27 Mayıs 2015 Çarşamba

BASINIMIZ KİME TUTSAK?


Ülkemizde yayımlanmakta olan 7 günlük Türkçe gazeteden  Asil Nadir’e ait Kıbrıs gazetesi  dışında kalan 6 tanesi, yani Halkın Sesi, Yeni Düzen, Ortam, Yeni Demokrat, Birlik ve Vatan 17 Mayıs  1996 günü , içinde bulundukları sorunlara dikkat çekmek için, birinci sayfalarını siyah zeminde iri puntolardaki beyaz karakterlerle “Devlet ve Hükümet Yetkililerini uyarıyoruz: Kıbrıs Türk basını çok yakında susacak; Bizleri bugüne kadar yaşatan halkımıza ve çalışanlarımıza teşekkür ederiz” uyarısıyla yayımlandı. Aynı gün Cumhurbaşkanı Denktaş’ı da ziyaret eden gazetelerin Genel Yayın Yönetmeni veya Yöneticileri, Kıbrıs Türk  basınının karşı karşıya olduğu sorunların çözümlenmesi için alınması gereken kısa ve uzun vadeli önlemleri duyurdular.
Kıbrıs gazetesi  gibi  Türk liderliğinin görüşlerini destekleyen sözümona bağımsız Halkın Sesi ve Vatan gazeteleri dışındaki günlük gazeteler, sırasıyla CTP, TKP, DP ve UBP’nin parti yayın organları durumundadırlar. Partilerinden  büyük miktarda mali destek alan bu gazeteler, daha çok bir parti propaganda bülteni gibi yayın yaptıklarından, dar bir okuyucu kitlesine sahiptirler. Tümünün satış toplamı, Kıbrıs gazetesininkine ulaşamamaktadır.  Kullandıkları haberlerin büyük bir kısmı devlet haber ajansı TAK kaynaklı olup, birkaç köşe yazarı ve kendi haberleri ile sayfalarını doldurmaktadırlar. Araştırmacı gazetecilik, haber takibi, okuyucuyu bilgilendiren yorumlar, doyurucu iç ve dış haberler gibi konulara pek eğilmeyen günlük basınımız, toplumu denetleme görevini de yeterince yapamamaktadır.  Zaten bizdeki kitle iletişim araçları,  Türkiye’nin geniş olanaklara sahip renkli basını, radyo ve TV’leri karşısında rekabet edemez bir durumdadır. Gerçi iyi bir içerikle yayımlanmış gazete ve dergiler daima belli bir süre geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabilmişlerdir, ama bu düzeyi sürekli tutturabilenlerin sayısı  pek fazla olmamıştır. Benim önerim TAK bülteninin gazetelere parasız verilmesi yerine, TAK’ın kendi günlük gazetesini  yayımlaması, gücü olmayan parti bültenlerinin de haftalığa inmesi, ya da gerçek gazete olmanın yollarını aramalarıdır!
Bugün en fazla satılan ve Batılı ölçülere göre daha çok bulvar gazetesi  olarak adlandırabileceğimiz Kıbrıs gazetesinin 11 Mayıs 1996 tarihli ilk sayfasını kaplayan “Ölmek istemiyoruz” başlıklı başyazısına bir göz atacak olursak, bu gazetenin de kamuoyunu gerçekçi bir biçimde aydınlatma görevini yerine getirmediğini yine kendisinin itiraf ettiğini görürüz: “Haber merkezimize ulaşan yığınla utanç verici bilgi ve haberi kamuoyuna yansıtmamaya çalıştık. Yorumlamadık. Ama “Artık yeter” diyoruz. Çünkü uçurumun kenarındayız. Bir rüzgar bile bizi boşluğa savurup tarihe karıştırmaya yeterlidir.
Ölmek istemiyoruz! Halkın çalışma ve üretme heyecanı yok ediliyor. Hazır yiyicilik bir genel toplum kültürüne dönüştürülüyor. Bu dönüşümün bizi getirdiği nokta ise gözler önünde: Artık yenebilecek birşey de kalmadı. Kendi kendimizi yemeye başladık. Ölümün yakın olduğunu anlayan ve kendi ayakları ile mezarlığa yönelen fillere benzemek ne büyük bir umutsuzluk!
Binlerce insanımız iş bulabilmek için “bırakınız Güney’e gidelim” diye haykırırken bunun utancına dayanabilmek mümkün mü?”(Bunu biz söylesek, milliyetçilerimize göre vatan haini olmaz mıydık? A.An)
Gazete devamla “Bu kadar kayıtsızlık imkansız. Onun için artık suskunluğumuza son verip toplumun bizden beklediği gazetecilik görevini yapmaya karar verdik. Bundan böyle en etkin tonlarda denetleyeceğiz, eleştireceğiz, kınayacağız, teşhir edeceğiz ve doğruları göstermeye çalışacağız” diye yazmakta, ama “gazete olarak bu atağımız hiçbir makama, hiçbir partiye, hiçbir kuruma karşı değildir. Ama sorumluluk payı olan herkese karşıdır” diyerek, kaçak oynamayı yeğlemektedir. Nitekim bu başyazıyı izleyen dönemde, pek de etkin bir tona yönelinmediği görülmüştür. Yok eğer, söylendiği gibi Asil Nadir  hükümetten istediği krediyi alamadığı için bu başyazıyı yazdırtmışsa, onu da anlayışla karşılarız!
“Yılmış ve yıldırılmış olan bir halk”tan söz etme gerçekçiliğini gösteren Kıbrıs gazetesinin yöneticileri, daha cesur davranmalı ve  onlar da “kralın çıplak olduğunu” haykırmalıdır. Çünkü 5 Mayıs 1996 tarihli Kıbrıs’ın “Söz Sizin” köşesinde yayımlanan imzasız bir okur mektubunda da belirtildiği gibi “bu ülkeyi iflas ettiren düzenin kurucu ve koruyucuları işledikleri  bu büyük suçun hesabını” mutlaka birgün vereceklerdir. Bu durumun 1963’den beri otuz üç senedir böyle devam edip gittiğini vurgulayan okur mektubu “bazıları bayrağın arkasında milliyetçiliği inhisarına almış, düzenin kurucuları bu milli kahramanlara ehliyetlerine bakılmaksızın koltuklar bahşetmişler, kilit noktalara yerleştirmişler. İskandan ve tüm olanaklardan yararlanıp ihya edilmişlerdir” diyerek ülke gerçeğimize parmak basmıştır.
O nedenle basınımız artık gazete sayfalarını boşuna doldurup, bunalıma gireceğine,  gerçek suçluların 1963’den beri ayrılıkçılık güdüp, dış güçlerin çıkarlarına alet olan sahte milliyetçiler ile taksimciler olduğunu haykırmalı ve halkımıza tercüman olmalıdır.

(Kıbrıslı dergisi, Sayı:11, 20 Haziran-20 Temmuz 1996)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder