2 Mayıs 2014 Cuma

KIBRIS İŞÇİ SINIFININ GEÇMİŞTEKİ GÜZEL İŞBİRLİĞİ GÜNLERİ


             Kıbrıs Komünist Partisi, 14 Ağustos 1926’da resmen kurulduğu zaman, kurucuları arasında herhangi bir Kıbrıslı Türk yoktu. Partinin amaçlarından biri, “Rumlar ile Türklerden oluşan İngiliz aleyhtarı bir cephenin kurulması” olmasına rağmen, Kıbrıs Türk toplumu ile olan teması çok sınırlıydı. Parti önceleri adanın bağımsızlığını, daha sonra da özerkliğini desteklemişti. Kıbrıs Komünist Partisi ile adanın Yunanistan ile birleşmesini (enosis) savunan Kıbrıslı Rum milliyetçiler arasındaki fikir ayrılığı da, komünistlerin ana hedefi olan “anti-emperyalist birlik cephesi”nin kurulmasına engel oldu. Öte yandan Kemalizm, Türkiye’de ve Kıbrıslı Türkler arasında geçerli olan tek ideoloji idi. Türkçe dilinde yayımlanmış sosyalist eserler, Kıbrıs’ta yok gibiydi. 1923’de yasaklanmış olan Türkiye Komünist Partisi’nin etkisi ise, Türkiye’de bile yok denecek kadar azdı.     

            Eldeki bilgilere göre, bazı Kıbrıslı Türk işçiler, Nisan 1919’da kurulmuş olan İnşaat İşçilerinin Sendikası’nda Kıbrıslı Rumlarla birlikte örgütlenmişler ve 1924’de tek bir örgüt çatısı altında bütün işçileri örgütlemiş olan Leymosun İşçi Merkezi’nin faaliyetlerinde Kıbrıslı Türk işçiler de yer almıştı. Kıbrıslı Türklerin, Merkezin amaç ve hedeflerini öğrenebilmeleri için, Leymosun İşçi Merkezi’nin tüzüğü, Türkçeye de çevrilmişti. Kıbrıs Komünist Partisi’nin kurucularından olan Yannis Lefkis, anılarında, İşçi Merkezi’nin tüzüğünün iyi Rumca bilen Mustafa adlı bir Kıbrıslı Türk tarafından Türkçeye çevrildiğini ve bu kişinin sonradan Türkiye’ye göç ederek, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda bir süre çalıştığını yazmaktadır. Merkezin açılış törenine hem Kıbrıslı Türkler, hem de Kıbrıslı Rumlar katılmış ve tüzük, oybirliği ile kabul edilmişti.

            Kıbrıs’taki ilk komünist yayınlardan biri olan “Neos Antropos” ile Birlik adlı Kıbrıs Türk gazetesinin iyi ilişkiler içinde olduğunu görülmektedir. Birlik gazetesi, 30 Ocak 1925 tarihli (Sayı:53) nüshasında, Leymosun’da yayımlanan Neos Antropos gazetesinin yazarları adına H.Solomonidis tarafından kaleme alınmış olan bir mektubu yayımlamıştı. Bay Solomonidis, “Neos Antropos” gazetesinin ilk sayısının çıkması nedeniyle, Birlik gazetesinin gönderdiği mektuba teşekkür etmekteydi. Bay Solomonidis, Birlik gazetesini büyük bir ilgi ile izlemekte olduklarını ve karar vermiş olmalarına rağmen, Leymosun’da Türkçe basabilen basımevi olmadığı için, gazetenin yarısını Türkçe olarak basmayı başaramadıklarından üzüntü duyduklarını belirtmekteydi. Birlik gazetesi de, bir sonraki nüshasında, Neos Antropos’un bir makalesini Türkçe olarak yayımlamıştı. Bu makalede, Kıbrıs halkının, Yunan idaresinde yaşamak uğruna, İngiliz idaresinden ayrılmak istemediği belirtilmekteydi.  

            Nisan 1924’de Lefkonuk’ta avukat Kiryakos Rossidis tarafından düzenlenen tarım işçilerinin ilk toplantısına, 250 Rum ve 65 Türk delege katılmış ve seçilen heyette iki Kıbrıslı Türk yer almıştı. İkinci toplantı, Temmuz 1925’de Lefkoşa’da yapılmış ve ortak bir “Rum-Türk Köylü Partisi”nin oluşturulması kararlaştırılmıştı. Ne var ki, kişisel görüş ayrılıkları yüzünden bu parti kurulamamıştı.  

            Türkçeye çevrilip, Lefkoşa’da 20 Ekim 1931 tarihinde basılmış olan bir başka kulüp tüzüğü daha bilinmektedir. Bu, 16 sayfa tutan “Lefkoşa Amele Kulübü”ne ait  “Nizamname-i Esasisi”dir. 500 adet basılarak, tanesi bir kuruşa satılmıştı.

            1920’lerin sonu ve 1930’ların başında, Kıbrıs’ta kuraklık ve yoksulluk hüküm sürerken, dünyada da ekonomik kriz vardı. Kıbrıs halkı, sosyalizm fikirlerine yönelmiş ve işçi sendikalarında örgütlenmeye başlamıştı. Öte yandan, İngiliz sömürge yönetimi, ceza yasasını değiştirip, solcu kitapları yasaklayarak, işçi sınıfı hareketinin gelişmesini engellemeye çabalamaktaydı. 

            Rumların Ekim 1931 ayaklanmasından sonra, İngiliz Sömürge Anayasası ve Kavanin Meclisi ortadan kaldırıldı. Bu olaylardan önce, 13 Ağustos 1931 tarihli Söz gazetesinde “Sürüden ayrılanı kurt kapar” başlığı altında çıkan ve o günlerde Kıbrıslı Türk solcuların siyasal faaliyetleri hakkında bize fikir veren bir makalede şunları okumaktayız:

            “Son birkaç haftadır Lefkoşada olduğu gibi diğer kaza merkezlerinde de komonistler beyannameler çıkarıyorlar ve asnafı Bolşevikliğe davet ediyorlar. Biz, Komonistlerin neşrettikleri beyannameleri tahlil ve terviç edecek değiliz; yalnız bunları imza edenler arasında bir kaç ta Türk ismi gördüğümüz için en ziyade bunlarla meşgul olacak ve buna dair fikir ve kanaatımızı izaha çalışacağız... Bolşeviklere yanaşan ve karışan Türklerin kimler olduklarını bilmiyoruz. Fakat kimler olursa olsun, bu hareketleri ile bizi gücendirdiler ve pek tehlükeli bir vaziyete soktular...Kendini bilmeyen cahil bir iki Türk, Komonistlerin propagandasına kapılmış ve bizden ayrılmışlarsa, bunda Cemaatımızın bir kusuru ve hatası yoktur. Hata varsa bizden ayrılan ve karanlık yollara sapanlardadır ki bunları da sürüden ayrıldıkları için hiç şüphe etmeyiz ki kurtlar yiyecektir.”

            Kıbrıs Komünist Partisi ve ona yakın sekiz kuruluş, Ağustos 1933’de, var olan yasalarda yapılan değişiklikler ardından yasadışı ilan edildiler. Komünist Parti’nin liderleri ada dışına gönderildiler. “Hronos” adlı Kıbrıs Rum gazetesi, 4 Ekim 1933 tarihli nüshasında, Gilan köyünden Hasan Hilmi adlı bir Kıbrıslı Türkün de, komünizm propagandası yapma suçundan tutuklananlar arasında olduğunu yazmıştı.

            İngiliz sömürge yönetimi, 1941’de siyasal parti çalışmalarına izin verince, AKEL, Kıbrıs Komünist Partisi’nin yasal organı olarak kuruldu. AKEL’in kurucuları arasında da yine herhangi bir Kıbrıslı Türk yoktu.

            AKEL, 1943’ün başında yapılan 2. Kongresinde, Yunanistan ile birleşme politikasını benimseyince, hem sendikal harekette, hem de siyasal çalışmalarda, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında bazı sorunlar çıkmaya başladı. Burada, ilk defa olarak, işçi sınıfının etnik temelde bölünmese tanık olduk.

              Kıbrıslı Türklerin oluşturduğu ilk sendika, Niyazi Dağlı’nın önderliğinde, 12 dülgerin ortak işçi sendikalarından ayrılarak, 27 Kasım 1942’de kurdukları  “Lefkoşa Türk Dülgerler Birliği”dir. Yeni kurulan Pan-Kıbrıs Çiftçiler Birliği (PEK)’nden Kıbrıslı Türk işçilerin 1943’de ayrılma nedeni de yine, enosis propagandası idi. PEK’in enosis eğilimleri, Kıbrıslı Türklerin bu örgütte daha fazla kalmalarına engel oldu. Kıbrıslı Türk köylüler, 1 Mayıs 1943’de kendilerine ait “Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği”ni kurdular.

            Kıbrıs işçi sınıfı hareketinin etnik temelde bölünmesi, 13 Ağustos 1944’de, yüzlerce Kıbrıslı Türk işçinin, yeni Kıbrıs Türk sendikalarını kurmak üzere, PEO binasını terk etmeleri ile daha da derinleşti. 1945 yılında, ayrı Kıbrıs Türk sendikalarında 843 Kıbrıslı Türk işçi, “Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri” adı altında örgütlenmişti.

            Derviş Ali Kavazoğlu’nun takma adı olan D.A.Alkan imzasıyla, Halkın Sesi gazetesinin 13 Haziran 1944 (Sayı:429) tarihli nüshasında yer alan “Türk Amele Birliği Rumlardan niçin ayrılmıştır?” başlıklı yazısında, Lefkoşa Amele Birliği Kaza Heyeti Sekreteri Yagovides’in 28.5.1944 tarihli Aneksartitos gazetesindeki makalesine şöyle yanıt verilmekteydi:

            “(...) 25 Martta birlik binanızı kendi bayraklarınızla süslediniz ve bu günün önemini belirten bir çok nutuklar söylediğiniz halde, bizim hiç bir milli günümüzde birliğinize hiç bir Türk bayrağı çektirmediniz ve bu gibi günlerimizden hiçbirini tesid için tek bir kelime bile söylemediniz En fenası şu ki en büyük spor bayramımızda Ankaradan radyo dinlememize fırsat bile vermediniz. (...) Genel sekreteriniz Bay Zartides, Kıbrısın Yunanistana ilhak edilmesi için İngiltere Başvekaletine tantanalı bir telgraf çekmiştir! Birliğinizde yüzlerce Türk ve birçok Ermeniler aza bulundukları halde, bazı genel toplantılarınızda “kardeşler! Yunan olmamız dolayısile mücadeleye devam ederek teşkilatlanmalıyız ki harp sonunda milletimizi yükseltebilelim!” diye haykırıyordunuz. Mademki ırk ve din farkı gözetmiyorsunuz hükümetçe tanınmış olan kaza heyeti arasında neden bir tek Türk bulunmuyor? (...).” 

            Bir başka alıntı daha yapalım. 20 Haziran 1944 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yer alan Kıbrıs Türk İşçi Birliklerinin Lefkoşa Sekreteri Mehmet Niyazi’nin “Lefkoşa Kaza Amele Birliği Sekreterine açık mektup”unda şöyle denmekteydi:

            “1 Mayıs 943 yortusunda yüzlerce Rumca yazılı tabellalardan Türkçe olarak kaç tane vardı? Hiç...hiç...Bizleri bir siyasi, milli maksatlarınızı yüzümüze aksettirmediniz mi? Kıbrısın Yunanistana ilhakı için Lortlar kamarasına telgraf çekmediniz mi? 943te yapılması kararlaştırılan umumi bir grev kararında Türkçe konuşulmadığından ani olarak hatanızı yüzünüze vurunca Rum amelesi dağındıktan sonra Türk işçisini yağmur içinde durdurtmak istemediniz mi? (...) Hiç olmazsa nüfus nisbetinde işçi çalıştırttınız mı? Türk işçisinin yevmiyesi Rum işçisi gibi müsavi veya ona yakın tutulması için araştırmalar oldu mu? Sözün kısası Türkün hakkı hiç gözetildi mi? Hayır!..Hayır!..Hayır!..”

            Kıbrıs Türk gazetesi Yankı, 26 Şubat 1945 tarihli (Sayı:9) nüshasında, “Rum fırkaları ve biz” başlıklı bir makalede, Leymosun Belediyesi’nin çıkardığı bir dergide “Türklerin durumu” başlığı altında çıkmış bir yazıya değinerek, şunları yazmaktaydı:

“Leymosun belediyesinin dergisi ise ilhaka taraftar olmadığımızı kabul etmekle beraber, ileride bu davaya katılmamızı sağlamak için gayret sarfedilmesini istiyor... Biz Türkler...Türk-Rum dostluğuna gerçekten inanmışızdır. Fakat esefle görüyoruz ki Rum dostlarımızın bize karşı gösterdikleri sevgi, siyaset nezaketinden öteye geçmemiştir. Çünkü hala belediyelerde ikinci reislik makamını bile bize vermemekte ısrar ettiklerini ve belediye işlerinde Türkçeyi ihmal ettiklerini görüyoruz.”

            Yankı gazetesinin 6 Mayıs 1945 tarihli nüshasında çıkan ve “Türk İşçi Birlikleri”nin İngiltere Müstemleke Müsteşarlığı’na gönderdiği bir mektupta da şu talepler yer almaktaydı:

            “Türk memur veya işçisinin Rum tesiri altında ezilmesine meydan verilmemelidir ki Türkler de ön bulabilsinler ve başarı gösterebilsinler... Lefkoşada her mahalleye konulan sokak levhalarına Türkçenin de yazılması... Her Türke resmi makamlardan gönderilecek her hangi bir evrak Türkçe olmalı. Rumca ve İngilizce olmamalıdır.... İşçi Bayramı olan 1 Mayısın ve Milli günlerin resmen tanınması ve tesit edilmesi... Kıbrıs Türklerinin Hükûmet tarafından İslâm ünvaniyle değil, Türk ünvaniyle tanınması ve mekteplerimizin de bu nam altında tavsif edilmesi...”

            Ekim 1947’de, “İşçinin Yolu Şaşmaz” adlı ilk solcu Kıbrıslı Türk yayın organı çıkarıldı. Bu aylık dergi, içeriğinin “çok ideolojik” olması gerekçesiyle  ikinci sayısından sonra yayınını durdurdu.

13 Ocak ile 17 Mayıs 1948 tarihleri arasında 125 gün süren Büyük Maden Grevi, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum sendikacılar arasındaki işbirliğinin güzel bir örneğidir. Kıbrıs Türk liderliğine yakın olan Halkın Sesi ve Hürsöz gazeteleri, başlangıçta greve destek verdiler. Ama daha sonra desteklerini geri çektiler. İlk defa olarak günlük bir işçi gazetesinin çıkarılmasına ihtiyaç vardı. Bu ancak 19 Mayıs 1948’de, yani grevin sona ermesinden iki gün sonra mümkün oldu. Gazetenin adı “Emekçi” idi. Bu gazete günlük yayınını, 1949 yılında bir süre ara verdi, ama daha sonra haftalık olarak yeniden yayımlanmaya başlandı. Kıbrıs Türk lideri ve Halkın Sesi gazetesinin sahibi olan Dr.Küçük’ün açtığı bir zem ve kadih davası yüzünden, “Emekçi” gazetesi yayınını durdurmak zorunda kaldı. 

Ezekias Papayuannu, Ağustos 1949’da yapılan 6. Kongre’de AKEL’in yeni  Genel Sekreteri olarak seçildi. Sloganı “enosis ve yalnız enosis” idi ve Yunanistan Komünist Partisi’nin lideri olan Nikos Zahariadis’in desteğine sahipti. 

Yunanistan Komünist Partisi’nin yasadışı yayını olan Neos Kozmos, Kasım 1951 tarihli nüshasında, enosis sloganının, o zaman var olan  koşullarda, en güçlü bir anti-emperyalist hareketliliği sağladığını yazmıştı.

            Aralık 1951’de yapılan AKEL’in 7. Kongresinde kabul edilen bir kararda, “Hâlâ daha, şoven (Türkiye’ye bakan) Türk burjuvazisinin ve toprak ağalarının etkisinde bulunan Kıbrıs Türk azınlığı içindeki kişilere daha fazla dikkat verilmesi” çağrısında bulunuldu.

            AKEL’in milliyetçi politikası, Kıbrıs Türk toplumunu partiden gittikçe daha fazla yabancılaştırmaktaydı. Bir Kıbrıs Rum gazetesi olan Neos Antropos’da yayımlanan ilginç bir makale, birkaç gün sonra, Halkın Sesi gazetesinin 19 Mart 1952 tarihli nüshasında iktibas edilmişti. 

            G.Yuannidi, K.Koliyannis ve P.Rusu tarafından kaleme alınan makalenin başlığı şöyleydi: “Kıbrıs Halkının Kurtuluş Mücadelesi =Türk Azınlığı=”

            Yazının bazı bölümlerinde şöyle denmekteydi:

            “Türk azınlığı meselesi Antiemperyalist mücadele için esas meseledir. Ve AKEL bu gibi meselelere ciddiyet ve katiyetle karşı koymalıdır. (…) Mahut Yunanistan’a ilhak propagandası parolası ise, Türk işçisinin buna güç inanacağı aşikârdır.(…) Türkler Rumlara ve AKEL’cilere itimat etmiyorlar. Zira büyük Yunanistan şovenizmine emniyetleri yoktur. (…) Türklerin ve Rumların halk sendikaları, tek cemiyetleri ve diğer zirai teşkilatları olmalıdır. İşçi sınıfının bir tek partisi olmalı. Bu tek partinin (AKEL) Milli Türk Kolu olabilir.(…) Kıbrıs’taki Türk meselesi, bütün Milli mesele içerisinde, hususi Milli bir meseledir. Eğer AKEL’in Türk azınlığına karşı tam Milli bir siyaseti olmazsa, Yunan Milli Davasını, ilhak davasını da gerektiği gibi karşılayamayacaktır.(…)”  

            1948 yazından itibaren Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri ile işbirliği yapmaya başlayan PEO, Kasım 1952’de, Kıbrıslı Türk üyeleri için merkezde bir büro açma kararı aldı. Mart 1954’de, “Emekçi” gazetesinin sahibi ve başyazarı (ve 1952’den beri PEO Merkez Komitesi’nin üyesi) olan Ahmet Sadi Erkurt, PEO’nun Kıbrıs Türk Bürosu’nun başına atandı.

            AKEL de, Ekim 1954’de, Karpaz’daki Galatya köyüne kadar geniş bir şekilde dağıtımı yapılmış olan, “Partinin Türk Kolu”nun ilk Türkçe bildirisini yayımladı. Bu tarihi ilk bildiride, tanınmış Türk şairi Nazım Hikmet tarafından Kıbrıslı Türklere gönderilmiş olan mesajdan aktarılmış şu istek de yer almaktaydı: “Kıbrıs’ta barış için, hürriyet için, Kıbrıs’ın sömürge olmaktan, emperyalizme askeri üs vazifesi görmekten kurulması için dövüşen Kıbrıslı Rum kardeşlerinizle el ele verin. Aynı safta yan yana dövüşün.”

            1954 yılının sonunda, 1,500 Kıbrıslı Türk işçinin PEO’da örgütlendiğini görüyoruz. Solcu sendika PEO, sık sık Türkçe bildiriler ve “İşçi Bülteni” adlı aylık bir yayın yayımlamaya başlamıştı. Hatta “İşçinin Sesi” adında haftalık bir sendika gazetesinin yayımlanması planlanmıştı, ama “İnkılapçı” adlı haftalık bir gazetenin 13 Eylül 1955’den itibaren yayımlanmaya başlaması ile bu plan gerçekleştirilmedi. 

            İşçilerin sesi haline gelen “İnkılapçı” gazetesi, sadece 14 hafta çıkabildi. O günlerde önemli olan bütün sosyal ve ekonomik konularda makale ve haberler yayımlamaktaydı. Ama İngiliz Sömürge Yönetimi’nin 14 Aralık 1955 tarihinde olağanüstü durum ilan etmesinden sonra, bu gazete, AKEL’in günlük gazetesi olan “Neos Demokratis” ile birlikte kapatıldı. Önce AKEL, daha sonra da köylülerin, gençliğin ve kadınların solcu örgütleri, yasadışı ilan edildi ve birçok solcu tutuklanarak hapse atıldı. “İnkılapçı”nın 12 Aralık 1955 tarihli son nüshasında çıkan “Tehdit” başlıklı makaleden de anlaşılacağı gibi, o zamanki Kıbrıs Türk liderliği ve onun yeraltı örgütü TMT, “İnkılapçı”nın yayıncılarına şu ifadeleri içeren tehdit mektupları göndermişlerdi: “İnkılapçı’nın yayınını durdurunuz. Yoksa kafanız kesilecektir!” 

            1 Mayıs 1958 günü, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk işçilerin birlikte yürüyüş yapıp, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı ortak mücadele verme kararlılığını dile getirmelerinden sonra, TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) bir bildiri yayımladı ve Kıbrıslı Rumların da örgütlü olduğu PEO sendikasından istifa etmelerini talep etti. Kıbrıslı Rumlarla işbirliği yapanların da cezalandırılacağı uyarısında bulundu. Bundan sonra, o günlerin günlük gazeteleri, “PEO’dan istifa” ilanlarıyla doldu ve ilk tedhiş eylemi, 22 Mayıs 1958’de PEO’nun Türk bölümünün başkanı olan Ahmet Sadi’nin öldürülmesi girişimiyle başladı. 24 Mayıs’ta, “İnkılapçı” gazetesinin yazı işleri müdürü olan Fazıl Önder öldürüldü. Diğer ilerici Kıbrıslı Türkler de, Lefkoşa ve Leymosun’da ya öldürüldü veya yaralandı.     

            Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği, hep birlikte, adanın taksiminin Kıbrıs sorununun tek çözüm yolu olduğunu öne süren politikalarını sürdürmekteydiler. Adanın taksim edilmesine karşı olan Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk solcular da, seslerini yükseltmekte ve bu politikaya muhalefet etmekteydiler. Örneğin AKEL’in Kıbrıs Türk Kolu, o sıralar adayı ziyaret etmekte olan Prof. Nihat Erim’e verdikleri bir mektupta, ona şu görüşlerini iletmişlerdi:

“Ayrılmaz bir bütün olan Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar, bu topraklarda yüzyıllarca birlikte yaşamışlar ve yaşamaktadırlar.(…) Adayı taksim etme fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hâl şekli olmayacağı gibi, kabili tatbik de değildir. Çünkü Kıbrıs Türk ve Rum halkı ayrı ayrı iki mıntakada yaşamamaktadır. Böylece ortaya bir muhaceret işi çıkacaktır ki, o zaman Kıbrıs çıkmazı ikinci ve en büyük çıkmaza girecektir. Böyle hadiselerin hangi menfaatlere hizmet ettiğini tarih hepimize göstermiştir.”
          
                                                             ***

            Aradan geçen 50 yıla yakın süre içinde, AKEL’in Türk Kolu’nun öngörüsünün doğru olduğunun kanıtlandığına tanık olmaktayız. Kıbrıs de-fakto olarak taksim edilmiştir. Kıbrıs’taki bütün emekçi halkın partisi olması gereken AKEL, ne yazık ki 1974’den sonra, “Azınlıklar Dairesi” denen bürosunu kapatma kararını almıştır.

            Bugün güzel adamızın taksimini yaşadığımız bir zamanda, bütün Kıbrıslıların ortak anti-emperyalist cephesinin oluşturulmamasından doğan yaşamsal hatanın nedeni bu değil midir? Mücadelemiz ortak olduğuna göre, neden hâlâ daha Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk emekçi kitlelerinin birleşik cephesini kuracak durumda değiliz?


Kaynaklar:

1.Ahmet An, KKP/AKEL’in 80. kuruluş yıldönümü üzerine düşünceler (8 yazı), Afrika gazetesi,  15-22 Mayıs 2005

2. Ahmet An, Kıbrıs Türk Solunun Geçmişi ve Bugününe Bir Bakış, Ex İbarhi (Rumca), No.47 (Kasım 2003) ile No.51 (Mart 2004) arasında çıkmış 5 yazı

3. Ahmet An, Kıbrıs’ta Türkçe Basılmış Kitaplar Listesi 1878-1997, Lefkoşa 1997

4. Birlik, 30 Ocak 1925, No.53 (aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs gazetesi, 6 Mayıs 2002)

5. Birlik, 6 Şubat 1925, No.54 (aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs gazetesi, 8 Temmuz 2002)

6. Kemal Cankat, Ekim Devriminin Kıbrıs İşçi Sınıfının siyasal örgütlenmesine etkisi, Söz gazetesi, 6-13 Kasım 1987

7. Köylü gazetesi, 8 Kasım 1954 ve Halkın Sesi gazetesi, 20 Ekim 1954 (No: 3528)

8. Michalis Michaelides, The Turkish Cypriot Working Class and the Cyprus Labour Movement, The Cyprus Review, Fall 1993, pp.33-57

9. Nihat Erim, Bildiğim, gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.55-57

 
(Bu yazı, PEO ve DEV-İŞ tarafından 13 Ekim 2005 tarihinde Lefkoşa’da düzenlenen “1948 Maden Grevi” konulu toplantıda, İngilizce olarak sunulan bildirinin Türkçe çevirisidir. AKEL’in 24-27 Kasım 2005 tarihleri arasında Lefkoşa’da yapılacak olan 20. Kongresi öncesinde, Afrika gazetesinin 23-26 Kasım 2005 tarihli nüshalarında 4 ayrı yazı halinde tefrika edilmiştir.)

 

 

 

45 YIL ÖNCEKİ 1 MAYIS KUTLAMALARI VE SONRASI


          Yeraltı örgütü EOKA’nın Kıbrıslı Rum komünistlere karşı 1957 sonbaharında başlattığı tedhiş olayları, 1958’in Ocak ayında yoğunlaşan anti-komünist kampanya çerçevesinde doruk noktasına ulaşmış ve solcu sendikacılar ile demokrat yurtseverler, maskeli saldırılar, silahlı baskınlar, kahvehanelerden, evlerden insan kaçırma, dövme, öldürme eylemleri, “vatan hainlerinden korunun” ihtarları ile ya öldürülmüş, ya da sindirilmek istenmiş, Kıbrıs adası adeta bir cehenneme dönüştürülmüştü.

SON ORTAK KUTLAMA

Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT’nin de, 1 Mayıs 1958 günü Rumlarla birlikte ortaklaşa yapılan kutlamadan sonra, aynı doğrultuda harekete geçerek, ilerici ve yurtsever Kıbrıslı Türklere karşı benzeri tedhiş ve öldürme eylemlerine girişti. Kıbrıs işçi sınıfının etnik köken ayrımı gözetmeden, sınıfsal kardeşlik temelinde ortaklaşa kutladığı bu son 1 Mayıs etkinliği, ne yazık ki Kıbrıs Türk toplumunun geçmişinde derin izler bırakan ve hâlâ daha nefretle anılan bir baskı döneminin başlamasına neden oldu.

            1 Mayıs 1958 İşçi Bayramı yürüyüşüne, binlerce Rum işçisi ile birlikte yüzlerce Türk işçisi katılmış ve Lefkoşa’nın ana caddelerinde Yunan ve Türk milli bayrakları taşınarak, işçi sınıfının ortak şiarları haykırıldı. Bu yürüyüş ve gösteride, gerek Kıbrıs Türk, gerekse Kıbrıs Rum halkının ortak düşmanı olan İngiliz emperyalizmi kınanarak, ona karşı ortak mücadele verilmesi gerektiği vurgulandı. Yapılan konuşmalarda Türk ve Rum işçileri, Kıbrıs işçi sınıfının hak ve çıkarları için, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı, omuz omuza mücadele etmekte azimli olduklarını açıkladılar. Konuşmacılar, İngiliz-Amerikan emperyalizminin adayı ve ada halkını bölme planlarına karşı çıkıp, işçi sınıfının Kıbrıs’ın iç ve dış düşmanlarına karşı güç ve iş birliği yapmasını savundular.

Bu ortak düşmana yönelik güçbirliği, İngiliz sömürge yöneticileri ile onların yerli işbirlikçilerini fazlasıyla tedirgin etti. Kıbrıs Türk lideri Dr.Fazıl Küçük, aynı gün bir konuşma yaparak, “komünistler”e şiddetle çattı ve  Rum aleyhtarı düşmanlık duygularını tahrik etti. Bu konuşmanın yapıldığı günün gecesi, yeraltı örgütüne üye bir grup, solcu Kıbrıslı Türklerin devam ettiği Lefkoşa Türk Eğitim-Spor Kulübü (T.E.K.)’nü basarak yağma etti, üyelerine de “Rumlara satılmış” damgasını vurdu. Sömürge yönetimi polisinin gözü önünde işlenen bu çapulculuğun tek bir suçlusu bile yakalanmadı, kimse de sorumlu tutulmadı. (Bkz. A.An, Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar 1942-1962, Lefkoşa 1996, s.79)

 
T.E.K. KULÜBÜNÜN EŞYALARI YAKILDI

            4 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesi, Rumca Haravgi gazetesinin 1 Mayıs gösterisi ve ardından gelişen olaylarla ilgili olarak şu haberi verdiğini aktarmaktaydı. Haravgi gazetesinin haberinde, TEK adlı Türk Eğitim-Spor Kulübünün eşyalarının yakılmasına temas edilerek, şöyle denmekteydi:

            “Solcu sendikalarının 1 Mayıs gösterileri esnasında bazı Türk fotoğrafçılarının durmadan resim aldıkları müşahade edilmiştir. Daha sonra Türk semtinde “TEK” kulübünün solcu gösterilerine bir heyet gönderdikleri söylentileri yayılmağa başlamıştı. Bu kulübün üyelerinin de Rum solcu sendikalarına satıldıkları iddia edilmiştir. Gece saat 9’da ise bu binaya hücum eden 30 kadar fanatik Türk, kulüb eşyalarını sokağa fırlatarak yakmışlardır. Aynı gün Atatürk Ortaokulunu ziyaret eden Türklerin lideri Dr.Küçük talebelere komünistler ile hiçbir temasta bulunmamalarını söylemiştir.”

 
PEO’DAN ZORLA İSTİFALAR

            Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT, Mayıs’ın ilk haftası içinde yayımladığı bir bildiride, solcu işçi sendikası PEO’ya üye olan Türk işçilerden istifa etmelerini istedi ve bundan böyle Rumlarla işbirliği yapanların cezalandırılacağı uyarısında bulundu. Günlük Türkçe gazeteler, PEO’dan istifa ilanları ile dolup taşmaya başladı. Estirilen tedhiş ve korku havası, emekçi halk üzerinde etkisini göstermeye başladı.

            Bilâhare Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu Genel Sekreteri Niyazi Dağlı, PEO ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle görevinden alınacak ve yerine İngiliz sömürge yönetimindeki yardımcı polislik görevinden ayrılan Necati Taşkın getirilecekti.

            1958 yılında 8 Türk sendikasında 1137 işçi örgütlü iken, bu sayı 1959’da PEO’dan istifa edip, Türk sendikalarına geçmeler sonucu, 36 sendikada 4,829 örgütlü Kıbrıs Türk işçisi şeklinde değişecekti. Necati Taşkın’ın işbaşına getirildiği 5 Temmuz 1959 tarihi, daha sonra “ihya ediliş” olarak nitelendirilecek ve Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun 1963 yılında yapılan 5. Genel Kurulu’nda konuşan zamanın toplum liderlerinden Dr.Fazıl Küçük, bu girişimi, “içine muzır elemanların karıştığı örgütün, sonunda Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu yardımıyla temizlenmesi” olarak nitelendirecekti. (Bkz. A.An, agy, s.79-80)

 
“TA TAKSİM, YA ÖLÜM”

            TMT, o sıralarda yeniden belirlenecek olan İngiltere’nin Kıbrıs politikasını etkilemek amacıyla, 18 Mayıs 1958 günü yayımladığı bir bildiride, toptan eylem zamanının geldiğini duyurmaktaydı. Pile’de ele geçen bir TMT bildirisinde, “İngiltere, Kıbrıs’a muhtariyet verdiğini ilan ettiği gün, bu ada kan ve ateş içinde boğulacaktır” denmekte; Kıbrıs Türklerinin hazırlıklarını tamamlamaları ve gelecek 15 gün içinde eyleme geçecek şekilde hazırlıklı olmaları talimatı verilmekteydi.

            20 Mayıs 1958’de Lefkoşa’da dağıtılan TMT bildirisinde ise, halktan, silah azlığı yüzünden morallerini bozmamaları isteniyor, Anadolu’daki savaşın değnek ve nacaklarla mücadele edilerek kazanıldığı söyleniyordu. İngiliz yazar Nancy Crawshaw’a göre, “yerel liderler, halka, evlerinde bıçak, nacak, balyoz, sivri uçlu aletler, büyük taşlar, kaynar sular ve petrol biriktirmelerini tavsiye ederken, Türk evlerine helmetli Türk asker resmi altında, bölünmüş Kıbrıs adasını gösteren resimler asılmaktaydı. Türkiye’nin yardımlarına geleceğine inanan Kıbrıslı Türkler, Rumların dörde bir sayıca üstünlüğünden hiç de yılmıyorlardı. EOKA’nın fanatikliği, şimdi YA TAKSİM, YA ÖLÜM diyen TMT’ye geçmişti.” (Bkz. The Cyprus Revolt, London 1978, s.287)

 
SENDİKACI AHMET SADİ ERKURT’A SİLAHLI SALDIRI

            İlerici, demokratik düşünceli Kıbrıslı Türkleri sindirmeye yönelik ilk öldürme teşebbüsü, 22 Mayıs 1958’de PEO’nun Türk Şubesi Başkanı Ahmet Sadi Erkurt’a karşı yapıldı. Ahmet Sadi evinden çıktığı sırada, kapısı önünde “kimliği meçhul” üç kişi tarafından ateş yağmuruna tutuldu. Yanında bulunan eşi yardımına yetişip Ahmet Sadi’yi bedeniyle korumaya çalıştığı sırada, suikastçiler silahlarını himayesiz kadının üzerine boşalttılar ve her ikisini de kan revan içinde bırakarak kaçtılar. Ama bir tesadüf eseri, ağır yaralar almış olmalarına rağmen, her ikisi de ölümü atlatabildi.

            Ertesi gün yayımlanan 23 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesi, “Solcu İşçi Birliklerinde çalışan Sadi Erkurt ile karısı vurularak yaralandı” başlıklı haberinde şunları kaydetmekteydi:

            “Dün sabah saat 8 raddelerinde Lefkoşa’ya bağlı Küçük Kaymaklı köyünde...Sadi Erkurt ile karısı (Leman-A.An), sabahleyin Lefkoşa’ya gelmek üzere evlerinden çıkmışlar ve kilise yolu üzerinde Lefkoşa’ya gelecek bir otobüs beklemeğe başlamışlardı. Bu sırada kilise tarafından iki meçhul şahsın gelmekte olduğunu gören Sadi Erkurt, hareketlerinden şüphelenmiş ve karısına “kaçalım, bizi vuracaklar” diye haykırınca, karı-koca kaçmağa başlamışlardır. Bu sırada arkadan gelen iki meçhul şahıs onlara ateş açmışsa da birini kıçından, diğerini de elinden yaralamış, fakat Sadi Erkurt’un karısı ani bir şok geçirmiştir. Hastaneye kaldırılan her iki yaralının da yaralarının ağır olmadığı bildiriliyor... Ahmet Sadi Erkurt ile karısına vurulması haberi Rum komünist çevrelerinde işitilir işitilmez, işçiler greve inmişler ve Solcu Sendikalar Birliğinde toplanmışlardır...Yalnız Lefkoşa’nın muhtelif yerlerinde çalışan yalnız solcu işçi birliklerine dahil olan işçilerin greve iştirak ettiği bildiriliyor.”

            Halkın Sesi gazetesi ise, 23 Mayıs 1958 tarihli nüshasında olayı, “Küçük Kaymaklıda vurma hadisesi” başlığı altında vermekte ve şöyle yazmaktaydı:

            “1 Mayıs günü Rumlarla beraber birkaç satılmışın yaptıkları yürüyüş ile ilgisi olduğu söylenilen Ahmet Sadi, azılı komünistlerden olup, Rum solcu sendikasının elebaşlarındandır. Resmi olarak verilen haberlerde olayın siyasi mahiyet taşıdığı ve tecavüz hareketinin Türkler tarafından yapıldığı iddia edilmektedir.”

 
HARAVGİ’NİN HABERİ

            Bozkurt gazetesinin 24 Mayıs 1958 tarihli nüshasında, Ahmet Sadi’ye yapılan silahlı saldırı Haravgi gazetesinden şöyle aktarılmaktaydı:

            “Dün bazı tecrübesiz caniler, caniyane bir teşebbüse girişmişlerdir. Eski Sendikalar AKEL Türk Ofisi reisi Ahmet Sadi’ye iki genç birkaç el silah atmışlardır. Bu arada Sadi’nin karısı, kendisini müdafaa etmeğe çalışırken ağır surette yaralanmıştır. Bu haber üzerine bütün Solcu Sendikalar üyeleri, işlerinden vazgeçerek AKEL binalarında bir toplantı yapmışlardır. Bu vurma hadisesinin sebebinin, Türklerin, Rumlarla işbirliği yapamıyacağını söyledikleri halde, solcu kutlama törenlerine bu şahsın katılmasıdır. Bu arada Hulûs Çağlar isimli bir solcu söz almış ve Türklere silahla cevap vermiyeceğini, sadece solcu sendikalarda üye bulunanların 2000-4000 arasında olduğunu söylemekle iktifa edeceğini söylemiş ve bütün komünistler tarafından alkışlanmıştır.”   

            Lefkoşa’da yapılan bu protesto toplantısında söz alan diğer emekçiler de yaptıkları konuşmalarda, Türk ve Rum işçilerin birlik ve beraberliğini, barış içinde birlikte yaşamalarını darbelemeye, parçalamaya yeltenen sömürgecilerin ve yerli işbirlikçilerinin içyüzünü ortaya koydular.

Bu kanlı olaydan sonra, hayatının hiçbir şekilde güvenlik içinde olmadığını gören Ahmet Sadi, ailesiyle birlikte adadan göç etmek zorunda kalarak, Londra’ya yerleşti.

           
SIRA KİMDE?

            Sendikacı Ahmet Sadi’yi öldürme girişiminden iki gün sonra, 24 Mayıs günü saat 10.45’de Lefkoşa’nın Türk kesiminin tam merkezinde silahlı tedhişçiler, herkesin gözü önünde bu defa da Fazıl Önder Saraç’a ateş ettiler.

            Bozkurt gazetesi, 25 Mayıs 1958 tarihli nüshasında olayı şöyle vermekteydi:

            “Solcu bir Türk vurularak öldürüldü. Diğer bir solcunun da Londra’ya kaçırıldığı bildiriliyor. Dün sabah saat 10.45 raddelerinde Lefkoşa’da Selimiye Camii civarında meçhul bir şahıs tarafından vurulmak suretiyle öldürülen 32 yaşındaki Fazıl Önder, şehrimizde solculuğu ile tanınmıştı.

            Bundan bir hafta evvel cemaat aleyhine olan hareketlerinden vazgeçmesi için kendisine ihtar yapılmış ve bir açıklamada bulunması istenmiştir. Fazıl Önder böyle bir açıklamada bulunmıyacağını ve idealinden fedakârlık yapmıyacağını söylemiştir.

            Hadise şöyle cereyan etmiştir: Fazıl Önder, dün sabah Küçük Kaymaklı’daki evinden kalkarak Lefkoşa’ya gelmiş ve dükkanında ortağı ile birlikte çalışmaya başlamıştı. Saat 10.45’de meçhul bir şahıs, makine başında çalışmakta olan Fazıl Önder’e üç el ateş açmış ve isabet kaydetmiştir. Fazıl Önder kurşunları yediği halde mukabele etmeğe davranmış ve bu sırada arkasına bir de kama işlenmiştir. Bu kama, Fazıl Önder’in ölümünden sonra hastahanede zorlukla çıkarılmıştır. Yaralandıktan sonra hastahaneye kaldırılan Fazıl Önder orada ölmüştür. Yayınlanan resmi bir tebliğde 38’lik bir tabanca kullanıldığı ve tahkikatın devam ettiği bildirilmektedir.

            Diğer taraftan Sadi Erkurt’un vurulduğu gün solcu işçilerle birlikte bir konuşma yapan Hulûsi Çağlar’ın Rumlar tarafından Londra’ya gönderildiği haber veriliyor.”

            25 Mayıs 1958 tarihli Halkın Sesi gazetesi de, olayı” Lefkoşa’da vurma hadisesi” başlığı altında vermekte ve 32 yaşındaki Fazıl Önder’in öldüğü olayı şöyle aktarmaktaydı:

            “Bazı meçhul şahıslar ellerinde 38’lik bir tabanca olduğu halde, dört el ateş açmışlar, fakat isabet kaydedememişlerdir. Tam bu sırada başka bir meçhul şahıs, onu bıçakla yaralamış ve ölümüne sebeb olmuştur. Hadise Müftü Asım Efendi ile Ayasofya sokakları kavuşağında olmuştur. Küçük Kaymaklılı olan Fazıl Önder, bir komünist uşağı olmakla tanınmıştı. Haber verildiğine göre, polis mesele etrafında soruşturmalar yapmaktadır.”

            Aynı tarihli Halkın Sesi gazetesinin 4. sayfasında şu kişilerin solcu sendikadan istifa ilanları yer almaktaydı: Ahmet Ali Gök, Kâmil Tuncel, Mehmet Ali Topal.

            Türk yeraltı örgütü, geride dul bir eş ve öksüz bir çocuk bırakan Fazıl Önder’in korkunç bir şekilde öldürülmesinden üç gün sonra bir bildiri yayımlayarak, cinayetin kendileri tarafından işlendiğini açıklamış ve Kıbrıs Rumları ile aynı örgütlerde yer alan bütün Türklerin de aynı şekilde temizleneceği tehdidinde bulunmuştu.

 
İSTİFALAR VE AÇIKLAMALAR

            25 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesinde yer alan bir başka haberde, PEO üyesi İpsoslu Yorgos Yasunis adlı bir solcunun daha öldürüldüğü duyurulurken, 17 Mayıs 1958 tarihli nüshasında da şöyle denmekteydi: “Dün sağcılarla solcular arasında kanlı çarpışmalar oldu. Mağusa’da solcu bir Rum öldürüldü.”

            25 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt’ta, Küçük Kaymaklılı Kamil Tuncel’in “Rum İşçi Birliği’nden istifa” ettiğine ilişkin bir açıklaması yer almaktaydı. Tuncel, 27 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt’ta çıkan ikinci bir açıklamasında şöyle demekteydi:

            “Geçen günkü beyanatımı ne bir tehdit, ne de bir tazyik altında yapmış değilim... Rum semtine sığındığım şayiaları asılsızdır. İlk fırsatta Türk sendikalarına üye olacağım. Rum sendikaları siyasi maksatlarla istismar ediliyor. Geçmişte Rum sendikaların, Türk azalarının siyasi maksatlar için yapmış oldukları gösterileri protesto ederim. Siyasi bakımdan Türk cemaatının davası olan taksim fikrine sarsılmaz bağlılığımı beyan  eder ve bütün Türk cemaati ile bu dava uğrunda çalışacağıma söz veririm.”

            27 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt’ta ayrıca, 33 kişi adına Leymosun Türk Mavnacılarının şu açıklaması yer almaktaydı:

            “Leymosun Türk Mavnacılar Birliğine aza olduk. Solcu Rum Sendikalarıyla hiçbir ilgimiz yok... Milli liderlerimizin izinde yürüyeceğimize şerefimiz üzerine söz veririz.”

 
“BİR VURMA HADİSESİ DAHA”

            28 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesi şu haberi vermekteydi:

            “Dün akşam Abdurrahman Candaş ile Ayakebirli Hasan Yaman Ali yaralanmışlardır. Candaş kol ve bacağından, Hasan yalnız bacağından yaralandı. (A.Candaş’ı vuran kişi olan Hasan Yaman Ali, dövüşme esnasında kendi kendini vurmuştu.-A.An) Bir Türkün tutuklandığı haberi resmen doğrulanmadı.”

 
AÇIKLAMALAR BİRBİRİNİ İZLİYOR

            Bozkurt gazetesinin 29 Mayıs 1958 tarihli nüshasında şu açıklamalar yer almaktaydı:,

            İbrahim Hasan: “15 Ekim 1956’dan 30 Mart 1957’ye kadar Omoniya Kulübünde futbol oynadığımı ve bir seneden beri Omoniya’dan istifa ettiğimi, kayıdlı bulunduğum TEK Spor Kulübü ile hiçbir ilişkim olmadığını, bugünden itibaren Türk cemaatına ve sporuna yararlı olmak için elimden geldiği kadar çalışacağıma söz veririm.”

            Abdurrahman Cemal: “Bir buçuk seneden beri Rum İşçi Birliklerinden istifa ettim.”

            Halil Fikret Alasya: “Hiç bir zaman Rum İşçi Birliği ile alâkam olmadı, hatta  3 yıl önce kunduracılığım zamanında komünist olan o birliğin dükkanıma ve Türk muhitine yerleşmemesi için onlarla aylarca mücadele ettim... Benim parolam yalnız Türk büyüklerine itaat etmek ve onların emirlerini tatbik sahasına koymaktır.”

            Raşit Derviş: “TEK’in alelade azasıyım. PEO üyesi olmadım, son zamanlarda TEK’ten istifa edip Yeşilada Kulübüne aza oldum. Benim hiçbir zaman komünistlerle hiçbir surette alakan olmamıştır ve olmıyacaktır da.”

            Ahmet Salih: “Kayıtlı bulunduğum Rum sendikasından bugünden itibaren istifa ettim. Türk İşçi Birliği’ne kaydedildim.”

            Tabelacı Cahit Ahmet: “Daha evvelce yapmış olduğum açıklamaya ilaveten, Türk milletinin Milli hareketi ile el ele ve Taksim fikri üzerinde beraber olduğumu, cemaatime betekrar söz verir, aslında yabancı hiç bir teşekküle hiç bir zaman kayıtlı bulunmadığımı açıklarım.”

 
AHMET YAHYA’NIN AÇIKLAMASI, ÖLDÜRÜLDÜĞÜ GÜN ÇIKTI

            Bozkurt gazetesi, 30 Mayıs 1958 tarihli nüshasında “Bildirik” başlığı altında Ahmet Yahya’nın şu duyurusunu yayımlamaktaydı:

            “Ben aşağıda imza sahibi Defteralı’nın kalfası Ahmed, İşçi Birliklerine kayıd edilmediğim gibi, solcu temayüllü birisi de değilim. Ben daima halkımıza ve Liderlerimizin çizdiği yoldan yürüdüğümü ve yürüyeceğimi beyan ve ilan ederim.”

            Halkın Sesi’nin 30 Mayıs 1958 tarihli nüshasında ise Ahmet Yahya ile ilgili şu haber yer almaktaydı:

            “Akşamki hadise: Dün gece saat 3’de aldığımız gayri resmi malûmata göre, Ortaokulun karşısındaki Dedezade Hanında berber kalfası Ahmet Yahya meçhul şahıslar tarafından vurularak öldürülmüştür. Polis tahkikat yapmaktadır.”

            31 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt’ta ise “Solcu bir Türk vurularak öldürüldü” başlıklı haberde şöyle denmekteydi:

            “Evvelki akşam sabaha karşı Lefkoşa’da Eski Saray Sokağındaki bir Han’da yatmakta olan Ahmet Yahya adındaki bir berber, meçhul şahıslar tarafından vurularak öldürülmüştür. Ahmet Yahya’nın bir solcu olduğu bildirilmektedir. Ahmet Yahya odasında ve kendi yatağında tabanca ile vurulmak suretiyle öldürülmüştür.”

            Berber Ahmet Yahya, 1 Mayıs akşamı yakılıp yıkılan TEK’in Yönetim Kurulu üyelerindendi ve o da “komünist eylemci” iddiasıyla aynı tedhiş örgütünün adamları tarafından öldürülmüştü.

 
HARAVGİ’NİN İLGİNÇ YORUMU

            30 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesi, bir gün önceki Haravgi’nin şu yorumunu aktarmaktaydı:

            “Türkler bir taraftan, Rumlar ise başka yönden ellerine geçirdikleri tabancalarla milliyetçi olduklarını isbat etmeğe çalışmaktadırlar. Bu iki fanatik halk topluluklarının bir ve aynı idealleri mevcuttur. O da ellerinden geldiği kadar solcu öldürmektir. Bir taraf Mukadderatı Tayin Hakkını böyle yapmakla garanti edeceğini, diğer taraf da yani Türkler, solcu, daha doğrusu kendi görüşlerine göre komünistleri öldürmekle Taksimde muvaffak olacaklardır. Diğer taraftan İngiltere’nin yapacağı yeni açıklama ile vaziyetin ne olacağı henüz belli değildir.”

 
LİDERLİĞE SADAKAT AÇIKLAMALARI

            Bozkurt gazetesinin o tarihlerdeki çeşitli nüshalarında yayımlanan ayrı ayrı açıklamalarıyla, solcu olmadıklarını ve Kıbrıs Türk liderliğinin politikasıyla uyum içinde olduklarını duyuran kişiler şunlardı:

            30 Mayıs 1958: İrfan Cafer.

            31 Mayıs 1958: Arif İ.Bolkan (Açıklamaya gerek yok, 10 yıldır cemaata hizmet ediyorum), Bodamyalı Hilmi Mehmed Emin Karabardak, Derviş Osman, Baflı Aziz Zihni, Bodamyalı Ahmet Hüseyin, Hamit Mandrezli Mahmut Ahmet, Galatyalı yol memurları Mehmet İzzet ve Hasan Nafi, Bodamyalı Mehmet M.Ramadan, Muttayakalı Mustafa Ali, Yalyalı (şimdi Lefkoşalı) döşemeci Hasan Haşim.

            1 Haziran 1958: Ahmet Osman Sümer (Rum Kunduracılar Birliği ile 26.5.58’den beri ilgim yok), Muhammed Halil (1 Ocak 1958’de istifa ettim), Arif Emir Hüseyin (Küçük Kaymaklı), Hasan Tayıb (Alifodez), Şevket Cemal (Aretyu), Mustafa Hüseyin Kusedda (Mora), Ekrem Mehmet (Limasol), AliYusuf (Luricina), Salih İbrahim (Mağusa), Nafi Aziz (TEK’te birkaç defa oynadım ve derhal yanlışlığımı anlayıp, Çetinkaya’ya kaydoldum), Hasan Mustafa (Çoktan istifa ettim), Ali Ömer, (Ortaköy), Behlül Hüseyin (Argaca), Hasan Salih ve Ahmet Yusuf (gazete satıcıları), Mustafa Mulla Mehmet (Yeni Işık Bar sahibi-1944’den beri istifa ettim), Hüseyin Hasan, Mehmet Niyazi, Necati Hasan (Limasol), Salahi Mustafa (Girne), Ahmet Hüseyin, Leman Ahmet Sadi (Ben aşağıda imza sahibi Leman Ahmet Sadi, hiçbir birlik ve sendikada yazılı bulunmadığımı ve daima Türk tezini desteklediğimi ve Türklerle bir arada yaşamak azminde olduğumu umumun malumatı olmak üzere açıklarım.)

            2 Haziran 1958: Ayten İsmail (Küçük Kaymaklı), Vasfiye Ahmet (Küçük Kaymaklı), Münir Mustafa Yorgozlu, Turan Ahmet (Limasol), Misli Hüseyin (Minareliköy), Serpil Mehmet (Küçük Kaymaklı), İsmail Ali Gunni (Luricina),, Hasan Ali (Kunduracı), Mehmet Salih Bafidi.

            3 Haziran 1958: Ekmekçi Ethem Hüseyin, Yeniceköylü Nazil İbrahim ve Emine Salih, Hüseyin Şemi, Salih Hasan Hüseyin, Mehmet Hasan Artimili, Yakup Mustafa Vadilili, Mehmet Emir Ali (Luricinalı-şimdi Dizdarköy), Hasan Muharrem (Küçük Kaymaklı), Hüseyin Ahmet (Somoloflu), Lefkoşalı Cevdet Menteş Kunturacı, Kunduracılar Hasan Rasıh (Abohor), İrfan Mustafa (Balikitre) ve  Hamit Kemal (Lapta), kahveci Mustafa İsmail, Mustafa Şaban, Yenağralı Hasan Osman ve Ahmet Cemal Bekir, Vadilili Hüseyin Naci, Mustafa İbrahim Dima (Luricina), Osman M.Yusuf, Baf Hükümet Zahire Komisyonu Türk İşçileri, Alfa Kundura Fabrikası Türk İşçileri.

 
“BİR OKURUMUZA CEVAP”

            Bozkurt gazetesi, 3 Haziran 1958 tarihli nüshasında “Bir okurumuza cevap” başlıklı bir açıklama yayımlamaktaydı. Bozkurt, “Geçmişte Kıbrıs Türkleri arasında komünist sayısının 3-5’i geçmediğini iddia ediyordunuz. Son günlerde gazetelerde çıkan açıklamaların çokluğundan endişe duymaktayım” diyen okuyucusuna şu yanıtı vermekteydi:

            “Biz eski iddialarımızda israr ederiz. Kıbrıs Türkleri arasında komünist sayısı 3-5’i geçmediğini iddia ederiz. Bunu katiyetle söyleyebiliriz. Açıklamalarda bu şahısların hepsinin de komünist olduğu ifade etmez. Bunların çoğu...maişet temini için vaktile Rum İşçi Birliğine kaydolmuşlardı...Temiz Türk çocuklarına komünist lekesini vurmağa hakkımız yok. Okuyucumuza, yanlış düşüncesini tashih etmesini rica ederiz.”

 
BİR ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS DAHA

            5 Haziran 1958 günü 6-7 kişilik bir grup, İnşaat İşçileri Sendikası Yönetim Kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye saldırdılar. Canını kurtarmak için tarlalara kaçan Hasan Ali’nin peşini bırakmayan katiller, onu kurşun yağmuruna tutmuşlardı. Ancak kurşunlar isabet kaydetmemişti. Hasan Ali’yi döven tedhişçiler, onu işçi sendikasına bağlı kalmakla suçluyorlardı.

            15 Ekim 1965 tarihli Zafer Kıbrıs Türkünündür gazetesinin “1958’de solcu Türklerin temizlenmesi harekâtı” olarak nitelendirdiği bu terör dalgasının bir diğer kurbanı, Leymosunlu berber Ahmet İbrahim idi. Suikastçiler, 30 Haziran 1958’de “Türk ve Rum toplumları barış içinde bir arada yaşayabileceklerini” söylediği için 46 yaşındaki Ahmet İbrahim’i tabanca kurşunlarıyla katletmişlerdi.

 
SOLCU TÜRKLERİN ÖLDÜRÜLMESİ SÜRÜYOR

            Bozkurt gazetesi 1 Temmuz 1958 tarihli nüshasında bu haberi şöyle vermekteydi:

            “Leymosun’da dün sabah berber Ahmet İbrahim, EOKA’nın kurşununa kurban gitmiştir...Pavlo Melâ Caddesini takiben Trakya Sokağından geçerken, bisikletli bir Eokacı tarafından atılan 5 kurşunla yaralanmış ve hastahaneye kaldırıldığı sırada ölmüştür. Kasabaya hemen sokağa çıkma yasağı konmuştur. Yasak bu sabah 6’dan itibaren kaldırılacaktır.”

            Ahmet İbrahim’i vuran Eokacı değil, Türk yeraltı örgütüne mensup bir Kıbrıslı Türktü. Ama 3 Temmuz 1958 tarihli Bozkurt’ta bir açıklamanın yayımlanması ilginçtir. “Ben aşağıda imza sahibi Suna Ahmet, 1.7.58 tarihli Cyprus Mail’de çıkan, babamın Türkler tarafından öldürüldüğünü iddia eden Leymosun Rum Belediye Başkanı Partasides’in iddiası nedeniyle açıklama” diye başlayan yazıda, “Ben ve babam, hiçbir Türk Teşkilatından ihtar veya tehdit mektubu almadık. Aksine Rum semtindeki dükkanımızı terketmemiz istendi Rumlar tarafından. Dükkan arıyorduk. İsnatlar yalan, iftira ve düşmanlık kampanyasının açık bir ifadesidir” denmekteydi.

            Aynı tarihli Bozkurt’ta, Leymosun’da kanlı çarpışmalar olduğu, 20 Türk ailesinin Türk semtine geçtiği, 20 Haziran’da vurulan Nihat Mehmet’i hastaneye taşıyan İsmail Cambulat’ın yaralandığı duyurulmaktaydı.

            Bozkurt gazetesinin 4 Temmuz 1958 tarihli nüshasında bir başka solcu Türkün saldırıya uğrama haberi yer almaktaydı, ama saldırgan Türk değil de, Eoka’cı olarak gösterilmekteydi:

            “Dün Leymosun’da Arif Hulusi adında bir Türk, maskeli Eoka tethişçilerinin silahlı tecavüzüne uğramıştır. Ateş açmışlarsa da isabet kaydedilmiyerek kaçmışlardır.”

            Bir Rum kuruluşunda çalışan Arif Hulusi Barudi, önce tehdit mektuplarıyla yıldırılmak istenmiş, sonra da 3 Temmuz 1958’de Leymosun’da Birinci Belediye Pazarı içinde bulunduğu sırada, silahlı kişiler tarafından kurşun yağmuruna tutulmuştu. Ancak atılan kurşunlardan hiçbiri isabet etmediğinden, Arif H.Barudi ölümden kurtulmuştu.

            Bu cinayetler ve daha başka baskılar karşısında Kıbrıslı Türk emekçiler, Rumlarla birlikte örgütlü oldukları ortak sendikalardan, çiftçi birliklerinden ve benzeri kuruluşlardan ayrılıp, Rumlarla her türlü ilgiyi kesmek ve kendi kabuklarına çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu insanlık dışı yöntemlerin sonuçlarından kendilerini kurtarabilmişler; susmayanlar, susturulamayanlar ise ya öldürülmüş, ya da yurdunu terkedip yabancı ülkelere sığınmak zorunda bırakılmışlardı. (Ayrıca bkz. Victims of fascist terrorism, Nicosia 1964, s.5-8 ve A.An, Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar 1942-1962, Lefkoşa 1996, s.81-86))

 
(Afrika gazetesi, 1-2-3-4 Mayıs 2003)