17 Mayıs 2015 Pazar

AKEL MERKEZ KOMİTESİ 19. KURULTAY TEZLERİNDEN SEÇMELER:



AKEL’İN 19. KURULTAYINA GÖRE İÇİNDE BULUNULAN DURUM                
“AKEL’in 18. Kurultayından bugüne dek geçen son beş yıl içerisinde ne yazık ki, Kıbrıs sorununun çözüm çabalarında herhangi bir ilerleme olmadı. Tersine bir geriye gidiş ve Birleşmiş Milletler ve Doruk Anlaşmaları tarafından belirlenen çözüm temelinden uzaklaşılması yönünde açık bir çaba var. Uzun yıllardan beridir var olan sorunun askıda kalması ve işgal koşullarının kalıcılaşması, sorunun çözümünden uzaklaşılması ve Kıbrıs’ın her geçen gün taksime daha da yaklaşması sonucunu getirdi.
İşgalin sonuçları kalıcılaşıyor. Bir yandan sömürgeleştirme ve diğer yandan da Kıbrıslı Türklerin adadan yığınsal göçü, hem işgal bölgesinin demografik yapısını, hem de Kıbrıs’ı dramatik bir şekilde değiştiriyor. Kıbrıs’ın işgal altındaki bölümünün Türkiye ile bütünleşmesi, hızlı bir şekilde ileri götürülüyor. Ankara ile Denktaş herhangi bir ilerlemenin koşulu olarak, ayrı devlet varlığının tanınmasını ve bir ilk adım olarak “gerçeklerin” kabulünü gündeme getiriyor. 1998 yazından beridir de resmi olarak konfederal çözüm önerisini yapıyorlar.
ABD, İngiltere ve diğer güçlü batılı ülkeler, taksimci felsefesini ve Kıbrıs politikasını değiştirmesi için Türk tarafına baskı yapma arzusunda değildir. Batının lider konumundaki ülkeleri, Ankara ve Denktaş’ın politikasına sabır gösteriyor. Farklı yöntemlerle bir biçimde işgal rejimini kabul ediyorlar. Türk tarafının Birleşmiş Milletler kararları ile çelişen taleplerini cesaretlendiriyorlar, uzlaşmazlığını güçlendiriyorlar ve uluslararası topluluk tarafından kabul edilen ve Birleşmiş Milletlerin kararları ile belirlenen çözüm çerçevesinin geri plana itilmesine katkı yapıyorlar. Aralık 1999 ve Haziran 2000’de Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılmasını öngören kararların alınmasında, perde gerisinde ortaya konan faaliyetler, Türk taleplerinin karşılanması için bugüne dek ortaya konan en büyük sapmadır.
Kıbrıs sorununun bugün içinde bulunduğu aşamaya gelinmesi, G-8’lerin 1999 Haziranında yaptığı açıklama ve toplumlararası görüşmeler masasına tüm konuların konulabileceği ve Birleşmiş Milletler kararlarının çözümün temeli olma yerine, çözümde dikkate alınabileceğini belirtmesi ile başladı. Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilip ileri sürülen bu tespitler, Ankara ile Denktaş’a, çerçeve dışına çıktıkları gündeme getirilmeden, tanınma ve konfederasyon olgularını da gündeme getirme olanağı verdi. Bu koşullar altında dolaylı görüşmeler, AKEL’in öngördüğü gibi başarı şansına sahip olamaz. Bugüne dek gerçekleştirilen görüşmeler, bu değerlendirmeyi doğruladı. Dolaylı görüşmeler süreci miyadını doldurmuştur. Görüşmelerin ve hedeflenen çözümün temelinin Birleşmiş Milletler kararları olduğu olgusu resmi bir şekilde teyit edilmesi ve özlü ve doğrudan görüşmeler bir gerekliliktir.”
Çözüm İlkelerinin Yeniden Teyit Edilmesi
“19. Kurultay, Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler gözetiminde ve çerçevesinde toplumlararası özlü görüşmeler ve bu sorunun uluslararasılaştırılması ile barışçıl bir şekilde çözülmesi ve Kıbrıs hükümetinin uluslararası alanda ortaya çıkan her olanağı değerlendiren girişimler üstlenmesi gerektiği yönündeki AKEL’in tezini yeniden teyit eder.
Kıbrıs sorununa BM kararları, Doruk Antlaşmaları, BM anayasası ilkeleri ve uluslararası hukuk temelinde bir çözüm bulunması bir zorunluluktur. Bu çözüm işgal askerleri ile yerleşiklerin adadan ayrılmasını sağlamalı, ülkemizin birliğini ve toprak bütünlüğünü elde etmeli, ve Kıbrıs Cumhuriyetini askersizleştirmelidir. Olası garantiler Güvenlik Konseyi üyelerinin katılımı ile genişletilmeli ve hiçbir koşulda tek taraflı müdahale hakkı olmamalı veya bu yönde yoruma açık bir yan olmamalıdır. Kıbrıs’a çözüm çerçevesinde gönderilme olasılığı bulunan barış gücü BM gücü olmalı ve Güvenlik Konseyi denetiminde Birleşmiş Milletler yönetiminde olmalıdır.
AKEL iki bölgeli, iki toplumlu federal çözüme olan bağlılığını tekrardan teyit ederken her tür taksimci çözüme de açık bir şekilde karşı olduğunu belirtir.
Çözümün insan haklarına ve göçmenlerin evlerine ve mallarına dönüş hakkı dahil tüm Kıbrıslıların özgürlüklerine saygı gösterip sağlaması gerektiğini vurgular.
Net bir insani konu olan kayıplar konusu, son kaybın kaderinin net ve inandırıcı bir şekilde ortaya konması ile siyasi sorundan bağımsız olarak çözülmelidir.
AKEL Kıbrıs sorununun Ulusal Konsey çerçevesinde kollektif kararlarla ele alınması ve doğru politikanın cambazlıklardan, çelişkilerden amatörlükten ve maceracılıktan uzak yaşama geçirilmesi gerektiğini açık bir şekilde vurgular. Ulusal Konsey’in doğru işleyişi öncelikli olarak siyasi iradeye ve büyük oranda Cumhurbaşkanının bu kuruma saygısına bağlıdır. “

5. KIBRIS SORUNU VE AVRUPA BİRLİĞİ
AKEL 18. Kurultayında Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üyeliği ile ilgili olarak şöyle dendi:  “Avrupa Birliği’nin Kıbrıs sorunun doğru çözümüne yardımcı olması, bütün Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girmesi ve halkımızın önemli sosyal ve ekonomik kazanımlarının korunması koşulu ile AKEL Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girişinden yana tavır almaya hazırdır” .
Geçen yıllar içerisinde iki önemli olay yaşandı. Bunlardan biri 1995 yılındaki Lüksembourg kararıydı ve bu karara göre Kıbrıs, Avrupa Birliği ile tam üyelik görüşmelerine başlarken, Yunanistan da, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne yönelik vetosunu kaldırdı . İkinci önemli gelişme ise, 1999 Aralığında alınan Helsinki Kararı idi ve bu kararla Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday ülke konumuna yükseltildi. Yine bu karara göre, buna karşılık olarak da Kıbrıs sorununun çözümünün tam üyelik için koşul olmadığı belirtildi. Bununla birlikte ilgili karar alınırken, tüm faktörlerin dikkate alınacağı not edildi.
Bu kararların ortak özelliği, Türkiye’nin Gümrük Birliği ve aday üyelik sıfatlarını kazanırken, Kıbrıs sorununda herhangi bir karşılık vermemesiydi. Bu gelişme kaçınılmaz bir gelişme değildi. 18. Kurultay kararında ifade edildiği gibi, “Kıbrıs’ın Avrupa Birliği sürecinde en güvenilir yol, Kıbrıs Rum tarafının BM Genel Sekreteri’nin girişimleri karşısında takınacağı ilkeli ve yaratıcı tavırla ve doğru davranışlarla güçlendirilir. Bu davranışlar ve tavır Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin girişiminin başarısız kalması durumunda, en azından Türk uzlaşmazlığının tespit edilmesine olanak verecektir. Bu tavırlar aynı zamanda Kıbrıs Rum tarafını tam üyelik sürecinin esiri konumuna düşürmekten de engelleyecektir.”
Kleridis hükümetinin değişken politikası, diğer sonuçlarının yanı sıra uluslararası topluluğun bir kesimine, Kıbrıs sorunundaki çıkmaz karşısında sorumluluğu, haksız bir şekilde Kıbrıs Rum tarafına yükleme olanağı da verdi. Denktaş ile Türkiye’nin Kıbrıs sorununda ilerleme sağlanmasını engelledikleri bir anda, bizim Kıbrıs’ın tam üyeliğinin siyasi sorununa bağlanmasının üretken olamayan ve haksız bir yaklaşım olduğu yönündeki tezimizi zayıflattı. Bu koşullar altında, Kıbrıs’ın tam üyelik görüşmelerinin başlaması olası değildi ve bu adımın atılması için Yunanistan’ın, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Gümrük Birliğine yönelik vetosunun kaldırılması gündeme geldi.
Türkiye’ye adaylık sıfatının verilmesi konusunda ise AKEL, bunun Kıbrıs’ın, Kıbrıs sorunundan bağımsız olarak Birliğe tam üye olabileceği yönünde, farklı yorumlara neden olan bir söz yerine Kıbrıs sorunun çözümüne bağlanması gerektiğine inanmaya devam ediyor. Avrupa Birliği Konseyi, 1990 yılında aldığı bir karar ile, Türkiye’nin Avrupa sürecini açık bir şekilde Kıbrıs sorunundaki ilerlemeye bağlamıştı. Türkiye’nin aday ülke olması ile birlikte Kıbrıs sorununda daha uzlaşır bir konuma geleceği yönündeki gerekçeler gelişmeler tarafından doğrulanmadı. Türkiye’ye Gümrük Birliği verildiği zaman da aynı gerekçeler ileri sürülmüştü. O gelişme sonrası Türkiye, federal çözüm yaklaşımını resmi olarak terk etmiş ve bugüne dek ısrar ettiği konfederasyonu gündeme getirmişti.
Avrupa Birliği’ne tam üyeliğin Ankara açısından stratejik bir hedef olması ve bu nedenden dolayı Türkiye’nin yakın hedefini teşkil etmesi nedeniyle, hükümetin Türkiye’ye adaylık konumunun verilmesi için Kıbrıs sorununda ilerleme sağlanması koşulunda ısrarlı olması gerçekçi olacaktı. Kıbrıs sorununda ilerleme sağlanması da bizim Avrupa yönelimimizde var olan engelleri önemli bir şekilde sınırlayacaktı. Bu gelişme ile önemli bir fırsat yitirilmiş oldu ve şimdi önemli olan bugün ne yapacağımızdır.
Tam üyelik sürecinin Kıbrıs sorunun çözüm sürecine yardımcı olma umudu hâlâ daha vardır. Fakat bu ancak iki koşulda mümkün olur. BİR: Avrupa Birliği’nin Helsinki Kararının yanlış yorumuna olanak tanımaması ve Kıbrıs’ı, Kıbrıs sorunun çözümünden bağımsız olarak tam üye kabul etmesi. İKİ: Tam üyeliğin sadece özgür bölgeyi değil, fakat topraklarının bir kısmının o dönemde Türk işgali altında olup olmamasından bağımsız olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tüm alanını kapsaması. Sadece böylesi bir durumda Türkiye, tam üyelik öncesi federal bir çözüm için işbirliği -ki bu arzulanan bir gelişmedir-, ya da tam üyeliğin gerçekleştiği anda işgal bölgesinin Avrupa Birliği toprağı olacak olması nedeniyle yasadışı devletin tanınma olasılığının gündemden çıkması ikilemi ile karşı karşıya kalacaktır.
Bu hedeflerin başarılabilmesi ve tam üyeliğin Kıbrıs sorununun çözümünde katalizör rolü oynaması için, önceliklerin yeniden değerlendirilmesi ve hükümetin uğraşılarını, Güvenlik Konseyi kararları ve doruk antlaşmaları temelinde bir çözüme odaklaması bir zorunluluktur.
AKEL, ne sadece özgür bölgenin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğine onay verir, ne de kötü bir çözüme. Sadece özgür bölgenin tam üyeliğinin, Kıbrıs’ın taksiminin kabulü anlamına geldiği konusunda ısrarlıyız. Aynı şekilde kötü bir çözümün, tam üyelik ile düzeltilemeyeceğine inanıyoruz. 18. Kurultay kararlarında vurgulandığı gibi, AKEL için öncelikli ve egemen olan konu, tam üyelik sürecinin siyasi yanıdır ve bu sürecin Kıbrıs sorunun adil çözümüne katkı sağlamasıdır. Partimizin tam üyelik anlaşmasına ilişkin son tavrı bu anlaşmanın Kıbrıs sorununa temel ilkeler temelinde adil ve kalıcı çözüm konusunda yardımcı olup olmayacağına bağlı olarak biçimlendirilecektir. Farklı yönde gelişecek bir sürece veya anlaşmaya karşı çıkmakta tereddüt etmeyeceğiz.

6. KIBRIS TÜRK TOPLUMU
AKEL’in Kıbrıs Türk toplumunun yaşam koşulları ve gelişmesine olan ilgisi, sadece Kıbrıs sorununa federal çözüm bulunması için görüşme yapacak iki temel toplumdan biri olmasından değil, fakat aynı zamanda partimizin tüm Kıbrıslıları ve tüm Kıbrıs halkını ifade etmesinden kaynaklanıyor.
Kıbrıslı Türklerin yaşam koşulları olumsuz olmaya devam ediyor: Yasadışı devlette denenen çeşitli hükümetler Kıbrıs Türk toplumunun karşı karşıya olduğunu ekonomik, sosyal sorunlara çözüm getiremediler. İşsizlik Kıbrıslı Türkleri göçe zorlayan boyutlarda devam ediyor. Son dönemlerde yapılan açıklamalarda ifade edildiğine göre, 50 bin Kıbrıslı Türk adayı terk etti ve bunların önemli bir kısmını öğrenimlerini tamamladıktan sonra Türkiye’de kalan üniversite öğrencileri oluşturuyor. Kıbrıs Türk toplumunun bugün en büyük sorunu Türkiye tarafından siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda aşamalı bir şekilde Türkiye’ye entegre edilmesidir.
Nüfus yapısının Türkiye’den getirilenler lehine değişimi ve işgal ordusunun varlığı, Türk politikasının ileri götürülmesinde kullanılıyor. Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumuna müdahaleleri, “cumhurbaşkanlığı seçimlerinde” doruk noktasına ulaştı ve bu arada işgal bölgesindeki “hükümetin” de Türkiye’de alınan kararları yaşama geçirdiği görüldü.
Ekonomik alanda Türk lirasının resmi para birimi olarak kullanılması ve büyük alt yapı yatırımlarının Türkiye tarafından planlanması ve üretim sektörlerinin yıkıma sürüklenmesi, kamu memurlarının ekonomik açıdan aktif nüfusun 1/3’ünü oluşturması, Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye’ye bağımlılığını getiriyor.
Sosyal alanda Kıbrıslı kimlik, tüm alanlarda saldırılara hedef olmaktadır. Türkiye’den gelen gazetelerin Kıbrıs Türk gazetelerinden fazla satılması önemli bir göstergedir.
Ne yazık ki Kıbrıs sorununa barışçıl bir çözüm bulunmasından yana Kıbrıslı Türk ilerici güçlerinin seçim güçlerinin azalması bu sorunlara karşı durulmasında erteleyici bir işlev görüyor.
Bu ifade ettiklerimizden bağımsız olarak, Türkiye’nin Kıbrısla ilgili devlet politikasını da küçümsemeden ve Türkiye’deki hükümetlerin eğilimini de dikkate aldıktan sonra Kıbrıs Türk toplumu içerisinde zor koşullarda konfederasyonu reddederek, Türkiye’nin işgal bölgesini kendisine bağlamasına karşı duran ve Kıbrıs’ın ve halkımızın yeniden birleşmesini arzulayan federasyondan yana önemli güçler vardır.
7. MİLLİYETÇİLİĞE KARŞI MÜCADELE VE YENİDEN YAKINLAŞMA
Milliyetçilik ile şovenizm halkımızı çarpan trajedinin en önemli sorumlularındandır. Bu trajediyi yaratan diğer faktörler İngiliz sömürgeciliğinin “böl ve yönet” politikası, Ankara’daki askeri ve siyasi çevrelerin yayılmacı politikası, Amerikan emperyalizminin politikası içerden yardım olmasa hedeflerine belki de ulaşamayacaktı. Şovenizm, yabancı arzulara set çekecek ve gerçek bağımsızlığı koruyacak olan Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin ortak cephesinin oluşumuna da engel oluşturdu.
Milliyetçilik ne yazık ki her iki toplumda geçmişte işlenen ve şimdi işlenmeye devam edilen bir fenomendir. Kıbrıs Türk toplumunda işgal rejiminin resmi ideolojisidir. Kıbrıs Rum toplumunda özellikle sağın ve aşırı sağın erke gelmesi ile macera ve yıkıma götürmesi kesin olan “milliyetçi değerlerlerde” bir patlama gözlemlendi. Kıbrıs Rum toplumunda milliyetçilik genelde aşırı eylemlerle ifade edilmese dahi, daha az tehlikeli olarak görülmemelidir ve tam da bu nedenden dolayı halk tarafından daha zor tespit edilip reddedilmektedir.
Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları arasındaki ilişkiler, Kıbrıs sorunun özlü unsur alanlarından biridir. İki toplum arasındaki ayrılığı derinleştirecek -milliyetçilik belirleyici faktörlerden biridir- taksimin kalıcılaşması yönünde işlev görür. Taksime karşı mücadele ile yeniden yakınlaşma gerçek bir yurtseverliktir. Milliyetçiliğe karşı yeniden yakınlaşma için mücadele her şeyden önce AKEL’in derin yurtseverliğinden kaynaklanmaktadır.
Aradığımız çözümün tüm Kıbrıs ve tüm Kıbrıslılar için olduğu yönünde her iki toplumun da ikna edilmesi bir zorunluluktur. Hepimiz etnik kimliğimizi, dilimizi ve geleneklerimizi savunduğumuz kadar ve hatta daha da büyük bir güçle Kıbrıslı olarak ortak kimliğimizi, ortak geleneklerimizi ve ortak tarihimizi de savunmalıyız.
İki toplum arasında güven ortamının yaratılması, yalnız başına çözüme yol açmazsa da endişelerin, düşüncelerin bir toplumun diğer toplumdan beklentilerinin anlaşılmasına katkı sağlar ve bu şekilde Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm perspektifini güçlendirir.
İki toplum arasındaki temaslar ve daha da önemlisi ortak etkinlikler devletin ve Kıbrıs halkının birliği duygusunu güçlendirir ve Denktaş’ın ve sözde “temiz çözümleri”, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin birlikte yaşayamayacağı, birbirlerinden ölümüne nefret ettikleri ve ayrı yaşamaları gerektiği yönündeki görüşleri savunanların politika ve propagandasını engeller.
Kıbrıslı Türklerin gelişmeleri etkileme olanağı büyük oranda Kıbrıs Rum tarafının tavrına bağlıdır. Eğer Kıbrıslı Rumların eylemleri, kendi yasal haklarını da tanıdıkları için Kıbrıslı Türklerin güvenini kazanırsa, eğer Denktaş’ın propagandalarının bize yüklediklerinin bizimle herhangi bir ilgisi olmadığı yönünde onları ikna edebilirsek, o zaman Kıbrıs lehine büyük bir baskı unsuru yaratılacak ve bu olgu da ne Ankara, ne de işgal rejimi tarafından göz ardı edilmeyecektir.
Yeniden yakınlaşma politikası, Kıbrıslı Türklere yönelik somut girişim ve eylemleri dayatmaktadır. Farklı bir durumda bu politika, açıklamalar ve sloganlar düzeyinde kalacaktır. Bu yöndeki politika aynı zamanda adil ve kalıcı bir çözüm hedefi ile ortaya koyduğumuz bütünsel politika ile uyumlaştırılmalıdır. Sorunun askerileştirilmesi, milliyetçi ayaklanmalar, enosis söylemi ve federasyona yönelik saldırılar, yeniden yakınlaşmanın altını oymakla kalmaz, aynı zamanda işgalden kurtulma ve vatanımızın yeniden birleşmesi perspektifli mücadeleye de zarar verir.
Partimiz, yerleşmesinde öncü rol oynadığı yeniden yakınlaşma politikasının çok uzun yıllar süren ardıcıl mücadeleler sonrası kendi dinamiklerini yaratmaya başladığı değerlendirmesi yapar. Kıbrıslı Türk partiler ve örgütlerle buluşmalar, sanat grupları değişimi, ortak etkinlikler, seminerler ve ortak yayınlar ve daha başka girişimlerin aracılığı ile sol hareket, iki toplum arasında bağların canlandırılması ve güçlendirilmesi uğraşılarına en baştan kendi damgasını vurmuştur.
Yeniden yakınlaşma etkinliklerine yığınsal katılımı, milliyetçiliğe ve iki toplum arasında iletişimi zorunlu görenlere hakaret edenlere ve yeniden yakınlaşma hareketini kendi mandası altına almaya çalışan yabancı merkezlere bir yanıt olarak değerlendiriyoruz. Yeniden yakınlaşmaya bizim müdahalemiz, bu hareketin siyasal içeriğini ortadan kaldırmaya ve Kıbrıs sorununu iki toplum arasında giderilmesi gereken psikolojik bir sorun olarak gören ve apolitik bir içerikle ileri götürmeye çalışanlara pratik bir yanıtı oluşturur.
AKEL olarak geçmişte somut yeniden yakınlaşma önerilerimiz oldu. Yeniden yakınlaşmanın hükümetin izlediği politikanın ayrılmaz bir parçası olması ve siyasi liderlik ve halkın büyük çoğunluğu tarafından benimsenip ileri götürülmesi için mücadele ettik. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar, siyasi partiler, örgütler arasında ikili ve çok yönlü buluşmaların kamuoyu tarafından iki toplumun temaslarında gerekli bir adım olarak kabul edilmesi yönünde çalıştık. 1991 yılında bu yönde Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk siyasi partiler toplantılarına getirdiğimiz somut önerilerin büyük bir kısmı kabul edildi. Şimdi bu önerilerin ve diğer örgütler ile örgütlü kesimlerin önerilerinin daha kararlı bir şekilde yaşama nasıl geçirebileceğine bakacağız.
***
ULUSLARARASI KOMÜNİST VE SOL PARTİLER TOPLANTISI
            AKEL’in 19 kurultayı çerçevesinde düzenlediği uluslararası toplantıya katılan komünist ve sol parti heyetleri, Kıbrıs konusunda önemli kararlar onayladılar. Bu toplantıya katılan 43 ülkeden 69 temsilcinin kabul ettiği bu kararda, Türk askerlerinin Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında süren işgali, demografik yapının değiştirilmesi amacıyla devam eden kolonizasyon kınanarak, işgal kuvvetleri ile sömürgecilerin ayrılması talep edildi. Bölücü statüko kabul edilmez ve Kıbrıs halkı için çağdışı ve yıkıcı seçenek olarak nitelendirildi.
            Yabancı temsilciler, Kıbrıs sorununa bulunacak barışçı, hakça, karşılıklı kabul edilebilir ve yaşayabilir bir çözümün doruk anlaşmaları zemininde, BM çerçevesinde yapılacak özlü iki toplumlu görüşmelerle mümkün olacağını, bu çerçevenin tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kişilik içeren iki bölgeli, iki toplumlu federal bir çözüm öngörmesi gerektiğini de onayladılar.
            Yabancı temsilciler, Denktaş’ın ve Ankara’nın, görüşmeleri terk etme yönündeki tehditlerini kabul edilmez olarak görüp uluslararası camiaya bunları reddetme çağrısında bulundular.

(Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Ocak-Şubat 2001, Sayı:59-60, imzasız)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder