17 Haziran 2015 Çarşamba

KIBRIS’TAKİ “STÖ”LER MERCEK ALTINDA: “NGO” veya “Sivil Toplum Örgütü” deyip de geçme


Her şey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Tassos Papadolulos’un Ekim ayı ortalarında bir dış gezi dönüşünde yaptığı bir açıklamayla başladı. 24 Nisan 2004’de Kıbrıs’ın her iki bölgesinde yapılan referandumlar öncesinde ve sırasında, seçmenleri Annan Planı leyhinde etkilemek için paralar harcanmış ve bu durum, BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro de Soto tarafından Papadopulos’a gönderilen bir mektupta da doğrulanmıştı. Papadopulos’a göre, bu Kıbrıs’ın içişlerine bir müdahale oluşturmaktaydı.
Gözler hemen BM’in Kıbrıs’taki Proje Hizmetleri Ofisi (UNOPS)’a çevrildi. Kıbrıs’ın gerek güneydeki Rum kesiminde, gerekse kuzeydeki Türk ordusunun işgali altındaki  kesiminde, UNOPS tarafından 1998’den beri dağıtılan paraların nerelere harcandığı ve bunlardan kimlerin yararlandığı tartışıldı. Adadaki de facto taksimin, konfederal bir devlet çatısı altında de jure hale getirilmesini amaçlayan Annan Planı’nı destekleyen ve ona karşı olan politikacılar, UNOPS aracılığı ile dağıtılan USAID fonlarının nereye harcandığına ilişkin bağımsız bir araştırma yapılmasını talep ettiler.
Bu sırada basına bir rapor sızdırıldı. ABD/BM İki Toplumlu Kalkınma Programı (BDP) hakkında Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanan 120 sayfalık bu resmi değerlendirme raporuna göre, 1998 yılından bu yana çeşitli iki toplumlu projeler için harcanan ve ABD Kongresi tarafından onaylanmış olan toplam 60 milyon dolar, Rum kesiminden 40, Türk kesiminden de 41 “Sivil Toplum Örgütü” (NGO=Non Governmental Organisation) tarafından kullanılmıştı. Raporda, “riske girenler” ve “fikir liderleri” başlıkları altında, bazı tanınmış Kıbrıslı Rum ve Türk kişilerin adlarının da anılmış olması tartışmaları alevlendirdi. Bu kişiler arasında parti liderleri, milletvekilleri, belediye başkanları, daire müdürleri, sendikacılar, işadamları, gazeteciler ve hatta bir din adamının adı geçmekteydi. BDP hakkındaki rapora göre, bu paranın sadece 6.4 milyon dolarlık bir kısmı, “daha büyük projelere sıçrama tahtası olarak kullanılan NGO’lara” verilmişti ve işte bu miktar, politik manipulasyon şüphesine açıktı. Nitekim raporda da belirtildiği üzere BDP, her iki toplumdan örgütler, NGO’lar ve yurttaşlar arasında temas ve işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan politik bir program olup, Lefkoşa’daki ABD Büyükelçiliği tarafından yürütülmektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün, Kıbrıs’ta ne amaçla harcandığı kayda geçirilmemiş olan paraların kimlere verildiğini açıklamayacağını belirtmesi ise anlamlıdır.
Bilindiği gibi 1970’li yılların sonundan bu yana, dünyada finansman sağlayan kuruluşların politikasında bazı değişiklikler olmuş ve sosyal-siyasal etkinliklerde bulunan yeni tür “aktivist” NGO’lar, sistematik olarak teşvik görmeye başlamıştır. Öte yandan CIA’nin ABD yardım kuruluşlarına gizlice girişi ise çok yaygın bir hal almıştır. 1976’da oluşturulan bir ABD Senato Komitesinin ortaya çıkardığına göre, 1963-66 yılları arasında 164 kuruluş tarafından verilen ve her biri 10 bin doların üzerinde olan 700 bağıştan en azından 108 tanesi, kısmen veya tamamen CIA tarafından sağlanmıştı. ABD dışındaki başka gelişmiş sanayi ülkelerinden NGO’lara verilen hükümet desteği, 1995 yılında 2.3 milyar dolardı. ABD’nin sağladığı finansman da buna eklenirse, bu rakam dünya çapında 4 milyar dolara yaklaşmaktadır. Muazzam miktardaki bu para, NGO’ların hızla artmasının “sosyal bir olgu” olarak takdim edilmesinin nasıl bir aldatmaca olduğunu göstermektedir.
          Geçtiğimiz on yıllar içinde NGO’culuk, çok büyük bir ölçüde gelişmiştir. Tabii ki bütün NGO’lar ABD destekli değildir. Alman, İsveç ve benzeri ülkelerin destekledikleri NGO’lar da vardır. Ama hepsinin de tek bir ortak yanı vardır: Başlangıçta samimi olan işçi hareketi veya öğrenci aktivistlerini, zararsız NGO etkinliklerine yönlendirmek. Bu, birçok parasal fonun sağlanması ile çok daha kolay bir hale getirilmektedir. O nedenle, daha önce militan sendikacılık veya siyasal etkinliklerde bulunabilecek olan  kişilerin, ortalıkta mantar gibi biten NGO bürolarında görev aldıklarını görmekteyiz. NGO’lar, onların daha önceki militanlıklarını yavaş yavaş terketme ve yaptıklarında bir “anlam görme”lerine yardımcı olmaktadır. Böylece, geçmişte, askeri diktatörlüklerin vahşi eliyle sona erdirilen militan gençlik ve işçi etkinliklerinin yerini, şimdi daha kurnaz yaklaşımlar almıştır. Önde gelen militanlar, ezilen, fakir ve işçi sınıfından insanlar için hâlâ daha birşeyler yapmakta olduklarına inandırılmakta ve yavaş yavaş yolsuzluğa itilmektedir.
Ortak çizgi, kapitalizmin dar sınırları içerisinde herşeyin yapıldığı şeklindedir. Gerçek sosyalistlere “çağı geçmiş Marksist görüşlerini neden hâlâ daha korudukları”nı soran NGO’cuları ne kadar da sık duymaktayız. Yöntem farklıdır, ama amaç aynıdır: İşçi sınıfını ideolojik olarak silahsızlandırmak ve protestoyu, zararsız muhtaç kişiler için bağış toplama tipi etkinliklere kanalize etmek.
            Tabii ki, her NGO, ABD dış politika kurumlarının denetimi altında değildir ve birçok yardım görevlisi, kapitalizmin ve savaşın böldüğü ülkelerde gerekli olan rahatlatma çalışmalarını yürütmeye devam etmektedirler. Ama kalkınmakta olan ülkelerde esen rüzgarların hangi yönde estiğinde bir yanlışlık yoktur. USAID raporu bakın mağrur bir biçimde ne diyor: “NGO’lar, bağışları yapmakta olan hükümetlerin hemen yanında yer almaktadır. Ama zamanla bu ilişkiler daha yakın bir hal almıştır.”
            USAID paralarının akibeti ile ilgili tartışmalar sırasında, “toplumlararası dostluk ve barış eğitimi” gören “Uyuşmazlıkların Çözümü-CR” grupları ve “çözüm ve AB” hedefiyle  on binlerce Kıbrıslı Türkü sokaklara döken NGO’ların bugün neden sessiz kalmayı tercih ettikleri üzerine çeşitli sorular sorulmaktadır. ABD, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960’da kurulması öncesinde de, Kıbrıslı Türk ve Rumlardan oluşan heyetleri İsviçre’deki Bürgenstock/Caux’da antikomünist “Moral Silahlanma” eğitimlerinden geçirmişti. Acaba tarih Kıbrıs’ta yine tekrarlanacak mı?


(soL dergisi, Sayı:231, Aralık 2004)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder