19 Ağustos 2015 Çarşamba

1 MAYIS’TA BİR DURUM DEĞERLENDİRMESİ


Bugün 1 Mayıs: İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü. Geçen yıl 100. Yıldönümünü kutladığımız bu günde, acaba Kıbrıslı Türk emekçilerin durumu nasıl görünmektedir? Kıbrıs’ın Kuzeyinde egemen olanlar, toplumu hangi noktaya getirmişlerdir?

Bilindiği gibi 1974 Temmuz’uyla başlayan süreç, Kıbrıslı Türkleri adanın genel ekonomik bütünlüğünden koparmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altındaki bölgede Türk lirasına bağımlı ekonomik bir yapı oluşturmuştur. İktisatçı Özalp Sarıca, 23 Şubat 1987 akşamı Kıbrıs Türk İktisatçılar Birliği tarafından düzenlenen bir toplantıda, 1985 yılı verilerine dayanarak, adanın Kuzey ve Güney’indeki ekonomik durumu şu şekilde değerlendirmiştir:

“… Tarım sektörünün GSMH’ya katkı oranı, Kuzeyde yüzde 20.9, Güneyde yüzde 7.5; Sanayi sektörünün kuzeyde yüzde 9.3, Güneyde yüzde 18.9 olduğu görülür; kuzeyde GSMH’nın yüzde 90.1’i, Güneyde yüzde 77.7’si tüketime harcanmakta; fert başına GSMH’nın Kuzeyde 791.544 TL; Güneyde 2.462 KL (tahminen 2.5 milyon TL), yani Kuzeyin üç misli olduğu görülmektedir. Bilgilerden çıkan sonuç, Kuzeyin iptidai ekonomik faaliyet olan Tarım sektörüne ağırlık verdiği, sanayisini geliştiremediği, bu nedenle fert başına GSMH’nın düşük olduğu, Güneyde ise sanayi sektörünün (Güneyde sanayi sektörü genelde emek yoğundur) geliştiği, bu nedenle de Güneyde fert başına GSMH’nın yüksek, dolayısıyla tasarrufun da yüksek bir oranda olduğu, binaenaleyh Güney Kıbrıs’ın, daha yüksek kalkınma aşamasına eriştiği anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle, Güney sınai faaliyetlere ağırlık vermekte, Kuzey ise emek-yoğun (tarım) iptidai ekonomik faaliyetlerle yetinmektedir… Güneyin bu başarısına karşın KKTC’nin ciddi ve başarılı bir ekonomik mücadele verdiği veya vatandaşlarının hayat standardlarını, dolayısıyle refah düzeylerini yükselttiği söylenemez.” (Ö. Sarıca tarafından sunulan bildiri, s.14 ve 15)

Yine K.T. İktisatçılar Birliği’nin 30 Mart 1987 akşamı düzenlediği bir başka toplantıda ise iktisatçı Mehmet Birinci, şu saptamayı yapmıştır:

“1963 yılından 1986’ya kadar “Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatıyla Güney’deki hükümetin aldığı (dış) yardımlar, bir buçuk milyar dolara yaklaşmaktadır… Kuzeydeki hükümetlerin 1963’ten 1986’ya kadar aldıkları dış yardım miktarı da 700 milyon doları bulmaktadır. Dikkatinizi çekmek isterim ki, bu rakam nüfus (ya da kişi başına) göre hesaplandığında, Rumların aldığı yardımdan fazladır (yaklaşık yarısı kadar). (M. Birinci tarafından sunulan bildiri, s.9)

Görüldüğü gibi, 1974’den 1987’ye geçen 13 yıllık süre içinde Kıbrıs Türk emekçilerin durumunda üretimden kopuk, dış yardımla yaşama şeklinde bir gerileme olurken, Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisi de, kendisi için çizilmiş olan bölge içinde birikmiş sermaye ve kaynakları önemli ölçüde ve cömertçe israf etmiştir. İktisatçı Caner Barın’ın KKTC ekonomisiyle ilgili gözlemleri şöyledir:

“Yurtiçi GSMH’nın reel artışları istikrarsızdır. (1984:10.7, 1985:28.6; 1986: -2.8) Özel kesimde sağlıklı bir tüketim, tasarruf, yatırım ilişkisi bulunmamaktadır. Kaynak israfı kamuda milli gelir kaybına neden olmaktadır. Yüzde 40 ile 50 arasında seyreden enflasyona karşı etkili tedbir alındığını söylemek mümkün değildir. Cari giderlerini dahi karşılayamayan kamu talebi, enflasyonun en önemli nedenidir. Cari giderlerini dahi karşılayamayan kamu kesiminin kaynak açığı, TC’den temin edilen yardım ve borçlarla kapatılmaktadır. Ödemeler dengesindeki cari işlemler, yolcu beraberi ihracatın görünmemesi nedeniyle büyük miktarda açık vermekte, bu nedenle de aslında var olmayan bir sermaye ihracı ile dengelenmektedir. Yolcu beraberi ihracat dikkate alındığı takdirde, TC ile ticari ilişkilerde, özel kesimin ticaret fazlası, kamunun da TC yardımlarıyla kapatılan bir ticaret açığı bulunmaktadır. Dövizli ihracatta ise devletin döviz fazlası, özel sektörün ticaretine tahsis edilmekte, bir kısım dövizli ithalat ise TC ile yapılan ticaretten elde edilen ticaret fazlalığı dövize çevrilmek suretiyle dövizli ithalata kaydırılmaktadır. Ülkede geçerli para birimi olan TL’nin değerinde sürekli kayıplar gözlenmektedir. Faiz oranları enflasyonun gerisinde seyrederek, uzun yıllar yırt içinde tasarruf kaynaklarının bir kesimden diğer bir kesime transferine neden olmuş, tasarruf eğilimlerini de menfi yönde etkilemiştir. Yurt dışına kaçan mevduatların ekonomimizin büyümesine menfi etkileri olduğunu da unutmamak gerekir. İş gücünün yüzde 30’u milli gelirin yüzde 15’ini üretmektedir. (C. Barın’ın 30 Mart 1987 toplantısında sunduğu bildiriden – Ek 3)

Rakamlar, Kıbrıs Türk burjuvazisinin içine düştüğü çıkmazı, yorum gerektirmeyecek bir şekilde açıkça ortaya koymaktadır. Kıbrıs Türk emekçilerinin üretim sürecinden bilinçlice uzaklaştırılması ve “devlet kapısı”na bağımlı kılınması gerçekleştirilmiştir. Nitekim 1977’de hizmet sektöründe 18.854 kişi istihdam edilmişken, bu sayı 1986’da 31.854’e çıkmıştır. Çalışanların yüzde 19.1’i “devlet kapısı”nda maaşlı ve ücretlidir. Devletten maaş çekenler 1977’de 7.088 kişi iken, bu sayı Mayıs 1986’da 12.104’e yükselmiştir. Bunun dışında 5.429 kişilik bir “genç emekliler ordusu” yaratılmıştır ki onlar bu rakama dahil değildir.

İşçi statüsüyle sanayi, inşaat ve otel-lokanta sektörlerinde 1986 yılında çalışan 12.159 kişiye karşılık, memur statüsüyle kamu sektörü, KİT ve Belediyelerde 14.881 ve Bankalarda 1.564 kişi olmak üzere, toplam 16.445 kişi çalışmaktadır.

Tarım sektöründe çalıştığı gösterilen 20.320 kişinin büyük bir bölümü, hem köyde tarımla uğraşmakta, hem de kentte memuriyet yapmaktadır. Bu nedenle klasik anlamda proletaryanın şekillenme süreci engellenmekte, var olan emekçi sınıflarda sınıf bilincinin oluşması gecikmektedir. Bir başka deyişle, “kendiliğinden sınıf” yerine, “kendisi için sınıf” olma yoluna girememektedir. Sendikal örgütlenmeler, daha çok ekonomik mücadele alanında yoğunlaşmış olup, ideolojik alanda pek yol kat edilememiştir. Solcu politik mücadele içinde sivrilip öne geçmiş olan gerek sendika liderleri, gerekse politik parti yöneticileri, emekçi halkın oylarıyla Meclis’te elde ettikleri sandalyeye oturduktan sonra, düzenle bütünleşip, uyum içine girmektedirler. Bu nedenle emekçi halk muhalefeti bir noktada Meclis içine hapsedilerek, örgütlerin meclis dışı ideolojik-politik-ekonomik bilinçlendirme görevi ihmal edilmektedir. Sadece Meclis’teki “muhalif” milletvekili sayısını artırmaya yönelik politik mücadele, işçi sınıfı ve diğer emekçi katmanların politik-ekonomik beklentilerine yanıt vermemekte ve resmi ideolojiye bir alternatif yaratamamaktadır.

İçine düşülen ekonomik yıkım ve politik çıkmazdan, ticaret burjuvazisi ile bürokrasi yarar sağlarken, işçi sınıfı ve emekçilerin büyük bir bölümü (hele eve bir tek maaş giriyorsa) zarar görmektedir. 1981 genel seçimlerinde iktidarın eşiğine gelen muhalefet partileri, emekçi halkın istemlerine uygun politik tavırlar içine giremediklerinden, 1985’deki genel seçimlerde toplam olarak oy kaybına uğramışlarsa da geçen yılki yerel seçimlerde yeniden yüzde 48’lık bir oranı elde edebilmişlerdir. Ancak sol partiler, Meclis’i araç olarak değil de, amaç olarak gördüklerinden, genel emekçi halk muhalefetinin tercümanı olamamaktadırlar. Solcu partiler, yıllardır karşı çıktıkları siyasi tercihlere bir gecede onay verebilirken, ideolojik bilinç kazandırılamamış işçiler de bir günde sendika değiştirebilmektedir. Kıbrıs Türklerinin egemenlik haklarına yöneltilen iç ve dış kaynaklı saldırılara karşı siyasi partilerden ve diğer örgütlerden güçlü bir ses yükseltilememektedir. Bu konuda kararlı muhalefeti 1968 yılından beri tek başına yürüten, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası ve çevresi olmaktadır.

İki yüzlü burjuva politikaları solda geçerli kılınmak istenirken, geniş halk yığınları politikadan soğutulmakta, “kendi kendini kurtarma” yoluna itilmektedir. Meclis’teki sandalyeyi korumak ve kurulu düzenin devamı için egemenlerle her türlü işbirliğine girenlerden artık halk ümidini kesmiştir. Londra’da Türk Kıbrıs’ın Dostları Derneği’nin kuruluşuna katılıp, bardak tokuşturacaksın, Strazburg-Paris-Ankara seyahatlerinin müdavimi olacaksın, ondan sonra da önüne konan bildiriye imza atmayacaksın. Burjuvazi oyunu kuralına göre oynamaktadır. Elini verenin, önce kolunun ve ardından vücudunun gittiğini görmesi çok doğaldır.

Hatırlanacaktır: 1948’lere çıkan ilk solcu gazetemiz “Emekçi”, toplum ileri gelenlerinden Dr.Küçük’e atfedilen “Bir küçük köpek aranıyor” başlıklı bir duyuru yayımladığı için hakaret davasıyla karşı karşıya kalmış ve kesilen para cezasını ödeyemediğinden yayımını durdurmak zorunda kalmıştı. Günümüzde ise, muhalefet partilerinden CTP’nin Genel Başkanı Özker Özgür, “Yeni Düzen” gazetesinde yazdığı bir makalede, Devlet Başkanı Denktaş’a “Mafya Babası” olarak ima yoluyla hakaret ettiği gerekçesiyle dava edilmek istenmekte, bu amaçla milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması istemi Meclis’te tartışılmaktadır. Olay başlangıçta söz konusu gazetede “iyi olur, mahkemede her şey ortaya konur, dokunulmazlığın kaldırılmasından yanayız” şeklinde değerlendirilmişse de, bugün bir “devlet ve rejim sorunu” haline getirilmiştir. İnsan kendi kendine sormadan edemiyor: Acaba 40 yıla yakın bir süre içinde Kıbrıs Türk sol muhalefeti ne kadar yol kat etmiştir? Burjuvazi, halkımızın azınlık olarak nitelendirildiği KATAK’tan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortaklığına,  “ya taksim, ya ölüm”den KKTC’ye uzanırken, acaba Kıbrıs Türk solu “mecliste milletvekili sayısını artırmak”tan başka ne elde etmiştir?

İngiliz-Amerikan emperyalizminin böl-yönet politikası, geçen 30-40 yılda Kıbrıs işçi sınıfı ve emekçilerini bölmede başarılı olurken, bu başarının gerçekleşmesinde acaba Kıbrıs işçi sınıfı hareketinin ne gibi hataları ve eksiklikleri olmuştur? İşçi sınıfının bağımsız politikasından ödün verme ve milliyetçi burjuvazilerin peşinden gitme, Kıbrıs emekçilerine nelere mal olmuştur? İşte 1 Mayıs 1987 günü, taksim çizgisinin kuzey ve güneyinde, barış, demokrasi ve sosyal ilerlemeden yana olan güçlerin üzerinde düşünmesi gereken sorular bunlardır.        

(“Salâhi Kemal” imzasıyla, “Okuyucu Mektubu” köşesinde, Söz gazetesinde, 1 Mayıs 1987’de yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder