17 Haziran 2015 Çarşamba

“İNGİLİZLERİN TESCİL ETTİĞİ” SELF-DETERMİNASYON HAKKI


Denktaş, Türklerin selfdeterminasyon hakkının 1957-58’lerde, İngilizler tarafından da tescil edilmiş olduğunu.. anımsattı.” (Kıbrıs, 20 Haziran 1991)
       Kıbrıs Türk lideri doğru söylüyor, ama tarihte yanılıyor. Kıbrıs’ta yaşayan hem Rumlara, hem de Türklere ayrı ayrı self-determinasyon, yani kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi hakkının ayrı ayrı tanınması ve uygulanmasına ilişkin ilk konuşma, 19 Aralık 1956 günü İngiltere Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd tarafından yapılmıştır. Temmuz 1955’den beri tartışılan adanın taksim edilmesi fikrini, çifte self-determinasyon hakkı maskesi ardında o gün Avam Kamarasında gündeme getiren Lennox Boyd, Lord Radcliffe’in anayasa önerilerini de açıklamaktay­dı: “Majeste Kraliçe hükümetinin, Self-determination hakkını tanıdığını daha önce tasvip ettiğini milletlerarası ve stratejik durum müsaa­de ettiğinde ve muhtar idare (self-government) tatmin edici bir şekilde işlediği takdirde hükü­metin self-determination’ın Kıbrıs’a tatbiki meselesini tekrar gözden geçirmiye hazır ola­cağını ifade ile: “Bu gözden geçirme için vakit geldiğinde, yani, bu şartlar tamamlandığında, self-determination’ın herhangi bir tatbikatı o tarzda bir tesir icra edecektir ki, Kıbrıs’ın özel durumları içinde, Kıbrıs Türk cemaatine, Kıbrıs Rum cemaatininkinden daha az olmamak üzere kendi müstakbel statülerini kendilerinin kararlaş­tırması hürriyetinin verileceğini garanti etmek Majeste Kraliçe hükümetinin gayesi olacaktır. Başka bir deyişle, Majeste Kraliçe hükümeti, böyle karışık bir topluluk için tatbik edilecek self-determination’ın nihai seçme hakları arasında TAKSİM’i de ihtiva etmesini kabul etmektedir... Boyd ayrıca, Taksim’in “Tünelin ucundaki” muhtemel hal çarelerinden biri olduğunu ve şimdi hemen adanın taksim edileceği hususunda bir fikir ileri sürülmediğini ve muhtar idare iyi işlediği zaman Kıbrıs halkına bunun devamını isteyip istemediklerinin sorulacağım beyan etti.” (Hansard, 19 Aralık 1956, Sü. 1272’den aktaran Ahmet Gazioğlu, İngiliz İda­resinde Kıbrıs, İstanbul 1960, s.126-127)
“Yunanistan hükümeti, 1957 yılı Şubat ayı başında, Londra’daki maslahatgüzarından şu bilgiyi almıştı: Londra’daki Türk elçisi Birgi, Yunan maslahatgüzarına, İngiltere hükümetinin kendisine veya Ankara’ya taksim konusunda birşey iletmemiş olmasına rağmen, 100 bin kadar. Kıbrıslı Rum ve Türkün gönüllü olarak yer değiş­tirmesi ve adadaki iki bölgede İngiliz üslerinin korunması için planlar hazırladığını söylemiştir.”
Lennox Boyd’un 19 Aralık’da Avam Kama­rasındaki konuşmasını yapmasından bir ay önce, Türkiye hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümü için adanın taksiminden yana olduğuna ilişkin (Bak. Nihat Erım’in 24 Kasım 1956 tarihli raporu) bir başka olgu da şudur. “ABD Dışiş­leri Bakanı E.R.Williams, 9 Kasım 1956 günü, Yunan makamlarınca “bilinen söylenti” olarak kabul edilen ve adanın taksimine ilişkin İngiliz planını tartışmış ve Türklerle diğer NATO’lu müttefiklerin bu planı benimsediklerini belirtmiş, ama Hispaniola örneğinde olduğu gibi adanın Haiti ile Dominik Cumhuriyeti arasında taksim edilmesi ardından ilişkilerin gerginleştiğini gözönünde bulundurarak, pek cesaretli olmadıkla­rını söylemişti.” (Stephan G.Xydis, Cyprus: Conflict and Conciliation 1954-1958, Ohio 1967, s.89)
1956’da bu cesareti bulamayanlar, sonunda 1974 Temmuz’unda cesaretlenmişler ve NATO üyesi üç garantörden Yunanistan’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanına karşı faşist darbe düzenlemesi, Türkiye’nin, adaya askeri müdahalede bulunması ve İngiltere’nin de Kıbrıs’ın taksim edilmesine seyirci kalması ile emellerini gerçekleştirmişlerdir! Zamanın İngiliz sömürge yönetimi’nin savcı yardımcılığını yapan Rauf Denktaş’ın resmi görevinden ayrılarak K.T.Kurumları Federasyonu’nun başına getirilmesi ve 1958 yılının kanlı provokasyonları ardından “Ya Taksim, Ya ölüm” haykırışlarının Türkiye ve Kıbrıs’taki meydanları doldurması hep belli planların gerçekleştiril­mesini hedeflemiyor muydu?
***
Kıbrıs’ta yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum arasında var olan ve kökü İngiliz sömürge yönetimi dönemine dayanan MİLLİYETLER SORUNU’nun Kıbrıslı Türk aydınlar arasında tartışılmaya başlanması, önceleri AKEL’in Kıbrıs Türk toplumuna ayrılma dahil, kendi kaderini tayin hakkı tanıması şeklinde başlamışsa da, daha sonra 1974 sonrasının bölünmüşlüğünü kalıcılaştıracak çözüm şekillerini benimseme yönünde gelişmiştir. 1982 yılında Doğan Harman tarafından yayımlanan “Kıbrıs’ta Ulusal Sorun (Bir dosta mektuplar)” adlı kitapta “bugün Kıbrıs’ta var olan devlet sınırları koşullarından” (s.22) hareketle, bir yandan AKEL ve CTP’nin konuya ilişkin sağ politikaları eleştirilmeye çalışılmış, bir yandan da şabloncu Leninist yak­laşımlarla Kıbrıs Türk Liderliğinin ayrılıkçı politikasına açılım  olanakları sağlanmıştı. Kıbrıs Türklerine tanınacak self-determinasyon hakkıyla 1983’de kurulan KKTC’nin tanınmasının sağlan­masını talep eden Rauf Denktaş’ın görüşlerini makalelerinde işleyen Sabahattin İsmail ise, “Özgür Yaşamak İçin” (1989) ve “Self-determinasyon ve Kıbrıs Türk Halkı” (1990) adlı ki­taplarında benzer bir hizmet vermişti. CTP’den ayrılan Dr. Nazım Beratlı’nın, liderliğe yakın “Kıbrıs Türk Aydınları Self-determinasyon Hareketi”nin katkısıyla yayımladığı “Kıbrıs’ta Ulusal Sorun” kitabı da, aynı doğrultudaki görüşleri savunmakta ve Harman’ın görüşlerinin bir türevi olarak değerlendirilebilmektedir. Bu kitapta da, AKEL ve CTP’nin “tek halk-tek selfdeterminasyon hakkı” görüşü haklı olarak eleştirilmekte, ama İngiltere’nin adanın taksimini gerçekleştirmek amacıyla 1956 yılı sonunda öne sürdüğü ve sonradan Türkiye’nin “tek çözüm şekli” olarak mutlaklaştırdığı “ikili selfdeterminasyonla taksime varma” formülü yanlış olarak aktarılmaktadır. (s.47) Konuya yazımızın ilk bölümünde değinilmiştir.
***
Yunanistan Komünist Partisi Başkanı Nikos Zahariyadis’in AKEL’in yayın organı Neos Demokratîs gazetesinin 1 Mayıs 1955 tarihli sayısında yer alan bir yazısında, AKEL dahil Rum tarafının “enosis” için kullanılacak olan self-determinasyon hakkıyla ilgili olarak şu uyarıyı yaptığı bilinmektedir:
“Kıbrıs halkının kurtuluşu, ancak Türkler için de kurtuluşu sağladığı takdirde gerçekçi olabilir. Self-determi­nasyon hakkının uygulanmasını talep ederken, aynı hakkı Türk azınlığı için reddedemeyiz.”
Kıbrıs’ın tamamı veya yarısının herhangi bir ülkeye bağ­lanması bir yana, ayrı bağımsız bir devlet olarak her iki milliyete mensup halkı için var olmasını hedefleyen bir politikanın olmayışı ve AKEL’in doğru bir milliyetler politikasından yoksun oluşu, elbette ki önemli bir hata idi. Öte yandan Kıbrıs’ta 400 yıl birlikte yaşamış olan iki ana etnik-ulusal topluluk olarak Türklerle Rumların ortak bir tarih ve paylaşılan ortak kültür değer­lerine rağmen, bir Kıbrıs milletinin değil de, iki ayrı milliyetin gelişmiş olmasının tarihsel ve psi­kolojik nedenleri vardı. (Ayrıntı için bak: Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi üzerine notlar, Kemal Cankat, Demokrat gazetesi, 5 ile 12 Temmuz 1989)
İngiliz sömürgeciler, ortak yanlar yerine ayrılık alanlarını öne çıkarmış, eğitimi bölmüş ve Türklere Türkiye tarihi, Rumlara Yunanistan tarihi okutulmasını sağlayarak, toplumların ortak Kıbrıs tarihini ve kendi ortak geçmişlerini öğrenmelerini engellemişti.
Ortak bir tarih bilincinin gelişmemesi için karşılıklı olarak Türk ve Yunan milliyetçilik akımlarının Kıbrıs’ta yayılmasına rıza gösteren sömürge yöne­timi, enosis hedefinin karşısına çıkartılan taksim tezi ile adadaki gelişmeleri kendi “böl-yönet” politikası doğrultusunda belirlemişti. Beratlı’nın kitabında bu konulara hiç değinilmemektedir. Yazar, “1964-1974 arasında üretim sürecinin tümü ile dışında kalarak ekonomik olarak sıfırla çarpıldıklarını” (s.80) ileri sürdüğü Kıbrıslı Türklerin, barikatların kaldırıldığı Mart 1968 ile Temmuz 1974 arasında Rumlarla olan ekonomik birlikteliğinden hiç söz etmemektedir. Kitabın sonuç bölümünde, halkların kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkının hangi koşullarda kullanılabileceği özetlenmektedir: “Tam demokrasi, tam egemenlik ortamında ve başka halklara zarar verilmemesi esası ile.” (s.117) Acaba bu koşullar Kıbrıs Türkleri açısından 1974’den sonra oluşturulan rejim çerçevesinde ne ölçüde sağlanabilmiştir? Beratlı bu konuda tek bir kelime bile yazmamaktadır. “Rauf Denktaş’ın ayrılma yanlısı olduğu.... temelsiz bir iddiadan ibarettir.” (s.112) diye yazabilen Beratlı, Kıbrıs Türk liderliğinin 1958’den beri yürütegeldiği ayrılıkçı politikayı da aklama çabasında görünen bir “solcu” olarak temayüz  etmektedir. Unutulmamalıdır ki “Kıbrıs Türk toplumunun, 1974 öncesinde ayrı bir toprak  parçası üzerinde yaşamamakta oluşu ve ayrı bir ulus oluşturmamasına bakılmaksızın, kendi kaderini tayin hakkına sahip olması, onun bu hakkı mutlaka ayrılma yönünde kullanmasını gerektirmez.” (Ayrılma hakkına bir yaklaşım, Ertan Yüksel, Ortam 29 Aralık 1984).
Kaldı ki Lenin’in de vurguladığı gibi bir ülkeyi küçük ve ekonomik yönden zayıf devletçiklere bölmekle, onun sosyal ve ekonomik gelişmesine gerçek bir engel konmuş olur. Küçük, ekonomik ve politik yönden zayıf devletlerin varlığı ise, ancak bunu kendi çıkarlarına uygun gören emperyalist ve yeni sömürgeci çevrelere hizmet eder.
Beratlı, sorunun çözümünde en önemli unsur olarak nitelediği toprak/mülkiyet sorunuyla ilgili tartışmaların varlığından söz etmekte, ama kendi görüşünü sadece şöyle belirtmektedir: “De facto duruma, hukuksallık kazandırıp onu de jure hale getirmek ise, ancak savaş sonrası anlaşma ile olasıdır. Bunun içinse gerekli olan şey, karşı tarafın tatmin edilmesidir. Bu tazminat yolu ile mi olur, başka bir yol mu izlenir, o tartışma ile ilgili bir sorundur, ama esas olan, budur.” (s.122)
Fetih politikasının kabul ettirilmesine yönelik bu politikanın bu kitapta da savunulmuş olması, bir talihsizlik değilse bile, resmi ideolojinin bir başarısı olarak değerlendirilmelidir. Aksi halde adam kitabın basımı için neden mali katkıda bulunsun...

(“Haftanın Götürdükleri” sütununda, -yazının başlığı sonradan kondu-, Yeni Çağ gazetesi, 28 Temmuz 1991)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder