17 Haziran 2015 Çarşamba

KUKLA DEVLETTE OYUNCULAR DEĞİŞTİ, SAHNE AYNI


İngiliz-Amerikan emperyalizminin taksim planı uyarınca 1974 yazında  gerçekleştirilen faşist Yunan darbesi ve onu izleyen adanın Türk ordusu tarafından işgali sonucu oluşturulan Kıbrıs’taki yasadışı Kıbrıs Türk devletçiğinde son yıllarda önemli değişiklikler yaşandı.
Savaş sonucu adanın kuzeyini terk etmek zorunda kalan 160 bin Rumun geride bıraktığı  mal ve mülkün yağmalanması sürecinde oluşturulan iskan ve topraklandırma  düzeni, hem yerli Kıbrıslı Türklere hem de adaya taşınan  onbinlerce Türkiyeli göçmene yeni bir yaşam sundu.
Türk lirasının l976  yılından başlayarak adanın  işgal altındaki bölgelerinde kullanılması sonucu, TC’nin enflasyonist ekonomisi ile bütünleşen Kuzey Kıbrıs, hamaset dolu  anavatan-yavruvatan ilişkisini yıllarca sürdürdü.  1980’li yıllarda TC’ye egemen olan faşist rejim, Kıbrıslı Türkler arasında da etkisini gösterdi.
“Sol güçleniyor önlem almak gerek”  diyen ayrılıkçı Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş, Ankara’nın Kıbrıs Türklerinin iç politikasına müdahalesine çanak tuttu. NATO karşıtı olduğu gerekçesiyle CTP’nin iktidar ortağı olmasına izin  verilmedi. İktidarı almasına ramak kalan sosyal demokrat TKP,  etkisizleştirildi. “Çözümsüzlük çözümdür” diyen Denktaş ve onun politikasını izleyen UBP’nin  iktidarda kalması, Türkiye’den taşınan  100 binden fazla göçmene verilen seçme ve seçilme hakkı ile  güvence altına alındı.
Turgut Özal’ın neoliberal  politikasına paralel olarak, Kıbrıs Türkleri üretimden koparıldı. TC’den gelen yıllık 250 milyon dolarlık mali yardım, her ay 55 bin haneye 51 bin çek olarak maaş adı altında dağıtıldı. KKTC  denen, ama aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin deyimi ile “TC’nin bir  alt birimi” olarak  çalışan  devletçiğin çarkları, taşıma suyla döndürülmeye çalışıldı. İhale mafyaları,  kara para aklayıcısı onlarca kıyı bankası,  her köşe başında kurulan ticari bankalar, kaçakçılık, beyaz kadın, uyuşturucu ve eski eser kaçakçılığı derken, sonunda küçük esnaf iflas etti, bankalar battı, bankazede ve dövizzedeler ortaya çıktı ve sistem tıkandı.
Rauf Denktaş’ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı  olmasına izin  vermeyen  1975 tarihli KTFD anayasası 1985’te bir gecede lağvedilerek  yerine “bağımsız” KKTC ilan edildi ve ayrılıkçılığın/taksimin ekonomi politiğini yürüten güçlerin iktidarda kalması sağlandı. İçteki paylaşıma yönelik Denktaş – Eroğlu çıkar çekişmesi sonucu UBP’den ayrılanların oluşturduğu DP, 1989 sonrasında Sovyet yanlısı dış politikasını terkedip liberalleşen  CTP ile koalisyon hükümetlerine dahil  edildi. Bir ara, UBP-TKP koalisyonları da denendi.
Dünyayı saran neoliberal politikaların  cazibesi ve ABD’nin sözümona sivil toplum örgütlerine yönelik olarak harcadığı on milyonlarca dolarlık “çatışmaların uzlaştırılması” çalışmaları, CTP ve ona yakın sivil toplum örgütlerini istenilen çizgiye getirdi.
Rejim muhaliflerinin oluşturduğu “Bu Memleket Bizim” Platformu, 2000’li yılların görkemli mitinglerinde “Kıbrıs sorununun çözümü ve AB üyeliği” için  mücadeleyi yükseltirken,  CTP adına “Birleşik Güçler”i de ekleyerek, kabaran bu hoşnutsuzluk dalgasını parlamento seçimlerinde kendi yandaşı sivil toplum kuruluşlarının liderlerince kazanılan sandalyelere dönüştürmeyi başardı. “Bu memleketi biz yöneteceğiz” sloganı artık “TC’nin politikalarına uyum gösterme” gereğince terkedildi.
Kıbrıs Türk tarafı, TC’ye karşı AİHM’de kazanılan A.An davası ardından diğer çeşitli etmenlerin de etkisiyle, 23 Nisan 2003’de iki bölge arasındaki karşılıklı geçişlere kısıtlı da olsa izin vermeye başladı. Aradan geçen iki yıl içinde milyonlarca karşılıklı geçiş yapıldı ve sıradan  Kıbrıslılar arasında herhangi bir “kan davası”nın olmadığı bir kez daha ortaya çıktı.
Adanın bölünmüşlüğünü pekiştirecek olan Annan Planı’nı 24 Nisan 2004’de reddeden Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni AB üyesi yaptıktan sonra,  giderek artan sayıda Kıbrıs Türkü, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki  yurttaşlık haklarına sahip çıkmaya başladı. Son 30 yılda kendi ülkesinde  sayıca azınlık durumuna düşürülen Kıbrıs Türklerinden 63 bin 592 kişi, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait doğum kağıtlarını elde ederken, 57 bin 309 kişi kimlik kartını da aldı; 32 bin 185 Kıbrıslı Türk de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait pasaportunu taşımayı tercih etmiştir. Ne yazık ki Kıbrıs Cumhuriyeti’ne olan yurttaşlık sorumluğunun daha da gelişmeye ihtiyacı vardır.
Bu arada ABD yöntemleriyle  ve yumuşak geçişle Kıbrıs Türk liderliğinden uzaklaştırılan Rauf Denktaş’ın yerini alan CTP lideri Mehmet Ali Talat’ın, selefi kadar “becerikli bir işbirlikçi” olup olmadığını zaman  gösterecektir. ABD-AB desteği ve TC eliyle KKTC denen bu yasadışı devletçikte sağlanan son vitrin değişiklikleri ile,  Cumhurbaşkanlığı,  Başbakanlık,  Meclis Başkanlığı, tazelenmiş CTP – DP koalisyon hükümetindeki on bakanlıktan yedisi ve 50 meclis sandalyesinden 24’ü CTP’ye kazandırılmış bulunmaktadır. CTP’nin bu misyonu, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini geciktirmekle sınırlı görünmektedir. KKTC denen tiyatronun, TC’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesine kadar devam etmesi beklenebilir. Türkiyeli ordu ve yerleşiklerin uluslararası hukuka ters bir şekilde adada kalıp, Kıbrıslı Türklerin kaderlerini özgürce belirlemelerine engel oldukları sürece,  Kıbrıs’ın federal ve demokratik tek bir çatı altında birleşmesini sağlayacak güçlerin üstün gelmesi çok zor  olacaktır.

(soL dergisi, Sayı:236, Mayıs 2005 ve Afrika gazetesi, 30 Nisan 2005)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder