24 Şubat 2015 Salı

MİLLİYETLER SORUNU VE DEMOKRATİK MİLLİYETLER POLİTİKASININ ANA ÖZELLİKLERİ


Tarih göstermiştir ki, bir ülkede politik güçler kutuplaşmaya başlayıp, ekonomik ve politik bağımsızlık için verilen mücadele keskinleşirse, o ülkede doğru bir ulusal politikanın geliştirilmesi çok önemli bir konu olmaktadır. Nüfusu birden fazla etnik unsuru bir arada barındıran ülkelerde, devletin bağımsızlık ve egemenliğinin kazanılması, güvence altına alınması ve geliştirilmesi, içteki etnik-ulusal toplumlar arasındaki milliyetler sorununun çözümlenmesi ile yakından ilişkilidir.

Etnik sorunları olan her ülkenin, kendi somut tarihsel koşulları tarafından belirlenen kendine özgü hedefleri olması doğaldır ve her ülke, bu sorunların çeşitli yönleriyle ilgilenirken, kendine uygun şekil ve yöntemleri aramaktadır. Ama, ülke içindeki çeşitli milliyet ve azınlıklara ait olan ve o ülkenin sosyal-tarihsel gelişmesinin bir ürünü olan sorunların ancak ekonomik, sosyal, politik ve kültürel bir içerik temelinde çözümlenebildiği akıldan çıkarılmamalıdır.

SÖMÜRGE DÖNEMİNDEKİ DURUM
Sömürge döneminde uygulanan milliyetler politikası, çoğu kez sorunların çözümünü engelleyici bir yapı göstermiştir. Sömürgeciler, alışılmış olduğu gibi her zaman, etnik-ulusal veya dinsel ayrılıkları körükleyerek, tek ve güçlü bir kurtuluş hareketinin oluşmasını önlemeye, ya da durdurmaya çabalamışlardır. Asya ve Afrika ülkelerindeki milliyetler ve azınlıklar için tipik olan, bunlar arasında büyük sosyal ve ekonomik farklılıkların olmasıdır. Günümüzde ise bu sosyal-ekonomik farklılaşma süreci, çok hızlı bir gelişme göstermektedir. Burada dikkat edilmesi gereken, uzlaşmaz sınıflı toplum koşullarında, iş bölümünün etnik yapı ile bağlantılı olarak geliştiği ve böylece, ekonominin belli dallarının belirli bir milliyetin elinde bulunabilmesidir. Sömürge döneminde uygulanan milliyetler politikasının önemli bir yanı da, ulusal azınlıklara mensup kişilerin, askerlik ve polislik hizmetlerinde eğitilmeleri ve öteki toplumlara karşı kullanılmalarıdır.

Etnik toplumlara farklı davranma ilkesi, bir yandan objektif tarihsel koşullara bağlı iken, öte yandan da –ki bu onların milliyetler politikası için tipikti- sömürgeci güçler, mümkün olan en az personel ve maddi olanakla, sömürge sistemine en yüksek etkinlik sağlamayı amaçlıyordu. Var olan eski yönetim yapılarına dayanmak, en can alıcı unsuru oluşturuyordu. Bu yapılar, ya sömürge politikasının hedeflerine uygun olarak kullanılıyor, ya da bu amaçlara ters geliyorsa, ortadan kaldırılıyordu. Diğer bir temel uygulama da, sömürge hükümetlerinin olanağı varsa ve rejimin varlığı içim bir tehlike oluşturmuyorsa, yerli yönetim katmanlarından olan yardımcı güçlere veya geleneksel sosyal, politik veya dinsel kurumlara sarılması şeklindeydi. Böylece çağdışı, kapitalizm öncesi ilişkilere dayanan sosyal yapılar korunmakta ve sömürgenin egemenlik aygıtına bunlar da çekilerek, kısmen de olsa bu yapı güçlendirilmekteydi. Bir başka deyişle, sömürge yönetimleri, sadece var olan kurumları kullanmakla kalmayıp, daha önce egemen olan sınıf ve katmanların temsilcilerini de sömürge hizmetine koşuyorlardı.

Sömürgeciliğin milliyetler politikasının ana silahı, ülkede yaratılan politik ve yönetimsel ayrılıktı. Bunun sayesinde, milliyetler arasında yüzyıllarca var olan eski politik, ekonomik, kültürel ve diğer bağlar koparılıyor veya daha da gelişmeleri zedeleniyordu. Sömürgeci güçler, ulusal bütünleşmeyi teşvik etmek için hiç bir şey yapmadıkları bir yana, aksine ulusal hareketi bölmeyi amaçlayan yakıcı bir politika uygulamaktaydılar.

ULUSLAŞMA OLMADAN DEVLETLEŞME
Unutulmaması gereken bir diğer nokta, bağımsızlığını kazanan birçok Asya ve Afrika ülkesinde devletleşmenin, Avrupa’dakinden farklı olarak, uluslaşmanın konsolidasyonundan önce gerçekleşmiş olmasıdır. Bilindiği gibi ulusların oluşması, kendine özgü yasallığı olan evrensel bir süreçtir. Bunun özgüllüğü, tarihsel, etnik, dilsel ve benzer başlangıç koşullarına, günün sosyal-ekonomik gelişme sorunlarına ve iç politikadaki güçler ile uluslararası plandaki güçler dengesine bağlıdır.

Ulusların oluşması sürecinin genellikle birçok geçici zorlukları da beraberinde getirmesi, emperyalizmin ve yeni sömürgeciliğin işine yaramıştır. Ama tarihsel tecrübeler göstermiştir ki, ulusal ve dilsel farklılıklar, burjuva yazarlarının öne sürdükleri gibi belirleyici bir öneme sahip değillerdir. Esas olan, ulusal ve uluslararası sınıf mücadelesi ve özellikle emperyalizmin yeni sömürgeci faaliyetleridir.

Bütün eski sömürgelerde, ulusal direniş ile sömürgeyle ilgili milliyetler politikası arasında yakın bir bağlantı bulunmaktaydı. Sömürgeci güçler, milliyetler politikasına ilişkin düzenlemelerini, sömürge aleyhtarı mücadele ve ulusal kurtuluş hareketinin şekillenmesinin ilerlediği ölçüde yoğunlaştırmaktaydılar. Sömürgeciler, zaman olarak aynı dönemlere uyacak şekilde, anti-emperyalist birlik cephesini zayıflatmak ve kendi durumlarını daha başka biçimlerde korumak amacıyla, büyük ölçüde ulusal farklılık ve zıtlıklara dayanan, federasyon ve özerklik gibi özel düzenlemeler getirmeye çalışmışlardır. Örneğin 1945 Mayıs’ında İngiltere’nin yayımladığı Beyaz Kitap’ta, bir geçiş döneminden sonra İngiliz Uluslar Topluluğu’na bağlı sömürgelerde “self-government” uygulaması öngörülmüştü. Ama ulusal azınlıkların bulunduğu yöreler, bu kapsam dışında tutulmuştu.

Bu dönemde bir rastlantı olmayacak şekilde, bilimsel araştırmalarda önemli bir artış olmuştu. Bu etnolojik araştırmalarda sömürgeci politikaların hedefleri gizlenmemekteydi. Fransızca “coutumiers”lerin çoğu ve “adatrecht” diye adlandırılan Hollandaca çalışmalar hep bu dönemde hazırlanmışlardır.

OBJEKTİF VE SUBJEKTİF FAKTÖRLER
Genç Asya ve Afrika ülkelerinin çoğunda, içteki ulusal sorunlar henüz çözümlenmemiştir. Milliyetler sorununun kesin çözümü, ancak sosyalist toplumun o ülkelerde inşası ile olasıdır. Ancak sosyalizmin getirdiği olanaklarla bu sorunun otomatikman çözüleceği sanılmamalıdır. Özgürlüğüne yeni kavuşmuş genç ülkelerdeki milliyetler politikası, nüfusun etnik bileşimi, etnik süreçlerin karakteri, maddi olanaklar ve benzer objektif faktörler ile devlette  iktidar sorununun çözümlenmesi, politik iktidarın karakter ve şekilleri, iç ve dış politikada egemen olan ideolojinin rolü ve benzer subjektif faktörlere bağlıdır. Bütün bunlara bağlı olarak, milliyetler politikası şekil ve yöntemler açısından her ülkede birçok farklılıkları gerektirmektedir.
İçteki milliyetler sorunlarını çözümlemede Asya ve Afrika’daki devrimci demokratlar, ulusal-devrimci hareketler ve bilimsel-sosyalist partilerin ana görevi, Leninist milliyetler politikasının ana taleplerini ve Sovyetler Birliği ile diğer sosyalist ülkelerin tecrübelerini, kendi ülkelerindeki somut koşullarda uygulamaktadır. Bu genç devletlerde ilerici-demokrat partiler, aslında daha çok, ekonomik ve politik yönden en çok gelişmiş olan milliyete mensup kişilerden oluşmakta olup, bu kişiler, partiler içerisinde kısmen kendi milliyetlerinden oluşan fraksiyonları geliştirirler. Bu nedenle etnik topluluklar içindeki destekleri de, buna bağlı olarak büyük farklar gösterebilir. Kapitalist olmayan ve sosyalist olan gelişme yolu için belirleyici olan, ulusal azınlık ve az gelişmiş milliyetten gelen kadroların, egemen milliyet ilericileri tarafından bilinçli olarak teşvik edilmesi ve onların politik çalışmalara daha geniş katılımlarının sağlanmasıdır.

Milliyetler sorununun bütün farklı yönleri, halkların yaşamında büyük öneme haiz olduğundan, bunların doğru bir biçimde irdelenmesi, gerekli strateji ve taktiğin hazırlanması açısından zorunludur. Sınıfsal, sosyal ve politik olarak belirlenen faktörlerin, çoğu kez etnik-ulusal olanla yakından ilişkili olup, birbirini karşılıklı olarak etkilemekte olduğu unutulmamalıdır. Bu ülkelerdeki sorunlar irdelenirken, emperyalist dış karışma ile çatışmaların asıl iç kökleri ve nedenleri, bu arada etnik faktörlerin katkısı arasında fark gözetilmesi gerekmektedir. Burada şu da vurgulanmalıdır ki, özellikle Afrika’da bir devlet içindeki sömürge dönemindeki ulusal sorun ile uluslar veya etnik gruplar arası ilişkilerle ilgili sorunlar yanında, sosyal, ekonomik, kültürel ve politik gelişme süreci boyunca ortaya çıkan etnogenez, halk toplulukları ve ulusların oluşumu sorunları vardır ve bu sorunlar, eski Rusya’nın kenar bölgelerindeki sorunlardan çok daha fazla bir öneme haizdir.

ARTIŞ GÖSTEREN ARAŞTIRMALAR
Sovyet etnografisinde etnik-ulusal süreçlerin araştırılması, 1960’lı yıllardan beridir artan bir dikkat çekmektedir. Özellikle Bromlej ve Kozlov, bu konularda önemli çalışmalar yapmışlardır. Çeşitli etnik süreçler için şimdiye kadar genel olarak kabul edilen, hazırlanmış bir tipoloji yoktur. Bu sadece bilimsel teorik bir sorun olmayıp, ayrıca günümüzdeki etnik-ulusal gelişmelerin bütün fenomenlerini analitik ve prognostik olarak araştırmamızı zorlaştırmaktadır.

R.İsmagilova, “Günümüz Tropik Afrikasında Etnik Sorunlar” adlı kitabında (Moskova, 1978), haklı olarak birçok Afrika devletinde, toplumsal yeniden düzenleme süreci içinde milliyetler sorununun rolü ve önemine gereken ağırlığın verilmediğini vurgulamaktadır. Bir çok Afrikalı lider, daha son zamanlara kadar ülkelerinde etnik sorunların varlığını inkar ederek, ulusal birliğin sağlanmış olduğunu öne sürüyorlardı. Bazıları da etnik sorunlardan, sadece etnik gruplar arasındaki düşmanlığı anlamaktaydı. Başkaları ise, tek tek halkların gelişme düzeyindeki gerçek eşitsizliği ortadan kaldırmak için somut programlar hazırlanmasında, etnik-ulusal soruna gerekli önem vermemekteydi. Ulusal sorun, çoğunlukla dar anlamda kavranmış ve sosyal-ekonomik süreçlerle olan bağlantısına bakılmamıştı.

A.Reguşev ise “Etnik zıtlıklar ve kalkınma yolu ile mücadele – Doğu Afrika ülkelerinden örnekler” (Moskova, 1971) adlı çalışmasında, etnik faktörlerin ilerici güçlerin etkinliğini aşırı derecede zorlaştırdığına dikkat çekmektedir. “İlerici güçlerin etnik sorunlara gerektiğince önem vermemeleri, etnik grupların ilerici rejimlere bile karşı koymalarını mümkün kılmaktadır” diyen Reguşev, ilerici bir yönelim için bir ülkedeki bütün etnik grupların ilgili güçlerinin harekete geçirilmesinin zorunlu olduğuna parmak basmaktadır.

Milliyetler sorunu, bir ülke halkının özgürlük ve daha fazla gelişmesi için uygun iç ve dış koşulların yaratılması mücadelesi ile halklar arasında eşit ve dostça ilişkiler kurulması sürecinde ortaya çıkan politik, ekonomik, ideolojik, hukuki ve diğer sorunları içeren büyük bir kompleks oluşturmaktadır. Bu nedenle milliyetler sorunu, her zaman toplumun sosyal-ekonomik gelişmesinin ana sorunu olup, tarihsel gelişmenin farklı aşamalarında çeşitli içerik ve öneme haizdir. Etnik sorunların araştırılması, hem milliyetler sorununa ilişkin ilke ve programların hazırlanmasında, hem de etnik gruplar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine yönelik somut önlemlerin alınmasında yardımcı olmaktadır.

ÇÖZÜMDE DEVLETİN ÖNEMLİ ROLÜ
Etnik-ulusal sorunlar ile anlaşmazlıkların çözümünde, devletin ve genel olarak subjektif faktörün rolü artmaktadır. Özellikle sosyalizme yönelmiş genç devletlerde, bilimsel temele dayanan, gerçekçi, ayakları yere basan bir politika ve devlet hukukuna ilişkin bir konsepsiyon gerekmektedir. Bu olmadan, giderek artan bir bilinçle tüm toplumsal yönetimi ve planlamayı gerçekleştirmek olası değildir. Burjuva siyaset bilimcisi Emerson bile, uluslaşma sürecinde okul ve eğitim sistemi, tarih ve gelenek, dil, din, ekonomik ve sosyal gelişme, ordunun rolü yanında, devletin tavrı ve etkinliğinin önemini vurgulamaktadır. Çünkü devlet iktidarının karakteri, onun milliyetler politikasının karakterini belirlemektedir.

PARTİNİN ROLÜ
Politikanın toplumsallaşması ve ulusal bütünleşmede partinin rolü de çok önemlidir. Bir sıra Afrika ülkesinde partiler, ulusal bütünleşme (entegrasyon) sürecinde merkezi bir rol oynamışlardır. Bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde ise, alınan önlemler ile milliyetler politikasına ilişkin parti programı, milliyetlerin yasal statüsü, devletler hukukuna göre entegrasyonların şekli, sosyal-ekonomik yapıların değişimleri, kültür, dil ve diğer özel sorunları kapsamaktadır. Böylece dolaylı olarak hükümet politikasının, bütün devlete ait planlama, sanayileşme, yasa çıkarıcı kararlar gibi diğer yönleri oluşturulmaktadır.

Genç ülkelerde proleter bir hareketin gelişmesi, Marksist grupların ve partilerin kurulması için, etnik-ulusal sorunlarda açık ve inandırıcı bir politikanın yaşamsal ve temel bir önemi vardır. Hangi etnik topluluğa mensup olduğuna bakılmaksızın, bütün ilerici ve devrimci güçleri birleştirmede bu bir önkoşuldur. Öte yandan böylece etnik-ulusal anlaşmazlıkların ayrı tutulması ile onların sosyal, ekonomik ve politik köklerine inilmesi için uygun olan önkoşullar hazırlanmış olur. İlerici, demokrat ve proleter sınıf güçlerinin kendi sosyal, ekonomik ve politik durumlarının gerçek bilincine varmaları, onların gerçeklere uygun bir sınıf bilinci kazanmalarını hızlandırır.

Hedeflerin belirlenmesi, burada kullanılacak araç ve yöntemlerin saptanması, milliyetler politikasının programının ana bileşenleridir. Ayrıca eğer bir ülkede resmi bir milliyetler politikası konsepsiyonu yoksa, o devletin milliyetler politikası karakterize edilmemiş demektir. Ne olursa olsun, ilkesel olarak program ile onun gerçekten uygulanması arasında bir ayrım gözetilmemelidir. Milliyetler politikasının bu her iki düzeydeki yansımaları, onun özelliklerini belirleyen kriterlerdir. Gerçekleştirilmesinin ölçüsü, ya da çapı, uygulamanın programla uyuşmasında ve elde edilen sonuçlarda görülür. Bu şekilde milliyetler politikasının tek tek uygulanıp uygulanmadığı anlaşılmış olur. Çoğu kez her iki düzeyin karşılaştırılmasıyla çelişkilerin varlığı ortaya çıkar. Daha doğrusu, uygulamadaki sapmalar ve kapatılamaz çelişkiler, ya da milliyetler politikasına ilişkin programın bilinçli olarak yanlış uygulanması söz konusu olabilir. O zaman da bir bir şu konulara dikkat etmek gerekir:

1.      Resmi açıklama ile milliyetler politikasının gerçek uygulaması arasındaki uyumsuzluk
2.      Milliyetler politikasının var olan politik sistemle uyuşmazlığı
3.      Gerçek ilişkilerin, özellikle milliyetler sorununun yanlış değerlendirilmesi
4.      Var olan önkoşullarda hiç veya henüz gerçekleşmeyecek görevler veya hedeflerin varlığı
5.      Uzun erimli görevlerin üstesinden gelinmesinde, zaman faktörüne önem vermeme

Milliyetler politikasına ilişkin konsepsiyonun verdiği sonuçlar, bu ilkelerin o ülkenin özgül koşullarında yaratıcı olarak kullanılıp, gerçekleştirilmesi ne kadar başarılı olmuşsa, ona göre değerlendirilir. Uygun milliyetler politikasının çeşitli kavram ve önlemlerle desteklenmesi, uygun objektif önkoşullarda sosyalist toplumun kurulmasında görülür. Buna karşılık, kapitalist rekabet koşullarında, milliyetler arasındaki farklı etnik gelişmeler, artan sosyal çatışma ve yarış sonucu olumsuz, ayırıcı, bütünleştirmeyici yönlere götürür. Bununla bağlantılı olarak egemen milliyetin, milliyetçiliği, şovenizmi, ulusal yabancılaşma gibi belirtiler ortaya çıkar. Örneğin Ho Chi Minh, Vietnam Emekçilerinin Partisi’nin 1951 yılına ait programında milliyetler politikasına ilişkin olarak saptadığı hem hatalı eğitimlere, hem de sağ ve sol sapmalara dikkat çekmişti. Çünkü yapılan yanlışlıklar, sonradan etnik çoğunluğun şovenizmine, ulusal azınlıkların da milliyetçiliğine yol açabilmektedir. Bu nedenle bu tür eğilimlere karşı mücadele edilmelidir. Vietnam Emekçilerinin Partisi, aynı zamanda Vietnam’daki milliyetlerin hak ve sorumluluklarındaki eşitliğini, onların silahlı direnişte ve devletin kuruluşundaki birliğini ve karşılıklı dayanışmalarını vurgulamıştı. Programda, Vietnam’daki milliyetleri birbirinden ayırmak için yapılacak bütün çabalar ile dar görüşlü milliyetçilik mahkum edilmekteydi. Azınlıkların hükümete katılacağı ve yaşam koşullarının iyileştirileceği, her alanda kendilerine yardım edileceği garantisi veriliyordu. Eğitimde kendi dillerini kullanma hakkı tanınıyordu. Bu milliyetler politikasının en önemli unsurları 1951’de Viet Minh ile birleşen Ulusal Birlik Cephesi (Lien Viet) programına alınmış ve 1953’deki Milliyetler Politikası üzerine Deklerasyon’da toparlanmıştı.

DEMOKRATİK MİLLİYETLER POLİTİKASININ ANA ÖZELLİKLERİ
 Bir ülkede birden fazla etnik toplumun bulunması halinde, o ülkenin ulusal çıkarları (ülke çıkarları anlamında) yanında, her etnik grubun kendi çıkarlarının da bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Ekonomik ve sosyal kalkınma programlarının hazırlanması ve uygulanması sırasında, etnik nihilizme kapılma ve ayrı halkların ihtiyaçlarını görmezlikten gelme, milliyetçilik ve şovenizmin gerici şekilleri gibi, sadece etnik gruplar arasındaki ilişkilerin gelişmesine muazzam zararlar yapmakla kalmayıp, ayrıca ulusal ve sosyal kurtuluş hareketini de geciktirebilir.

Lenin, London Observer ile Manchester Guardian gazetelerinin muhabiri Michael Farbman ile 1922 yılında yaptığı bir söyleşide şöyle demişti: “Karşılıklı güvensizlik ile anlaşmazlık temelini ortadan kaldırmak, ancak çeşitli ulusların çıkarlarına çok titiz bir şekilde dikkat göstermekle sağlanır.”
Demokratik milliyetler politikasının ana özellikleri belirlenirken, bölgenin olduğu gibi, tek tek ülkelerin de somut tarihsel ve ulusal koşullarına özen gösterilmesi gerekmektedir. Ülke içindeki ulusal hareketteki farklı sosyal ve siyasal gelişmişlik düzeyi ve en önemlisi öncü güç olan parti, milliyetler politikasıyla ilgili programın hem çapını ve hedeflerini, hem de tek tek taleplerin içeriğini belirlemektedir. Bu politikanın ana taleplerinin başında şunlar gelmektedir:

1.      Ulusal baskının, eşitsizliğin ve ayrıcalıkların her çeşidinin ortadan kaldırılması. Bu ve bununla ilgili olan aşağıdaki talep, demokratik milliyetler politikasının temelidir. “Başka halkı baskı altında tutan halk, kendi kendisini özgürleştiremez” belgisinin derin anlamından bu sonuç çıkmaktadır. Başkasını baskı altında tutmaya yarayan güç, sonunda daima kendi kendisine karşı da yönelir. (Engels, Göçmen Literatürü, s.527)
2.      Bütün etnik toplulukların hukuki ve gerçek eşitliğinin sınırsız olarak sağlanması, gerçekten eşit tutulmaları. Bir başka deyişle bunların sosyal-ekonomik ilerlemeye tam olarak katılmalarının sağlanması.
3.      Bir devletteki bütün milliyetlerden devrimci güçlerin yakınlaşıp, ortak örgütlerde birleşmesi, birlik ve dayanışma göstermeleri. (Programlarda bu gerçeklik, özel bir talep olarak görünmemeli, milliyet politikasının uygulanmasında güçlendirilmelidir.)
4.      Milliyet ve ulusal azınlıkların, her düzeydeki hükümet gücüne katılması, devletin birliğini tehlikeye atmayacak şekilde özerk bölgelerin oluşturulması
5.      Ulusal özellik ve duygulara saygı, milliyetçilik ve şovenizme karşı mücadele
6.      Olumlu ulusal geleneklerin korunup geliştirilmesi
7.      İleri-gelişmiş milliyetlerin, geri kalmış milliyet ve ulusal azınlıklara yardım etmesi
8.      Az gelişmiş milliyet ve ulusal azınlıklar arasında kadroların yetiştirilmesi ve eğitilmesi
En sonda yazılmış olmasına bakılmaksızın, bu görev tabii ki en sona bırakılmamalıdır. Burada diğer milliyetlerden kişilerin, kendi kadroları eğitilene kadar ötekilere yardımcı olmalarının zorunlu olduğuna da dikkat çekilmelidir. Eğitilecekler arasında yöneticiler, diğer uzmanlar ve aydınlar anlaşılmalıdır.

Ancak bu temel talepleri içeren bir demokratik milliyetler politikası ile milliyet ve ulusal azınlıkların kendi kaderlerini tayin etme hakları gerçekleşebilir. İkinci Dünya Savaşından sonra bağımsız devlet olma ve buna bağlı olarak sömürgeci “anavatan”lardan ayrılma gerçekleştiği için, bu talepler, ulusların kendi kaderini tayin hakkına içerik olarak uygun düşmektedir. Bu arada özel tarihsel ve yerel koşulları gözeten özerkliğin farklı şekilleri ortaya çıkabilir, ya da uygun koşullarda devletin federatif bir yapıda kurulmasına yol açabilir. Devlet yapısında uygulanan demokratik merkeziyetçilik ile yerel özerklik veya yerel özyönetim birbirini dışlamaz, aksine birbirini bütünleştirir. Ancak gerici Asya ve Afrika ülkelerindeki rejimler, demokrasi için gerekli olan politik ve sosyal temellerin çok az gelişmiş olması yüzünden, bu taleplerin gerçekleştirilmesi yolunda büyük bir engel oluşturmaktadırlar. Bu ülkelerdeki devrimci demokrasi için talepler, milliyetler sorununun çözümünde rol oynamaktadır.

LENİN’İN KONUYA BAKIŞI
Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan V.Lenin, ulusal azınlıkların haklarının korunmasına büyük önem vermekteydi. 1913 yılında hazırlanan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin bir kararında şöyle denmekteydi:

“Sömürü, zenginleşme ve herkesin herkese karşı mücadelesi üzerine kurulmuş olan kapitalist toplumda ulusal barış ne kadar olanaklı ise, buna ancak tutarlı ve güçlü, demokratik ve cumhuriyetçi bir devlet düzeninde erişilebilir. Bu devlette, bütün ulusların ve dillerin tam eşitliği güvence altına alınır ve hiçbir zorunlu devlet dili saptanmaz. İlgili yöre halkına, kullanılan bütün dillerde ders veren okullar açma garantisi verilir ve Anayasa’ya temel bir kural konarak bununla, bir veya diğer ulusa tanınmış ayrıcalıkların ve bir ulusal azınlığın haklarına karşı her türlü davranışın herkes için ve her zaman yasadışı olduğu belirtilir. Burada özellikle gerekli olan, geniş bir bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel özyönetimdir. Bu da, nüfusun ulusal bileşimi, ekonomik ve yaşam ilişkileri vb temelinde, sınırlarını yerel halkın kendisinin belirleyeceği, kendi kendini yöneten özerk bölgelerle gerçekleşecektir.” (Lenin, Ulusal Sorun Üzerine Karar, Bütün Eserleri, Cilt:19, s.420, Berlin 1962)

Lenin yine 1913 yılında yayımladığı “Ulusal Sorun Üzerine Tezler”inde bütün ulusal azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin olarak, bütün ülkelerde geçerli olacak bir yasanın çıkarılmasını istemişti. Bu yasa, bir ulusal azınlığın kendine ulusal ayrıcalık yaratma veya başka bir ulusal azınlığın haklarını daraltmaya yönelik her önleme karşı kapıyı kapatacaktı. (Bütün Eserleri, Cilt:19, s.236)

Lenin’in bu önerisi üzerine sonunda, demokratik bir devlet yapısının oluşturulması başta olmak üzere, önemli talepleri içeren, “Ulusların eşit hakka sahip olması ve ulusal azınlıkların haklarını savunmaya ilişkin yasa taslağı hazırlanmıştı. (Lenin, S. G. Schaumian’a Mektup, Bütün Eserleri, Cilt:35, s.117 vd)

Bu talepler arasında şunlar da vardı:
1.      İlgili halk tarafından, nüfusun ekonomik talepleri ve ulusal bileşimine uygun olarak yönetimsel-bölgesel bölümlerin yaratılması
2.      Genel, doğrudan, eşit ve gizli oyla, nisbi temsil esasına dayanan yerel özyönetimler
3.      Nüfusun özel ulusal bileşimine göre, özerkliğin sağlanması (özerkliğin yetkileri, merkezi parlamento tarafından saptanmalıdır)
4.      Ulus ve dillere ilişkin bütün imtiyaz veya ayrımcılığın ortadan kaldırılması. Azınlıkların kendi dillerini konuşma ve kendi dillerinde öğrenim görme hakkı
5.      Azınlıkların kendi güçleri oranında, kültürel amaçlı mali fonlara katılmaları  
6.      Ulusal bileşimi tam olarak saptamak için düzenli nüfus sayımlarının yapılması (Lenin, Bütün Eserleri, Cilt:20, s.280 vd)

Yararlanılan Kaynaklar:
1.      K. Hutschenreuter, Sahra Afrikasında etnik-ulusal süreçler ve devletleşme: Uluslaşma ve devlet kuruluşu arasındaki ilişkilerin teorik yönleri. Doçentlik Tezi, Leipzig 1975
2.      R. İsmagilova, Günümüz Tropik Afrikasında etnik sorunlar çözümlenebilir mi? Moskova 1978
3.      H-D. Kubitscheck-K. Timm, “Asya ve Afrika’da ulusların oluşması, çok uluslu devletler ve milliyetler politikası” başlıklı çalışma, Kapitalist olmayan kalkınma yolu-“Teori ve pratikte güncel sorunlar” adlı ortak kitap içinde (s.363-376), Berlin 1972


(Ertan Yüksel imzasıyla, Özgürlük dergisi, Mayıs 1989, Sayı:33)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder