31 Mayıs 2015 Pazar

EKİM DEVRİMİNİN KIBRIS İŞÇİ SINIFININ POLİTİK ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ


Eski takvime göre 25 Ekim, yeni takvime göre 7 Kasım 1917, Çarlık Rusyası’nda gerçekleştirilen sosyalist devrim ile ülkedeki iktidarın işçi, asker ve köylü temsilcilerinden oluşan Sovyetlerin eline geçtiği gündür. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin zaferle sonuçlanmasında en önemli rol, Lenin’in devrimci teorisini pratiğe uygulayan Komünist Partisi’ne aittir. Devrimle birlikte Rusya’daki sermayedarlar ile toprak sahiplerinin iktidarı yıkılmış ve yerine emekçi halkın iktidarı kurulmuştur. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmiş, fabrikalar, bankalar, demiryolları, madenler devletleştirilmiştir. Rusya’daki proleter devrimi, sadece Rus halkının değil, eski Rus İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde yaşayan diğer halklar üzerindeki sosyal ve ulusal baskıya son vererek, onların da kurtuluşunu sağlamıştır. Devrimin işçi ve köylülere sağladığı kazanımları korumak ve sosyalizm kuruculuğunda hızla ilerlemek amacıyla, 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulmuştur.

Sovyetler Birliği’nde dünyada ilk kez olarak işçi-köylü iktidarının kurulması ve devrimin başarıları, yeryüzündeki milyonlarca halka örnek oldu ve bilimsel sosyalizmin fikirleri, bu ülkelere yayıldı. Özellikle ulusal kurtuluşları için mücadele veren ve dünya nüfusunun yüzde 70’inden fazlasının yaşadığı eski sömürge ülkelerdeki savaş, baskı ve ırk ayrımı politikasına karşı, halkların barış, eşitlik, özgürlük ve kardeşçe işbirliği içinde yaşamalarını öngören alternatif bir düzen ortaya çıktı.

Yarın 70. yıldönümünü bütün ilerici insanlık ile birlikte kutlayacağımız Ekim devrimi, 20 yüzyılın en önemli olayı olup, insan soyunun gelişmesinde tarihsel ve uluslararası bir öneme sahiptir. Lenin, bu uluslararası önemi ikiye ayırmaktadır: Birincisi, bu devrimin diğer ülkelerdeki devrimci hareketler üzerindeki etkisi, ikincisi de, bu devrimin ana özelliklerinin uluslararası planda tekrarlanmasının kaçınılmazlığıdır.

Ekim Devrimi ile dünyamız, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağına girerken, bütün ülkelerdeki emekçi ve ilerici insanlar, bu ilk sosyalist devrimden etkilenmeye başladı. Bağımlı ve sömürge ülkelerde baskı altında tutulan halklar, sosyalizmin başarısından direniş gücü kazandılar. Bilimsel sosyalizmin teorisiyle donanarak, kendi ülkelerinde politik örgütlenmelere gittiler ve kendi komünist partilerini oluşturdular.

Doğu Akdeniz’de küçücük bir ada olan ülkemiz Kıbrıs ise, o sıralarda İngiliz sömürge yönetimi altındaydı. İngilizlerin adayı ele geçirmelerinden sonra, başta ticaret burjuvazisi olmak üzere Kıbrıs, kendi burjuvazisini geliştirmiş ve işçi sınıfı da oluşmaya başlamıştı. Yabancı ve yerli sermayedarların gittikçe artan sömürüsü, emekçi halkın kendi örgütlerini kurma zorunluluğunu bilince çıkarmıştı.

İşte muzaffer sosyalist Ekim Devrimi’nin doğrudan etkileri altında, ilk komünist gruplar, 1921’de oluştu. Aslında sosyalist fikirler, daha 1914’lerde Kıbrıs’a ulaşmış ve Yunanistan’daki sosyalist hareketin gelişmesini izleyen ve Leymosun’da bir grup aydının oluşturduğu “Nazoraios” edebiyat çevresinde benimsenmişti. 1915-17 yıllarında yine Leymosun’da inşaat ve liman işçilerini örgütleyen ilk sendikalar kurulmuştu. Ekim Devrimi’ni izleyen yıllarda, Yunanistan’dan gelen sol yayınları okuyan Leymosunlu bir grup memur ve işçi, ilk komünist grubu oluşturdu. 1921’de üç Leymosunlu Rum tarafından başlatılan hareket, bir yıl sonra 30 kişiyi örgütleyebilmiş ve Aralık 1922’de iki ayda bir çıkan “Pirsos” (Meşale) gazetesini yayımlamaya başlamıştı.

Leymosun’daki şarap fabrikası, liman ve diğer yerel sanayilerde çalışan işçiler, diğer kasabalardakilere kıyasla daha bilinçliydiler. Önderliğini birkaç aydının yürüttüğü komünist hareket, 1924 yılı başında İngiliz sömürge yönetiminden kırsal bölgelerdeki borç ödemelerinin durdurulmasını istedi ve fakir köylülerin mali sorunlarına ilgi gösterdi. Bir Ziraat Bankası kurulmasını istedi. İşçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesini, ilerici bir çalışma yasasının çıkarılmasını, ücretlerin artırılmasını, çalışma saatlerinin 14-12 saatten 8 saate indirilmesini talep etti. “Pirsos” gazetesi, Ocak 1924’de kendi kendini kuruluş hazırlıklarını yürütmekte olan Kıbrıs Komünist Partisi (KKK)’nin resmi yayın organı olarak ilan etti. O yıllarda İngiliz sömürge yönetimi altındaki adada, yaşam düzeyi çok düşük olup, yaygın fakirlik ve cehalet kol geziyordu. Kıbrıs’ın yeraltı zenginliği olan madenler, İngiliz ve Kanada sermayesi tarafından çalıştırılıyor, en iyi maden işçisine 12 saatlik işgünü için iki buçuk şilin ücret veriliyordu (o zamanın bir şilini ile sadece iki buçuk okka ekmek alınabilirdi).

Yunanistan’da tıp eğitimi gördüğü sırada Yunanistan Komünist Parisi (KKE) üyesi olan Kıbrıslı Dr. Nikolas Yiavopulos’un 1924’de geri Leymosun’a dönmesi ardından kurulan “Emekçiler Kulübü”, kasabadaki işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmeyi kendine amaç edinmişti. Aralık 1924’de sayıları 35’e çıkan Leymosunlu komünistler, 1 Ocak 1925’den itibaren 15 günde bir, “Neos Anthropos” (Yeni İnsan) adlı bir gazeteyi yayın hayatına soktular. Gazete, gerek milliyetçi Rum liderliği, gerekse İngiliz sömürge yönetimi ile birçok polemiğe girdi. Bu arada kırsal bölgede de etkinliğini göstermeye başlayan Emekçiler Kulübü, Leymosun kazasındaki Yermasoya, Gilani ve Piskobu köylerinde, topraklarını faizcilere kaptıran köylüleri örgütledi.

22 Nisan 1925’de Leymosun’da yapılan Panhelenik Oyunlar nedeniyle milliyetçilere karşı bir bildiri yayımlayan komünistler, Kıbrıs’ın bağımsızlığını istediler. İngiliz yönetimi, Dr. Yiavopulos’u, adadaki barış ortamını tehlikeye soktuğu gerekçesiyle, 5 Temmuz 1925’de Atina’ya sürgüne gönderdi. Kasım 1925’de Leymosun’daki Emekçiler Kulübü’nün ileri gelen üyelerinin evlerine ve kulüp binasına baskın yapılarak, kitap ve diğer yayınlar toplandı. (Daha sonraki yıllarda Troçkist görüşleri savunduğu için partiden ihraç edilecek olan) Dr. Yiavopulos’un yerine, Kostas Skeleas geçti.

Sömürge yönetimin Tarım Dairesi’ndeki görevinden istifa edip, Moskova’da eğitim gören ve daha sonra Yunanistan’da yaşamaya başlayan Haralambos Vadilyotis’in Kıbrıs’a yaptığı bir ziyaret sırasında, 14 Ağustos 1926’da gizli olarak yapılan bir toplantıda, Kıbrıs Komünist Partisi (KKK) resmen kuruldu. Partinin ilk Genel Sekreterliğine Kostas Skeleas getirildi. Partinin kurulmasından önce komünistler, Marksist-Leninist fikirlere karşı burjuvazi tarafından halk arasında yayılan güvensizlik duygularını gidermek ve yeni devrimci fikirleri benimsetmek için büyük çaba sarfetmişti. Daha önceden örgütlenmiş bulunan işçi, gençlik ve kadın kuruluşlarından 22 temsilcinin katıldığı KKK’nın bu 1. Kuruluş Kongresi’nde kabul edilen programda, şu amaçlara ulaşmak hedeflenmişti:

“1. Günümüz kapitalistlerince zincire vurulmuş olan Kıbrıs’taki sınıfların örgütlenmesi ve içinde yaşadıkları ekonomik koşulların iyileştirilmesi için mücadele etmek.
2. Kıbrıs’ın Birleşik Krallığın emperyalist boyunduruğundan kurtulması ve siyasal bağımsızlığına kavuşmak için mücadele etmek.
3. İşçi hareketinin uluslararası dayanışmasının Kıbrıs’ta gelişmesi ve Kıbrıs’taki işçi ve köylülerin mücadelesiyle, diğer ülkelerdeki meslektaşlarının mücadelesini birleştirmek.” (Neos Anthropos, 24 Aralık 1926)

Görüldüğü gibi KKK’nın kurulması, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kıbrıs’ta egemen olan sosyal koşulların bir ürünü olmuş ve parti, Avrupa’daki işçi hareketinin yükseldiği bir sırada ve Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin doğrudan etkileri altında yeşermişti. KKK’nın yayımladığı “Politik ve Ekonomik Durum Üzerine Tezler”de ilk defa anti-emperyalist birlik cephesi fikri ortaya atılmış ve Lenin’in önemle üzerinde durduğu işçilerle köylülerin ittifakı, “bugün var olan durum açısından tarihsel bir zorunluluk ve emperyalizm ile kapitalizmin devrilmesi için vazgeçilemeyecek bir koşul” olarak tanımlanmıştı. 1. Kongre’de alınan kararlarda, başta madenlerde çalışanlar olmak üzere, bütün işçilerin, bilinçli profesyonel örgütlerde biraraya gelmeleri gerektiğine parmak basılıyordu. Bu örgütler, bütün Kıbrıslı işçileri kapsayan bir üst örgütte birleşmeliydi. Kadınlarla ilgili olarak, her iki cinsin evlilikte ve ücretlerde eşit tutulması gerektiği ve anneler için doğum kliniklerinin açılması savunuluyordu. Gençlerle ilgili olarak, 14 yaşın altındaki çocukların çalıştırılmaması, muhtaç öğrencilere parasız öğrenim olanağının sağlanması talepleri yükseltilirken, komünist gençlerin adada çok sevilmeye başlanan atletizm çalışmalarında şampiyon olmaları gerektiği vurgulanıyordu.

KKK’nın ilk kongresinde öne çıkarılan ve milliyetçi Rumlar ile enosisçilerin ağır eleştirilerine yol açan bir başka hedef de şu şekilde ifade edilmişti: “Britanya’nın Kıbrıs’taki işgaline karşı alternatif, şu anda enosis değil (ki bu hedef, sadece bujuvazi ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına uymakta olup, daha çok şovenist bir eğilim olarak mahkum edilmiştir), Üçüncü Enternasyonal’in kurulması için çaba gösterdiği Sosyalist Balkan Federasyonu’na bağımsız Kıbrıs’ın da katılmasıdır.”     

Tartışmaların artması üzerine 1927 yılında sırf bu konuyu görüşmek üzere olağanüstü bir kongre yapan KKK, Yunanistan’la birleşme (enosis) konusunda bir açık tavır belirlemeden, “sömürgecilere karşı mücadelede birleşik cephe” görüşünü destekleyeceğini duyurdu. Bu görüş zaten partinin kuruluş tezlerinde yer almış ve daha sonra özellikle “Neos Anthropos” gazetesinde işlenmişti. Örneğin gazetenin 8 Ocak 1927 tarihli sayısında, Kıbrıs halkının birleşik cephesi konusunda şöyle deniyordu:

“Özgürlüğümüzü elde etmemize ve İngiliz emperyalizminin köleleri olmamıza son verilmesine kadar ekonomik olarak soluk alamayacağız. Ekonomik ve ulusal restorasyon için ilk koşul olan Kıbrıs’ın yabancı boyunduruktan kurtarılması gerektiğine inanan bütün partiler, çabalarını bu doğrultuya yöneltmelidir. Ama bu çabaların ürün verebilmesi için, bu güçler birlik olmalıdır. Bütün İngiliz aleyhtarı unsurlar, ki bunlar burjuva veya proleter, Rum veya Türk, Yunanistan’ı veya adanın özerkliğini isteyenler olabilir, yabancı yönetime karşı işbirliği yapmalıdır. Bütün görüşler bu nokta üzerinde buluşmaktadır. Birleşik Cephe fikrini ilk defa öne atan Komünist Parti, İngiltere’nin Kıbrıs’ın ufkunu kara bir bulut gibi gölgeleme tehdidinde bulunduğu bu kritik anda, herkesi, İngiliz emperyalizmine karşı mücadele etmeye çağırmaktadır. Ancak sadece böylesi bir birleşik ve azimli bir mücadele aracılığıyla İngiliz tahriğinin darbelerine karşı kararlı bir şekilde duracak ve kurtuluşumuzu sağlayacağız. Birleşik, İngiliz aleyhtarı cephe, İngiliz tehdidine karşı verilecek yanıtımız olmalıdır. Bu cephe, şu veya bu nedenle İngiliz yönetimini istemeyen Kıbrıslıları, bütün sınıfları ve bütün partileri kapsamalıdır.”

1927 yılının KKK açısından bir diğer önemi de, İngiliz sömürge yönetinin aynı yıl içinde, yığınları eğitmek ve sosyalizm ülküsünü yaymak için çalışan Kıbrıs soluna karşı ciddi bir kampanyayı başlatmış olmasıdır. 1921’de kabul edilen “İsyana Teşvik Edici Yayınlar Yasası”na dayanılarak, Lenin’in “Kratos ke Epanastasis” (Devlet ve Devrim) adlı eseri ile “Kokkino Proto Maia” (Kızıl 1 Mayıs) gibi kitaplar yasaklandı. 11 Aralık 1928’e kadar yasaklanan sol yayınların sayısı 15’e çıkmıştı. Komünistlerin artan etkinliğini kırmak amacıyla, 1928 yazında Ceza Yasası’nda yapılan değişiklikler üzerine KKK, 1 Ocak 1929’dan itibaren daha çok yeraltı çalışması yapma kararı aldı. Parti gazetesi “Neos Anthropos”, yeni bir yasa ile getirilen 200 liralık depozitoyu yatıramadığı için 27 Ağustos 1930’da yayımını durdurmak zorunda kaldı. Ama kısa bir süre sonra, 15 günde bir çıkacak “O Neos Ergatis” (Yeni İşçi) adlı gazetenin yayımına başlandı.

Aralık 1930’da Moskova’ya yaptığı bir geziden dönen KKK Genel Sekreteri Vadilyotis, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle mahkemeye verildi, ama suçsuz bulunarak beraat etti. KKK, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin 1931 baharında yaptığı 11. Toplantı’da Komintern üyeliğine kabul edildi.

Kıbrıslı Rum milliyetçilerin İngiliz sömürge yönetimine karşı 21 Ekim 1931’de ayaklanması ardından, anayasa ortadan kaldırıldı ve siyasal faaliyet yasaklandı. Artan baskılara rağmen çalışmalarını sürdüren KKK ile aralarında Kıbrıs İşçilere Yardım Derneği’nin de bulunduğu 8 komünist örgüt, yapılan yeni yasa değişikliklerinden sonra 16 Ağustos 1933’de yasadışı ilan edildi. Aradan bir hafta geçmeden KKK liderleri Vadilyotis ile Skeleas, ülke dışına çıkarıldı. KKK bu dönemde daha çok, işçilerin ekonomik örgütlenmesine ağırlık verdi.

1941 yılında siyasal partilerin kurulmasına yeniden izin verilmesi ile, çalışmalarını illegal olarak sürdüren KKK’nın aldığı bir karar üzerine, 14 Nisan 1941’de A.K.E.L. (Emekçi Halkın İlerici Partisi kelimelerinin ilk harfleri) legal olarak kurulacaktır. AKEL’in 1949’dan beri Genel Sekreterliğini yürüten Ezekiyas Papayuannu’nun verdiği bilgilere göre, 1930’lu yıllarda Komintern ile bağlantısı kesilen KKK, 1944 yılında AKEL ile birleşmiş ve AKEL kendisini KKK’nin tek ve gerçek devamcısı olarak ilan etmiştir. Yine Papayuannu, AKEL ile SBKP’nin ilk defa temas kurmasının, kendisinin tedavi için Moskova’ya gittiği 1957 yılında gerçekleştiğini açıklamıştır. AKEL, o sıralarda Moskova’da yapılmakta olan Dünya Komünist ve İşçi Partileri Danışma Toplantısı’na, Papayuannu’nun rahatsızlığı nedeniyle katılamamıştı. (Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi, Prag, Aralık 1972, s.1613)

Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplumu açısından konuya yaklaşıldığı zaman, durum şöyle özetlenebilir: Programında Türklerden de söz eden KKK, Kıbrıslı Rum, Türk, Ermeni, bütün  ada halkının ortak düşmanı olarak nitelendirdiği emperyalizme karşı, eylem ve işbirliğini güçlendirme ve etnik şovenizmi geriletme talebini yükseltmekteydi. Bilinen bilgilere göre, KKK’nın Kıbrıslı Türklerle olan ilişkileri çok sınırlı kalmıştı. Önce bağımsızlık, sonra da özerklik isteyen KKK ile enosisi savunan Rum milliyetçileri arasındaki görüş ayrılıkları, partinin savunduğu “anti-emperyalist birlik cephesi”nin oluşmasını engellerken, Kıbrıslı Türk emekçilerle olan ilişkiler de çeşitli nedenler yüzünden geliştirilememişti. Bu nedenlerden belki de en önde geleni, bilimsel sosyalist fikirlerin Türkler tarafından Türkçe olarak öğrenilmesini sağlayacak yayınların yok denecek kadar az olmasıydı. Dil ve kültür ilişkileri nedeniyle Türkiye’den olan etkilenme, Türkiye Komünist Partisi’nin yasaklanmış olması ve Kemalizmin tek geçerli görüş kabul edilmesi yüzünden sınırlıydı. Kıbrıslı Türk emekçilerin politik ve daha çok ekonomik olarak bilinçlenmesi, daha sonraki yıllarda, Kıbrıs Türk işçi Birlikleri ile PEO’nun Türk Şubesi’nin çalışmaları sonunda gerçekleşecekti.

Adada kuraklık ve fakirliğin, kapitalist dünyada ise ekonomik bunalımın doruğa çıktığı bir sırada, halk yığınları sosyalizm fikirlerine yönelmekte iken, Kıbrıs Türk basını acaba Kıbrıs’taki komünist hareketi nasıl değerlendirmekteydi? Konuyla ilgili bir yazıyı aktararak, yazımızı bitiriyoruz. Atatürk’ün emriyle Ankara’daki CHP’nin gazetesi Hakimiyet-i Milliye’nin kasasından Kıbrıs’a gönderilen ayda 500 lira (olayı aktaran Hikmet Bil’e göre bu, o zaman için oldukça önemli bir paraydı – Bak.: Kıbrıs Olayı ve İçyüzü, İstanbul 1976, s.98) mali destekle yayımlanan M.Remzi Okan’ın Söz gazetesinin 13 Ağustos 1931 tarihli sayısında çıkan ve Kemalizmin anti-komünist özelliğini yansıtan “Sürüden ayrılanı kurt yer!” başlıklı makale şöyle:

“Son birkaç haftadır Lefkoşada olduğu gibi diğer kaza merkezlerinde de Komonistler beyannameler çıkarıyorlar ve esnafı Bolşevikliğe davet ediyorlar.
Biz, Komonistlerin neşrettikleri beyannameleri tahlil ve teriç edecek değiliz; yalnız bunları imza edenler arasında birkaç ta Türk ismi gördüğümüz için en ziyade bunlarla meşgul olacak ve buna dair fikir ve kanaatımızı izaha çalışacağız.
Komonist hareketlerini bu memlekette körükleyenler Rumdur. Bunların hatipleri, rehberleri ve muhabirleri hep Rumdur. Binaenaleyh buradaki Komonist cereyanı Rum esnafının Rum sermayedarları aleyhine çevrilmiş bir hareketidir.
Rumların kendi aralarında tertip edecekleri teşekküllerde ve birbiri aleyhinde yapacakları hareketlerde az da olsa Türklerden birkaçının bulunması ve bu hareketlere iştirak eylemesi pek tehlükelidir.
Çünkü sevkı asabiyetle bu iki hizbin yani Bolşeviklerle sermayedarların çarpışmaları ihtimali çok kuvvetlidir. Öyle bir zamanda birkaç Türkün bulunuşu meseleyi büsbütün başka bir hale ifrağ edebilir ve bir Rum-Türk kavgası şekline sokabilir.
Binaenaleyh her hangi bir suretle iğfal ve Bolşevik listasına isimlerini yazdıran Türkler, bilerek veya bilmeyerek kendi cemaatlarına pek büyük bir fenalık yapmış olurlar.
Biliriz ki Bolşevikte din ve milliyet yoktur; fakat bunu icat edenler bu fikri sırf ahmakları elde etmek ve bunlardan faidelenmek için ortaya atmışlardır. Yoksa hakikat-ı halde Moskova, Ankara ve Atinadan daha ziyade milliyetperverdir.
Bolşeviklere yanaşan ve karışan Türklerin kimler olduklarını bilmiyoruz. Fakat kimler olursa olsun bu hareketleri ile bizi gücendirdiler ve pek tehlükeli bir vaziyete soktular.
Eğer bunlar aklı başında ve yaptığını bilir kimseler olsaydı, iptida bu listada Türklerden kimler bulunduğunu sorar, anlar ve ondan sonra kendi isimlerinin de yazılmasına müsaade ederlerdi.
Memleketimize göre bizim de büyüklerimiz, müderris ve muallimlerimiz vardır, bunlardan hiç birisi Bolşevik listasına ismini yazdırmassa bunlar ne cesaretle kendi başlarına iş yapıyor ve hepimizin başına iş açıyorlar.
Mahalli Hükûmet, Leninin bilmem hangi kitabı okunmasın diye kanun yaparken o kitabın birer sayfesi makamında olan Bolşevik beyannamelerini görüyor da sükût ediyor.
Hükûmetin bu sükûtu çok manalıdır; ve ihtimal ki halkın karışması ve birbirine geçmesinden fayda ümit ediyor. Fakat düşünmeliyiz ki biz burada akalliyette kalmış bir cemaatız ve Hükümeti olduğu kadar Rum cemaatını da rencide etmek her zaman bizim ziyanımızadır.
Rumca gazetelerin şikâyetlerinden öyle anlıyoruz ki Bolşeviklerle teşriki mesai eden 60 kadar Rum muallim da vardır. Halbuki bir tek muallim yoktur. Bu bizim için çok iyi bir nişanedir ve Kıbrıs Türk cemaatının Bolşevik hareketleriyle hiç bir münasebeti olmadığına açık bir delildir.
Kendini bilmeyen cahil bir iki Türk komonistlerin propagandasına kapılmış ve bizden ayrılmışlarsa bunda cemaatımızın bir kusuru ve hatası yoktur.
Hata varsa bizden ayrılan ve karanlık yollara sapanlardadır ki bunları da “sürüden ayrıldıkları için hiç şüphe etmeyiz ki kurtlar yiyecektir.”


(“Kemal Cankat” imzasıyla, Söz gazetesi, 6 ve 13 Kasım 1987)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder