27 Mayıs 2015 Çarşamba

NEREYE SÜRÜKLENİYORUZ?


Kıbrıs Türk toplumu içinde işlenen suçlarda meydana gelen artışların, halkımızın her kesiminde  büyük ölçüde huzursuzluğa ve hatta psikolojik rahatsızlıklara yol açtığı basında yer alan haberlerin başında gelmektedir. Büyük bir bölümü ekonomik nedenlere dayalı olan suçlardaki artışın, resmi verilere göre ülkeye denetimsiz girişlerden kaynaklandığı açıklanmıştır.

Yayımlanan Devlet Planlama Örgütü’nün istatistik verilerine göre, 1988 ile 1995 yılları arasında Polis Müdürlüklerine toplam 46,125 suç rapor edilmiştir. Ülkemizde 1993 yılında meydana gelen “teammüden katillik ve adam öldürmek” suçu 1 iken, 1994 ve 1995 yıllarında bu sayı 18’e çıkmıştır. Öldürmeye teşebbüs edenler, 1992 ve 1995 yıllarında 5’le sınırlı kalırken, 1994 yılında 8 kişi bu suçu işlemiştir. 1989 yılında 11,985 suç işlenirken, bunu 7,395 suç ile 1991 yılı, 6,582 suç ile de 1992 yılı izlemektedir. 1993 yılında 183 olan kavga ve rahatsızlık suçları, 1994’de 161’e inmiş, ama 1995 yılında artış göstererek yine 198’e yükselmiştir. Polise rapor edilen gerçek suçlar 1988 yılında toplam 4,195 iken, 1995 yılında 5,447’ye fırlamıştır. 1988-1995 döneminde, her türlü suçun en çok işlendiği bölge olarak da Mağusa (16,832) dikkati çekmekte, bunu Lefkoşa (16,453) ve Girne (11,365) izlemektedir. Bozuk düzenden kurtulma yolunu intihar etmekte bulanların sayısının da artış göstermesi, bir başka huzursuzluk kaynağı olmaktadır. 1993 yılında 21 kişi canına kıymak isterken, 1994 yılında bu sayı 24’e yükselmiştir. 1995 yılında ise 32 kişi intihara kalkışmıştır. 1988 yılında sadece 43 kişi kumar suçundan yakayı ele verirken, bu rakam 1989’da 172, 1994’de 131 ve 1995’de 194’e çıkmıştır. 

Polisin suçları aydınlatma oranının ise geçtiğimiz yıllara göre düşmüş olması endişeleri artırmaktadır. 1993 yılında rapor edilen önemli suçların %70.01’ini aydınlatan polis, 1994 yılında, rapor edilen önemli suçları aydınlatmadaki başarı oranını %80.86’ya çıkarmışken, bu oran 1995 yılı içinde %49.01’e düşmüştür. Öte yandan, bu yıl içinde ülkemizin sevilen köşe yazarlarından, arkadaşımız Kutlu Adalı’nın “siyasal bir cinayet”e kurban gitmesi ve faillerle ilgili olarak polis örgütünün herhangi bir açıklama yapmamış olması, ülkemizdeki güvenlik güçleri hakkındaki kayguların artmasına yol açmaktadır.

Ağır Ceza Mahkemesi, 1994 yılında adam öldürme, adam öldürmeye teşebbüs, yaralama, izinsiz silah taşıma, soygun ve uyuşturucu gibi ciddi suçlarla ilgili 173 davayı ele alırken, 1995’te bu sayı %48 oranında bir artışla 257’ye yükseldi. Artan davalar arasında ilk sırayı izinsiz silah ve patlayıcı madde taşıma, bulundurma ve kullanma suçu alıyor. 1994 yılında bu suçlarla ilgili olarak mahkemenin gündeminde 31 dava bulunurken, 1995 yılında bu sayı 55’e yükseldi.

Başsavcı Akın Sait’in basına verdiği bilgilere göre, “1995 yılı içerisinde faili meçhul kalan, KKTC’den kanunsuz yollardan ayrılan veya yeterli şehadet olmaması nedeniyle askıda bulunan suç dosyası sayısı 221’dir.” Başsavcı’nın  raporunda vurguladığı diğer hususlar ise özetle şöyledir:
* Ceza davaları artarken, işlenen suçların türünde ve şeklinde de değişiklikler var.
* Uyuşturucu  maddelerle ilgili suçlar ile ev açma, sahte evrak düzenleme ve tedavüle sürme, karşılıksız çek kesme ve kumar suçlarında artış var.
* Kumarhanelerde, yabancılardan çok KKTC vatandaşları kumar oynuyor.
* Faaliyette bulunan gece kulüplerinde kadın ticareti yapılmaktadır.

Devlet mekanizmasının çalışması ile ilgili olarak belirtilenler ise çok ibret vericidir: “Kamu görevinde verimli çalışma gün geçtikçe düşmekte, kamu görevlileri arasındaki nemelazımcılık had safhadadır. Görevini yapan ile yapmayan yasadaki boşluklar nedeniyle aynı muameleye maruz kalmaktadır. Devletin taraf olduğu veya devlet adına açılan davalarda bakanlıklardan ve/veya ilgili dairelerden yeterli bilgiyi toplamak ve/veya zamanında elde etmek gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Kamu görevlileri arasında mesai saatlerine uyan ve/veya mesai saatlerinde görevi başında bulunmayan çok kamu görevlisi mevcuttur. Bu tür olumsuz tutum ve davranışlar nedeniyle de devlet ve vatandaşlar zarar görmektedir.”

Yüksek Mahkeme Başkanı Salih Dayıoğlu ise, yeni adli yıl öncesinde görüşlerini basın yoluyla duyururken, ülkemizde uyuşturucu suçlarıyla birlikte artış gösteren özellikle hırsızlık suçlarının ardında ekonomik nedenlerin bulunduğunu söyleyerek, şöyle konuşmuştur: “Bazı kişiler, sayıları az olmakla birlikte, sırf hırsızlık yapmak için KKTC’ye günübirliğine gelip, aynı gün, ya da ertesi gün dönüyorlar. Yani ortam müsait...Uyuşturucu suçlarında yakalananlar maalesef sadece piyonlardır. Bir anlamda sivrisinek öldürülüyor, ama bataklık kurutulmuyor. Anladığım kadarıyla iyi örgütlenmişler ki elebaşları yakalanmıyor.

1996-97 adli yılının başlaması nedeniyle yapılan törende konuşan KKTC Baro Konseyi Başkanı Süleyman Dolmacı’nın şu sözleri de çok anlamlıdır: “Kendi ayaklarımız üzerinde durabilmemiz, bugünümüzü ve yarınımızı güvence altına alabilmemiz için doğru dürüst bir barışın sağlanması ve bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getirmemiz gerekir. 10 binlerce kişinin göçten başka yol bulmadığı, “giden Türk, gelen Türk” olmasına rağmen Kıbrıslı Türk kimliğinin yok oluşuna göz yumulduğu, bütün toplumsal değerlerin erozyona uğradığı bu küçük adada bir an önce barışın sağlanması gerekir.”

Dolmacı, siyasi çözümsüzlüğün, toplumsal ve ekonomik çöküşe gerekçe gösterilerek, bazı usulsüzlüklere kılıf yapıldığını belirtti ve şöyle devam etti: “Bir ülke düşünün ki Başbakanı bir operasyonu birkaç gün sonra öğrenebiliyor, aydın bir gazeteci bir takım yazılar yazdı diye öldürülebiliyor, herkesin gözü önünde yapılan bir katliam hakkında sağlıklı bir soruşturma yapılamıyor. Bir ülke düşününüz ki güvenlik güçlerine rağmen, kan dökmeye gelen şovenlere sınırların ön saflarında yer verilmektedir. Bir ülke düşünün ki vatandaşın ne bugüne, ne yarına ilişkin güveni yoktur...Savaştan değil, barıştan söz etmek ve bize yakışan şekilde yaşamak istiyoruz.”

Ve öylesi bir ülkede yaşıyoruz ki, bu konuşmada yer alan “bir an önce barış” istemine karşılık, Devlet Başkanı söz almak gereksinimi duyup “Barış istiyoruz demekle barış olmaz. Hangi barışı istediğimizi söylememiz gerekir” diye başlayan bir karşı konuşma yapabilmekte, hızını alamayıp ertesi gün de Baro Başkanını Saray’ında kabul ederek, ona “milli dava” konulu bir  siyaset dersi verebilmektedir.

Ve yine öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, Devlet Başkanı “Bugün Adalı cinayetini, diğer cinayetleri, Kuran kurslarını, şeriat safsatalarını kullanmak isteyenlerin esas hedefinin, er-geç yapılması gerekecek bir referandumda insanları yanıltabilecekleri zemini hazırlamak olduğunu, niyetin bu olmaması  halinde işlerin bu boyutlara ulaştırılmayacağını” öne sürebiliyor, “Kutlu Adalı cinayetini de Rumların işlettiği inancım güçlenmektedir” diye konuşabiliyor!

TKP Genel Başkanı Mustafa Akıncı’nın konuyla ilgili olarak verdiği demeçte de vurguladığı gibi, “Faili bulunmayan her olay hakkında bir sürü komplo teorisi üretmek mümkündür. Bundan kurtulmanın yolu faillerin ortaya çıkarılmasından geçer. Hele hele Denktaş’ın teorisine göre Rumlar, ya da içimizde Rumlar adına cinayet işleyebilecek durumda olanlar elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorsa ve bunlar KKTC Başkentinin bir sokağında Kutlu Adalı’yı katledebiliyorsa, durumun vehameti Cumhurbaşkanının ağzından ifade ediliyor demektir. Bu takdirde de faillerin bir an önce bulunmasının ivediliği ve zorunluluğu ortaya çıkmıyor mu?”
Evet, doğrudur; “Komplo teorileri ile zaman harcamak yerine, yetkililer tüm enerjilerini artık kanıksanmaya başlanan bombalama ve cinayet olaylarının aydınlanmasına ve gerçek faillerin ortaya çıkarılmasına harcamalıdırlar. Terörün hiçbir toplumu aydınlığa çıkardığı görülmemiştir.”

(Kıbrıslı Türkün Sesi dergisi, Sayı:15, 23 Ekim-23 Kasım 1996)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder