31 Ağustos 2014 Pazar

ECEVİT’İN ÖNERİSİ VE FEDERASYON


Bilindiği gibi enosisçiler ve taksimcilerin çatışması sonucu, Aralık 1963’’te yeniden alevlenen Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmak amacıyla, 24 Haziran 1968’de başlatılan toplumlararası görüşmelerde hedef, barışçı yollardan “bağımsız, egemen ve üniter devlet” esaslarına dayanan bir anlaşmaya varmaktı. 3 Temmuz 1972’de yeniden ve bu kez anayasa uzmanlarının katılımı ile genişletilmiş olarak başlatılan Beşli Görüşmelerde, iki yıla yakın bir süre içinde taraflar, yasama, yürütme ve yargı konularında anlaşmaya varmışlar ve uzun tartışmalara yol açan bölgesel yönetim konusunda bir çözüm bulunması için Türk ve Yunan anayasa uzmanlarına görevler verilmişti. Anlaşmazlığa yol açan polis ve mahkemeler konularında uzlaşmaya varılmasından sonra, 1974 yılı içinde anlaşma metninin imzalanması beklenmekteydi.
Türkiye’de CHP’nin MSP ile koalisyon yaparak iktidara gelmesi ve hükümet programında “Kıbrıs sorununun çözümü için federal devlet şeklinin” önerilmesi ile 2 Nisan 1974’de toplumlararası görüşmeler kesintiye uğradı. Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş da ayrı bir Türk devletinin ilan edileceği yolunda konuşmaya başlamıştı. Rum toplumunun görüşüne göre, Türkiye’nin, görüşmelerin 1968 yılından beri üniter devlet temelinde yürütülürken, aniden federal devlet tezine yönelmesi ve zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’in ağzından bunu dile getirmesi, görüşmelerin temelini yıkmış ve devamını da gereksiz kılmıştı.

Üç ay sonra 15 Temmuz 1974’de faşist Yunan Cuntası ve Kıbrıs Rum kesimindeki askeri güçleri eliyle Başkan Makaryos’a karşı düzenlenen başarısız darbe girişimi ve 20 Temmuz’da Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı askeri müdahalesi ile oluşturulan de fakto durum, 16 Ağustos 1974’de, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 14 yıl sonra, ada topraklarının kuzeyde Türk ve güneyde Rum bölgesi olmak üzere ikiye taksim edilmesine yol açtı.
Kıbrıs’taki faşist cuntanın başına getirilen Nikos Sampson, 1981 yılında Atina’daki Eleftheri Ora gazetesinde tefrika edilen anılarında şöyle yazmaktaydı:

“İhanetin sorumluları, aylarca önce Ecevit’le bir araya gelmiş ve kendisiyle anlaşmaya varmışlardı. Kıbrıs’a müdahalesine karşılık ihanetin sorumluları Türklere Girne kasaba ve ilçelerini önermişlerdi. Bu, Kıbrıs sorununun kesin şekilde çözümlenmesi çerçevesinde düşünülecekti. Böylece Girne, Türklerin 1963’den beri denetimlerinde bulundurdukları Lefkoşa kasabasının kuzey kesimi ile birleştirilmiş olacaktı. Anlaşmaların bu çerçevesi içerisinde ihanetin sorumluları, Türkiye Başbakanı Ecevit ile nüfus mübadelesi de yapmak üzere anlaşmış ve federal çözüm bulunması konusunda mutabakat sağlanmıştı.” (aktaran Samson’un Anıları, KTFD Enformasyon Dairesi Yayınları, Şubat 1983, s.81-82)
13 Şubat 1975 günü KTFD’nin ilan edilmesi üzerine, 20 Şubat-12 Mart tarihleri arasında yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantılarında, bütün üyelerin hassasiyetle üzerinde birleştikleri nokta, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlık siyasetine saygı gösterilmesi esası olmuştu.

30 Aralık 1975’de Milliyet gazetesine verdiği bir demeçte, “İki bölgeli federasyon tezinin kabul edilmemesi durumunda Kıbrıs Türk toplumu bakımından tek çarenin Türkiye ile birleşmek olduğunu” açıklayan Rauf Denktaş, 1976 yılı içinde yaptığı çeşitli açıklamalarda böyle bir durumda, bağımsız bir Türk devletinin kurulması yoluna gidebileceğini belirtmişti. 12 Temmuz 1976’da açıklanan ilk UBP hükümetinin programında ise, Kıbrıs’ta bağımsız ayrı bir Türk devleti ilan etme hakkı saklı tutulmuştu. (Milliyet, 13 Temmuz 1976)
15 Kasım 1983’de KKTC’nin ilan edilmesi ile, Kıbrıs Cumhuriyeti ile olan bağlar tamamiyle kopartılmış oluyordu. 18 Kasım günü kabul edilen BM Güvenlik Konseyi’nin 541 No’lu kararında KKTC ilanının yasadışı olduğu ve geri alınması gerektiği vurgulanarak, BM Genel Sekreterinin bir an önce toplumlararası görüşmeleri başlatması isteniyordu. 10 Eylül 1984’de başlatılan bu görüşmeler, çeşitli zorlu aşamalardan geçerek, 26 Şubat 1990’daki Denktaş-Vasiliyu zirvesine kadar getirildi. Bir anlaşma taslağının imzalanması beklenen bu görüşmede, Rauf Denktaş’ın şimdiye kadarki çerçevenin dışına çıkarak, Kıbrıs Türk toplumu için ayrılma hakkı talep etmesi, zirveyi akamete uğrattı.

5 Mart 1990 günü yazılı bir açıklama yapan Kuzey Kıbrıs fatihi ve günümüzün DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, şu görüşü öne sürdü: “Bir ara çözüm olarak KKTC yalnızca dış ilişkileri ve dış güvenliği bakımından Türkiye’ye bağlı, fakat rejimi kendisi belirleyen ve tüm içişlerini kendi bildiği gibi yürüten bir özerk devlet durumuna gelebilir. Tabii böyle bir ara çözüm, ancak Kıbrıs Türk halkınca demokratik bir halk oylamasıyla uygun bulunursa yürürlüğe girmelidir.”
Rauf Denktaş, “üzerinde düşünülmesi gereken gerçekçi bir yaklaşım” olarak nitelendirdiği bu öneri hakkında şöyle demiştir: “Türkiye’nin elçiliklerinde, Kıbrıs’ın temsilciliğini de yürütmek ve böylelikle dünyaya girmek akıl işidir, mantık işidir. Aleyhimizde yaratmış oldukları bir durumun gereğidir. Bu anlaşma yapılabilir ve yararlı olduğu görüşündeyim.” (Kıbrıs, 7 Mart 1990)

UBP Genel Başkanı ve Başbakan Derviş Eroğlu da, Ecevit’in önerisini memnunlukla karşıladığını ve UBP’nin kurulduğu gün Kıbrıs’ta ayrı bir Türk devleti kurma düşüncesiyle yola çıktığını açıklamıştır.
Öte yandan Rum basınında 11 Mart 1990 günü çıkan ve “Corriera della Sera” adlı İtalyan gazetesinden aktarılan bir habere göre, 8 Mart’ta New York’ta İtalyan Başbakanı Andreotti ile BM Genel Sekreteri de Cuellar arasında yapılan bir görüşmede, de Cuellar Andreotti’ye “Kıbrıs’ın bir bölümü, Türkiye’nin Puerto Riko’su olamaz” demiştir.

Aslında Ecevit’in yaptığı öneri ile BM Genel Sekreteri de Cuellar’ın benzetmesi birbirini tamamlamaktadır. Ünlü Karayipler Denizi’ndeki Adaların en doğusunda yer alan Puerto Riko adası ile ABD arasında, KKTC ile Türkiye arasında olması önerilen ortak devlet ilişkisi aynen söz konusudur. 1898 yılından beri adayı işgali altında tutan ABD’ye ait olan Puerto Riko adası üzerinde yaşayan 3 milyon insan, 1917’den beri ABD vatandaşı sayılmaktadır. 1948 yılında kendi valisini seçme hakkına kavuşan Puerto Riko, 1952 yılında yapılan bir referandumla kendi anayasasını onaylamış ve ABD Kongresi tarafından da kabul edilen anayasası ile bu ada devletçiğine ABD’ye bağlı serbest bir devlet statüsü tanınmıştır. Puerto Rikolular’ın ABD Kongresi’nde temsilcileri yoktur ve federal vergi ödememektedirler. Ecevit’in önerdiğine benzer şekilde, Puerto Riko’nun savunma ve dış politikasından ABD hükümeti sorumludur. 23 Temmuz 1967’de yapılan halk oylaması sonucunda seçmenlerin yüzde 61’i ABD ile ortak devlet statüsünün devamını isterken, yüzde 39’u da ABD ile tamamen birleşmeden, yani ABD’nin 51. eyaleti olmaktan yana görüş belirtmişti. 1972 yılında yapılan seçimlerde ise, 1940’dan beri iktidarda olan Halkçı Demokrat Parti ile Yeni İlerici Parti, yüzde 95 oyu toplayarak, ABD ile sürekli birleşme taraftarı politikanın egemenliğini kanıtlamışlardı. 1968 yılında başlayan Puerto Riko’nun bağımsızlığı yanlısı hareket ise baskı altında tutulmaktadır.
Tekrar Bülent Ecevit’in önerisine dönersek, şu görüşle karşılaşırız: “Bu öneri, federal çözümü gündemden kaldırmayacak ve engellemeyecektir. Tam tersine Kıbrıs Rumlarının geçmişe dönüş hayallerini sona erdireceği için federal çözümü belki de kolaylaştıracaktır.” Görüldüğü gibi, burada da 1964 yılından beri Türkiye’nin Kıbrıs sorununda yürütmekte olduğu ikili politika ve sahtekârlık ortadadır. Hatırlanacaktır, zamanın Türkiye Başbakanı İsmet İnönü “Muahede hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık” diyerek, Türk politikasının hedefinin adayı taksim etmek olduğunu açıklamıştı. (Nihat Erim, Bildiğim ve gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.427-428)

Nitekim Nisan 1977’de Viyana’da Rum tarafına sunulan ilk yazılı Türk önerilerinden, son olarak 26 Şubat 1990’da New York’ta sunulan 27 sayfalık belgeye kadar olan dönemde egemen olan görüş, federasyon maskesi altında Kıbrıs’ta iki ayrı devletin kabulünü dayatmak olmuştur. Madalyonun öteki yüzündeki gerçek ise, 1974 Temmuz’undan beri pratik olarak Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir vilayeti olarak işlem gördüğüdür. Rum tarafını federasyon istemiyor diye suçlamak, Türk tarafının kendisinin istemediğini karşı tarafa yakıştırmasıdır. Federasyon diye diye bugün varılan aşama, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’nin Puerto Riko’su haline gelmesinin dünyaca kabul edilmesi talebidir. 16 yıldır askeri güce dayanılarak sürdürülen bu de fakto durum, uluslararası hukuk kurallar, BM Kuruluş Bildirgesi ve Helsinki Nihai Senedi’ne ters düştüğünden de jure olarak kabul edilemez. Kıbrıs adasının birleştirilmesi, ancak uluslararası hukuk kurallarına saygı göstererek, gerçek bir federal devletin kurulması için yapıcı tutum içine girmekle olasıdır. Konfederal öneriler, ya da Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında federasyon oluşturma önerileri, barışa hizmet etmez. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki şoven ve yayılmacı emellerine hizmet eder. 1974 yılında adanın taksimi kastedilerek federal devlet tezine dönüş, 1964’de İnönü’nün çizdiği hedefi bir kez daha açığa çıkarırken, bugünkü uzlaşmaz Kıbrıs Türk liderliğinin de stratejisini ve federasyondan ne anladığını ortaya sermektedir. Gerçek federalistler ile Kıbrıs’ın bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığını savunanlar, bu stratejinin yanlışlığını ve barış düşmanı yönünü sürekli olarak gündemde tutmak zorundadırlar.

(Bu makalenin Rumca çevirisi, Ahmet An imzasıyla 20 Mayıs 1990 tarihli Embros gazetesinde yayımlanmıştır.)



EMPERYALİZM, KIBRIS CUMHURİYETİ’Nİ ORTADAN KALDIRMA PLANLARINDAN VAZGEÇMİYOR


Emperyalist güçlerin, Kıbrıs halkının İngiliz sömürge yönetiminden kurtulduğu 1960 yılından bu yana, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak için sürekli olarak çaba gösterdikleri bilinmektedir. Aynı güçlerin adayı tekrar kendi denetimleri altına sokup, NATO’nun Ortadoğu’daki saldırgan politikasında bir sıçrama tahtası olarak kullanma isteklerinden vazgeçmedikleri, geçtiğimiz ay içinde ortaya çıkarılan yeni bir komplo hareketi ile bir kez daha doğrulanmıştır.
NATO’cu çevreler, dört yıldır kuzey bölümünü işgalleri altında tuttukları Kıbrıs adasında, eski Acheson Planı’na uygun olarak ikili enosisi gerçekleştirmek ve böylelikle sorunu bir an önce “çözümlemek” amacı ile Kıbrıs Cumhurbaşkanı Kipriyanu’nun devrilmesini hedef almışlardı. Hükümet sözcüsünün yaptığı açıklamaya göre, darbe teşebbüsü, bir grup eski EOKA-B üyesi ile faşist güçleri destekleyip, finanse eden bazı Batı Alman çevreleri tarafından düzenlenmişti. Nitekim darbe teşebbüsü ile ilişkisi olduğu saptanan Federal Almanya’nın Lefkoşa’daki eski elçi yardımcısı Paul Kurbjuhn, Kıbrıs’ın içişlerine karıştığı nedeniyle derhal sınırdışı edilmiştir. Alman diplomat, bu yılın başlarında görevinden ayrıldığı halde, yurduna dönmemiş, Kıbrıs’ta kalarak yıkıcı faaliyetlerine devam etmişti. Yapılan açıklamada ayrıca Kurbjuhn’un yabancı politikacılar ve çeşitli haberalma servisleri ile yakın ilişkide bulunduğu bildirilmiştir.

Atina’da yayımlanan Kathimerini gazetesi ise, darbe teşebbüsünün gerici Alman Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU)’nin ileri gelen çevreleri tarafından finanse edildiğini yazmıştır.
Hatırlanacağı gibi Makaryos da, 1977 yılı Şubat ayında bir Yunan gazetesinde çıkan demecinde, federal Almanya Başkanı Schmidt’in kendisi ile yaptığı bir görüşme sırasında Cumhurbaşkanlığı görevinden çekilmesini ve sadece dini görevi ile uğraşmasının daha doğru olacağını söylemekten kaçınmadığını açıklamıştı.

Kıbrıs sorununa, emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarlarına uygun bir “çözüm” bulmayı amaçlayan yıkıcı faaliyetlere Alman neo-nazileri yanında İsrail Siyonistlerinin de destek oldukları, son komplo olayında ortaya çıkmıştır. Sağcı bir Rum futbol takımını çalıştırmakta olan İsrailli ajanın, Alman diplomat ile ilişkide olduğu saptanmış ve o da aynı şekilde sınırdışı edilmiştir.
Bu yılın Nisan ayı içinde Kıbrıs polisi tarafından ele geçirilen suikast ve saldırı planları ile ilgili olarak bir açıklamada bulunan AKEL Genel Sekreteri Papayuannu, daha o zaman, bu planların gerisinde Alman ve İsrailli ajanlar ile cunta kalıntılarının olabileceğini belirtmiş, 14. Parti Kongresi’nde yaptığı konuşmada ise, ABD ve NATO’nun hâlâ Acheson Planı’na uygun olarak ikili enosisi amaçladığını bir kez daha dile getirmişti. 

Kıbrıs sorununun barışçı bir şekilde çözümlenmesini engelleyen emperyalist güçlere Alman neo-nazi ve intikamcılarının katılması, yeni bir olay değildir. 1960 yılında bağımsızlığın ilanından sonra EOKA’cı Rum faşistler İngiliz askeri üsleri üzerinden silahlandırılırken, TMT’ye mensup Türk faşistler de Bonn’daki Hitler generallerinden Gehlen’in “Bundes Nachrichten Dienst”i tarafından silah, cephane ve para yardımı ile 1963 olaylarına hazırlanıyordu.
Faşist Alman ve Türk gizli servisleri arasındaki “yakın işbirliği”, daha 1943 yazında SS Dış Ülkeler Casusluk Dairesi Başkanı Walter Schellenberg ile Türk askeri gizli servisi şefi arasında imzalanan anlaşmada şekillendirilmişti.

1964 yılı başında Kıbrıs hükümeti istihbarat kaynaklarının eline geçen bir belgeye göre, Ağustos 1962’de Kiel’den yüklenmiş bir gemi Mağusa’daki bir İngiliz askeri bölgesine, her biri en az yarım ton ağırlığında olan 45 büyük kasa içinde silah ve cephane getirmişti. Nitekim 1963 çarpışmalarında TMT üyelerinin Batı Alman malı silah ve mermi kullandıkları saptanmıştır.
Aradan geçen 15 yıl içinde emperyalist güçler, yıkıcı emellerinden vazgeçmemişlerdir. AKEL Genel Sekreteri Papayuannu, 1974 yazında Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makaryos’a karşı düzenlenen CIA damgalı darbe girişiminin dördüncü yıldönümü nedeniyle Lefkoşa’da düzenlenen yığınsal mitingde yaptığı konuşmada da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü yıkmaya yönelik komploların devam ettiğini söyleyerek, halkı uyanık olmaya çağırmıştır.

Öte yandan emperyalistlerin adayı taksim etme planlarına hizmet eden kukla KTFD’nin başı Denktaş ise, ABD Başkanı Carter’den aldığı direktiflerle barış meleği kılığına girmekte, sorunun “çözümü” yolunda “yeni öneriler” getirmektedir. Ambargo görüşmeleri öncesinde yapılan ve Maraş’ın BM yönetiminde 35 bin Rum göçmeni için yerleşime açılması ile ilgili öneri, gerici güçler ile cunta kalıntılarının desteklediği Kleridis’in emperyalist planlara karşı direnen Rum demokrasi cephesini bölme çabaları, ortaya çıkarılan son darbe teşebbüsü, Yunanistan’daki gerici çevrelerin ikili enosis üzerinde yayın yapmaları, hep emperyalist ve NATO’cu “çözüm planları”nın birer parçasını oluşturmaktadır.
Fakat Kıbrıs’ın bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü, üs ve askerden arındırılması için mücadele vermekte olan barış ve demokrasi güçleri, her türlü emperyalist çözüm formülüne karşı durmaktadır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere diğer sosyalist ülkeler, dünyanın öteki ilerici ve anti-emperyalist güçleri, Kıbrıs halkının haklı mücadelesi ile politik, moral ve maddi dayanışma içindedir. Sonunda Kıbrıslılar kazanacaktır.

(Bu yazı, İstanbul’da yayımlanan sosyalist Kitle dergisinin 8 Ağustos 1978 tarihli nüshasında-Sayı:222- imzasız olarak yayımlanmıştır.)

PEO 1 MAYIS’TA KIBRISLI TÜRK İŞÇİLERLE DAYANIŞMA İÇİNDE


1 Mayıs Uluslararası İşçi Sınıfının Savaş ve Dayanışma gününde, Kıbrıs işçi sınıfının en ileri sendikal örgütü olan 35 binden fazla üyeli Tüm-Kıbrıslılar İşçi Federasyonu (PEO), Kıbrıslı Türk işçi ve çalışanlara seslenerek, onlara toplumlararası dostluk ve işbirliği mesajı göndermiştir.
1920’lerde başlayan ve Tüm-Kıbrıslılar İşçi Komitesi (PSE)’nin öncülüğünde gelişen Kıbrıs sendika hareketi, 13 Kasım 1941’de PEO’nun kurulması ile örgütlenmesini geliştirmiştir. İngiliz sömürge yönetiminin ekonomik ve politik baskılarına karşı savaşarak, Türk ve Rum Kıbrıslı işçilerin haklarını savunmuş olan PEO, 1952 Kasım’ında Kıbrıslı Türk işçiler için özel bir büro kurmuş, Rum işçilere kıyasla örgütlenme düzeyi düşük olan sınıf kardeşlerinin, PEO çatısı altında örgütlenmesini sağlamıştı. 1954 yılında PEO’ya bağlı Kıbrıslı Türk işçilerin sayısı 1,500’ü aşarken, Türk işçi lideri Ahmet Sadi, PEO Merkez Yönetim Kurulu üyeliği ile Türk Bürosu sekreterliğine seçilmişti. Lefkoşa, Leymosun ve Mağusa Kaza Yönetim Kurullarında da profesyonel Kıbrıslı Türk sendikacılara yer verilmişti. Türk işçileri aydınlatmak üzere sosyal sigorta, sendika özgürlüğü, madencilerin çalışma saatleri gibi önemli konularda birçok Türkçe broşür yayınlanmıştı. Ayrıca aylık olarak çıkarılan Türkçe İşçi Bülteni’nin, 1955 yılında sömürge yönetiminin olağanüstü durum ilanı ile kapatılan ilerici Türk gazetesi İnkılapçı’nın Yazı İşleri Müdürü Fazıl Önder’in yönetiminde haftalık olarak çıkması kararlaştırılmıştı.

Fakat Türk ve Rum işçilerin ortaklaşa hazırladıkları 1 Mayıs 1958 yılı törenlerinden sonra, emperyalizmin taksim planlarına engel olan Kıbrıslı Türk ilericilere karşı Denktaş’ın kurduğu faşist TMT tarafından bir terör ve sindirme hareketi başlatıldı. Önce ilerici Türk Eğitim ve Spor Kulübü yakılıp yıkıldı, daha sonra da en yetenekli Türk işçi liderlerine karşı bir katliam harekâtına girişildi. Ahmet Sadi, yaralı olarak kurtulmuşsa da, Fazıl Önder ve Ahmet Yahya faşist saldırganların kurbanı oldu. TMT yayınladığı bir bildiri ile PEO’ya bağlı 3,000 Türk işçisini, örgütlerinden istifaya zorladı, aksine davrananlar ölümle tehdit edildi. Sonuç olarak 1958 yılında, ayrılıkçı ve şovenist Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’na üye olan işçi sayısı 1,137 iken, 1959’da 4,829’a yükseldi.
Böylelikle İngiliz sömürgeciler ve onların işbirlikçisi Denktaş ve çetesi, 1958 yılına kadar ortak sınıfsal örgütlerde örgütlenmiş olan Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerin birliğini ve sendikal hareketi parçalamış ve ardından çeşitli kışkırtma olayları yardımıyla toplumlararası anlaşmazlıkların tohumlarını ekmiştir.

Geçtiğimiz yılın Kasım ayında yapılan PEO’nun 16. Kongresi, Kıbrıslı Türk işçilere bir çağrıda bulunarak, Kıbrıs işçi sınıfının ortak amaçları etrafında yeniden elele vererek, hayat düzeyinin yükseltilmesi ve barış için savaşmalarını istemiştir. Çağrı şöyle devam etmektedir:
“İşçiler ve çalışanlar olarak hem siz, hem de biz, sosyal ve ekonomik kazanımlarımızı savaş öncesi eski düzeyine yükseltmek yanında, onları, bizim ve çocuklarımızın hayatını mutlu kılmak için hayatın bütün alanlarına yayabiliriz. Rum ve Türk Kıbrıslılar olarak bunu elde etmemizin yolu, Kıbrıs sorununa Kıbrıslı bir çözüm şekli, yani Kıbrıs ve onun halkının çıkarlarına ve Birleşmiş Milletler kararlarına dayanan bir çözüm şeklinin bulunması için çaba göstermemizdir.”

Son yıllarda ilerici sendikalara örgütlenmeye başlayan Kıbrıslı Türk işçi ve sendikaların, taksimci Denktaş yönetimine karşı sürdürmekte oldukları ekonomik ve politik mücadele gittikçe yükselmektedir. Son bir yıl içinde kuzeydeki işgal bölgelerindeki çeşitli işyerlerinde 8,000’i aşkın işçi ve memurun katıldığı 25 grev hareketi yer almıştır.
Emperyalizm ve NATO’nun Kıbrıs’ı taksim etme planları uğruna yerinden yurdundan edilmiş, işinden tarlasından sökülmüş olan Kıbrıslı Türkler, bugün çok güç şartlar altında yaşamaya zorlanmaktadır. Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası tarafından açıklanan rakamlara göre, Ekim 1974 ile Kasım 1976 arasındaki dönemde hayat pahalılığı %78 artmıştır. Kıbrıs Türk liderliğine yakın olan bir avuç sermayedar ve onların destekleyicilerinin yağma, vurgun, hırsızlık, karaborsacılık, soygun ve sömürü düzeni devam etmektedir. Çalışanların %10’unu oluşturan 2,000 işçi, işten atılmış, kayıtlı işsiz sayısı Ocak 1977’de 3,500’ü bulmuştur. Libya’ya işçi olarak gitmek isteyenlerin yanında, İngiltere ve Avustralya gibi dış ülkelere göç etmek için yetkili makamlara başvuranların sayısının da 3,000 olduğu açıklanmıştır.

İşte böyle bir ortamda, PEO üyesi Rum işçilerin ortak düşmana karşı ortak savaş için Kıbrıslı Türk işçilere yaptığı çağrı ve dostluk ve işbirliği için uzattığı el, büyük bir önem kazanmaktadır. PEO’nun 1 Mayıs belgilerini yineliyoruz:
-          Kıbrıslı Rum ve Türkler’ Kıbrıs’ın kurtulması için ortak mücadele yolunda ileri!

-          Rum-Türk dostluk ve işbirliği: Kıbrıs’ın geleceği için en iyi garanti!

-          Kıbrıslı Türkler – size Kıbrıs’ın yeniden inşası için dostluk ve işbirliği elimizi uzatıyoruz!

-          İşgal kuvvetlerinin adadan çekilmesini istiyoruz!

-          Erkek ve kadın işçiler, Rum ve Türk çalışanlar! Kıbrıs’ı kurtarmak ve yeniden inşa etmek için birlikte mücadele edelim!

(Bu yazı, İstanbul’da yayımlanan sosyalist Kitle dergisinin 9 Mayıs 1977 tarihli -Sayı:159- nüshasında imzasız olarak yayımlanmıştır.)