22 Nisan 2014 Salı

DAVANIN BASINDAKİ YANKILARI


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi- AİHM Türkiye'yi Bir Kez Daha Kıbrıs'ta İnsan Hakların İhlalden Suçlu Buldu

Lefkoşa, 21 Şubat (KHA)-Kıbrıslı Türk Doktor Ahmet Cavit An, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar arasında düzenlenen ve Kıbrıs'ın özgür bölgesinde yer alan iki toplumlu etkinliğe katılmak için özgür bölgeye geçişinin Türk makamları tarafından engellenmesi üzerine Türkiye hükümeti aleyhinde AİMH'de açtığı davayı kazandı.
AİHM, Türkiye ve Kıbrıs Türk makamlarının Doktor Ahmet Cavit An'a Hükümet kontrolündeki bölgeye geçişini engellemelerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin örgütlenme ve toplantı özgürlüğüyle ilgili maddesini ihlal ettiğine karar vererek, Türkiye'yi Ahmet Cavit An'a 15 bin Euro manevi tazminat, 4 bin 715 Euro da masraflar olmak üzere toplam 19 bin 715 Euro ödemekle cezalandırdı.
AİHM, An'ın 1992 yılında açtığı davayla ilgili olarak dün açıkladığı kararında işgal ettiği bölgede olanlardan sorumlu olmadığı yolunda Türkiye'nin ileri sürdüğü iddiaları da ret etti. Mahkeme, Kuzey Kıbrıs'ta çok sayıda askerin görev yapmakta olmasının bölgenin Türkiye'nin etkili kontrolü altında bulunduğunun bir göstergesi olduğunu vurguladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ayrıca Türkiye'nin söz konusu olayla ilgili olarak yerel tüm hukuk yollarının denenmediği iddialarının da kabul edilebilir bir mazeret olamayacağı hükmüne vardı.
KHA/EM/HG/2003
Kıbrıs Haber Ajansı

Yeni Düzen, 22.2.03
Güney Kıbrıs’a geçişlerdeki ‘keyfi engellemelerin’ sonu!..
Becerdiniz!

Bir Kıbrıslı Türk doktor, Türkiye’ye karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava kazandı.
Güney Kıbrıs’a geçişi keyfi şekilde engellendiği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
başvuran Kıbrıslı Türk Ahmet Cavit An, davayı kazandı.
AİHM’nin gerekçeli kararında “Ankara’nın KKTC üzerinde mutlak kontrolü var” görüşü savunuldu.
Mahkeme, Türkiye’nin Ahmet Cavit An’a 15 bin Euro manevi tazminat, 4 bin 715 Euro da masraflar olmak üzere toplam 19 bin 715 Euro ödenmesini kararlaştırdı
AİHM, bir pediyatr olan An’ın 1992 yılında açtığı davada dün kararını açıkladı ve Kıbrıs Türk makamlarının An’a Kıbrıslı Rumlarla gösteri yapma izni vermemesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin örgütlenme özgürlüğü maddesine aykırı olduğuna hükmetti
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Güney Kıbrıs’a geçişinin keyfi olarak engellenmesi nedeniyle Kıbrıslı Türk Ahmet Cavit An tarafından açılan davayı karara bağladı. Mahkeme, Türkiye’yi suçlu buldu ve Ahmet Cavit An’a 15 bin Euro manevitazminat, 4 bin 715 Euro da masraflar olmak üzere toplam 19 bin 715 Euro ödenmesini kararlaştırdı. AİHM, bir pediyatr olan An’ın 1992 yılında açtığı davada dün kararını açıkladı ve Kıbrıs Türk makamlarının An’a Kıbrıslı Rumlarla gösteri yapma izni vermemesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin örgütlenme özgürlüğü maddesine aykırı olduğuna hükmetti.
AİHM, Ankara’nın Strasbourg’da An’a karşı sunduğu savunmada, davacının tüm başvuru haklarını kullanmadığına ilişkin tezini kanıtlayamadığı gerekçesiyle, Sözleşmenin etkili başvuru hakkıyla ilgili maddesinin de ihlal edildiğinde karar kıldı. Mahkeme bu davada Türkiye’yi Ahmet Cavit An’a 15 bin Euro manevi tazminat, 4 bin 715 Euro da masraflar olmak üzere toplam 19 bin 715 Euro ödemekle cezalandırdı.
Mahkemenin gerekçeli kararında, “adanın kuzeyinde çok sayıda Türk askeri bulunduğundan, Ankara’nın Kuzey Kıbrıs’ta etkin bir kontrol sahibi olduğu” ve bu nedenle “KKTC’nin eylem ve politikalarının Türkiye’nin doğrudan sorumluluğu altında” olduğu belirtiliyor.
Kararda, davacıya Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında ortak barışçıl gösteriler yapmak amacıyla adayı ikiye ayıran tampon bölgeye geçişinin engellenmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin örgütlenme ve toplantı özgürlüğüyle ilgili maddesine aykırı olduğu da vurgulanıyor.
AİHM kayıtlarında davacı Ahmet Cavit An, 1989’da Lefkoşa’da kurulan ancak resmen kayıtlı olmayan “Federal ve Bağımsız Kıbrıs Devleti İçin Hareket” adlı derneğin koordinatörü olarak tanımlanıyor. 8 Mart 1992 ile 14 Nisan 1998 arasında tampon bölgede gösteri yapmak için yapılan 46 başvurudan sadece 6’sına izin verildiği, ancak An tarafından yapılan hiçbir başvurunun olumlu sonuçlanmadığı belirtiliyor.



22 Şubat 2003, Cumartesi
Mehmet Altan ( www.gazetem.net )

Manşetlik bir haber daha...
Dünkü gazetelerden sadece Milliyet’te, onun da 18.sayfasında yer alan çok önemli bir haber vardı. Düpedüz manşetlik bir haberdi.
Bir KKTC vatandaşı Türk Ordusu’nun da işgalci olduğunu öne sürerek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Kıbrıs’taki Yeşil Hat’tan diğer kesime geçemediğini söyleyerek dava açmış ve mahkeme, Rum ilişkilerini geliştirmek ve federal bir Kıbrıs için çaba sarf eden bir derneğin koordinatörü olan davacı KKTC vatandaşına, Türkiye’nin 20 bin Euro’ya yakın bir tazminat ödemesine karar vermiş. Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. ve 13. maddesinden mahkum etmiş.
Davanın en önemli yanı Türkiye’nin Kıbrıs tezlerinin temelinden geçersiz kılınması. Türkiye, KKTC’nin egemen bir devlet olduğunu ileri sürüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise, KKTC’yi Türkiye’nin yönetip yönlendirdiği inancında.
Daha önce kuzeydeki mülkünün Türkler tarafından gasp edildiğini öne süren Loizidou adlı bir kadının davası da aynı şekilde sonuçlanmıştı. Denktaş, Annan planını kabul etmemekte direnirse bunun maliyetinin çok artacağı anlaşılıyor. Bu manşetlik haber, bütün Türkiye ve KKTC için çok uyarıcı bir anlam taşıyor. Medyanın böylesine hayati bir haberi neden görmediği ise pek anlaşılır gibi değil.


AİHM'den emsal Kıbrıs kararı
23 Şubat 2003 Pazar
Ahmet Cavit An'ın açtığı davada AİHM, 'Türk makamlarının iki toplum arasında barışın sağlanmasına engel oluşturduğu' yargısına vardı

BRÜKSEL - 1992-1998 tarihleri arasında Kıbrıslı Türklerle Güneyli Rumlar arasında siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için Güney Kıbrıs ve Yeşil Hat'a gitmesine izin verilmeyen Ahmet Cavit An'ın Türkiye aleyhine AİHM'de açtığı dava sonuçlandı.

AİHM, Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) örgütlenme hakkını kapsayan 11'inci maddesi ve hakların yasal yollardan aranmasını düzenleyen 13'üncü maddesini ihlal ettiğini hükme bağladı. Türkiye ayrıca, An'a, 15 bin Euro'luk manevi tazminatın yanı sıra 4 bin 715 Euro'luk mahkeme masraflarını da ödeyecek. Karar, benzeri başvurulara emsal oluşturacak.

Gerekçeli kararda, Türk makamlarının An'ın 8 Mart 1992-14 Nisan 1998 tarihleri arasında, Güney Kıbrıs ve Yeşil Hat'ta iki toplumlu toplantılara katılmasının engellendiği belirtildi. 1989'da Kıbrıslı Rum ve Türkler tarafından kurulan, Ahmet Cavit An'ın koordinatörlüğünü yaptığı, "Bağımsız ve Federal Kıbrıs Hareketi" adlı örgütün, iki toplum arasında siyasi, kültürel ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesini hedeflediği kaydedilen kararda, An'ın toplantılarla Kuzey ve Güney Kıbrıslılar arasında diyaloğu arttırmayı amaçladığına dikkat çekildi. An'ın toplantılara katılmasının reddedilmesinin, iki toplum arasında barışın sağlanmasına engel oluşturduğu vurgulandı.

Sadece altı toplantıya izin
AİHM, Türk makamlarının, An'ın 1992-98 arasında Güney Kıbrıs'ta yapılan, iki toplum temsilcilerinin bir araya geldiği 46 toplantıdan sadece altısına katılmasına hoşgörü gösterdiklerini belirterek, An'ın Kıbrıs'taki BM barış gücü ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin düzenlediği iki toplumlu toplantılara katılmasının da engellendiğini kaydetti.

 
 
Ahmet Cavit An AİHM Türkiye'yi Tazminat Ödemeye Mahkum Eden Kararını Değerlendirdi

 
Lefkoşa, 24 Şubat (KHA)-Kıbrıslı Türk Doktor Ahmet Cavit An, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar arasında düzenlenen iki toplumlu etkinliğe katılmak için özgür bölgeye geçişinin Türk işgal makamlarınca engellenmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) Türkiye hükümeti aleyhinde açtığı davayı kazanmasının ardından KHA'nın sorularını yanıtladı.

Ahmet Cavit An KHA'na verdiği demeçte, Kıbrıslı Rum fikir arkadaşlarımla birlikte, Kıbrıs'ın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğü için mücadeleye devam edeceğini belirterek AİHM'nin verdiği karardan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Cavit An, onbir yıllık sabırlı bir bekleyişin ardından bu kararın çıkmış olmasını büyük bir memnuniyetle karşıladığını belirterek, "geç de olsa, şikayetimin haklı olduğunun AİHM tarafından onaylanması, işgal rejiminin kararlarının keyfiliğini ve hukuk dışılığını kanıtlamıştır" dedi.

"İlerleyen süreç içerisinde Denktaş rejimine karşı yeniden herhangi bir dava açmayı düşünüyor musunuz?" sorusuna karşılık Cavit An, "ihtiyaç duyulursa neden olmasın? En yakın arkadaşım ve hareketimizin aktif üyelerinden Kutlu Adalı'nın öldürülmesinin sorumlularının AİHM tarafından bir an önce cezalandırılmasını diliyorum," dedi.

AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin örgütlenme ve toplantı özgürlüğüyle ilgili maddesini ihlal ettiğine karar vererek, Türkiye'yi Ahmet Cavit An'a 15 bin Euro manevi tazminat, 4 bin 715 Euro da masraflar olmak üzere toplam 19 bin 715 Euro ödemeye mahkum etmişti.  KHA/EM/HG/2003
 
14 Mart 2003 tarihli Rumca Periodiko dergisinde (ve Türkçesi de 3 Mart 2003 tarihli Afrika gazetesinde) çıkan Ahmet An’la yapılan söyleşinin tam metni aşağıdadır:
1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma nedeniniz neydi?
Kendi ülkemde toplanma ve seyahat özgürlüğümün keyfi olarak kısıtlanmasıydı. Bildiğiniz gibi, ilerici Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar olarak, 24 Eylül 1989 tarihinde Lefkoşa’da “Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu”nu oluşturmuştuk. Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT’nin 1958’deki terör dalgasından sonra ilk defa bir örgütte biraraya geliyordu. Temel ilkelerimizi ve görüşlerimizi duyurduk ve sonra da, “Kıbrıs’ta federalizm” konusu üzerine hazırlanmış olan her iki taraftan yazılı bildirileri tartışmak üzere buluştuk. “Bağımsız Kıbrıs” konusunu inceleyecek zamanımız olmadı ve Ledra Palace’ta ancak üç defa toplanabildik. Birçok siyasal, kültürel, tıbbi ve sosyal toplantı düzenledik. Örneğin Kıbrıslı Türk muhalif liderleri, 1974’den sonra ilk defa Kıbrıslı Rum dinleyiciler önünde konuşmaları için Mağusa Kapısı Kültür Merkezi’ne davet ettik.
Kıbrıs Türk liderliği, gerçek federal sistemin ilkeleri hakkında kamuoyunu aydınlatma çalışmalarımıza karşıydı. Bildiğiniz gibi Kıbrıs Türk liderliği, Kıbrıs Türk toplumuna taksim fikrinin aşılandığı 1958’den beri, Kıbrıs’ta yaşayan iki ana toplum, yani Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında dostluk fikrine karşı olagelmiştir.
6 Mayıs 1991’de Temas Grubu Hareketimizden 4 kişilik bir heyet, resmi olarak geçiş izinlerini veren sorumlu dairenin bağlı olduğu Dışişleri Bakanı Sayın Atakol’u ziyaret etti. Bakan bize, Kıbrıslı Rum   yurttaşlarımızla her buluştuğumuzda, Kıbrıs Rum basınının bizim, “işgal altındaki bölge”den geldiğimizi yazdığını ve bizim de “işgal” altında yaşamadığımıza dair birşey söylemediğimizi ifade etti. Ben, Atakol’a Hareketin Kıbrıslı Türk koordinatörü olarak “işgal” değerlendirmesini, Kıbrıs’ta bir gerçek olarak kabul ettiğimi söyledim. Biz Bakanlık’tan ayrıldıktan sonra, Sayın Atakol, bu olayı Sayın Denktaş’a rapor etti ve o da. “Türk Barış Kuvvetleri”nin komutanına bir mektup yazarak, bana ve o ziyarette bana eşlik eden diğer üç kişiye asla geçiş izni verilmemesini bildirdi.
Yine 1991’in Mayıs ayı içinde Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu Hareketi’nin Kıbrıslı Türkler Komitesi, Strazburg’daki Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’na, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “Kıbrıs Türk makamları” aleyhine bir şikayette bulunma kararı aldı. Bu başvuru, Kıbrıs Türk liderliğini öfkelendirdi ve basında bize karşı tepki koydu. Komisyon, Kıbrıs hükümetinin “Sözleşme’nin 1. maddesine göre, Kıbrıs’ın kuzeyindeki Kıbrıs Türk makamlarının eylemlerinden sorumlu tutulamayacağı”na karar verdi ve başvurumuzu kabul edilemez bulduğunu açıkladı. (No.18270/92, Ahmet Cavit An ve diğerleri, Kıbrıs’a karşı, 8 Aralık 1991)
3 Şubat 1992 tarihli ve “KKTC Sağlık Bakanlığı”ndan aldığım bir mektupta, “KKTC” Bakanlar Kurulu tarafından alınmış ve benim Kıbrıslı Rumlarla temasımı yasaklayan bir kararın bulunduğu bana bildirildi. 7 Mayıs 1992’de, “KKTC” Başbakanı’na bir mektup yazarak, yukarıda sözü edilen mektuptaki Bakanlar Kurulu kararının içeriği hakkında bana bilgi verilmesini talep ettim. Ama hiçbir yanıt almadım. 29 Mayıs 1992’de Türkiye Dışişleri Bakanlığına bir protesto mektubu gönderdim, o da yanıtsız kaldı. 18 Mayıs 1994’de “KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanlığı, Konsolosluk ve Azınlık İşleri Dairesi”nden aldığım bir mektupta, 19 Nisan 1994 tarihli izin talebinin bana verilmeme gerekçesi olarak, “Güney’de bulunduğum zaman “devlet aleyhinde propaganda yaptığım” için “güvenlik nedenleri ve kamu yararı” gerekçesiyle bana izin verilmediği bildirildi.
24 Eylül 1989 ile 8 Eylül 1992 tarihleri arasında, ben, hem kendi adıma, hem de Hareket’in Kıbrıslı Türk üyeleri adına, Dışişleri Bakanlığı’na 87 defa başvurarak, “Yeşil Hat”tı geçip Ledra Palace’a veya Lefkoşa’nın Kıbrıs Rum kesimine geçmek için izin istedim. Sadece 15 defa olumlu yanıt alabildim. Reddedilen başvurular arasında, Mayıs 1992’de Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nda BM Barış Gücü tarafından düzenlenen “Bahar Şenliği” ve Haziran 1992’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin örgütlediği iki toplumlu tıbbi seminere katılmam da vardı. Ayrıca, Mayıs 1992’de, aynı makamlar, Hareketimiz tarafından Lefkoşa’nın kuzeyinde düzenlenen bir toplantıya Kıbrıslı Rumların katılması için izin vermeyi reddetti. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’na bu durumları şikayet etmek için bir yol bulmaktan başka bir şansım kalmamıştı.    
 
2. Neden bir Kıbrıslı Rum avukata gitmeye karar verdiniz?
Kıbrıs Rum toplumundaki gelişmeleri kitle iletişim araçlarından her gün izlediğim için, Kıbrıs’taki İnsan Haklarının Korunması için Uluslararası Dernek adlı kuruluşa bir mektup yazarak, yardım istemeye karar verdim. Şikayetimi Starzburg’a iletmeme yardımcı oldular ve ikinci davamın avukatı olan İngiltere’den Prof.Malcolm Shaw’u buldular. Bu tür konulara ilgi göstermediklerinden ve Türkiye’ye karşı bir dava açmaya cesaret edebilen bir Kıbrıslı Türk avukat bulamadım. İlk davadaki Kıbrıslı Türk avukatımız, kendisinin, üyesi olduğu Lefkoşa Baro Konseyi’nden gelen mesleki ve psikolojik baskı altında bulunduğunu bana söylemişti. Tek oyla (4’e karşı 3 oyla) Baro’nun Disiplin Kurulu tarafından cezalandırılmaktan kurtulmuştu. 
 
 3. Mahkeme kararından önce ve sonra yaşamınız nasıl etkilendi?
Herhangi bir değişiklik olmadı. Kıbrıs Türk makamlarından, Lefkoşa’nın Rum kesimine geçmek ve orada Kıbrıslı Rum yurttaşlarımla buluşmak için yakında bir izin isteyerek, onların izin verip vermeyeceklerini deneyeceğim. 
Mahkemenin kararını beklediğim yıllar içinde de, Kıbrıs’ın tarihi ile ilgili araştırmalarıma devam ettim ve Kıbrıs ve Kıbrıslı Türklerin tarihi üzerine 9 tane kitap yayımladım. Kitaplarımdan birinin yayımlanması için “KKTC” Eğitim Bakanlığı’nın Kültür Dairesi onay vermişti. Bu, 1900’e kadar doğmuş olan 160’dan fazla Kıbrıslı Türk şahsiyetin yaşamöyküleri ve Kıbrıslı Türklerin günlük yaşamlarına ilişkin bir derlemeydi. Herhangi bir gerekçe göstermeden iki yıl beklettiler. Uzun bir bekleyişten sonra, süreci hızlandırarak, Bütçe Dairesi’nden kitabın basımı için gerekli olan parayı şahsen ben buldum, ama Eğitim Bakanlığının belgeleri imzalamasını sağlayamadım. KKTC’nin kitap yayımlaması için gerekli olan parayı ve izni verenin Türkiye olduğunu öğrendim. Dolaylı olarak bana söylenen, Strazburg’ta Türkiye aleyhine yaptığım şikayeti geri çektiğim takdirde, KKTC makamlarının kitabımı basabileceği ve istediğim zaman Yeşil Hat’tın öte yanına geçebileceğimdi. Tabii ki bu ahlaksızca öneriyi reddettim. 500 sayfalık kitabımı sonunda ancak Temmuz 2002’de özel kesimden bir sponsörün yardımıyla yayımlayabildim.
Özel kesimde hekimlik yaparak yaşamımı idame ettirmem mümkün olmadığı için, 1999’da Mahkeme’den hukuki yardım talep etmiştim. “KKTC” Vergi Dairesi, asgari ücretten daha fazla kazancım olmadığı halde, 1999 için geçen yıl benden vergi tahsil etti.
     
4. Avrupa Mahkemesinin kararını öğrendiğiniz zaman neler hissettiniz?
Uluslararası bir mahkemenin, sonunda, benim ayrımcılığa tabi tutulduğum ve toplanma özgürlüğüm ile etkin çare bulma hakkımın ihlal edildiğine karar vermesine çok sevindim.
 
5. Bu kararı nasıl değerlendirmektesiniz?
Bayan Loizidu’nun davasında olduğu gibi çok önemli bir karardır. AİHM şöyle demiştir: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan ülkelerin, kendilerine ait toprakların dışında da etkiler yaratan makamların eylem ve ihmallerinden sorumlu tutulabileceklerini anımsatmıştır. Böylesi sorumluluk, söz konusu olan devlet, askeri bir eylem sonucu, kendi ulusal toprağı dışındaki bir bölgeyi etkin denetimi altında tutuyorsa da söz konusu olabilir. Böylesi bir bölgede, Sözleşmede konan hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğü, böylesi bir denetimin, doğrudan doğruya kendi silahlı kuvvetleri aracılığı ile veya kendisine tabi olan yerel bir yönetim tarafından yapılmasına bakılmaksızın söz konusudur.”
Uluslararası organ, şikayet edilen hususların, Türkiye’nin “yargı" yetkisi”ne girmediğine ilişkin Türk iddialarını kabul etmeyerek, “KKTC”nin “Türkiye’ye tabi yerel bir yönetim” olduğunu bir defa daha vurgulamıştır.
 
6. Bu başarıya ilişkin olarak toplumunuzun tepkisi ne olmuştur?
Yeniden birleşmiş bir Kıbrıs Cumhuriyeti için mücadele edenler için, büyük bir umut ve cesaret vermiştir. Ama, karar, adalet ve kalıcı barışa giden yolu engelleyenler ve etnik ayrımın devamı için ellerinden geleni yapanlar için de, bir tokat etkisi yapmıştır.
 
7. Sıradan insanlar nasıl tepki vermiştir ve siyasilerin bu karara ve size karşı tepkileri nasıl olmuştur?
Sıradan insanlar ve kendi arkadaşlarım, medeni cesaretimi takdir edip, beni şahsen kutladılar. Sözümona ilerici Kıbrıslı Türk politikacılardan herhangi bir tepki veya telefon almadım! Sadece Afrika gazetesinin sütun yazarları, Mahkeme’nin kararından hemen sonra yazılar yazdılar. Bazı başka Kıbrıs Türk gazeteleri de sadece haberi verdiler.
 
8. Sayın Denktaş ile şimdiye kadar hiç karşılaştınız ve kendi görüş ve inançlarınızı onunla tartıştınız mı?
Onunla herhangi bir siyasal tartışma yapmadım. Onun Kıbrıs’ı taksim etme politikasının, Kıbrıslılar için sadece felaket ve acı getirdiğine ilişkin olarak onu ikna etmeye çabalamak boşunadır. Bir defasında bir konferansında ona, politikada herhangi bir hata yapıp yapmadığını sormuştum. Aralık 1963 olaylarından hemen sonra ayrı bir devlet ilan edilmemesinin hata olduğu şeklinde bir yanıt vermişti!
 
9. Bugün Kıbrıs Türk toplumunun durumu nasıldır?
Tamamiyle bir karmaşa yaşanmakta olduğunu söylemeliyim. Statüko dışında herhangi bir çözüm, Kıbrıs Türk halkının çoğunluğu tarafından kabul edilecektir. O nedenle, binlercesinin, erken bir çözüm, AB üyeliği ve barış için gösteriler yapması bundandır.
 
10. Size göre, Kıbrıs Türk halkının en büyük sorunu nedir?
Bugün Kıbrıslı Türklerin en büyük sorunu, sayılarının gittikçe azalmasıdır. Türkiye’den her yıl daha fazla sayıda gelmekte olan yerleşikler yüzünden, işgal altındaki bölgede basit bir azınlık durumuna gelmiş bulunuyoruz. Kendilerine seçimlerde oy kullanma hakkı verildiğine göre, sonuçlar artık yerli Kıbrıslı Türklerin iradesini yansıtmamaktadır. En erken bir zamanda, Avrupa Konseyi’nin Nüfus, Göç ve Göçmen Komitesi’nin denetimi altında güvenilir bir nüfus sayımı yapılmalıdır.  
 
11. Kıbrıs’ın birleşmesi için 1 numaralı düşmanın kim olduğunu düşünüyorsunuz?
Belki de “Denktaş Bey” yanıtını vermemi istiyorsunuz. Ama ben soruna daha geniş bir perspektiften bakmak istiyorum. ABD ve onun gizli servisleri-Super NATO-, 1956’dan beri adamızın taksimini planlayıp, teşvik edenler olagelmiştir. Onların aleti olanlar, hem Türkiye’de, hem Yunanistan’da, hem de Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları  içinde aktif  durumdadırlar.
 
12. Avrupa Mahkemesi kararından sonra tekrar “Güney”e geçmeyi düşünecek misiniz?
En erken bir zamanda ve belki de iki gün öncesinden, bir Kıbrıs Rum örgütünden bir davetiye mektubu ile birlikte başvuru yapmadan. Kıbrıs’ta İnsan Haklarının Korunması için Uluslararası Dernek’in Başkanı olan Sayın Chris Clerides, yakın bir gelecekte beni bir toplantı için davet etmeyi planlamaktadır. Ayrıca üyesi olduğum Yeni Kıbrıs Derneği, Kıbrıs Yazarlar Birliği gibi diğer Kıbrıslı örgütler de beni toplantılar için davet edeceklerdir. 
 
13. Böylesi bir durumda Denktaş rejiminin nasıl davranacağına ilişkin herhangi bir işaret var mıdır?
Bekleyip göreceğiz. Örneğin, yakın geçmişte, üyesi olduğum Yeni Kıbrıs Derneği’nin yıllık toplantısı için izin alamadım, ama Ekim 2002 sonunda, Intercollege’de yapılan bir uluslararası konferansa katılmam için BM Barış Gücü’nün yardımıyla izin almıştım.
. 
14. Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs için kişi olarak daha fazlasını yapabileceklerine inanıyor musunuz?
Tabii ki. Ledra Palace’daki herkese açık toplantılarda ve Pile’de yapılanlarda fazla katkıda bulunulmuştur ve çok iyi sonuçlar vardır. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar ada dışında  ve bir utanç duvarı olan ateş hattına rağmen iyi dostluklar kurabildiklerine göre, neden burada da bütün engeller ve kısıtlamalar kaldırılarak özgürce buluşmalarına izin verilmemektedir? BM Barış Gücü, ara bir dönem için bu konuda bir sorumluluk alabilir.
 
15. Kıbrıs’ın geleceği için iyimser misiniz? Kıbrıs’ın geleceği için ne öngörmektesiniz?
İyimser olmak istiyorum, ama vereceğimiz uzun bir mücadele vardır. Önce dış müdahalelerden uzak olmalıyız. Herhangi bir ayrımcılık olmadan bütün etnik kökenlerden gelen Kıbrıslılar arasında dostluk ve işbirliğinin gelişmesine yardımcı olacak olan demokratik, federal bir Kıbrıs devletini ve çok kültürlü toplumu hep birlikte kurmak zorundayız. Çok etnili siyasal partiler olmadan, Kıbrıs’ta milliyetçiliği yenmeyi başaramayacağız ve kalıcı bir barış olmayacaktır. Sorun, hangi sınıf güçlerinin gelecekte iktidarda olacağıdır.
Aşağıda “1990-Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı”nda yer alan (CIA’ye ait) bir değerlendirmeye bakalım: “AKEL’in Kıbrıs Türk toplumu içinde yasaklanmış olmasına karşın, parti, Kıbrıslı Rumlar arasında eleştiriye neden olacağından aktif olmamayı tercih etmiştir... Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi eğer bir gün yeniden “federal bir cumhuriyet”te birleşirse, iki toplumun sol kanat partilerinin seçmen gücünün birlikte, başkanlık seçimlerindeki oyların çoğunluğunu oluşturabileceği düşünülebilir.” (T.W.Adams tarafından kaleme alınmış olan Kıbrıs bölümü, s.608) O nedenle Kıbrıslılar arasında ayrılık ve taksim zorunlu olmaktadır. Gadalaves? (Anladın mı?)
 
Dr. Cavit AİHM’ye mektup gönderdi.
2003-09-24 | Simerini |

Kıbrıs Türkü Dr. Ahmet Cavit AİHM'ye bir mektup gönderdi. Mektubunda Ankara'nın kendisine ödemek ile yükümlü olduğu para cezasının Kuzey tarafından ödendiğini, Kuzey'in Türkiye yönetiminin bir uzantısı olduğunu ifade etti. Türkiye Cumhuriyeti AİHM'nin aldığı bir karar uyarınca Dr. Ahmet Cavit'e özgür bölgelere geçme hakkını elinden aldığı için 20 bin lira tazminat ödemeye mahkum edilmişti. Söz konusu ceza Kuzey kısmı tarafından Dr. Cavit'in banka hesabına yatırıldı.

Cavit'in avukatı H. Klerides'in Proto radyosuna yaptığı açıklamaya göre Cavit'e parayı Türk lirası olarak alması için baskı uygulandı.

Klerides söz konusu Dr. Cavit tarafından yollanan mektup sonrası dosyanın artık kapandığını belirtiyor. Söz konusu durumun Kuzey'in tanınması anlamına gelmediğini ya da Türkiye tarafından ödenecek diğer tazminat davaları için örnek teşkil etmeyeceğini belirtiyor.

Hükümet sözcüsü K. Hrisostimidis'den AİHM tarafından Dr. Cavit'e tazminat ödeme cezasına çarptırılan Türkiye'nin Kuzey aracılığı ile söz konusu tazminatı ödeme konusunda yorum yapılması istenince "Kuzey'in bir uydu olarak kabul edildiğini" ve "Türkiye tarafından bir ödeme yapıldığının kabul edilmediğini, Mahkeme tarafından cezaya çarptırılan ve borcu ödemekle yükümlü bulunan merciinin Türkiye olduğunu" ifade etti. Sözlerine bir Kıbrıs Rumu'nun AİHM'ye baş vurduğu ve tazminat kazandığı bir koşulda farklı olacağını ekledi. Hükümet sözcüsü Kuzey tarafının ödediği miktar hakkındaki rakamların tamamen gazete kaynaklarına dayandığını konu hakkında resmi bir malumata sahip olmadıklarını ifade etti.

Loizidu davası ve Loizidu'ya ödenecek tazminatın Kuzey'deki "tazminat komisyonu" tarafından ödenmesi konusunda ise Hrisostimidis yorum yapmak istemediğini ifade etti.

Soruları cevaplarken "tazminat parası Türkiye tarafından ödendiği takdirde, ve bunun da böyle olması doğal çünkü AİHM Türkiye'yi cezalandırdı ve bu Türkiye'nin uydusu 'Kuzey' üzerinden ödendiği durumda herhangi bir sorun yaşanmayacaktır." dedi.

Hrisostimidis Bir Kıbrıs Rum'una ödenecek tazminatta da aynı işlemin geçerli olup olmayacağı konusunda ise "o zaman koşulların farklı" olacağını söyledi.


AİHM, Dr.Ahmet Cavit An davasında Türkiye’nin itirazını reddetti: Tazminat ödenecek

Lefkoşa (Özel):
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kıbrıslı Türk Dr.Ahmet Cavit An'ın davasıile ilgili olarak Türkiye’nin yaptığı temyiz başvurusunu reddetti. 9 Temmuz 2003 tarihinde toplanan Mahkemenin “Grand Chamber” adlı organı, 20 Şubat 2003’de aldığı kararın son ve kesin olduğunu Türkiye’ye duyurdu. Bu durumda, red tarihi olan 9 Temmuz 2003 tarihinden başlayarak, üç ay içinde, bir başka deyişle 8 Ekim 2003 tarihine kadar, Türkiye’nin toplam 19 bin 714 Euro’luk tazminatı Dr.Ahmet Cavit An ve avukatına ödemesi gerekiyor.

AİHM kurallarına göre, mahkeme kararının açıklanmasından üç ay sonrasına kadar, “Grand Chamber”e başvurularak, karar aleyhine şikayet yapılabiliyor. Ancak davanın yeniden görüşülmesi, sadece“istisnai durumlar”da mümkün olmakta ve 5 yargıçtan oluşan organ, sadece“ciddi” bir neden olması halinde davayı yeniden ele almaktadır. Türkiye’nin, üç aylık bu sürenin dolacağı son günde yaptığı temyiz başvurusu, “Grand Chamber”tarafından görüşülmeye değer bulunmayarak, reddedilmiş bulunuyor.

1989-90 yıllarında faaliyet gösteren iki toplumlu “Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu”nun Kıbrıslı Türk koordinatörü olan Dr.Ahmet Cavit An, Kıbrıs’ın Türk askerinin işgali altında bulundurulan bölgesinde örgütlenme özgürlüğünün kısıtlandığı gerekçesiyle, 1992’de Türkiye aleyhine dava açmıştı.

AİHM, 11 yıl sonra verdiği kararda, Kıbrıs Türk makamlarının An'ın örgütlenme özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddesine aykırı olduğunu onaylamış ve şikayet sahibini haklı bulunmuştu. Mahkeme, bu davada Türkiye'yi, Dr.Ahmet Cavit An'a 15 bin Euro manevi tazminat, 4 bin 714 Euro da masraflar olmak üzere toplam 19 bin 714 Euro ödemekle cezalandırmıştı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder