27 Mayıs 2015 Çarşamba

“HAKSIZLIĞA, KANUNSUZLUĞA VE İSTİBDATA MUHALİFİM”

                               

Kıbrıslı’nın 8. sayısında çıkan “Kıbrıs Türk toplumunda düşünce özgürlüğü” başlıklı makaleme aynı sayıda “Karşı görüş” başlığı altında yanıt veren Yılmaz Sarper’in yazdıklarından hareketle, konuya yeniden dönmek ihtiyacını duydum. Sarper yazısında şöyle diyor: “Bu çetin şartlarda, olmak ya da ölmek çizgisinde, bir zorlu ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir toplumun, ulusal mücadelenin hedeflerine aykırı hareketlerde bulunanları, yani toplumun “yaşama hakkına” kastedenleri, “yaşama hakkını koruma hakkı”nı kullanarak cezalandırılması çok mu anormal? Atatürk’ün liderliğinde gerçekleşen istiklal harbinde böyle olaylar hiç mi yaşanmadı?”

1958, 1962 ve 1965’de öldürülen Kıbrıslı Türk demokratların Kıbrıs Türk toplumunun yaşama hakkına kastettiklerine (!) ilişkin bu görüşü ilk defa duyuyoruz. Bu kişiler toplumumuza karşı bir katliam mı planlamışlardı, yoksa sadece Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikalarına karşı oldukları  ve farklı düşündükleri için mi öldürülerek susturulmuşlardı? Yargısız infazla “cezalandırılma”nın adı ne zamandan beri “yaşama hakkını koruma hakkı” oldu? Kaldı ki, 1962 cinayetini, yeraltı örgütünün merkezinden habersiz olarak işletenlerin bir süre o örgütten atılmış olduğunu yazarın bilmesi gerekmiyor mu?

Doğrudur,  “vatan hainliği”nin ne olduğunun tarif edilmesine acilen ihtiyaç vardır. Çünkü tek suçları (!), vatanlarının taksim edilmesi fikrinin, Kıbrıs insanına dayanılmaz acılar getireceğini daha o günlerde savundukları için  “yaşam hakları” ellerinden alınan bu yurtseverlerin haklılığı artık kamu vicdanında da onaylanmıştır.

Atatürk’ün yaptıklarına sığınmaya çalışanlar, günümüz Türkiye’sinde o dönemin yanlışlarının da artık tartışılmakta olduğunu bilmelidirler. Teşkilat-ı Mahsusa geleneğine bağlı olan İttihat ve Terakki’nin, muhaliflerini kanla yok etme politikasının, Cumhuriyet döneminde de sürdürülmesi, yapılanları haklı kılar mı? Kemalist tarih yazımı, tek kişiyi kahraman yapabilmek için Türk tarihinin bütün kahramanlarını ortadan kaldırmışsa, bunda bir anormallik yok mu? Bizde de tarih kitapları,  birkaç kişinin üzerine kurularak, toplumsal varoluş mücadelesini onlardan önce yürütenler unutturulmak istenmiyor mu? Ama gün gelecek, herkes yerli yerine oturtulacaktır. 

Yazar Mehmet Altan, Birinci Meclis’te liderliği eleştiren“İkinci Grup”un önderlerinden  Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in Mart 1923’de M.Kemal’in muhafız komutanı Topal Osman ve arkadaşları tarafından öldürüldüğüne değinirken, aynı gruptan Cumhuriyet’in ilk demokratı diye nitelendirdiği Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Ulaş’ın 27 Ekim 1945’de şöyle konuştuğunu aktarmaktadır: “Bu milletin meclisinde yirmi seneden beri hürriyet ifade eden bir tek kelime söylenmedi. Bizde demokrasinin en büyük noksanı budur. Cumhuriyet ancak hürriyetle olur. Hürriyete istinad etmeyen bir cumhuriyet iğfalkardır. Evet, ben 25 senedir muhalifim. Ama kime? Haksızlığa, kanunsuzluğa ve istibdata muhalifim.” (Sabah, 22.2.1996)

Bizdeki Kıbrıs Türk liderliğinin muhaliflerinden olan Dr.İhsan Ali ise şöyle diyordu: “Bu emperyalistlerin kirli bir taktiğidir.Taksim şeytanca bir çözüm şeklidir!...1957’de sömürge hükümetinin politikası yavaş yavaş Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında ayrılık yaratmaya doğru geliştikçe, ben görevimden ayrıldım...Terör politikasının nereye doğru gittiğini biliyordum. Bu, korkunç kardeş katline doğru bir gidişti.” Ama karşıtları hala daha “Bir ihanetin belgeseli: Dr.İhsan Ali” diye kitaplar yayınlatıp,ileri görüşlü bu demokratı kötülemeye çalışmaktadırlar. Bir insan olarak Dr.İhsan Ali’nin de hataları olabilir. Ama onun oğlu ve ilk Kıbrıslı Türk kardiolog olan Dr.Savaş Yakıner’i,  10 yıl kadar önce, KKTC’ye yerleştikten sonra, ülkeden  kaçırtmak için dövüp,  arabasının lastiklerini delik deşik edenler, neden o yarayı kazımak istemişlerdi? Hani “Vatan hainliği kanıtlanan”ların aileleri de bizim insanlarımızdı? Kaldı ki kimin hain olduğu veya olmadığı, ancak özgür ortamlarda tartışılabilir.1962’de öldürülen Avukat Ayhan Hikmet’in eşine, 1963 olaylarından sonra cinsel tacizde bulunan ve onu Rum kesimine sığınmaya zorlayan yine aynı çevreler değil miydi? Bu konuların “kaşınması”nı her zamanki gibi, “yıkıcı faaliyet”, ya da “Rum’a hizmet” diye niteleyenler, külahlarını önlerine koyup, iki kez düşünmelidirler.Gün gelir, varoluş mücadelemizle ilgili bütün gerçekler, Türkiye’deki gibi bütün çıplaklığıyla yazılılabilir.  Toplumun çağdaş ilkeler doğrultusunda oluşacak olan gerçek birlik ve beraberliğini bozanlar, böylesi çağdışı düşünceleri savunanlardan başkası olamaz.

(Kıbrıslı dergisi, Sayı:10, 20 Mayıs-20 Haziran 1996)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder