27 Mayıs 2015 Çarşamba

KIBRIS TÜRK TOPLUMUNDA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

                                     
           Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs sorunu ile birlikte yatıp kalkmaya başladığı 1950’li yıllardan bu yana düşün yaşamımızda bir tekdüzelik ve kısırlık dikkati çekmektedir. Kıbrıs Türk liderliğinin görüşü tek doğru görüş olarak kabul edildiği için, bundan farklı düşünenler daima baskı ve kısıtlamalar altında tutulmuşlardır. Farklı çözüm yolları önerenler, ya ölüm ve tehditlerle 1958, 1962 ve 1965’de olduğu gibi sindirilmiş, ya da görüşlerinin basın  yoluyla geniş kitlelere iletilmesine engel olunmuştur. 1955 yılında bir grup ilerici Kıbrıslı Türk tarafından yayımlanmakta olan İnkılapçı gazetesi İngiliz sömürge yönetimi tarafından kapatılmazdan önceki bir sayısında, gazete yönetimine iletilen bir tehdit mektubunda “İnkılapçı gazetesini durdurunuz, öldürüleceksiniz, kafanız ezilecektir” vb ifadeler kullanıldığını belirterek, “Maşallah! Tavuk kafası mı ezeceksiniz be birader?” diye sormaktaydı. Ama gazetenin yazı işleri müdürü Fazıl Önder, l958 yılı içindeki “solcuları temizleme harekatı”nda öldürülerek, liderliğin siyasal görüşlerine karşı çıkan  diğer demokratlar gibi susturulacaktı.
1962 Nisan’ında da Cumhuriyet gazetesinin sahip ve yazarları olan Ahmet M.Gürkan ile Ayhan Hikmet, Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Bayraktar ve Ömeriye Camilerinde patlatılan bombaların birer  kışkırtma eylemi olduğunu halka duyururken, olayların sorumlusunun “yüzündeki maskenin indirileceği günün yakın olduğunu” yazdıkları günün gecesinde hunharca öldürülmüşlerdi. Üç yıl sonra sendikacı Rum arkadaşı ile birlikte katledilen Derviş Ali Kavazoğlu’nun da “suç”u, Kıbrıs Türk liderliğinden farklı bir siyasal görüşe sahip olmasıydı.
1974’den sonra gelişen siyasal ortamda çok partili siyasal yaşama geçildi, ama tam demokratik bir düzene ulaşılamadığı için, başta siyasal olmak üzere  çeşitli  konularda farklı görüşe sahip olanlar üzerindeki baskılara son verilmedi. Sağ ve sol partileşmeler içinde tam bir bağnazlık yaşandı ve siyasal yaşamımıza değişik ve yeni fikirlerin gelmesi hep engellendi. Siyasal partiler içinde Genel Başkan ve onun yakınlarının düşünceleri egemen kılındı, farklı görüş ve düşüncelere ya değer veren olmadı, ya da bunları savunanlar safdışı edildiler. Parti gazetelerinde farklı görüş taşıyanların yazılarına ya hiç yer verilmedi, ya da otosansüre tabi tutulan yazılar yayımlanabildi. Özellikle Kıbrıs sorunu konusunda “milli çizgi”nin dışındaki yazıların yayımlanabilmesi hep sorunlu oldu. Kıbrıs’ta görev yapmış bir diplomatın şu gözlemi çok anlamlıdır: “Sizin bütün günlük gazetelerinizi yarım saatte gözden geçirirken. Rumca gazetelerdeki fikir yazılarını okumak iki-üç saatimizi alıyor.”
Dinamik üniversite gençliğinin ülkemiz sorunlarını tartışmak amacıyla geçen yıl başlattıkları “Genç Kıbrıslı Günleri” başlıklı toplantılar, bu yıl da geniş bir konu zenginliği ile gerçekleştirildi. Gerek Türkiye’den getirtilen öğretim görevlileri, gerekse çoğunluğu buradan seçilmiş konuşmacılar  birçok toplumsal soruna ilişkin görüşlerini özgürce dile getirme olanağını buldular. Gerçi basın ve yayın organları bu toplantıları topluma duyurmuşlar, ama  bu 11 tartışmada nelerin konu edildiğinden halkı  yeterince bilgilendirememişlerdir. Öte yandan katılım olarak da üniversite gençliğinin duyarlı kesimi dışında, özellikle kültür ve siyaset adamlarının da pek az ilgi göstermiş olması dikkati çekmiştir.Sadece kendi partilerinin düzenlediği gecelere katılma alışkanlığına sahip olanlar, böylesi bir tartışma ortamından uzak kalmayı yeğlemişlerdir.
Bir başka kayda değer olumsuzluk da, kendisini “Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği” olarak adlandıran kuruluşun, yüksek öğrenim gençliği tarafından düzenlenen bu tartışma geceleriyle birlikte,  Kıbrıs’ta barış ve toplumlararası yumuşama için yapılan bazı etkinlikleri “Yıkıcı faaliyete dur!” başlıklı bir bildiri ile mahkum etmeye çalışması oldu. Üniversite Temsilciler  Konseyi (ÜTK) yayımladığı bir basın bildirisinde “demokratik güçlerin  demokrasiyi hazmedemeyenlere karşı her zaman galip geleceğini” vurgulayarak, bu bildiri için şöyle dedi:
“Ülkemizin çözümsüzlük, ekonomik sıkıntılar, kültürel çarpıklıklar, bozuk nüfus yapısı ve  diğer birçok toplumsal sorunlarla kıvrandığı bu dönemde, sorunların çözümüne demokratik bilinçle, tartışma, uzlaşma ve yakınlaşma ortamları yaratarak katkıda bulunmaya çalışanları her zamanki gibi vatan haini, Rum-Yunan işbirlikçisi, teslimiyetçi, mandacı, yıkıcı ve gaflet içinde olduklarını iddia ederek karalamaya çalışan fanatik anlayışın son örneğidir.” 
ÜTK ayrıca,  geçen yıl Mücahitler Derneği Genel Başkanının “Türk Mukavemet Teşkilatı’nın Kıbrıs Sorunundaki Yeri” konulu panele katılarak, o gün demokrasinin önemini vurgulayıp, böylesi etkinlikleri düzenleyen ÜTK’yı kutladığını, ama bu yılki etkinliklerin “amaç ve hedefleri belli, halkımızı ve özellikle gençleri zehirlemeye yönelik etkinlikler” olarak nitelendirilmesinin bir çelişki olduğuna dikkati çekti.
Demek ki özgür ortamlarda özgür düşüncelerin tartışılabilmesinin önüne hala daha set çekmek isteyenler  bu toplumda bulunmakta ve çelişkili de olsa bu tür davranışlar içine girebilmektedirler. Geriye dönüp de  son 40-50 yıllık geçmişimize baktığımız zaman, özellikle düşünce özgürlüğü  konusunda gelişmemizin önünde aynı engellerin bulunduğunu görmek, ülkemiz demokrasi güçleri açısından büyük bir olumsuzluktur. Kıbrıslı Türklerin  40-50 yıl önce içine itildikleri bu çıkmaz sokaktan çıkış yollarını bulmak ve onları tartışarak geniş halk kesimlerine benimsetmek için daha kat edilecek çok yolumuz var demektir.


(Kıbrıslı Türkün Sesi dergisi, Sayı:8, 25 Mart-25 Nisan 1996)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder