da ilerletilmiştir.

6 Temmuz 1996 gecesi yitirdiğimiz Kutlu Adalı’yı, 7. ölüm yıldönümünde, yine onun kaleme aldığı “Söyleşi: 9 Mart Diyaloğu” başlıklı kitabından yapacağımız alıntılarla anmak istiyoruz. 1968 yılında Adalı’nın kurduğu   Beşparmak Yayınları’nın 4. kitabı olarak Lefkoşa’daki Zafer Basımevi’nde basılan 79 sayfalık bu kitabın Mart 1968 tarihli önsözünde, Kutlu Adalı şöyle yazmaktaydı:

“İşte bu diyalogla, Kıbrıs Türk toplumunun bu devredeki yaşayışının Panoramasını, en keskin ve çıplak çizgilerle gözler önüne serilmekte, temsili bir Başkanla, temsili bir Aydın dostla tartışmaktadır...”

Aralık 1963’deki toplumlararası çatışmaların başlaması ardından, Kıbrıs Türk liderliği, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden ayrılarak, “taksim”i gerçekleştirmek üzere, Kıbrıslı Türkleri belli cepler içinde yaşamaya zorlarken, bu ayrılıkçı eylemin gelişmesinde, enosisçi Rum liderliğinin de önemli katkıları olmuştu.

Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’un “özlenen” değil de, “mümkün olan” çözüme yönelmesi ardından, Kıbrıslı Türklerin yaşadığı bölgelere uygulanmakta olan kısıtlamalar kaldırılmış ve toplumlararası görüşmeleri başlatacak olan normalizasyona dönüş süreci başlatılmıştı. Kutlu Adalı, adı geçen kitabının girişinde bu kapalı dönem ile ilgili olarak şunları yazmaktaydı: 

“Bu hal; tam dört yıl üç ay, bütün eziciliği ile sürdü! Sonunda Rumlar pes etti. Ablukayı her yerden kaldırdılar. Türkleri kırmak için yaptıkları barikatları açtılar. Zorla elden alınmak istenen anlaşmalar ve Anayasa altındaki en tabii yurttaşlık hakları Türklere, bir lütuf ve ihsan gibi verilmek istendi...Ve Türklerin kafesteki kuş gibi fırladığı görüldü. Takvimler 9 Mart 1968 tarihini gösteriyordu.” (s.8)

Kitabın devamında yer alan diyaloglardan bazı ilginç bölümleri aşağıda veriyoruz. Günümüz ile olan benzerlik ve aldığımız arpa boyu yol kayda değer.

                                                        ***                             ***

AYDIN- Rumların bunca yaptığına rağmen bir günde her şeyi unutmaları için çok çekmiş olmaları gerek. Daha şehitlerimiz kırklanmadan kucaklarına düşmek çok korkunç. Ama ben kendilerine hak veriyorum. Az çekmediler. Bunda siz yöneticilerin de büyük payı var!

BAŞKAN- Biz halka daima yardımcı olmaya çalıştık. Onlarla birlikte biz de çektik. Savaş içinde bulunduğumuzu unutma.

AYDIN- Daha çok çektirdiniz. Dört yıl üç ay içinde, yıllar dolusu olaylara tanık olduk. Halk iyi bile dayandı. Halkın Rum kesimine, bütün geçmişi unutarak akın etmesine daha çok sizlerin tutumu sebep oldu! (s.11)

AYDIN- Rumlar zaten bizi kafese sokmuştu. Fakat sizler, kabul edin ki bu kafesi halka zindan ettiniz! Halk, bunun için bugün Rum kesimine akın ediyor. Rumlarla alış veriş ediyor, koşulara gidiyor, barlarda eğleniyor. Dört yıldır Rum tarafına geçmiyen Türkler, Rum tüccarın kârını bir nisbet dahilinde düşürmüştü. Fakat bugünden itibaren Rum çarşısı, Rum sokakları, Rum dükkanları gene Türkçe konuşan insanlarla dolmağa başladı! Dört yıldır Rum tarafında duyulmayan Türkçe, yeniden günlük hayata girdi. Rum tüccarlar, unutulmaya yüz tutan Türkçelerile, gene çat pat konuşarak, Türkü soymaya başladı. Türk kesimi bir anda Rum kesimine taşınmış gibi! Bu akın hem zararlı, hem de manalıdır. Gavur tatlı dili, aldatıcı siyasetiyle yüzümüze gülünce noldum delisi olduk. (s.12)

AYDIN- ... Dört yıl içinde yeme içme için, yirmi bin sterlin gitti. Oysa bu para ile en az 15-20 göçmen evi yapılır, çadırda yaşayan insanlar hayvan gibi yaşamaktan kurtarılırdı. (s.17)

AYDIN- Mesela, bu dört yıl üç ay içinde Rumlar, birçok maddelerin ve malzemenin Türk kesimine girmesini yasaklamıştı. Siz ne yaptınız? Hiç. Bir taraftan çarşıdaki birkaç kişiye monopol kurarak, yüzde yüzelli kârla halkı soymak imkanını verdiniz. Bundan toplumun kârı ne oldu? Bir sürü harp zengini! Kaçakçılığa yüz verdiniz. Karaborsacıları bağrınıza bastınız. Halkın soyulmasına göz yummakla kalmadınız, yardımcı da oldunuz. Destek oldunuz! (s.19)

 AYDIN- ... Hastahanelerden özel  kliniklere hasta nakli, ancak bu yönetime özgü bir usüldür. Fakir halkı derhal ameliyat eden Kızılay İlk Yardım Hastahanesi, çıkarlarına dokunan doktorların şimşekleri üzerine çekti. Kızılay Hastahanesinin gıda ve ilaç ihtiyaçlarının kesildiği oldu. Kızılay Doktorları aleyhine sinsi, bir kampanyanın açıldığı görüldü... (s.33)

AYDIN: Menfaatım olmadığına göre bu sıkıcı Yönetimin nesini beğeneyim. Halkın ıstırabını göremiyecek kadar da kör değilim. Bir adamı caddenin ortasında dran dran vurup öldürecekler. Polis olaya el koyacak. Sonra da mahkemeler birşey yapamıyacak ve halk bu Yönetimden bıkmayacak. Adamın kafasını odunla baltayla ezeceksin. Birkaç kuruşunu alıp kaçacaksın. Sonra da Polis katili arayıp bulacak, fakat mahkeme gereken cezayı veremiyecek. Adam ruhsatsız araba sürecek, çocuğu çoluğu basıp öldürecek ve ölenin yanına kalacak. Yollarda delice araba sürülecek. Polis müdahale etmeye kalkarsa, bir de hakarete maruz kalacak. Her araba süren, istediği yere park yapacak. Polis ihtar edince, bir de müdürüne şikayet edilecek. Herkesin güpegündüz evine girilecek ve ses çıkaran olmayacak. Bunlar yalnız polislik olaylar. Ya öteki olaylar? Saymakla biter mi sanıyorsun... (s.50)

AYDIN- Her vatandaştan çıkış izni istenmesi, yurt dışına çıkanlardan para alınması Yönetimin başka bir sevimsiz tasarrufu oldu.

Yaş kağıdı sorunu vatandaşı çatlattı. Sonunda yaş kağıdı konusunda Rumlarla anlaşamadık! Biz defterleri vermedik, onlar da kağıtları. Arada vatandaş gidip geldi. Ezildi. Sonra bir yaş kağıdından hem Rumlar, hem de biz para alır olduk!

Adam göçmen durumuna düştü. Mal ve mülkü Rum tarafında kaldı. Evine dönmesi söz konusu değil. Bir müşteri buluyor, satma istiyor. Alacağı para ile Türk kesiminde başka bir ev alacak. “Olmaz” deniyor. Rum’a mal satma yasak.” Adam “Peki” diyor. “Ama paraya ihtiyacım var. Aç kaldım. Siz satın alınız. Ya da borç para veriniz.” para veren olmuyor. Malların Rumlara satılmasını önlemek için Anavatandan para gelsin, bu para ile mallar Türklerden satın alınsın, Rum eline geçmesin isteniyor. Dilde kalıyor!”  (s.56-57)

AYDIN- Halk serbest olmak, istediği yere gitmek istiyor. Keyfince davranmak istiyor. Düşündüğünü yapmak, düşündüğünü söylemek istiyor. İzlenmek istemiyor, sınırlanmak istemiyor, baskı istemiyor, küçümsenmek istemiyor, parsellenmek istemiyor, hesap vermek istemiyor. Bir zümre var ki, devamlı takip altında olduğu sanısı içinde, konuşmaktan korkuyor. Bir başka zümre, ezildiği sanısında. Bir başka grup, ihmal edildiği, unutulup bir köşeye atıldığı inancında. Bir grup da, sömürülüp soyulduğu düşüncesinde. Başka bir grup, bütün umutlarını yitirmiş ölümü beklemekte. Kimisi ölmektense, Rumlarla kardeş gibi geçinelim demekte. Menfaatçı, çıkarcı, sömürücü, komprador bir grup da bütün bu grupları altın altın idare edip dürtmekte, yöneticilere karşı kışkırtmakta, yönetimin ve başındakilerin daima zayıf kalmasını sağlıyarak, rahatça soygununa devam etmeği planlamakta. Bir grup, öteki grupları rahatça istediği gibi kullanmayı beceriyor. İşlemesini biliyor. Neticede baştakiler yıpranıyor. Yönetime güven kalmıyor. Menfaatını düşünen halk da, soluğu Rum kesiminde alarak intikam alıyor.” (s.64-65)

AYDIN: ...Halk bu şekilde yaşamağa ve idare edilmeğe tahammül edemiyeceğine göre, artık son sözünü söylemeğe mecburdu. İşte tam bu sırada; Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu, Amerikan Elçiliğinin Türk kesiminde fink atan adamları sayesinde gayet iyi bilen Rumlar, onların tavsiyelerine de uyarak, barikatları açıp, ablukayı kaldırınca, serbest seyahata izin verince son sözü söylemeğe gereksinme duyulmadı! Bunun yerine usancı ifade etmek için Rum kesimine akın etti. Bence bu, bir patlamadan daha kârlı oldu. Hem toplum olarak, hem de milli dava bakımından telafisi imkansız büyük kayıplara uğrayabilirdik!” (s.67)

BAŞKAN- Kısacası, özet olarak; halk milli davaya gene eskisi gibi bağlı kalacak, fakat idareden ve idarecilerden usandı demek istiyorsunuz. Halk sıkılmasaydı, usanmasaydı, haksızlıklar olmasaydı, hayat seviyesi yüksek olsaydı Rum tarafına bugün akın olmayacaktı.

AYDIN- Gayet tabii bu derece olmayacaktı.

BAŞKAN- Fakat ben o kanaattayım ki Türklerin Rum tarafına akın etmesi endişe edilecek bir durum değildir. Nasıl bir kümesin kapısı açılınca, kümesteki tavuklar önce tereddüt edip; sağa sola ürkek ürkek baktıktan sonra; hürriyete kavuşmanın sevinci ile pırrr deyip dışarı fırlıyor ve sonra gezip tozması bitince gelip kümese dönüyor, şimdi biz de böyleyiz. Gideceğiz, gezeceğiz, göreceğiz, eğleneceğiz, fakat gene Türk kesimine döneceğiz.

AYDIN- Tavuklar istifadeleri için kümesten çıkıyorlar. Kursakları şiştiği  ve güneş battığı için de kümeslerine dönüyorlar. Fakat ne de olsa dönüşte kümese bir de yumurta getiriyorlar. Bizim kanatsız tavuklar ise, Türk kesimine ne getirecekler? Rum çarşısından aldıkları eşyaları, incikleri, boncukları mı? Yoksa eğlence yerlerinde bıraktıkları paraları mı? Kümesten çıkan tavuk, gene kümese dönebilir, ama uçan kanarya kafesine dönmez!

BAŞKAN- Önemli olan altımızdaki halının birden çekilmesine ve ayaklarımızın havaya dikilmesine fırsat vermemektir. Milli dava etrafında dimdik ayakta durmalıyız. Paniğe kapılırsak, kaybederiz. Varsın birkaç yüz kişi yeni menfaat yolları arasın. Toplum olarak önemli bir kayıpta bulunacağımızı sanmıyoruz.

AYDIN- Olacak Sayın Başkan. Böylesine iyimser olmayınız. Birkaç yüz kişi dediğin menfaatçı bu toplumu sarsacak güçtedir. Hele temeli zayıf Türk çarşısını kolayca çökertecek güç bu adamlarda vardır! Sinek küçük, ama mide bulandırır. Yarın belli olmaz; işi bozulan bütün tüccarlar, iş adamları, esnaf, sanaatkâr toplantılar yapıp, yürüyüşler düzenleyebilirler. Yönetime karşı ayaklanabilirler. Geçim derdine düşen halktan herşey beklenir. Tablo gerçekten çirkin, ama herşey olabilir. Bir noktada da, ben de sizinle hemfikirim. Bazıları, halkın Rum kesimine akınını, Türklerin Rumlarla bir arada ve birlikte yaşayabilecekleri şeklinde yorumluyorlar. Bu sakat bir görüştür. Türk toplumu Rumlarla bir arada asla yaşayamaz. Yaşamağa da niyeti yoktur. Dostluk başka, alış veriş başkadır. Rum tarafına gidilecek, fakat milli dava yine yürütülecektir. Eğer biz iyi bir Yönetim kursaydık bugün halkın, Rum kesimine gitmesine gereksinme duyulmaz ve biz de hep iyi tablolar çizerdik. İddiam odur ki halk, daha çok kendini idare edenlerden usanmıştır. Her bölge bildiğini okumuştur. Merkezi bir Yönetim kurulamayınca da; başı kesilip salınmış tavuğa döndük!” (69-70)

AYDIN- Geçen dört yıl içinde Rum bölgeleri tanınmaz hale geldi. Kişi kendini bir Avrupa merkezinde sanıyor. Oysa biz her geçen gün eriyoruz, çöküyoruz. Bölgemiz ise bir köyden farksız hale geliyor. Hayat seviyesi ve düşüklüğü, yaşama şartlarının ağırlığı, toplumun kaymak tabakasını teşkil eden aydınları göçe zorluyor. Her geçen gün sayısı azalan değerleri Kıbrıs’ta tutamıyoruz. İzin vermemek olmuyor. “Üç yıl, dört yıl bekledik, değişen birşey yok. Milli görevimizi de yaptık” diyorlar, izin verilmese dahi kaçıyorlar. Ve kimse kendilerini kınamıyor. Kimse kendilerine mücadeleyi bıraktı kaçtı diyemiyor. Çözüm yolu uzadıkça da binlerce kişi kurtuluşu göç etmekte bulacak. Kısaca artık iç göç bitti. Dış göç başlıyor ki bu da Rumların arayıp bulamadığı bir nimettir. Zaten körün de istediği iki göz değil mi?

BAŞKAN- Netice olarak sevgili dostum...

AYDIN- Netice olarak Sayın Başkan, bu toplum baştakileri ve idarelerini görmüş, denemiştir. Şimdi yeni bir düzene gidiş olduğuna muhakkak gözü ile bakılıyor. Bu yeni düzene, yeni bir ruhla, yeni başlarla, yeni elemanlarla girmek toplumun daha yararına olacaktır. Esasen herkes böyle düşünüyor. Eskiler, denenmişler, posası, foyası ve boyası çıkmışlar, artık aradan ayıklanmalıdır. Denenmiş kişiler toplumu ancak bu noktaya getirebilmişlerdir. Onlardan, bundan ötesini beklemek haksızlık olur. Yeni düzeni eskilerin üzerine bina etmeğe kalkışırsak kısa zamanda hepimiz altında kalacağız.

BAŞKAN- Yani istifa edilmiş olunsaydı, durumda bir değişiklik olur muydu?

AYDIN- Yapamazdınız! O saraylar, o hizmetçiler, o partiler, o arabalar, o yağcıları, o dalkavukları o müzevirleri o koltuklar, o menfaatler, o saltanat bırakmazdı. Artık geçmiş ola! Halk serbest seçimle son sözü söyleyecek, oyları ile başta görmek istediklerini belli edecektir!” (s.77-78).

 
(Afrika gazetesinde 5-6 Temmuz 2003 tarihlerinde iki yazı halinde yayımlanmıştır.)

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder