24 Şubat 2015 Salı

KIBRISLILIK VE KIBRIS TÜRK KİMLİĞİ


            Önce Kıbrıslılık teriminden ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak istiyorum. Bilindiği gibi bu terimin Kıbrıs siyasal sahnesine çıkışı 1927 yılı başında olmuştur. Zamanın İngiliz sömürge valisi Ronald Storrs, hükümet dairelerindeki resmi işlemlerde, itibar kırıcı olarak gördüğü “native” (yerli) kelimesi yerine “Cypriot” (Kıbrıslı) kelimersinin kullanılmasını istemiştir. Valinin esas amacı, o sıralarda Kıbrıs’ta yükselmekte olan Yunan milliyetçiliğini depolitize etmekti. Zamanın İngiltere Sömürgeler Bakanı Amery de, Kıbrıs’taki Rum okullarında milliyetçiliğin yayılmasını önlemek için “Cypriot patriotism” (Kıbrıslı yurtseverlik) konusunun daha çok öğretilmesi doğrultusunda çaba gösterilmesini istemişti. Hatta o yıllarda Yunan bayrağının Kıbrıslı Rumlar tarafından kullanılmaması için iki aslanlı sömürge armasından oluşan bir Kıbrıs bayrağının hazırlanması bile önerilmişti.
            Öte yandan Kıbrıs Rum milliyetçileri, “dar bir Kıbrıs milliyetçiliği”, “bir Kıbrıslılık bilinci yaratılmaya çalışılıyor” diyerek bu çabalara karşı ilk tepkiyi göstermişlerdi. 1926 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Komünist Partisi (KKK) ise, bu “Kıbrıs yurtseverliği”ne sahip çıkmış ve siyasal çalışmalarını bu doğrultuda yürütmeye başlamıştı. Ne var ki Kıbrıs Rum milliyetçilerinin enosis taleplerini bastırmak için “Kıbrıslılık” kavramını öne çıkartmak isteyen İngiliz sömürgecileri, bunun güçlenmekte olan KKP’nin de desteğini kazanarak, Kıbrıs’ın emperyalizmin ve sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtaıılarak, bir bağımsızlık hareketine dönüşebileceği endişesine kapılmış ve Kıbrıslılık görüşünü teşvik etmekten derhal vazgeçmişlerdi. Bunun yerine, Kıbrıs’ta Yunan ve Türk milliyetçiliklerinin, Yunan ve Türk konsolosları aracılığıyla körüklenip, boy atmasına güya seyğrci kalan İngiliz yöneticiler, bir yandan KKP üzerine 1033 yılında yasak koyarken, öte yandan da olası bir Türk-Rum ortak cephesinin, milliyetçiliklerin çatıştığı bir ortamda yeşermemesi için ellerinden gelen çabayı göstereceklerdi.
        İngiliz sömürge yöneticilerinin korkulu rüyası, Kıbrıslılık kavramının Kıbrıs Rum veya Türk milliyetçiliğinin önüne geçmesiydi. Bunun temelini oluşturacak olan Kavanin meclisi’ndeki Rum-Türk işbirliği ve ortak çalışmasıydı. Meclis dışında gelişen bazı olaylar da yöneticileri tedirgin etmekteydi. Şubat 1931’de gözlemlenen Rumca “Eleftheria” gazetesi ile Türkçe “Söz” gazetesinin uyumlu ve birbirini destekleyen yayınları, Yorgo Hacıpavlu ile Necati Bey’in seçim toplantılarında Rumlarla Türklerin birbirleriyle kaynaşmalarını, Evkaf Müdürü ve İngiliz yönetiminin sadık adamı olan Münir Bey’in aleyhtarı Avukat Mehmet Rifat Efendi’nin Masum Millet gazetesinde çıkan toplumlararası dostluk ve Türk-Yunan yakınlaşmasını destekleyen yayınlarının “Foni dis Kipru”, “Alithia” gibi Rumca gazetelerde onay görüp iktibas edilmesi ilk akla gelen olaylardır.
            Kapitalist dünyadaki ekonomik bunalımın en yoğun olduğu Ekim 1931’de İngiliz sömürge yönetimi, Kavanin Meclisi’nde Türk üye Necati Özkan’ın Rumlarla birlikte olumsuz oy kullanması sonucu reddedilen vergi yasalarını zorla uygulamak isteyince, Rumlar ayaklanmıştı. Bunun üzerine Kavanin Meclisi kapatılmış ve 1941 yılına kadar sürtecek bir baskı döneminin valisi Richmond Palmer, 23 Ekim 1936 tarihli gizli raporunda şöyle diyordu:
            “Bizim Kıbrıs’ta gelecekte de bir siyasal rahatlığımızın olabilmesi için, adanın yönetimi istisnalara da yer verecek bölgeler temeli üzerinde sürdürülmelidir. Böylece, Kıbrıs ulusçuluğu kavramı, -ki, enosis aşınmış bir değer durumuna geldiğinde, bu yeni kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- münkün olduğunca uzak bir geleceğe itilip, kazanlıkta bırakılabilecektir. Şimdi bu kavram, neredeyse hiç yaşanmıyor. Kıbrıslılar, ya kendi bölgelerinin “ulusçuları”, ya da Rum veya Türklerdir.”
            Bugün yıl 1989. Aradan 50 yıl geçmiştir. 1960 yılında Kıbrıs Cumhurşyetidevletinin kurulması ile başlayan Tür-Rum ortak yönetimi, 1963 yılı sonunda, ortak bir Kıbrıslılık bilincinin oluşturulamaması nedeniyle bozulmuştur. Sonunda 1974’ün sıvcak yazı yaşanmıştır. İşte o zaman enosisin aşınmış bir değer durumuna geldiği görülerek, yeni bir kavram olan Kıbrıslılık yeniden gündeme gelmiştir.
                Ocak 1975’de bir grup Kıbrıslı tarafından yayımlanan bildiride şöyle denmekteydi:
            “Son ayların acılı günlerinden şu gerçekleri öğrenmeliyiz: Bu adada yaşayan Rum, Türk , Ermeni, Maronit olarak bizler, gerçekte Kıbrıslılığımızı saptayan, ortak çıkar ve hedeflere sahibiz. Yalnız bizler, bu adanın sakinleri olarak, birbirimizi anlayabilir, çıkarlarımızı koruyabiliriz. Bugünkü durumun en önemli nedeni, iki büyük toplumun tam bir ayrılık içinde yaşayarak, yek diğerine karşı yanlış inanç ve düşünce beslemeleri, yek diğeriyle temastan kaçınlamarı ve toplumsal yapının ayrımcı ilkelere dayanmasıdır. Hangi milliyete mensup olduğumuzu ve kültürel bağlarımızı unutmamakla beraber, hayata tek bir halk kitlesi olarak bakmalıyız. Herşeyden önce Kıbrıslı olarak düşünmeli, sonra Rum veya Türk olarak. Bu güzel adamızın yeniden mutluluk ve refaha ulaşması için bu şarttır.”
            İşte bu grubun ardısıra toplantıları ve sistematik tartışmaları sonunda 19 Mart 1975’de “Yeni Kıbrıs Derneği” oluşturuldu. Derneğin temel ilşkeleri arasında şunlar yer alıyordu:
            -Kıbrıslıların aralarındaki doğal ve yapay farklara rağmen, yalnız kendilerinin anlayıp, koruyabildiği ve Kıbrıslı olarak kimliklerini belirleyen ortak nitelikleri, sorunları, çıkar ve gayeleri vardır.
         - İki toplum arasında geçmişte hakim olan yanlış fikirler ve Kıbrıslı topluluğun ülkü ve gayelerinin belirlenmesindeki ayırıcı yönelişler, ülkemizin bugün içinde bulunduğu feci durumun başlıca nedenlerindendir.
            - Her Kıbrıslının ulusal kökenine mutlak saygının yanısıra, ulusal köekni ülkenin kültürel yaşamının her alanında çok şekilli ve yaratıcı bir biçimde oluşması ve kalkınmasına katkıda bulunabilecek olumlu bir faktör olarak değerlendirilmektedir; yeter ki bu unsur Kıbrıslıların ortak vatanlarına bağlılık duygularını azaltmasın.”
            İşte bizim anladığımız Kıbrıslılık da bu paraleldedir. Tüm Kıbrıslılar için yeni bir Kıbrıs’ın kurulması zaamnının gelip çattığını belirten Yeni Kıbrıs Derneği, tüm Kıbrıslıların vatanlarına karşı gurur, sevgi ve bağlılık duygularını güçlendirmek, ayrıca barışçı ve dempokratik bir topluluk halinde yine birleşmesini sağlamak yönünde çabalarda bulunmayı amaçlamıştı. “Bu amaçların Kıbrıslıların ulusal kökenlerine, geleneklerine ve kültürel başarılarına bağlı ve saygılı kalmalarına hiçbir şekilde engel olmayacağına inanıyoruz” diyen yeni Kıbrıs Derneği, kuruluşundan bir süre sonra Kıbrıs Cumhurşyeti bayrağının Rum Milli Muhafız Ordusu tarafından Yunan bayrağına ek olarak kullanılmasını sağlamış, Kıbrıs Rum şovenizmine karşı yönelttiği eleştiriler, giriştiği tartışmalar ve yaptığı toplantılarla şimşekleri üzerine çekmiştir. Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi doğrultusundaki görüşlerin siyasal bir ideoloji halinde partileşmemiş olması yüzünden, Yeni Kıbrıs Derneği’nin Kıbrıs Rum toplumu içindeki etkinlikleri, bir aydın hareketi olarak sürdürülmektedir.
            Kıbrıs Türk toplumu içinde ise, Kıbrıslılık düşüncesini ilk defa siyasal olarak gündeme getiren, 1960-63 yılları arasında yayımlanan “Cumhuriyet” gazetesi olmuştur. “Kıbrıs’ın istiklaliyeti, herhangi bir millete veya devlete ilhak edilmesi değil, Kıbrıs’ın Kıbrılılar tarafından idare edilmesi demektir” diye yazan bu gazetenin yayımcıları Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet adlı Kıbrıslı Türk avukatlar, “yazıları ve eylemleri, Rumların gayretlerine hizmet ettiği” gerekçesiyle “eğer bu kişiler ulusal mücadelemizin varlığına inanmıyorlarsa, susturulmalıdırlar” talimatı sonucu 23 Nisan 1962 gecesi katledilmişlerdi.
          1974 sonrası askeri eylemler de-fakto durum ve kuzeyde toplanan Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile başlayan daha sıkı ilişkileri, Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini yönetme doğrultusundaki istemlerini daha da güncelleştirmişti. 1978 yılında yayımlanmaya başlayan Söz gazetesi, TC yöneticilerinin Kıbrıslı Türklerin iç işlerine karışmalarını eleştiren kararlı bir politika izlemeye başlar. Özellikle Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası bu politikanın en önde gelen savunucusu olur. Buna paralel olarak ekonomi ve politika yanında, Türkiye kültürünün de yoğun etkisi altına giren Kıbrıslı Türkler, kendi özgün Kibrıslı kimliklerini saptama, ona sahip çıkma ve geliştirme mücadelesini başlatırlar. Halk Sanatları Derneği’nin Ekim 1982’de düzenlediği “Arayış Folklor Sergisi”, Şubat 1983’de 200’ü aşkın kişinin katılımıyla gerçekleşen “Kültür-Sanat Danışma Toplantıları”, aynı ayın sonunda Has-Der’in düzenlediği 1. Halkbilim Sempozyumu, çeşitli gazetelerde çıkan geçmiş kültürel birikimimizle ilgili tanıtma ve araştırma yazıları, Güzelyurt Sanat Derneği’nin Ağustos 1986’da Türkiyeli aydınların katılımıyla gerçekleştirdiği “Kimlik arayışında kültürel ve sanatsal gelişmenin önemi” konulu sempozyum örnek olarak verilebilecek etkinliklerdir.
            Görüldüğü gibi Kıbrıs Türk aydınlarının “biz kimiz?” diye soru sorarak, Kıbrıs Türk kimliğini belirleme yönünde yaptığı çalışmalar, daha çok kültürel mirasın araştırılması ve ona ilişkin değerlerin belirlenmesi şeklinde olmuştur.
         Bilindiği gibi ulusal bilincin oluşmasında en önemli bileşenler kültürel miras, bilimsel miras ve edebi mirastır. Ulusal bilincin gelişmesi ise, her ülkenin özel koşulları ve her halkın sosyal ve tarihsel koşullarına bağlı olarak belirlenmektedir. Bu durumda siyasal çalışmada ve ulusal bilincin gelişmesinde rol oynayan “mirasımız nedir?” sorusunun yanıtı verilmelidir. İşçi sınıfı bilimine göre, kültürel miras, geçmiş nesillerin günümüze bıraktıkları maddi ve entellektüel kazanımlardır. Bu mirasın günümüz yaşamındaki önemi ve kullanılışı ise bir ölçüttür. Kültürel kimlik arayışında genellikle tarihsel mirasa ilişkin “değer”lerin sürekli olarak yeniden üretilmesi ve genç nesillere kazandırılması gerekmektedir. Bu noktada bilim ve kültür adamlarının bu araştırma ve yaratma konusunda sorumluluk üstlenmeleri beklenir. Ülkemiz örneğinde Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak Kıbrıslılık bilincinin, ortak siyasal hedefler doğrultusunda geliştirilmesi çalışmalarına paralel olarak, ortak kültürel mirasın da korunup geliştirilmesi gerekmektedir. Kıbrıslı kimlik için, Kıbrıslı Türk kimliğinin değerlerinin belirlenmesi ve geliştirilmesi önem kazanmaktadır. Aksi takdirde Kıbrıslı Rum kimlik içinde erime söz konusu olabilir. Dikkat edilmesi gerekn bir başka husus Türk ve Yunan kültürleri içinde erimemek için yerelliğin önde tutularak, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum kültürlerinin genç nedillere tanıtılmasıdır. Bu şekilde bir taraftan kültürde ve sanatta çeşitlilik korunurken, öte taraftan da Kıbrıs kültürünün birliği sağlanabilir. Burada da devlete büyük görevler düşmektedir. Çünkü devletin sınıf karakteri, etnik ve ulusal bilinç süreçlerinin şekillenmesinde ve akılında önemli rol oynar.
            Bilindiği gibi Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisi (AKEL), son zamanlara kadar Kıbrıs’ta iki ayrı etnik ulusal toplumun varlığını kabul etmemiş ve Kıbrıslılık bilincinin yaratılmasına yönelik çalışmaları desteklememeiştir. Kıbrıslı Türk ve Rum emekçiler arasında enosis poltikası yüzünden yaratılan ayrılık, ortak bir siyasal bilincin gelişmesini engellemiştir. Bunda Kıbrıs Rum burjuvazisi kadar, AKEL’in de soruımluluğu vardır. İşçilerin birliği ve halkların kardeşliğini hedefleyen bir Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi, günümüz koşullarında her zamankinden daha fazla önem kazanmaktadır. Kıbrıslı Türk kimliğinin eriyip yok olmamasının tek çaresi, Kıbrıs yurtseverliğine enternasyonalist bir bilinçle sahip çıkmaktır. Gerek Türk, gerekse Rum işçi sınıfı sosyalistlerinin görevi, bu yolda örgütlü mücadele ile bu bilincin geliştirilip yaygınlaştırılmasını sağlamak ve onu iktidara getirmektir.

(Işık Kitabevi’nin 22 Haziran 1989 akşamı düzenlediği açık oturumda Ahmet Cavit An  tarafından sunulan bu bildiri, Özgürlük dergisinde -Sayı:35, Kasım 1989- yayımlanmıştır.)

  





















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder