29 Haziran 2015 Pazartesi

SÖZE SÖZ: OPORTÜNİZMİN KILIFI: ULUSAL BASKI


         PEO Genel Sekreter Yardımcısı ve AKEL Milletvekili Pavlos Dinglis, 28 Kasım 1985 günkü Ortam gazetesinde çıkan ve kendisiyle yapılmış söyleşide şöyle diyor:

         “Kuşkusuz genel olarak konuşursak, iki tarafta da, yani Rum ve Türk liderlerinin yaptığı hatalar vardır. Bu hataları öğrenmeli ve incelemeliyiz. İki tarafta da bu hataları tartışmalıyız… Biz inanıyoruz ki, geçmişi unutmak ve geleceğe bakmak gerekmektedir.”

         Evet Sayın Dinglis. Geçmişi unutalım mı, yoksa hatalarını öğrenip inceleyelim mi? Her iki tarafın da hata yaptığını kabul ediyorsak ortak bir başlangıç noktası bulduk demektir. Hadi bizde kamuoyu önünde, liderliğin hatalarını ayrıntılı bir şekilde inceleyip tartışma olanakları kısıtlı diyelim. Ya sizin tarafta, en azından AKEL çevrelerinde, Rum liderlerinin hataları tartışılıyor mu? Ortak (Rum-Türk) anti-emperyalizmin cephesinin kurulmasını engelleyen, 1968’e kadarki Rum liderliğinin enosisi hedefleyen politikaları için bir yargıya vardınız mı? 1974 sonrasında enosis politikasının artık ölmüş olduğunu hemen bütün Rum politikacıları söylemiş durumunda. Biz de geçmişi unutarak geleceğe bakmak istiyoruz. Ama Kıbrıs sorununa sınıfsal bakış açısını getirmemekle niye diretiyorsunuz? 5 Kasım 1984 tarihli Haravgi gazetesi, AKEL’in Kıbrıs sorununa asla “ideolojik gözlüklerle” bakmadığını yazarak, anti-AKEL ve anti-komünist kampanyayı körükleyen Simerini gazetesi ile Tassos Papadopulos’a karşı kendini savunmak ihtiyacını hissediyordu. Rum toplumunun üçte birinin desteğe sahip olan AKEL, niçin milliyetçilerin baskıları karşısında gerileyip, proleter enternasyonalizmi ve işçi sınıfı ideolojisine korkusuzca sahip çıkmıyor?

         Aynı söyleşi içinde buna bir yanıt var. Sayın Dinglis şöyle diyor: “Maalesef Kıbrıs sorunu, Türklerle Rumlar arasındaki bir ulusal sorun imiş gibi görünmektedir. Ve iki tarafta da bu durum ilericiler üzerinde bir ulusal baskı (psikolojik de olsa) yaratmaktadır. Bu yüzden çeşitli dönemlerde ilericiler, bu ulusal baskının etkisiyle istemedikleri şeyleri yapmışlardır.”

         Yani Kıbrıslı Rum ilericiler, istemedikleri halde ulusal baskı altında kalarak 1974’lere kadar enosis politikasını savunmuşlardır. Bu politikaya karşı olduğunu daha ilk enosis fikri ortaya çıktığı vakit belirten Kıbrıs Türk liderliği ve genel olarak Kıbrıs Türk toplumu, nasıl olur da Kıbrıslı Rumlarla ortak politik hedeflere yönelebilirdi? 1963 yılı sonunda bozulan ortak yönetim, acaba bağımsızlık ülküsünün Kıbrıs Rum liderliğince daha tutarlı bir şekilde savunulması ve enosis hedefinin terkedilmesi ile yeniden kurulamaz mıydı? Tabii ki Kıbrıs Türk liderliği de taksimci ve ayrılıkçı tavrını terk ederek, yapıcı davranmalıydı.

         1960’larda milliyetçilerin baskısı karşısında gerilemeyip, enosis hedefini terk eden, bağımsız Kıbrıs devletine dört elle sarılıp, Kıbrıs Türklerine yönelen faşist Rum çetelerinin saldırılarını kınayan bir AKEL, Kıbrıs Türk toplumuna güven vermeyecek miydi? Bu politika 1974’lere kadar niçin oluşturulamamıştı?

         Enosisçi kilise ile emperyalizmin işbirlikçisi aşırı gruplar karşısında gerileyen AKEL, şimdi buna benzer tavır içine giren CTP’yi bakın nasıl haklı çıkarmaya çalışıyor:

         “İlerici Kıbrıs Türklerinin KKTC’nin ilanının benimsemeleri tamamen ulusal nedenlerden kaynaklanmıştır. Manevi de olsa bu ulusal baskılardır ki ilericileri yanlış kararlara oy vermeye zorlamıştır. Bu nedenlerledir ki kuzeyde CTP, bazen Sayın Denktaş’la aynı paralelde olabilmektedir. Aynı durum bizde de görülmektedir.”

         Yani AKEL’in 1974’e kadar enosis hedefini içten olmasa bile desteklemiş olması ne kadar haklı nedenlere dayanıyorsa, CTP’nin de 1983 Kasımında bir gecede KKTC’nin ilanına onay vermesi ve hatta bunun savunuculuğuna soyunması o derecede haklıdır! Çünkü her iki parti de ulusal baskılara karşı göğüs gerecek tutarlılıkta değildir. Bu da Kıbrıs sorununa ısrarla ulusal gözlüklerle bakmalarından ve sınıfsal gözlüğü takmaktan çekinmelerinden kaynaklanmaktadır. Burjuvaziden bağımsız iç politika üretememe yüzündendir.

         Gerek Kıbrıs Rum tarafında, gerekse Kıbrıs Türk tarafından kendine ilerici sıfatını takanlar, milliyetçi duygulardan arınmaz ve işçi sınıfı ideolojisinin gerektirdiği, olaylara sınıfsal açıdan bakma becerisini göstermezlerse, bu ayrılık daha çok uzun süreceğe benzemektedir. Türk-Rum dostluğunu, işbirliğini partinin demeç ve bildirilerinde sık sık tekrarlamak yerine, somut adımların atılması, ilkelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Yoksa bilimsel öğretiye bağlılık uluslararası forumlarda saygınlığı sürdürmeye yararken, ülkede ise bir adım bile ileriye gidememenin sorumlusu olamaz. Sorumlu, bilimi yaratıcı bir şekilde ülke koşullarına uygulamayıp, milliyetçilerin baskılarına boyun eğen günübirlik politikalar üretenler olur. Kıbrıs işçi sınıfının milliyet farkı gözetmeyen bağımsız sınıf politikası bir an önce saptanıp, hayata geçirilmeli, kitlelere yayılmalıdır.     

 
(“Süleyman K. Aktaşlı” imzasıyla, Söz dergisi, Sayı:8, 6 Aralık 1985)   

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder