17 Kasım 2015 Salı

BELEDİYE TİYATROSU NE YAPMAK İSTİYOR?



Geçen yıl bize “Umut İnsanda”  ile “Sen adamı deli edersin” adlı oyunları sunan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, bu yıl da Aristophanes’in “Barış” adlı oyununu sahneye koymuş bulunuyor. Oyun program broşüründe şöyle tanıtılıyor:
            “1986 Barış Yılı biterken, gerçek Barış Yıllarına kavuşacağımız inanciyle insanlığın en büyük ve en eski özlemini; ekmek, hava, su kadar yaşamsal olan barışı Aristophanes’in 2407 yıllık “Barış” oyunuyla bir kez daha gündeme getirmeyi amaçladık.
           Aristophanes M.Ö. 450-380 yılları arasında yaşamış Antik Yunan Komedyasının en büyük Komedya yazarıdır. Onun oyunları günümüze gelen ilk komedya örnekleridir.”
          Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun bu kez antik bir komedyayı koro ve konuk sanatçılar eşliğinde sahneleneceğini duyduğumuz zaman, gerçekten sevinmiştik. Çünkü son seyrettiğimiz “Sen adamı deli edersin” oyunu ardından şu dilekte bulunmuştuk:
“Nerede Özgürlüğün Bedeli” ve “Sevgili Doktor” gibi eserlerle başarılı oyunlar sergileyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu? Yoksa deneme tiyatrosu diye diye, seyircimiz denek taşına mı dönüştürülmek isteniyor? Eli-yüzü düzgün eserlerin sahnelenmesi zamanı acaba ne zaman gelecek? Brecht’çilerden bir de Brecht oyunu seyretmeyecek miyiz?” (Söz dergisi, Sayı:28, 25 Nisan 1986)
          “Seyircimizin içten, yapıcı uyarısı üzerine..., sıra bir güldürüye geldi” denip sunulan “Şahları da vururlar” ile başlayan, yerli bir güldürü yazarımızın eserinden çalınarak oluşturulan “Doktor Civanım” ile sürdürülen ve “Sen adamı deli edersin” ile doruk noktasına vardırılan sulu güldürülerden artık gına gelmiştir! Erol Refikoğlu’nun güçlü oyunculuğu da olmasa, okul müsamereleri bile daha iyi düzey tutturuyor diyeceği geliyor insanın.
       Belediye Tiyatrosu’nun “2047 Yıllık Komedya” diye sahnelediği “Barış” oyununu gördükten sonra, orijinal eseri bulup okumak istedik. Ne yazık ki Milli Kütüphanemizde bulamadık. Bir kere bizim seyrettiğimiz oyun, artık Aristophanes’in olmaktan çıkmış. Eseri ilk önce, Peter Hacks adlı bir Alman yazar günümüze uyarlamış, içine bir hayli eklemeler katmış. (Birleşmiş Milletler, Hitler, bira, viski, havan topu, uzay mekiği vb.) Oyunu Türkiye için ikinci kez uyarlayan Yücel Erten ise oyuna kokoreç ve daha bol ‘boklu’ cümleler katarak, antik’likten çağdaş’lığa yükseltmiş. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu da üstüne üstlük kendi “özgün” metin değişiklikleriyle Aristophanes’i kuşa çevirmiş. (Kuzey Kıbrıs’ta adanacak domuz yokmuş da, komisyon muhasebecisi horoz için para vermiş!)
        Anlaşılan program broşüründe belirtilen harman işi, gerçek bir karman çorman olmuş. Broşürde şunlar yazılı:
        “Barış oyununu, öz olarak Evrensel Barışı hedef alırken (ki var olan tek açık mesaj, savaşlarda gerçekte silah tüccarlarının kazandığının vurgulanmasıdır), biçim olarak Antik Yunan Komedyası (Tanrı ve Tanrıçaların kıyafetleri dışında neresi Antikiteyi anımsatıyordu) ile Geleneksel Türk Tiyatrosu (o da oyunu sahnelemek, sululuk ve gayrı ciddiliği ön plana çıkarmak mıdır? Hem bu geleneksellik saplantısı niye?) ve Kıbrıs Türk kültüründeki öğeleri (koro elemanlarına yarım saate yakın bir süre heyamolalı ip çektirmek, ya da karşılamaların ayak figürlerini katmakla mı yerellik kaygusu gözetilmiş?) harmanlayarak, oyunun uyarlayıcısı Yücel Erten’in deyişi ile ortak olanı (sahi, neydi o ortak olan?) bularak sahnelemeye çalıştık.”
      “Aristophanes’in mirasına komşu ve bir dünyalı olarak sahip çıkmak” isteyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, keşke hiçbir katkıda bulunmadan orijinal antik oyunu sahneleseydi. Çok daha yararlı bir iş görmüş olurdu.
          Bir söyleşisinde “Ben, Antik Yunan’ı da benim sayıyorum. Örneğin Sophocles artık bir dünyalıdır... Bütün dünyanın çıraklığını yapmalıyız. Miras, bütün insanlığın mirasıdır” diyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu yönetmeni Yaşar Ersoy (Cumhuriyet, 23 Eylül 1986), üçüncü elden çıraklığa soyunmuş görünüyor. Belediye Tiyatrosunun kurulduğu günden bu yana Kıbrıs Özgün Türk Tiyatrosu’nu yaratma yolunda çalışmalar içinde olduğunu söyleyenler, Kıbrıs Türk seyircisini deneme tahtası olarak kullanmaktan artık vazgeçmelidirler.
İnsana umudu değil, umutsuzluğu aşılayan bir oyunu, Kıbrıs Türk insanının “dünyevi bir kimlik” arayışının bir ürünü olarak takdim edenler, bize önce dünya tiyatro klasiklerinden örnekler sunsunlar. Seyircimizi ve kendilerini bu oyunlarla yetiştirsinler, geliştirsinler. 400 yıldan fazla bir süredir sahip olduğumuz kimliğimizi, “arayış” adı altında taklitçilik ve orta oyunu tutkusu uğruna feda etmesinler.
Kıbrıs Türkünün tiyatro tarihi, Belediye Tiyatrosu ile başlamamıştır. Ne de onun gittikçe sanat düzeyini düşüren denemeleri olmadan yaşayamaz. Operetten Vodvile, dramadan komediye çeşitlenen tiyatro deneyim birikimimizi reddetmiyelim. Göklere çıkartılan “Umut insanda”nın yazarı Fikret Demirağ, “Kıbrıs Türk Şairlerinin geçmişten önemli bir kültür mirası almadığı söylenebilir” derken (agy), o da şiiri kendisiyle başlatma gayretkeşliğinde ve bencilliğinde değil mi? Varsa, yoksa, ben ve biz, her şey bizimle başlamış saplantısı. Oysa bok böceğinin sırtında göklerde gezen yine aynı çevreler değil mi?
          Kıbrıslı Türkler bir kimlik arayışı içinde değildirler. Onlar, var olan kimliklerini, bir süreden beridir Kuzey’den aktarılan yoz kültür örneklerine karşı koruma savaşımı içindedirler. Yaşar Ersoy’un da belirttiği gibi, Kıbrıs Türklerini çevreleyen olumsuz koşulları, özgür, demokratik kültürünü, tiyatro, şiir, müzik gibi sanatlarla dünyaya tanıtmak gerektiğine inanmaktadırlar.
          Güney’imizde, yine Aristophanes’in “Lysistrata’sı, Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi”, Lorca’nın “Kanlı Düğün”ü (ki halen sahnelenmektedir) aylarca seyirci toplayabiliyorsa, bu oyunlar bizim sanatçılarımız tarafından da, bizim halkımıza niçin sunulmuyor? Yoksa böylesi eserlerin çapı, Geleneksel Türk Tiyatrosu izleyicilerine uygun düşmemekte midir?
            Şiirde “Akdeniz, yasemin, zeytin dalı” sözcüklerini kullanmakla nasıl yerel olunamazsa, tiyatroda da “dünyalıyız” diye ortaya çıkmakla evrensel olunamaz. Bu yıl, bir kültür haftasını bile her şey hazırken kotaramayan ve tüm enerjisini yerel seçim kampanyasında tüketen Belediye Kültür-Sanat Komisyonu, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun yaşamasını istiyorsa, yapılan eleştirilere kulak vermelidir. “Ben yaptım, oldu” demekle bu işler olmuyor. Oldurmak için de TC’li sanatçıların veya aydınların onayını almak zorunluluğu yoktur. Yeter ki eli-yüzü düzgün oyunlarla seyircinin önüne çıkılsın ve kendi insanımız ahmak yerine konmasın...

(Kıbrıs Postası gazetesi, 1 Şubat 1987)



BARIŞ ETKİNLİKLERİ “SERÜVENİ”



19 Haziran 1988 tarihli Kıbrıs Postası gazetesinde, aralarında şair Mehmet Yaşın’ın da bulunduğu bir grup sanatçı tarafından hazırlanan “Edebiyatta Kıbrıslı Türk Kimliği” adlı kitaba ilişkin görüşlerimizi özetlemiştik. Ne var ki aradan geçen süre içinde meydana gelen bazı olaylar, bizi Mehmet Yaşın’ın “Siyasal ve Sanatsal” etkinliklerine yeniden değinerek, görüşlerimizi ortaya koymamıza sevketmiştir. Çünkü Mehmet Yaşın, adı çevresinde olaylar yaratmaya yönelik bazı girişimlerde bulunurken, bundan yararlanmak isteyen bazı siyasal çevreler de, kendi amaçlarına ulaşmak için Mehmet Yaşın’ı ve diğer bazı sanatçıları kullanmışlardır. Biz olayların ardındaki gerçeğe parmak basmak isteriz.

OLMAYAN ÖRGÜTÜN ÜYELERİ
Önce geriye giderek, 6 Mayıs 1988 günkü Yeni Düzen gazetesindeki bir haberi okuyalım:
“Cyprus Mail gazetesinin bildirdiğine göre, nükleer savaşa karşı Uluslararası Sanatçılar Birliği (PAND International) Kıbrıs’ın güneyinde 8-11 Mayıs tarihleri arasında toplanıyor. Kıbrıs’ın güneyinde “Barış için Sanatçılar” örgütünce düzenlenen toplantıya PAND’ın yürütme komitesinden sanatçılar katılacak. Türkiye’yi Ataol Behramoğlu temsil edecek. Londra’da yaşayan Mehmet Yaşın’ın da toplantıya katılacağı belirtiliyor. Toplantıyı düzenleyen örgüt başkanı Peonides, “PAND”ın Türk bölümüne üye olan Kıbrıslı Türk sanatçıların toplantıya katılamayacağını, bunun nedeninin son pasaport uygulamaları olduğunu söyledi.”
Oysa PAND’ın Kıbrıs Türk kesiminde herhangi bir bölümünün kurulmamış olduğunu bu topraklarda yaşayan ve barış sorunlarıyla ilgilenen herkes biliyordu. Kimdi PAND’ın Türk Bölümüne üye olan bu Kıbrıslı Türk Sanatçılar ve Güney’e geçmek için nereye başvurmuşlardı? Üstelik PAND adı İngilizcede “Performing Artists for Nuclear Disarmament”in kısaltılmışı olup, sahne sanatçılarının nükleer silahsızlanma için oluşturdukları bir örgüttü. Aralarında çeşitli ülkelerden uluslararası üne sahip tiyatro ve film sanatçıları, yönetmenler, şarkıcılar ve besteciler vardı. Ama nedense şairler yoktu.
Kıbrıs Barış Komitesi yöneticisi olan Panikos Peonides, Kıbrıs “Barış için Sanatçılar Hareketi’nin de başkanlığına getirilmişti. Ve eşi, şair Elli Peonides, Şair Mehmet Yaşın’ın tanıdığıydı. Kendisinin ve çevresindeki üç-beş arkadaşının barış şiirlerini Rumcaya çevirerek, “1974 kuşağı” genç şairlerinin ününe ün katmıştı. Bu nedenle M. Yaşın’'aya çevirerek, «_______________________________________________________________________________________________________________ın Türkiye’den bir arkadaşı olan şair Ataol Behramoğlu ile kendisi için PAND’ın Kıbrıs’ta yapılacak Yürütme Kurulu toplantısına davetiye çıkarmsı bir sorun olmamıştır. Gerçi kendileri sahne sanatçısı değillerdi, ama en azından sanatçı dostları vardı ve kendilerinden bu olanağı esirgeyemezlerdi. (Yaşın’ı daha sonra Türk kesiminde elinde mikrofonla sahneye “performing artist” olarak da görmek bize nasip olacaktı.)
Kıbrıslı Türk sanatçılar, şair dostların Güney Kıbrıs!a yaptıkları ziyaretle ilgili haberi 16 Haziran 1988 tarihli Yeni Düzen!den okuyacaklardı. Kültür Servisi’nce hazırlandığı belirtilen haberin, Mehmet Yaşın’ın kaleminden çıktığı belliydi. Resimlerle süslenmiş haberde şöyle deniyordu:
“Kıbrıs Barış Komitesi Sanat Bölümü Başkanı Panikos Peonides, PAND Yönetim Kurulu üyesi olarak toplantıda yer aldı. Kıbrıs Rum tarafından şair Elli Peonides, Türk tarafından Mehmet Yaşın, Yönetim Kurulu gözlemcisi sıfatıyla PAND çalışmalarında yer aldılar.”
Oysa ki Kıbrıs Türk tarafında PAND’ın herhangi bir örgütü yoktu ve Yönetim Kurulunda sanatçıların da yer aldığı Kıbrıs Türk Barış Derneği, bu etkinlikten haberdar bile değildi. Mehmet Yaşın, bir yolunu bulup, onlar adına konuşuyor; ama kendi adına bazı taleplerde bulunuyordu:
“Kıbrıslı Türk sanatçılara (yani kendisine ve beline doladığı 74 kuşağına- A.An) uluslararası ilişkilerde olanaklar sağlanmalıdır. Kıbrıs’ta var olan durum özellikle bizlere birçok güçlükler çıkarmaktadır. Uluslararası barış hareketine ve sanat etkinliklerine sanatçılar arzu ettikleri şekilde katılamıyorlar.
Uluslararası barış ve sanat örgütleri Kıbrıslı Türk sanatçıların durumunu anlamalı ve onlara yardımcı olmalıdır. Kıbrıs Türk sanatçılarının en geniş kesimlerinin uluslararası toplantılara çağrılıp temsil edilmeleri gerekir.”
Çağrı geniş tutulmalı ki M. Yaşın, kendi kuşağı dışındakilere de çam sakızı dağıtabilsin. Örneğin 1989 yazında Akdeniz’de yapılacak olan “Barış Yolculuğu” ile 1990’da Finlandiya’da yapılacak büyük şenliğe mutlaka katılmalıydık.

OLMAYANI VAR GÖSTERMEK
PAND etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen şiir geceleri ve seminerlerde M. Yaşın da konuşmalar yapmış, ama anlaşılan bu konuşmalar ve şiir okumalar, şairin Rumca bilmemesi yüzünden İngilizce yapılmış. Türkçe ve Yunanca şiirlerin okunduğu gecelerde Mehmet Yaşın, büyük ilgi görmüş, ama kendisi basına demeç vermekten kaçınmış. Çünkü “Kıbrıs’taki şövenist politikacılar sanatçıya, sanatından başka bir yolla konuşma olanağı vermiyor, siyasal tabular bizi kuşatıyor ve istismar ediyor.”
Aslında tabuları M. Yaşın’ın kendisinin yarattığı ve daha sonra da Kıbrıs’ın Türk kesimindeki etkinlikleriyle bu sözde kuşatmayı bizzat kendisinin kaldırdığına ve istismarın sağdan değil, “sol”dan geldiğine tanık olacaktık.
PAND toplantısı ardından, KRYK’nun Türkçe yayınlarındaki “Kıbrıs Türk Kültür Saati”nde aktarılan M. Yaşın’ın “Çağdaş Kıbrıslı Türk Şiiri” konulu seminerinden öğrendiğimize göre, eskiden Kıbrıslı Türk şairlere önem vermeyen Türkiyeli edebiyatçılar, artık M. Yaşın’ın kişiliğinde Kıbrıs Türk şiirini önemsemeye başlamıştı. Her ne kadar daha sonra söz alan Ataol Behramoğlu bu görüşe katılmamışsa da 74 kuşağının “Sanat Emeği” dergisindeki meşhur “çıkış”ını olumlu bulmuştu.

VASİLİU’NUN MESAJI
M. Yaşın’la Ortam gazetesinde bir söyleşisi yayımlanan (23.8.1988) gazeteci Yaşar Karadoğan, onun Güney Kıbrıs’taki şu izlenimini aktarıyordu:
“Yaşın’ın deyimiyle Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Türkünün ayrı bir kimliği olduğunu öğrenince “şok” olmuşlar... Trodoslardaki Vassa köyünde yapılan etkinliklerden sonra bir de kokteyl verilmiş. Mehmet Yaşın, “Bu kokteyle Rum Cumhurbaşkanı Vasiliu da katldı. Orada bana bir mesaj verdi. Bu üç ay önce oldu.”
Böylece fırtına koparan “mesaj olayı”na gelmiş bulunuyoruz. Ama mesaj öncesindeki olaylara kısaca bakalım. 8 Ağustos 1988 tarihli Cumhuriyet gazetesi, güney Kıbrıs’ta yapılan PAND Internationl’ın toplantısında Türkiye’de de bir temsilciliğin açılması için çağrıda bulunulduğunu haber veriyordu. Ama Kuzey Kıbrıs’taki temsilcilik işi ne olacaktı? Olmayan örgüt adına M. Yaşın toplantıya katılmıştı. Hatta olmayan örgütün olmayan üyelerinin pasaport uygulaması nedeniyle Güney’e geçemeyeceği de açıklanmıştı. Bundan da önemlisi, PAND toplantısı vesilesiyle Kıbrıs Cumhurbaşkanı Vasiliu ile görüşen M. Yaşın, ondan Kıbrıslı Türk sanatçılara iletilmek üzere bir de mesaj almıştı. Y. Düzen gazetesine imzasız olarak güney Kıbrıs izlenimlerini aktaran M.Yaşın, ertesi gün de Vasiliu’nun mesajını basın yoluyla iletebilirdi. Ama o bunu yapmadı. Sonradan duyulan söylentilere göre, “Rumcu” olmakla suçlanmamak için bu yolu seçmiş. Yağmurdan kaçayım derken, doluya tutulacağını acaba önceden bilmiyor muydu?

BİRAZ ŞİİR, BİRAZ MÜZİK GECESİ
Yaşadığı Londra’dan Temmuz ayı başında Kuzey Kıbrıs’a gelen M. Yaşın, önce bir gece düzenlemeyi planlamıştı. Kıbrıs Türk sanat-kültür çevresi ile ve halkla herhangi bir bağı olmayan ve hiçbir sanat-kültür örgütüne üye olmadığı için yapacağı etkinliğe kitle desteği arayan şairimiz, CTP’li dostlarının yardımıyla CTP’ye yakınlığı bilinen Gençlik Merkezi’ne başvurdu ve geceyi onların düzenlemesini sağladı. Haberi 15 Temmuz tarihli Y. Düzen gazetesi şöyle verecekti:
“22 Temmuz Cuma akşamı saat 20.30’da Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda “Biraz Şiir, Biraz Müzik” adı altında düzenlenecek olan gecede ülkemizde, Türkiye’de ve Avrupa ülkelerinde sanatsal çalışmalarıyla dikkati çeken, kendi alanlarında değerli çalışmalar ortaya koyan CAN TUFAN ve MEHMET YAŞIN’ın ortak çalışması sergilenecek.”
Aynı gazete, günlük duyurularıyla gecenin reklamını yapıyor ve 22 Temmuz günkü haberinde geceye konuk sanatçı olarak Neşe Yaşın’ın da katılacağını duyuruyordu.   

YAŞIN VE CTP TABULARI NASIL YIKTI?
“Biraz Şiir, Biraz Müzik” adlı geceye gitarları ile katılan Can Tufan, Osman Cankoy ve Niyazi Nasıfoğlu, müzik kalitesi yüksek bir konser verirken, Mehmet Yaşın da elinde mikrofonuyla bir sahne sanatçısı gibi şiirlerini teatral bir havada sunmuş ve geceye katılanların alkışlarına mazhar olmuştu.
CTP Genel Başkanı Özker Özgür ile eşinin onur konuğu olduğu geceyle ilgili haberi veren 28 Temmuz tarihli Y. Düzen gazetesi “Muhteşem gece” başlığını kullanıyordu. M. Yaşın’ın kendi kendine koyduğu tabular, yine kendi eliyle yıkılıyordu. Gazetenin muhabiri Başaran Düzgün duygularını şöyle dile getiriyordu:
“İçimize zorla yerleştirilen tabular bir bir yıkıldılar. Önümüzde duranlar kaldı sadece. Ve kafamıza bir soru işareti çengel gibi asıldı. “Tabular yıkılıyor mu?”
1974 yazında Türkiye’nin Kıbrıs’a yaptığı askeri harekata açıkça karşı çıkmaktan korkan, çekinen ve bu konuda görüş belirtmeyi kendi kendilerine tabu yapan CTP’liler, ilk kez 14 yıl sonra şiirleri aracılığıyla bunu yapmış olan Mehmet Yaşın’ı kullanarak “tabu”ları yıkıyorlardı. Dahası CTP Genel Başkanı ve eşi, “İki füze istiyorum. Lefkoşa’daki iki Başbakanlık Sarayını yok edecek. Ben aşk istiyorum” diyen şairi ayakta alkışlayabilecek kadar cesaretlenebilmişti. Gece gerçekten “muhteşem”di.
Gecenin bitiminde söz alan şair M. Yaşın, katılanlara teşekkürlerini sunarken, onları 29 Temmuz akşamı düzenleyeceği “Eski Kıbrıs Şiiri” konferansına davet edecekti. 28 Temmuz günkü Y. Düzen’de konferansın yine CTP’ye yakın “Forum Kitabevi” nin bir etkinliği olarak düzenleneceği ve “konferansta ayrıca 74 kuşağı olarak bilinen Mustafa Azizoğlu, Aşık Mene, Neşe Yaşın’ın da hazır bulunacağı duyuruluyordu. Değil mi ki Kıbrıs Türk şiiri denince akla gelen sadece M. Yaşın ve çevresi idi. Öteki şairlerimize karşı bir ayrımcılık ve şiirsel geçmişimizi inkar yine sürüdürülüyordu.

ESKİ KIBRIS ŞİİRİ KONFERANSI
Konferansın girişinde “1974 sonrasında kendilerinin doğurduğu yeni şiir hareketinin herkesi etkilemeye başladığını” iddia den M. Yaşın, şiir anlayışlarının da vulgarize edilip sulandırıldığından şikayetçiydi. Tıpkı Türkiye’deki Garip Akımı’nın başına gelen kendi başlarına da gelmişti ve kendisi de Orhan Veli gibi bir açıklama yapma gereğini duyuyordu. Kendilerinden önce ilerici temalardan söz eden şiirler yazılmıştı, ama estetik olarak, şiir olarak kendilerinin yazdıkları henüz aşılamamıştı.
“Eski Kıbrıs Şiiri” konulu konferansında “unutulmuş veya unutturulmuş Kıbrıs şiirine döndüklerini” söyleyen M. Yaşın, Kıbrıs’ta eski Yunanca ve Finike dillerinde yazılmış 3 bin yıl öncesine ait ilk çağ ve mitoloji, Ortaçağ ve Hıristiyanlık şiirlerinden İngilizce üzerinden çevirdiği örnekleri okudu ve Kıbrıs’ın antik tarihinden söz etti. Oysa konferansa gidenler, Y.Düzen’de duyurulduğu gibi, “Kıbrıslı Rum, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıs anonim şiirlerinin inceleneceği”ni zannetmişlerdi. Konferansını 1571’e kadar getirip, “Ve Türklerle birlikte Yunus Emre’nin şiirleri Kıbrıs’a geldi” diye bitiren M. Yaşın’a yönelttiğimiz bir soruya karşılık, aldığımız yanıt şu oluyordu:
“1571’den sonrası tabu olduğu için o konuya girmeyeceğim. Yunus Emre şiirinin Kıbrıs’a gelip gelmediği konusunda elimde somut kanıt yoktur, ama ben konferans şiirsel bitsin diye öyle söyledim!”
Anlaşılan şairimiz, konuşmak istemediği konuları “tabu” diye bir kenara ayırıyor ve sonradan kendi tabularını kendi elleriyle yıkarak kahramanlık taslamak istiyordu.

SANATÇI-POLİTİKACI İŞBİRLİĞİ
74 kuşağının düğümü olan Mehmet Yaşın’ın Kuzey Kıbrıs’taki sanatsal etkinlikleri bunlarla bitmiyordu. 26 Mayıs’ta Vasiliu’nun Kıbrıslı Türk sanatçılara iletilmek üzere kendisine verdiği mesaj hâlâ daha cebindeydi, ama çevresindeki bazı arkadaşlarına bu sırrından söz etmişti. Mesajı açıklarsa “Rum ajanı” olarak suçlanabileceğinden çekindiği söyleniyordu. Herhangi bir örgüte üye değildi, böyle bir örgüt filan kurmaya da niyetli değildi. Ama bu mesajı kullanarak kendi adı çevresinde yeni bir “one man show” yapabilirdi.
            Ne var ki mesajın varlığı haberi yayılmaya başlıyordu. CTP’ye yakın sanatçı grubunun, Vasiliu’nun önerdiği “her türlü olanaktan yararlanması” olasılığı, TKP’ye yakın olan, ya da partisiz diğer bazı sanatçıları harekete geçirmişti. Zaten CTP de “Federal Çözüm İçin İleri» kampanyasını açarak bir adım öne geçmişti. Federasyondan yana çıkan sanatçıları örgütleme görevini üstlenen kişi, TKP’nin yayın organı Ortam Sanat Eki’ni yöneten tiyatro oyuncusu Yaşar Ersoy’du. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da TKP ile CTP arasında yine sidik yarışı gündeme gelmişti. Kamuoyu görmeliydi, bakalım hangisi daha çok federasyoncu ve barışçıydı. 74 Kuşağı mı, Ortam Sanat Çevresi mi?

CTP’NİN FEDERASYON KAMPANYASI
Ama isterseniz önce CTP’nin açtığı federasyon kampanyasından biraz söz edelim: 6 Ağustos günkü Y. Düzen’in manşeti şöyle atılmıştı: “Federasyon yanlısı örgütler imza kampanyası açtı. Federal çözüm için ileri.”
Haberde imza kampanyasının takdim yazısına yer veriliyor, ama her nedense “Kıbrıs’ta kalıcı barış ve federal Cumhuriyet olgusunu savunan çeşitli örgütler’in hangileri olduğu açıklanmıyordu. Toplanacak olan imzalar, bir muhtıra ile birlikte 23 Ağustos akşamı düzenlenecek bir açık hava toplantısında açıklanacak ve iki toplum liderine sunulmak üzere BM Genel Sekreteri’ne iletilecekti.
CTP, herkesten ne kadar çok federasyoncu olduğunu göstermek için bir adım öne atılmk  istemişti. Ama resmi makamların da savunduğu federasyon tezinden ne anladığını halk önünde açıklamamıştı. Kuru bir federasyonculuk ve barışçılık kampanyasının yaygarasından başka birşey yoktu. İşbirliği, güçbirliği yapılacak örgütler önceden haberdar edilmemişti; onların görüşleri bile alınmamıştı. “İstim arkadan gelsin” düşüncesi CTP’ye yine egemendi. Yapılan bazı eleştiriler üzerine Parti Genel Sekreteri ertesi gün telefonlara sarıldı ve tek tek bazı örgütlerle temasa geçildi. İstenen CTP’nin bu girişiminin desteklendiğinin bir basın bildirisiyle açıklanmasıydı.
Nitekim daha sonraki günlerde destek mesajları sökün edecekti. Y. Düzen’in 8 Ağustos günkü sayısında Yurtsever Kadınlar Birliği (CTP’li milletvekillerinin hanımlarından oluşmuştur) ile K. T. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ahmet Okan, 10 Ağustos’ta Yön-Sen Başkanı Niyazi Düzgün (CTP’li) ile Devrimci Gençlik Derneği Başkanı Barış Burcu (CTP’li bir tabela derneği), 11 Ağustos’ta Güney Göçmenleri Birleşme ve Dayanışma Derneği Genel Sekreteri Fadıl Çağda (CTP’li milletvekilinin varlığı-yokluğu bilinmeyen örgütü), 12 Ağustos’ta K. T. Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Başkanı Bektaş Göze ile Dev-İş Başkanı Hasan Sarıca (CTP’li milletvekili) imzalı bildiriler çıktı.

KENDİLİĞİNDEN VE SÜRATLE ÇÖZÜM
CTP Merkez Yönetim Kurulu’nun hazırladığı “Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan halklarının çıkarı: Federal Çözüm” başlıklı bir broşür elden dağıtılmaya başlanıyordu. CTP bu broşürde, ana muhalefet partisi olarak federal çözümden ne anladığını, federal devletin yapısı ve işleyişi hakkında neleri önerdiğini açıklayacak yerde, yuvarlak laflar ve bir takım geçer akçe sloganlar ardına saklanıyor ve açıkça görüş belirtmiyordu. Dahası “göç, işsizlik, askerlik gibi yakıcı sorunlarımız, para biriminden ve enflasyondan kaynaklanan ekonomik ve sosyal bunalımlar, kendiliğinden ve süratle çözüm bulacaktır” (s.8) denilerek, federasyonun kurulmasıyla bütün sorunların ip gibi kesileceği hayalinde olduklarını ortaya koyuyorlardı.
Bir başka ilginç gelişme olarak CTP’nin federasyon kampanyasının Kıbrıs Rum basınında yankı bulması, parti yöneticilerini heyecana garkediyor ve bu mücadeleyi bayraklaştırdıkları (!) için sokakta gururla dolaşıyorlardı. 9 Ağustos tarihli ve Rum basınının da aktardığı Y. Düzen’in manşetine göre, “Lefkoşa sokaklarında kısa sürede yüzlerce imza toplayan muhabirlerimiz, halkın isteminin barış ve federasyondan yana olduğunu” saptamışlardı. Fileleftheros gazetesi, CTP’lilerin çıkardığı gürültüye bakarak şunları yazabiliyordu: “Kıbrıs Türk kitlelerinin baskısı başlangıçtaki isteksizlik ve gevşek tutumuna rağmen, Denktaş’ın görüşmelere gitmek için onay vermesine yol açmıştı.” (24.8.1988)
   
74 KUŞAĞI İLE ORTAM-SANATÇILARIN YARIŞI
Tekrar barışçı sanatçıların yarışına dönecek olursak: M. Yaşın’m barışçı sanatçılar adına bir imza kampanyası açtığı haberi duyulunca, Ya­şar Ersoy’un çağrısına uyan öteki sanatçılar, 12 Ağustos akşamı Lefkoşa Belediye Tiyatrosu salonunda toplandılar. M. Yaşın, toplantının başlamasından bir saat önce Y. Ersoy’a telefon ederek, toplantının çağrılış biçimini onaylamadı­ğını ve toplantıya katılmayacağını bildirdi. Top­lantıya katılan ve CTP’ye yakın, M. Yaşın’a uzak bir şair olan Fikret Demirağ, bir an önce bir karar metninin kabul edilmesinde ısrar edip, “biz-onlar” diye konuşunca, tarafsız sanatçılar da söz alarak, bu işin aceleye getirilmemesini ve hep birlikte davranılması gerektiğini vurgu­ladılar.
Belediye Tiyatrosu’nda yapılan toplantıyı 14 Ağustos günkü Kıbrıs Postası gazetesi şöyle duyur­du:
“Kıbrıslı Türk Sanatçıların Barış Taarruzu: Öğrenildiğine göre Kıbrıslı Türk Sanatçılar (katılanlann 20’ye yakın olduğu belirtiliyordu - A.An). Kıbrıs sorununun barış sürecine girmesi ile Rum ve Türk toplumları arasında yumuşamaya katkıda bulunmak için çalışacaklar. Bu amaçla sanatçıların bir program üzerinde çalıştıkları belirtildi.”
Öte yandan 15 Ağustos tarihli gazeteler, sanat örgütleri dışında yeni bir barışçılar grubunun “Kıbrıs’ta federal çözüm için Barışa Katılım Komitesi” adıyla oluşturulduğunu ve komitenin sözcülüğüne K.T. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı A. Okanın getirildiğini açıkladılar. Açıklamada komiteyi oluşturduğu söylenen 5 örgütün adları yine verilmiyor ve şöyle deniyordu:
“Komitemi­zin resmen hayata geçtiğini (demek ki 10 gün önce Y. Düzen’in manşetindeki komite, gayrı resmi oluyordu - A.An) saygıdeğer kamuoyumuza duyururken, kendilerine çeşitli nedenlerden ötürü ulaşamadığımız (?) örgütlere “Kıbrıs’ta federal çözüm için katılım komitesinde yer almaları çağrısını da yapmayı öncelikli bir görev addede­riz.”

BARIŞ DERNEĞİ ÜVEY EVLAT
Gerek siyasal, gerekse sanatsal çevrelerin barış adına oluşturacakları komitelerde yer alması veya örgütleyici olması gereken, 6 yıllık geçmişe sahip ve 16 sayıdır bir de bülten çıkaran K.T. Barış Derneği, bütün bu etkinliklerden dışlanmış­tı. Buna içerleyen Dernek Yönetimi, 15 Ağustos günü Kıbrıs Postası’nda tam metin olarak çıkan bildirisinde “bazı uyanlar”da bulunuyordu: “Ba­rış ve federasyon tezinin savunulması ve toplum katmanlarına mal edilmesi için başlatılan müca­delede, K.T. Barış Derneği’nin muhatap olduğu bazı yanlış tavırlar, barış güçlerini derinden yara­lamış, ortak mücadelede kaçınılmaz olan saygı ve güven temelini sarsmıştır.”
Bilinmeyen neden­lerle bildirinin bu bölümünü sansür eden CTP’nin
Y. Düzen gazetesi, derneğin barış ve federasyon mücadelesinde var gücü ile yer aldığını belirtmekle yetiniyordu. Halbuki Banş Derneği’nin hem Baş­kanı, hem de bazı Yönetim Kurulu üyeleri aynı zamanda CTP üyesiydiler. Ama partinin politika­sızlığına, ilkesizliğine eleştirel gözle baktıkları için, Komite girişiminden uzak tutulmuşlardı. Öte yandan her iki sanatçı Barış Grubunun başını çekenler arasında Barış Derneği’nin Yönetim Kurulu üyeleri de vardı. Ama her nedense barışçı çabalarını, onlar da Barış Derneği’nin dışında sürdürmeyi yeğlemişlerdi.

İKİ AYRI GİRİŞİMİN GENİŞLEME ÇABALARI
CTP’nin Komite çalışmaları dışında, 74 kuşağı olarak ayrı bir barış bildirisi hazırlayan M. Yaşın, bu bildiriyi kızkardeşi Neşe Yaşın’a ve kuşak üyesi Barış Derneği yöneticilerinden arkadaşı ressam Aşık Mene’ye imzalatabilmiş. İstanbul­‘dan Kıbrıs’a tatile gelen kuşak arkadaşı şair Hakkı Yücel de imzasını esirgememişti. Ülkede olmamasına rağmen müzikçi Can Tufan’ın da “bizimle beraber” olduğunu not etmişti. Yaptığı bazı görüşmeler sonunda 2. girişimin öncülerin­den Y. Ersoy ile A. Okan’ın da imzalarını alabilmişti.
17 Ağustos günkü Kıbrıs Postası’nda 2. girişimle ilgili olarak haber vardı:
“Elde ettiğimiz bilgilere göre Kıbrıslı Türk Sanatçılar Barış Grubu, sanat­çılara yönelik açtığı imza etkinliğini yaygınlaş­tırmak için çalışmalarını hızlandırırken, önümüz­deki günlerde program çalışması üzerinde de toplanılacağı ve en geniş sanatçı grubunun oluşturulmasına özen gösterileceği öğrenilenler arasın­dadır.”
Ertesi gün sonra aynı gazetede şu başlığı göre­cektik: “Sanatçılar Barış Yolunda. Sanatçılar federasyon için atılacak her adımı destekleyecek. Siyasi eşitlik önemle vurgulanıyor. Rum Sanatçı­larla işbirliği isteniyor.”
Aralannda “araştırmacı- yazar” sıfatlı 4 kişinin de yer aldığı “Kıbrıslı Türk Sanatçılar Barış Grubu”na 33 kişi imzasıyla katılmıştı ve 1. girişimi başlatan M. Yaşın ile arkadaşları da bu gruba dahil olmuş görünüyordu. Yapılan duyuruda “Adamızın kalıcı barışı için somut önerilerimizi içeren ayrı ve kapsamlı bir bildiri de Türk ve Rum kamuoyuna en erken zamanda duyurulacaktır” denilmekteydi.
Duyurunun altında yer alan notta çalışma programını görüş­mek amacıyla 20 Ağustos 1988 Cumartesi günü yeni bir toplantı yapılacağı ve bildiride imzası bulunan veya katılmak isteyen tüm kültür-sanat emekçilerine bunun duyurulduğu yazılıydı. Anla­şılan Barışçılar Grubu, kapsamım daha da geniş­letmek çabasındaydı, ama işler de karmaşıkla­şacaktı.

KÜLTÜR DERNEKLERİ SAHNEDE
Aynı gün (18 Ağustos) Y. Düzen gazetesinin ön sayfasında şu haber yer alıyordu:
            “Tüm sanatçı ve aydınlara açık olarak bugün KTÖS lokalinde düzenlenen toplantıda “Kıbrıs Türk Toplumunda Kültür ve Sanatın Bugünü ve Yarını” tartışılacak. Has-Der, Gençlik Merkezi, GASAD ve GÜSAD’ın girişimleri ile düzenlenen bugünkü toplantının saat 11.00’de başlaması bekleniyor.”
Barış ve federasyon propagandası için yola çı­kanların kişisel davrandıklarını öne süren dernek­ler, bir yandan bu girişimlerin var olan örgütler temelinde yapılması ve sadece sanatçıları değil, kültür derneklerini de kapsamına alması kaygusunu güderek, bu toplantıyı yaparken, öte yandan da aslında Mehmet Yaşın’a örgüt desteği sağlamayı
amaçlamaktaydı. Hatta Özker Özgür bile işini gücünü bırakıp, kısa bir süre bu toplantıya katıl­makta yarar görmüştü. Ne var ki, M. Yaşın’ın Vasiliu’dan aldığı mesajı açıklamasından önce salondan ayrılmayı yeğleyecekti.
Yaşın, bu top­lantıda söz alarak ülke dışındaki kişisel etkinlik­lerinden söz etmiş, ve Güney Kıbrıs’taki te maslarından sonra aldığı mesajı toplantıya katılanlara fotokopi olarak dağıtmıştı. 3 aya yakın bir süre geçtikten sonra, Kıbrıs Türk Sanat çevrelerine iletilebilen bu mesajda yer alan Kıbrıs Cumhur­başkanı Vasiliu’nun şu ifadesi, sonradan çeşitli spekülasyonlara yol açacaktı:
“Kıbrıs hükümeti, iki toplumun yeniden yakınlaşmasını sağlayacak çok yönlü arayışlar içindedir, böylece Kıbrıslı Türk aydın ve sanatçıların, Kıbrıs hükümeti tara­fından kendilerine her türlü olanakların tanınaca­ğını bilmeleri gerekir.”

POLİSİN ELİNE VERİLEN MEKTUP
M.Yaşın’ın toplantıyı izlemekte olan güvenlik görevlilerinin de eline tutuşturduğu bu mektup, ertesi gün Halkın Sesi gazetesinin manşetine oturmuştu ve konu istismar ediliyordu. 19 Ağustos günkü Yeni Düzen gazetesi, duyurusunu kendisinin yaptığı bu toplantıyla ilgili olarak hiçbir habere yer vermezken, bir gün önce Kıbrıs Postası’nda açıklanan Barış Grubu’nun bildirisini üç-beş satırla geçiştiriyor ve “öte yandan seçkin sanatçılarımızdan oluşan bir grup” diye söz ettiği, kendisine yakın olan Yaşın grubunun yayınladığı “Adil ve kalıcı barış için” çağrısına yer veriyordu. Bu kişiler, Mehmet ve Neşe Yaşın, Aşık Mene, adada olmayan Can Tufan ve Has- Der Başkanı Mehmet Birinci idi. Y. Düzen bu kişileri “seçkin sanatçılarımız” diye sunuyordu.
H. Sesi’nin mesaj olayını bir casusluk havası içinde vermeye çalışması ardından 20 Ağustos tarihli Y. Düzen bu haberine “çirkin yayın” başlığını koymuştu. 18 Ağustos’ta kendisinin “K.T. Toplumunda kültür ve sanatın bugünü ve yarını” başlığı altında bir tartışma toplantısı olarak duyurduğu dernekler toplantısını, bu kez haberinde basın toplantısı olarak tanıtmak­taydı. Adı geçen toplantıdaki ilginç bir başka gelişmeden de söz etmeliyiz:

EK BÖLÜMDE YAZILANLAR
Yaşınların barış çağrısına bir dizi görüşmeden sonra Yaşar Ersoy ve Ahmet Okan da imza at­mıştı. Ama o günkü toplantıda açıklanan metinde, ikisinin de bilgisine getirilmemiş bir bölüm daha yer alıyordu. Bu bölümde Vasiliu’ya “Kıbrıslı Türk Sanatçılar” adına iletilen yanıt yer alıyordu. Okan ile Ersoy’a gösterilmeyen bu ek bölümün ortaya çıkması üzerine, her ikisi de imzalarını geri çektiklerini o toplantıda açıklamışlardı. Bu nedenle 7 kişilik bildiri, 5 kişinin imzasıyla açıklanmıştı. Yeni Düzen’in isim vermeyerek “Vasiliu ile Sanatçılar arasında mesaj teatisi” başlığıyla takdim ettiği bildiride şu cümleler yer alıyordu:
“Ancak sayın Vasiliu’nun da takdir edeceği gibi, sınırlarında Yunan bayrakları olan, Radyo-TV’sinde Yunan ulusal marşı çalınan, yasama-yürütme-yargı organlarında yalnızca Kıbrıslı Rumları temsil eden Güney Kıbrıs hükümetini, kendi hükümetimiz olarak göremiyoruz.”
O zaman M. Yaşın’a sormak gerekmi­yor mu? A şair efendi, madem ki adamı Kıbrıs Cumhurbaşkanı olarak tanımıyorsun, niye çağ­rısını kabul edip, iki buçuk ay cebinde taşıdın? Tanımadığın bu Kıbrıs hükümetinin tanımayı vaadettiği “her türlü olanaktan” yararlanmaya niçin çalıştın?
Sorular ve tartışmalar günlerce sürdü, ama barış ve federasyon yolunda bir arpa boyu yol alınamadı. Barış Grubu da o sözünü ettiği “kalıcı barış için somut önerileri içeren ayrı ve kapsamlı bildiri”sini hazırlayamadı. Ama en önemlisi, sanatçıların, CTP gibi, federas­yon, barış, siyasal eşitlik gibi kavramlardan neyi murat ettikleri açıklığa çıkamadı.

KOMİTE ÜYELERİ AÇIKLANIYOR
20 Ağustos günü basında yer alan “Federal Kıbrıs için Barışa Katılım Komitesi”nin kamu oyuna açıklamasında, iki haftalık gecikme ile komiteyi oluşturan 15 örgütün adları açıklanı­yordu. 5’i dışında diğerlerinin kitle tabanı olmayan ve birer tabela örgütü olan bu kuruluşlar yanında, imza kampanyasına siyasal partiler olarak CTP, TKP ve AHP’nin de tam destek verdiği duyuruluyordu.

YENİ DÜZEN’İN HABERCİLİĞİ
22 Ağustos tarihli gazetelerde birkaç ilginç haber yer aldı:
Y. Düzen’in manşetinde “İşadam­ları Rumlarla rekabetten korkmuyor” deniyordu, ama aynı gazetenin birkaç ay önce, Rumlarla rekabetten korktuğu için sınırların korunması gerektiğini belirten aynı işadamlarının görüşlerini yansıttığı unutulmuştu.
Bir başka haberde Ö.Özgür, hem barışçı kesilmiş, hem de Denktaş’ın Ce­nevre’de işi ne?” diye soruyordu. O halde kendisi niye Cenevre’ye gitmiyordu? Hazır Rum siyasal partileri oradayken, yüzyüze Kıbns sorununu onlarla tartışma olanağını niye kaçırmıştı? Yoksa onun parasını da devletin ödemesini mi bekli­yordu?
Aynı günkü Y. Düzen’in ön sayfasındaki 3. haber, 6 gün önce Demokrat gazetesinde Arif H. Tahsin tarafından yazılan bir makale­den yapılan alıntıydı:
“Seçime gidilsin ve sadece Kıbnslı Türkler oy kullansın.”
CTP’nin huyudur, daima kendi söyleyemediğini, eğer başkası söyler­se, hemen onu alır ve kullanır. Yine öyle yaptı, ama bu defa çirkin bir sunuşla. A.H.Tahsin’in “K.T. Öğretmen hareketinin önde gelen isimle­rinden ve eski mücahit komutanlarından” oldu­ğunu özellikle vurguladı. Yani Rum tarafına şu mesajı vermek istiyordu:
“Dikkat ediniz ha, bu adam eski TMT’cilerdendir. (Güya adam bunu saklıyormuş, ya da Rum kimin ne olduğunu bilmiyormuş gibi). Söylediklerine biz de katılırız amma, gerçek barışçı, federasyoncu bizleriz, siz bizim dışımızdakilere kulak asmayınız.”
Söylendiğine göre Y. Düzenciler, A.H.Tahsin’in mücahit kıyafetiyle çekilmiş bir resmini bulmak için çok çalışmışlar, ama boşa çalmışlar. Aman yarabbi, bu ne biçim solculuk, bu ne zihniyet, bu nasıl politikacılık. Pes doğrusu!
Vasiliu’nun mesajının açıkça dağıtıldığından habersiz görü­nen Y. Düzen’in “Başaran Düzgün” adındaki çiçeği burnunda CTP militanı yazarı, gazetenin 6. sayfasında döktürüyordu:
“Ruhunu şeytana satan sevgili köstebek. Hiç olmazsa kendini yurt­sever sanatçı diye yutturmaya kalkma. Çünkü yurtseverlik namus, sanatçılık da zeka ister. Bu özellikler sende var mı? Sen köstebekliği, doğrusu dürüst yapacak kadar zekaya bile sahip değilsin?”
Kraldan fazla kralcı olan bu gazeteci, ne yazık ki ortada hiçbir köstebek yokken, hayal gücünü çalıştırarak, kendi kendini tatmin ediyordu.

DENKTAŞ OLAYI KENDİNE YONTUYOR
            22 Ağustos tarihli Kıbrıs Postası’nda TAK’a atfen Denktaş’ın şu demeci yer aldı:
            “Henüz kendisi ile el sıkışmadan Vasiliu’nun elini birkaç gencimizin cebine para koyarken görüyoruz. Barış isteriz diyenler, her Türkü, Vasiliu kendi adamı addetmeye başladı. Onların eline gizlice mesajlar verip, içimizde dağıttırma yolunu tuttu. Bunları sözde Kıbrıs hükümeti olarak yapıyor. Parayı ve mesajı alan kişiler ise kendisine “Kıbrıs hükümeti değilsiniz” diyemiyor. Bunu diyecek bilinç ve inançta değiller.”
            Denktaş,  olayı kendine göre yontup, yorumlarken, Yaşın Grubunun bildirisinde yer alan ifadelerden habersiz görünüyordu. Onlar tam da onun istediklerini diyorlardı.

İÇ VE DIŞ SİYASİ TELKİN YOK
Yine Kıbrıs Postası’nda K. T. Sanatçılar Barış Grubu’nun şu görüşleri yer alıyordu:
            “Hiçbir iç ve dış diyasi telkin altında kalmaksızın ve bu anlamda her türlü telkini reddetmeyi ilke olarak benimseyen bir grup kültür ve sanat emekçisinin 12.8.1988 Cuma günü oluşturduğu Kıbrıslı Türk Sanatçılar Grubu, 20.8.1088 Cuma günü yeniden toplanıp bir çalışma programı taslağı hazırlanması için bir komisyon kurmaya karar vermiştir... Söz konusu toplantıda Yaşar Ersoy ve Fikret Demirağ grup sözcülüğüne getirilmişlerdir. Grup sözcüleri 23.8.1988 akşamı Lefkoşa’nın İnönü Meydanında gerçekleştirilecek olan Barış Etkinliklerine isteyen sanatçıların bireyler olarak katılmaları çağrısı yapmayı uygun görmüşlerdir. Bu konuda sanatçıların Barışa Katılım Komitesi ile ilişki kurmaları önerilir.”

İKİ SÖZCÜLÜ BARIŞ GRUBU
            Barış Grubu bir yandan Vasiliu’nun telkini ile kurulmadığını vurgularken, öte yandan da iki tane sözcü atayarak TKP-CTP eşitliğini sağlamayı amaçlıyordu. Bu iki sözcülü grup, sonunda CTP’lilerden oluşan “Barışa Katılım Komitesi” ile bütünleşiyordu. Gerçi Komite 17 örgütü temsilen kurulmuştu, ama hepsi de CTP’liydi. Komiteyi oluşturan kişiler ise, sonradan belli olacaktı, çünkü bu da gizli tutulmuştu: CTP adına milletvekili Ergün Vehbi, Dev-İş adına CTP milletvekili Hasan Sarıca, KTÖS adına CTP yanlısı Ahmet Derya, Barış Derneği adına CTP’li Zeki Erkut, BES adına CTP’li Özay Kalyoncu ve kendisine CTP’nin lütfu olarak komite sözcülüğü verilen K. T. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı (eski CTP’li) Ahmet Okan.

OLAYLI GECE
            Ve nihayet “Barış Etkinliği” 23 Ağustos gecesi İnönü Meydanı’nda yapıldı. Ahmet Okan gitarıyla şarkılar söyledi, erkek-kadın şairler barış şiirleri okudu, hatta çocuklara bile şiir ve şarkı sözü okutturuldu. Taksit taksit açıklanan imzalarla, “federasyon için ileri” çağrısına toplam 15,264 kişinin katıldığı duyuruldu. Program, Komite’nin planladığı şekilde seyretmişti. Sonunda Yön-Sen Başkanı ve CTP’li Niyazi Düzgün, kürsüye yaklaşarak, barış şiirleri okuyan sanatçılara “işçi sınıfı adına” birer karanfil vermek istediğini söyledi. Bu masum öneri yöneticilerce kabul edildi ve “protokol” sırasına göre şairler mikrofona çağrılarak, kendilerine çiçekleri verildi. Tabii ki kendisini ülkenin en büyük şairi olarak gören CTP yanlısı Fikret Demirağ ilk sırada, ardından TKP yanlısı Yaşar Ersoy ve diğerleri geliyordu. Ama en son çağrılan isim, o gece şiir okumamış olan Mehmet Yaşın’dı. Oysa ki Komite, daha önce aldığı bir karar gereğince 23 Ağustos gecesi Mehmet Yaşın’a yer vermemeyi kararlaştırmıştı. Ama M. Yaşın’ı sahneye sürüp, ille de “Barış Harekâtı Aleyhtarı Şiir” okutmak isteyen CTP Genel Başkanı Ö. Özgür ile Gençlik Merkezi üyesi CTP’li militanlar, bu oldu-bitti ile mikrofonu M. Yaşın’ın eline veriyorlardı. Yapılan itirazlar, “genel istek üzerine” onun şiir okumasına engel olamamıştı. Program boyunca yakındaki Forum Kitabevi’nde bekletilen Mehmet Yaşın, son anda piyasaya sürülüyor ve iki şiirini okuyordu. “Bir daha” diye bağıran militanlar ise susmak bilmiyordu. Ama A. Okan mikrofonu söndürmeyi başarmıştı. CTP’nin çığırtkanlarının alkışları arasında mikrofonu geceyi düzenleyenlere devretmek zorunda kalan Yaşın, “Sizi çok seviyorum”sözleriyle “Mehmet Yaşın Hayranları Kulübü”nün üyelerine şükranlarını iletiyordu.
            Komite’nin aldığı karara rağmen yapılan bu “disiplinsizlik”, Komite’nin CTP’li üyelerini bile çileden çıkarmıştı. Şiirlerini okurken Yaşın’ı, ayak parmakları üzerine kalkıp, arka sıralardan merakla izleyen CTP Genel Sekreteri Naci Talat, bu komplonun hazırlayıcısı olan Genel Başkan Özker Özgür’e toz kondurmazken, gecenin düzenleyicilerinden Ahmet Okan ile Yaşar Ersoy’un sinirlenmemelerini öneriyordu. Olay, ertesi gün Komite’de konuşulup tartışılacak, değerlendirme yapılacaktı. Her zaman olduğu gibi, politika kurnazları bunda da bir çıkış yolu bulacaklardır. Nitekim Özker Özgür, kendi komplosunu, yaptığı açıklamada “ortaya çıkan pürüz” olarak nitelendirecekti. (Y. Düzen, 27.8.1988)

CTP, YAŞIN’I NİÇİN KULLANDI?
            CTP içindeki Ö. Özgür kliği, bu oldu bitti ile neyi amaçlamıştı? Her zaman açık görüş belirtmek yerine, kapalı kapılar ardından kahramanlık yapan CTP’li yöneticiler, bu kez de öyle yapmışlar ve 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a yaptığı askeri müdahaleyi açıkça kınamak yerine, bunu şiirleriyle yapmış olan şair Mehmet Yaşın’ı kullanarak, onun ardına saklanarak, bu ucuz kahramanlığa soyunmuşlardı. Üstüne üstlük, kullanmak istedikleri kişi de, kendi adı çevresinde olaylar yaratmak için can atan bir sanatçıydı. Tencere devrilip, kapağını bulmuştu. Türkiye’de öğrenimini bitirdikten ve ikamet izni dolduktan sonra, şiir kitabı yüzünden sınır dışı edileceği haberlerini Yeni Düzen’i kullanarak yayan ve kahraman olmak isteyen Mehmet Yaşın, şimdi de gazeteci Yaşar Karadoğan’ın belirttiğine göre şu hesaba yatmıştı:
“Ancak kulak misafiri olduğum telefon konuşmalarından, tutuklanmayı, tutuklandıktan sonra, konuyu uluslararası örgütler nezdinde girişim yapmayı bekliyor gibi bir izlenim edindim.” (Ortam, 23.8.1988)
CTP Genel başkanı Özker Özgür de, Devlet Başkanı Denktaş’a elinde hiçbir kanıt olmadan “Mafya Babası” dediği için hakaret davası açılınca, uluslararası örgütleri yanlış yere seferber etmemiş miydi?

OKAN’IN AÇIKLAMALARI
            25 Ağustos günkü gazetelerde (Y. Düzen tabii ki yer vermemişti) K. T. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ahmet Okan’ın 23 Ağustos gecesi ile ilgili uzun bir açıklaması yer aldı. “CTP liderliğinin bazı senaryolar düzdüğü ve birleşmeye çalışan örgütler arasında bölücü rol oynadığını” kaydeden A. Okan, Barışa Katılım Komitesi’nden ve sözcülüğünden örgüt olarak çekildiklerini belirtiyordu. “Tüm bu gelişen olaylardan CTP liderliği haberdar olup, olayların seyrini yönlendirici durumda idi” diyen A. Okan, Cuellar’a gönderilecek muhtıra metnini İngilizceye çeviren Özker Özgür’ün “iki halk” tanımlamasını metinden çıkarıp, yerine “iki toplum” tanımlamasını ısrarla kullandığına dikkati çekerek, CTP’nin davranışlarını “bir darbe” olarak nitelendiriyor ve CTP liderliğinin de “Truva Atı” rolünü üstlendiğini vurguluyordu.
A. Okan kendi sütununda yazdığı makalede ise, bizzat CTP Genel Sekreteri Naci Talat’ın Vasiliu’dan gelen mesaj olayını ilk duyduğu anda “bu bir casusluktur” dediğini aktarıyordu. CTP Genel Başkanı Ö. Özgür’ün destek verdiği bir şaire, aynı partinin Genel Sekreteri böylesine bir tanımlamayı yakıştırırsa, gerisini siz düşününüz.

BARIŞ GECESİ
            Mehmet Yaşın’ın CTP’ye hizmeti henüz bitmemişti. Ona verilen ek görev, 1 Eylül günü CTP’nin düzenleyeceği Barış Gecesi’ne katılmak üzere, Türkiye’den sanatçı temin etmekti. Parası kalmadığı için geri Londra’ya döneceğini söyleyen Yaşın’a CTP yöneticileri tarafından bir miktar da cep harçlığı verildi ve CTP Genel Merkezi’nin telefonları emrine kondu. M. Yaşın, öyle sıradan bir şair değildi, çevresindekilere, Londra’da okuduğu her şiir başına 300 sterlin ücret aldığını söylüyordu. Bu değerli şairimiz, Yeni Türkü grubu ile temaslar yaptı, ama ne olduysa, bir gün aniden Londra’ya uçtu. 1 Eylül gecesine katılacak sanatçı bulmak sorun olmuştu. Çünkü 23 Ağustos gecesinden dili yananlar, bu kez yoğurdu  üfleyerek yiyecekti. Partili üç-beş kişiye barış şiirleri okutup, bir slide gösterisiyle ve amatör Türkiyeli bir şarkıcı ile bu iş de kapatılıverdi.

ERÇAKICA’NIN BARDAK TAŞIRTAN YAZISI
            2 Eylül günü Ortam gazetesinde Yaşar Karadoğan “Mehmet Yaşın Olayı” başlıklı bir makale yazarak, görüşlerini dile getirdi. Bunun üzerine Yeni Düzen’in eski-yeni Yazı İşleri Müdürü Hasan Erçakıca, “işin boyutu küfür sayılabilecek ve açıkça haksızlık olarak nitelenebilecek noktalara varınca”, kalemi eline almak zorunluluğunu hissetti ve döktürüverdi. İlk yazıdan, Kültür Derneklerinin 18 Ağustos’ta yaptıkları toplantının aynı gün Y. Düzen’in duyurduğu konu altında, ya da sonradan belirtildiği gibi bir basın toplantısı şeklinde değil de, “Kıbrıs Türk Sanatçılarının uluslararası ilişkileri” konusunda olduğunu öğrendik. Erçakıca şöyle diyordu:
 “Bu mesaj, Yaşın’ın isteği dışında oldu. Denktaş da bugün yayınlamaya başladığımız röportajında mesajın nasıl alındığını açıkladı. Dört (ay) mesaj Yaşın’ın yanında bekledi. (Halbuki Yaşın, mesajı 26 Mayıs’ta aldığını söyledi.) Yurt dışında açıklanmış olmasın, gizli-saklı olmasın diye.”
Erçakıca’nın yazdığının aksine Yaşın, mesaj olayını iki buçuk ay gizli-saklı tutmuştu. Güney Kıbrıs gezisiyle ilgili izlenimlerini nasıl imzasız olarak aktarmışsa, bu mesajı da Y. Düzen’de rahatlıkla açıklayabilirdi. M. Yaşın’ın karşıtı olan grubu, “kendilerini de Barış güçlerinin safında görenler” diye tanımlayan Erçakıca, barışçı olma tekelini de kendi eline alıyordu. Mesajın H. Sesi’ne ulaştırılması işinde de yanılıyordu. Çünkü mesajı, basına ve polis de dahil toplantıya katılan herkesin eline veren bizzat Mehmet Yaşın’ın kendisi olmuştu. Yazısını “yarın devam edeceğiz diye bitiren H. Erçakıca, ertesi gün yazısını yayımlayamadı. Ama dikkatli gözler, o günkü Y. Düzen’de “Genel Yönetmen: Ergün Vehbi” yerine “Mehmet Civa”nın getirildiğini göreceklerdi. Yazının içeriğini onaylamayan Ergün Vehbi’nin uyarılarına kulak tıkanmış, bunun üzerine Vehbi de görevinden istifa etmişti. Erçakıca’nın seçkin ideolojik değerlendirmesinin ikinci bölümü ancak bu değişen koşullar altında, Çarşamba günü yayımlanabilecekti. Bu yazıda, CTP’yi ve M. Yaşın’ı savunma yazısı, daha şenlikli hale bürünmüştü. M. Yaşın ya Komite’nin aldığı karara uyarak şiir okumayıp yok olacakmış, ya da Komite kararına rağmen disiplinsizlik yapıp şiirini okuyacak ve VAR OLACAKmış.
Doğaldı, “one man show”larda ve kendi adı çerçevesinde papara kopartmak isteyenlerde, bu tür ruh haliyle disiplinsizlik yapmak mübahtı. Çünkü adı, en disiplinli partiye çıkmış olan CTP, bu disiplinsizliği “ideolojik zafer” adına sineye çekebilirdi, bu tür pürüzler kolayca giderilebilirdi. Buna kılıf bulacak “1 Dakika”cılar da olduktan sonra vız gelir, tırıs giderdi.
“Hangi aklı başında kişi, kendinin kişilik sonrunu olmadığını söyleyebilir” diye yazabilen H. Erçakıca, belli ki kendi kişisel sorunlarını, tıpkı M. Yaşın’ın “Edebiyatta Kıbrıslı Türk Kimliği” kitabındaki bildirisinde yaptığı gibi, herkese mal etmek istiyordu. Oysa ki bunun tek muhatabı kendi partisi CTP idi. Eğer bir siyasal parti 18 yıldan beridir kişiliğini şekillendirememişse ve 14 yıldır Kıbrıs düğümünün nasıl çözüleceğini görüp, gösterememişse, bundan sonra bu toplumsal görevi hiç başaramazdı. Ancak bu “kişilik sorunu”nu kendisi dışındakilere de aktararak, sorumluluktan kurtulmaya çalışabilirdi ve öyle yapmıştı.

SONUÇ
            CTP Genel Başkanı, Mehmet Yaşın’ı kullanarak 74 Barış Harekâtı’na karşı çıkmak isteyebilir. Şair Mehmet Yaşın da, CTP’yi kullanarak kendini meşhur etmeye çalışabilir. Yeni Düzen gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Hasan Erçakıca ise, Mehmet Yaşın olayını kullanarak, yerine geçmek istediği CTP’nin Basın-Yayın ve Propaganda Sorumlusu Ergün Vehbi’ye rağmen, kraldan fazla kralcı kesilebilir. Ama bütün bunlara, Kıbrıs Türk toplumunun geleceğine yönelik en kritik bir aşamada yapılan barış-federasyon kampanyaları içinde yer olmamalıdır. Hele bu ilkesizlik, ideolojisizlik, disiplinsizlik ve politikasızlığa “yaşama hakkı” adı verilecekse, bu ülkenin namuslu demokratları onlara meydanı boş bırakmayacaktır. Çünkü barış-federasyon mücadelesi bu gibi politika cambazlarının komploları üzerine inşa edilemez, edilmemelidir.

CTP›NİN FEDERASYON KAMPANYASIde Mayıs tarihlerinde göre, nükleer savaşa karşı Uluslararası sanatçılar Birliği (PAND International) Kıbrıs'k bazı girişimlerde bulunurken, bundan yararlanmak  isteyen bazı siyasal çevreler de, kendi amaçlarına ulaşmak için MYAŞIN VE CTP TABULARI NASIL YOKYAYYYY NJKKK

(Kıbrıs Postası gazetesinde, 12-18 Eylül 1988 tarihlerinde, 7 ayrı yazı olarak yayımlanmıştır.)                


FEDERAL ÇÖZÜM HAKKINDA RUM BASINI NE DİYOR? (1983-1988)

Kıbrıs Rum basınında son 5 yıl içinde federal çözüm konusunda neler yazıldığını merak edenler için aşağıdaki araştırmayı yapmış bulunuyoruz. Rum kesiminde İngilizce olarak yayımlanan günlük “Cyprus Mail” adlı İngilizce gazetenin Rum basın özetleri, araştırmamızda ele alınan kaynak olmuştur. Aktarılacak bilgilerin, toplumlararası anlayış ve barışa katkıda bulunacağına inanıyoruz:

HARAVGİ’NİN UYARILARI
“Haravgi dünkü yazısında şöyle demekteydi: Kıbrıs için seçim, federal çözüm ile nihai taksim arasındadır.” (Cyprus Mail, 26.8.1983)
“Haravgi, ülkenin bölünmeden kurtulması için tek umut olarak “Üst düzey” anlaşmalarının (Makaryos-Denktaş ve Kiprianu-Denktaş) yeniden onaylanmasına en fazla önemi vermektedir. Bunun­la birlikte AKEL’in gazetesi Haravgi, taksime karşı en önemli silahın üst düzey anlaşmaları olduğunu belirtmekte ve Kıbrıs hükümetine, bu anlaşmalara bağlılığını yenilemeyi tavsiye etmek­tedir. Gazete, bu anlaşmaların terkedilmesi halin­de, Denktaş’ın oyununa gelineceğini ve taksime, Türkiye’ye bağlanmaya veya çifte enosise kapı açılacağını, genel olarak da bağımsızlığın yok edileceğini yazmaktadır. AKEL’in gazetesi, federal çözüme karşı olan bir kesimin var olduğunu bildir­mektedir.” (Cyprus Mail, 27.5.1985)
“Başkan Kiprianu’ya istifa etmesi çağrısında bulunan Haravgi, önde gelen AKEL milletvekili ve solcu çiftçiler birliği EKA’nın Genel Sekreteri Hambis Mihailidis’in bir konuşmasını vermekte­dir. Mihailidis, Kiprianu’nun, parlamentodaki par­tilerin çoğunluk kararlarına uyulmasını zorunlu kılan Temsilciler Meclisi kararını kabul etmedi­ği takdirde istifa edip, başkanlık seçimlerine gi­dilmesi gerektiğini söyledi.
“Başkan Kiprianu, hiçbir zaman federal çözüme inanmamış bir kişidir ve kendisi sadece dilinde olan şerefli bir çözüm için, elindeki tarihsel olanak­ların yitmesine izin vermiştir. Büyük karar vakti geldiği zaman, Zürih’ten daha iyi bir çözüm bula­cağı hayaliyle geri çekilmektedir.” diye konuşan Mihailidis’in görüşleri aktarılmaktadır.” (Cyprus Mail, 19.3.1985)

KİPRİANU NE DİYOR?
“Spiros Kiprianu, parti üyelerine yaptığı konuş­mada ayrıca, bölünmüş adayı yeniden birleştir­mek için “şerefli uzlaşma” diye tanımladığı hedefleri hakkında bilgi verdi.
“Biz federal bir çözümü kabul ettik, ama fede­rasyon, yeni ödünlerin başlama noktası olmama­lıdır” diyen Başkan, “Şerefli uzlaşma” denen şeyden ne anladığını şöyle açıkladı:
“Bu çözüm, işgalin sona ermesini sağlamalıdır. Çünkü Türk işgal birliklerinin varlığı halinde hiçbir çözüm olamaz. Seyahat, yerleşme ve mülk edinme de  içinde temel hakların güvence altına alınması gerekir ve göçmenlere geri evlerine dönme hakkı tanınmalıdır.” (Cyprus Mail, 30.4.1985)

KONFEDERASYON’A HAYIR
“Başkan Kiprianu, Kıbrıs sorununa bir çözüm şekli olarak Konfederasyon fikrini dün açıkça reddetmiştir ve Kıbrıs’ta çözüm için zorunlu olarak Türk birliklerinin çekilmesi talebini tekrarlamıştır.
Cumhurbaşkanı, dün itimatnamesini sunan yeni Mısır Büyükelçisi Mahmut Kamal Rifat’m konuş­masını yanıtlarken, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin olarak BM Genel Sekreteri’nin gösterdiği çabalara değindi ve şöyle dedi:
“Birkaç gün önce öteki taraf, federasyon yerine konfederasyondan söz etti. Bu, öteki tarafın hiç­bir zaman federasyon istemediği konusundaki korku ve kuşkularımızın ne kadar doğru ve haklı olduğunu kanıtlamaktadır. Aslında, Türk tarafı daima federasyonu, taksimci bir çözümü onun al­tında zorla kabul ettirecek bir palto olarak düşün­müştür.”(Cyprus Mail, 19.7.1985)
 “Kıbrıs Hükümeti, Kıbrıs’ta sınırları açıkça tanımlanmış iki federal devletin var olacağı bir çözümden söz eden Türk Dışişleri Bakanı Halefoğlu’nun son demecine karşı sert bir tavır almıştır.” Lefkoşa’da bu şekilde konuşan hükü­met sözcüsü, Türk Dışişleri Bakanının aslında iki ayrı devletten oluşan bir konfederasyonun kurulmasından yana olduğunu, bunun ise Kıbrıs­‘ın egemen, toprağı bütün ve bağımsız bir devlet olduğunu onaylayan son Güvenlik Konseyi kararı­na, BM’in çeşitii kararlarına ve üst düzey anlaş­malarına ters düştüğünü söyledi.” (Cyprus Mail, 25.9.1985)

AKEL’İN SUÇLAMASI
“Komünist AKEL Partisi lideri Ezekias Papayuannu hafta sonunda yaptığı bir konuşmada, gerçek bağımsızlık için zorunlu olan ve Kıbrıslı Türklere yapılacak bir çağrıda onlarla “anlayış” içinde bulunmak gerektiğini söyledi. Papayuannu konuşmasında Başkan Kiprianu ile “redçiler”in federal çözüme karşı olduklarını öne sürdü.” (Cyprus Mail, 21.10.85)

KİPRİANU’NUN GÖRÜŞÜ
“Başkan Kiprianu verdiği yeni bir demecinde, Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin herhangi bir kıs­mına ayrı uluslararası bir kimlik verecek, ya da adaya yerleştirilmiş olan Türkiyeli göçmenlerin varlığını yasallaştıracak, yahut da temel özgürlüklere engel olacak bir çözümü kabul etmeyecek­lerini söyledi.” (Cyprus Mail,  22.11 1985)
 ‘İktidardaki Demokratik Parti’nin gazetesi Eleftherotipia, Başkan Kiprianu’nun federal çözüme karşı olduğunu öne sürerken gerçekleri tersyüz eden AKEL’i suçlayan bir demecini yayım­lamaktadır..
Kiprianu demecinde, gerçek bir federal anlaşmayı derhal imzalamaya hazır olduğunu söylü­yor, ama temel özgürlükler olan sınırsız dolaşım, yerleşim ve mülk edinmenin bütün ülke çapında uygulanmadığı, eyalet devletlerinin kesin sınırlarla ve ordularla ayrıldığı herhangi bir federasyonun varlığından haberdar olmadığını vurguluyor.” (Cyprus Mail, 27.11.1985)

KAMUOYU YOKLAMASI
Fileleftheros, seçimler ve ulusal konu ile ilgili olarak Orta Doğu Araştırma Bürosunun yaptığı kamuoyu yoklamasında dile getirilen görüşleri ve sonuçları yayımlamayı sürdürüyor. Gazete dün yayımladığı yeni bir bölümde, görüşüne başvuru­lanlardan sadece yüzde l’inin taksim veya iki ayrı bağımsız devletten yana olduğunu ve aynı şekilde yüzde l’inin “çifte enosis” (Kuzey’in Türkiye, Güney’in de Yunanistanla birleşmesi) istediğini açklıyor.
Güçlü federal hükümetler ile zayıf merkezi fede­ral yönetim isteyenler sadece yüzde 2 iken, büyük bir çoğunluk, güçlü merkezi bir hükümeti olan bir federasyondan yana, ya da daha iyi bir çözüm bu­lunabileceği umuduyla bu günkü gibi kalması daha iyidir görüşünden yanadır.”

ÜÇ GÜNLÜK SEMİNER
“Kıbrıs Araştırına Merkezi tarafından Lefkoşa’da düzenlenen ve Cuma günü başlayacak olan üç günlük seminerin konusu şöyle olacak: “Fede­rasyon ve Kıbrıs Sorunu: Ön koşullar, sorunlar ve öngörüler.”
Merkezin Genel Sekreteri Nikos Kutsu, dünkü basın toplantısında, Seminerin amacının Kıbrıs­‘ta federal bir sistemin uygulanması ardından or­taya çıkacak olan sonuçlar, değişiklikler ve sorun­ların derinliğine araştırılması olduğunu söyledi.
Halkın bu sonuçların farkında olmadığını söyle­yen Kutsu, bu tür bir çözüme varıldıktan kısa bir süre sonra yine toplumlararası olayların çıkabile­ceği uyarısında bulundu ve şöyle devam etti: “Bu çözümün Kıbrıslı Rum ve Türkler arasında barış içinde birlikte varolma, adalet ve yaşayabilir­lik unsurlarını içerecek şekilde bilinçlice hazırlan­ması halinde, bu tür tehlikeler azaltılabilir.”
Lefkoşa’daki Laiki Kültür Merkezi’nde yer ala­cak olan seminer, Temsilciler Meclisi  Başkanı Vassos Lissarides tarafından açılacaktır. (Cyprus Mail, 6.2.1986)

AKEL’E GÖRE
“Komünist AKEL Partisi liderlerinden A. Fandis, BM Genel Sekreteri’nin öngörülen Federal Cumhuriyet’teki merkezi hükümetin yetkilerine ilişkin önerilerinin partisi tarafından “kabul edile­bilir bir tartışmaya temel teşkil edecek şekilde iyi dengelenmiş” olarak değerlendirildiğini açık­ladı.
Fandis, Kıbrıs Araştırma Merkezi’nin Lefkoşa’da düzenlediği “Federasyon ve Kıbrıs” konusundaki seminerde konuşmaktaydı. Fantis, Kiprianu (şimdiki Cumhurbaşkanı) ile Dr. Lissaridis’in (şimdiki Meclis Başkanı) itiraz ve çekin­celerine rağmen, federasyonu kabul etme cesareti­ni gösteren ve onu savunan ilk kişinin Makarios olduğunu da açıkladı. “Makarios’un cesur girişi­mi, ondan sonra gelenlerce sürdürülmüş olsaydı, şimdiye şerefli bir uzlaşmaya büyük bir olasılıkla varmış olurduk” diyen Fantis, Kuzey’deki Kıbrıs Türk Devleti’nin tanınmasının bazılarının sandık­ları gibi önemsiz bir konu olmadığını vurguladı.
Tanınma federal bir çözüm için gerekli olan unsurları yok edecektir, iki ayrı devletin pekiş­mesi anlamına gelecektir. Kuzey’in Türkiye’ye bağlanmasına gidebilecektir, ya da ikili enosis’e -Güney’in Yunanistan’a, Kuzey’in Türkiye’ye katılmasına- yol açabilecektir.”
AKEL lideri, BM Genel Sekreteri’nin gözetiminde­ki görüşmeleri savunarak, geçen Aralık ayında Perez de Cuellar tarafından sunulan “taslak anlaş­ma”yı, “işgalden bu yana bir bütün olarak Kıbrıs halkının yararını gözeten bir uzlaşma çözümü için en iyi şans” olarak tanımladı.
BM Genel Sekreteri’nin önerilerinde yer alan merkezi hükümetin yetkilerini tanımlarken “kabul edilebilir bir uzlaşmanın tartışılması için iyi dengelenmiş bir temel” ifadesini kullanan Fan­tis. bu yetkilerin, 1960 Anayasasında bulunanlar­dan çok farklı olmadığını söyledi. İki toplumun alt ve üst meclislerdeki temsiliyeti, diğer federal sistemlerdeki modele uygundur” dedi.” (Cyprus Mail, 9.2.1986)

FİLELEFTHEROS’UN GÖRÜŞÜ
“Dün bağımsız Rum gazetesi Fileleftheros’da yer alan başyazıda, halkın “federasyon” deyiminin ne demek olduğunu anlayıp anlamadığının ve politik düzeyde bir anlaşmaya varılırsa hangi güçlüklerle karşılaşılacağının bilinip bilinmediği sorulmaktadır.
“En iyi çözüme, hatta federasyondan da iyi bir çözüme varılırsa, eleştiri ve güçlüklerle karşı­laşılacaktır. Ama beklediğimizden daha farklı bir şeyle karşılaşırsak, daha çok güçlük ortaya çı­kacaktır.” Yazar, Kıbrıs Araştırma Merkezi’nin federal yönetim sistemi sorusunun tartışılacağı bir seminer düzenlemesini alkışlamaktadır.” (Cyprus Mail, 9.2.1986)
“Fileleftheros, dün Lefkoşa’da Kıbrıs Araştırma Merkezi gözetiminde düzenlenen “Federas­yon” konulu seminerle ilgili geniş bilgiler verdi. Görüşlerini açıklayanlar arasında, toplumlararası görüşmelerde yer almış üç eski görüşmeci olarak Klerides, Papadopulos ve Yuannides de vardı.
Gazetenin yazdığına göre varılan sonuç, “Federasyon”un tek alternatif çözüm şekli olarak görüldüğü şeklindeydi. Oldu-bittileri pekiştirmek için yollar arayan Türk tarafının tutumu yüzünden bazı çekincelerin söz konusu olduğu belirtildi.” (Cyprus Mail, 11.2.1986)

BİRLİK PARTİSİNE GÖRE FEDERASYON
“Birlik Partisi’nin Meclis üyesi Dinos Lordos’a göre, Kıbrıs’ta federal bir sistemin benimsenmesi, siyasal bir zorunluluktur. Birlik Partisinin öğrenci hareketi tarafından düzenlenen Avrupalı Demokratik Öğrenciler Toplantısı’nda konuşan Lordos, şöyle dedi:
“Bir yanda üniter devlet, öte yanda ise tamamen ayrı bağımsız devletler söz konusu ise, tek gerçek alternatif, federal bir devlettir. Bu çözüm, iki zıt olasılık arasında en iyi uzlaşmayı oluşturmaktadır ve ikisi arasında orta yol olarak, her ikisinin karşısındaki tek tutarlı gerçekliktir.
Federal devlet, üye devletlerin dışta birliği, içte ise özerkliğinin biraraya gelmesi ile karakterize edilmektedir. Sadece aralarında değil, her biri ile federal devletin genel yönetimi arasında eşitliğe sahip olan üye devletlerin gönüllü işbirliği temeline dayanmaktadır ve yönetimin yapısı tanımlama açısından liberal bir şekle haizdir.”
“Kıbrıs için tek yaşayabilir çözüm şekli niçin federal sistemdir?” şeklinde bir soruyu yanıtlayan Lordos şöyle dedi:
“400 yıllık süre içinde komşular olarak birlikte yaşamış ve barış içinde birlikte var olmuş olmalarına rağmen, Kıbrıs’ta farklı sosyal ve kültürel tavırlar peşinde olan ve etnik, dilsel ve dinsel farklılıklarıyla belirlenen iki toplum vardır. Kıbrıs’ta federal bir çözümün önünde duran ana engel, geniş halk kesimlerinin bu sistemden belki de farklı şeyler anlamalarıdır.” (Cyprus Mail, 31.7.1986)

KIBRIS BANKASI’NIN GÖRÜŞÜ
“Kıbrıs Bankası Başkanı Yorgo Hristofidis, Kıbrısta çözüm halinde bunun ekonomik yönle­rinin ne olacağına ilişkin bir bildiri hazırlamış ve gelecek federal devlette, tek bir ekonominin her iki toplumun da çıkarına hizmet edeceğini söylemiştir. “Her iki toplumun da yaşam düzeylerinin eşitlen­mesi” çağrısında bulunan Hristofidis, bunun mal, hizmet ve işgücünün serbest dolaşımını güvence altına alacak olan gerçek bir ortak pazarın kurul­masıyla sağlanabileceğini belirtmiştir.
Kıbrıs Türk bölgesi için özel bir kalkınma fonu kurulmasını da öneren Hristofidis, bildirisinin birer kopyasını Kıbrıs ve Yunanistan’daki siya­sal parti liderlerine ve BM Genel Sekreterine göndermiş bulunuyor.” (The Cyprus Weekly, 3-9 Nisan 1987)
“Kıbrıs Bankası Guvernörü ve eski Maliye Baka­nı Andreas Patsilidis dün yaptığı bir konuşma­da, Kıbrıs’ta federal bir çözümün ekonomik yön­lerinin gözden uzak tutulmaması gerektiğini söyledi. Çözümün siyasal yönleri üzerinde yoğunlaşanların sayısı kabarırken, en az onun kadar önemli olan ekonomik yönler üzerinde halkın özellikle ilgi göstermediğine dikkati çekti. Federal sistemin ekonomik sonuçları hakkında, kolayca ve acı çekmeden çözümlenebilen ikincil öneme haiz konular olarak düşünmenin tehlikeli olaca­ğını vurgulayan Patsalidis şöyle dedi:
“Dünya tarihi, ekonomik unsurun önemli bir rol oynadığı ve bu nedenlerle federal devletle­rin ciddi sorunlarla yüzyüze gelip çözülme teh­likesi geçirdiği birçok federal devlet örneğiyle doludur. Bizim vardığımız ana sonuç şudur ki siyasal ve ekonomik ilişkiler birbiriyle bağlan­tılı olduğundan ancak hem siyasal, hem de eko­nomik temelleri güçlü olan düzenlemeler olduğu takdirde Kıbrıs’ta varılacak çözüm yaşayabilecektir.”
Patsalidis, Kıbrıs Bankası, Ekonomik Araştır­malar Merkezi ve Kıbrıs Araştırma Merkezi’nin birlikte düzenledikleri “Kıbrıs’ta federal siste­min ekonomik yönleri” konulu seminer önce­sinde yapılan basın toplantısında konuşmaktay­dı.
... Seminer’in açılış gününde Kolumbiya Üni­versitesinden Profesör P. Drimis “Federalizm’de Ekonomi-Üniter’den federal devlete geçiş” konu­sunda konuşurken, Planlama Bürosu Genel Yö­netmeni Dr. Yakovos Aristidu ise “Federasyo­nun ekonomik yönleri üzerine Kıbrıs’taki yansı­malardan sözedecek. Sözalacak diğer konuş­macılar şöyle: City Üniversitesinden Dr. K. Filakti, Oxford Üniversitesinden Dr. A. Kurakis, Kingston Polytechnic’ten Dr. A. Hacımanteu, Leicester Üniversitesinden Prof. Jackson, Thames Polytechnic!ten Dr. J. Kitromilidis ve London School of Economics’ten Prof. C. Pissaridis. Meclisteki 4 siyasal partiden temsilciler de görüşlerini suna­cak.” (The Cyprus Weekly, 24-30 Nisan 1987)

GÖRÜŞ FARKLILIKLARI
“AKEL’in Haravgisi sağcı Birlik Partisi ile olan ayrılıklarının işbirliği yapamayacak kadar çok olduğunu öne sürmekte ısrarlı... Yazara göre, Demokrat Parti ile olan farklılıklar, AKEL’in fe­deral çözüm fikrine destek vermesinden kaynak­lanmaktadır. AKEL’e göre Demokrat Parti, fede­ral çözüm fikrini terketmiş bulunuyor. AKEL’in federal bir çözüm üzerinde ısrar etmesi, Demokrat Parti liderliğiyle görüş farklılığına yol açmıştır.” (Cyprus Mail, 20.8.1987)
“Başkan Kiprianu, “zaman içinde gelişen bir çözüm”ü öngören herhangi bir fikre karşı oldu­ğunu tekrarladı ve Kıbrıs’ın daha fazla ödün verilmesini onaylamasını önerenleri de ağır bir şekilde kınadı...
Larnaka’daki 4 Fener Oteli’nde yapılan bir Rotaryan toplantısında konuşan Başkan, genellik­le federasyonların, ayrı ülkeleri birleştirmek için yapıldığını vurguladı. Kıbrıs’ta ise federas­yonun ülkeyi bölmek için önerildiğini, böyle olmakla birlikte yine kabul edildiğini, ama bunun ancak gerçek bir federasyon olması koşuluyla kabul edildiğini, çünkü aksi takdirde bunun çalış­mayacağını ve yeni çatışmalara ve yeni trajedi­lere yol açacağını söyledi. Başkan, buna rağmen, dünyadaki bazı değişikliklerin Kıbrıs sorununa yararlı etkide bulunacağından ümitli olduğunu ifade etti.
“Süper iki güç arasındaki dostluk, bölgesel sorunların daha kolay çözümlenmesine yardımcı olurken, Kıbrıs’ın Ortak Pazar’la gümrük birli­ğine girmesi yeni olanaklar yaratmaktadır” diye sözlerini sürdürdü.” (Cyprus Mail, 6.11.1987)
“AKEL’in Haravgisi, üslerin kaldırılması için yeterince güçlü çabalarda bulunmadığı için Kip­rianu ve hükümetine saldırmakta ve ayrıca (Bir­lik Partisi yanlısı) Simerini’de yer alan bir maka­leyi, federal hükümet sorununa yaklaşımı yüzün­den eleştirmektedir. Simerini, Türklerin anladığı şekilde “iki devlet” arasında bir federasyon oluş­turulması fikrini eleştirmişti, ama şöyle yazı­yordu: “Federasyon” düşüncesi sadece tek alternatiftir, en iyi çözüm değildir. Bu federasyon iki devlet arasında değil, birleşik bir ülkenin iki bölgesi arasında oluşturulacaktır.” (Cyprus Mail, 24.12.1987)

VASİLİU’NUN SEÇİM BİLDİRGESİ
“Uluslararası garantiler sorunu çözülmeden Türk askerleri ve göçmenleri tamamıyla geri çekilmeden, temel özgürlükler ve insan hakları Cumhuriyetin bütün yurttaşları için güvence altına alınmadan, özellikle göçmenlerin geri evlerine dönme hakkı sağlanmadan Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunamaz. Genel Sekreterin Mart 1986 tarihli son önerileri bu temel ilkeleri güvence altına almamaktadır, ne de gerçek federal bir devletin engelsiz çalışmasını sağlamaktadır. Bugünkü şekliyle bu öneriler, bu nedenle kabul edilemezdirler.”
(Yorgo Vasiliu, “Başkanlık Seçimleri için Bağımsız Aday, Seçim Platformu” adlı broşürden, 1988, s.7)

ÖĞRENCİLERİN ETKİNLİKLERİ
“Kıbrıslı öğrenciler Eylem Grubunun açıkla­masına göre, Kıbrıs sorunuyla ilgili 4 konferansı içeren diziden ilk üçü büyük bir başarıyla gerçek­leştirildi...
Eylem Grubu nun düzenlediği dizi konferans­ların ikincisinin konusu, Türk Propagandasına karşı koymanın yolları üzerineydi. Bu konferansı veren Attalidis, Kıbrıs sorununun anayasal yönleri hazırlanmış olsa bile, bütün göçmenlerin evlerine dönmemeleri halinde, bunun yaşayabilir bir çö­züm olamayacağını açıkladı. Attalidis, “Bir Fe­derasyon, eğer bütün göçmenler evlerine döne­ceklerse, ancak o zaman yürüyebilir” diyerek, Türkiye’den gelmiş olan 60.000 göçmenin Kıbrıs sorununda en önemli bölücü etken olduğunu sözlerine ekledi.” (Cyprııs Mail, 21.4.1988)

VASILİU’NUN ÖNERİSİ
“Başkan Vasiliu’nun BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında söylediği adanın askersizleştiril­mesi ardından sağlanacak para tasarrufunun daha çok Kıbrıslı Türklerin yararına kullanıla­cağı şeklindeki sözleri, dünkü AKEL gazetesi Haravgi’nin büyük takdirine mazhar oldu. Gazete ön sayfasındaki başyazıda, demilitarizasyon ile tasarruf edilecek ekonomik kaynakların Kıbrıslı Türklerin yararına kullanılması önerisinin, göründüğünden çok daha fazla bir önemi olduğuna dikkat çekmektedir. Haravgi, herhangi bir federal yapıda, ekonomik eşitsizliklerinin karışıklığa yol açtığını ve genellikle mali yönden daha zayıf kazaların ayrılıkçı eğilimler geliştirdiğini ve bu nedenle bütün federasyonlarda, dengeli kalkınma için çabalar sarfedildiğini yazmaktadır.
“Kıbrıs söz konusu olunca, ekonomik dengesizlik, büyük ölçüde Türklerin ayrılıkçı hareketlerine bağlı olup muazzamdır ve yeniden birleşme yönünde yapılan bütün çabalara ek zorluklar yaratmaktadır” diye görüş belirten gazete, şöyle devam ediyor: Konulara  bu açıdan bakmakla biz şuna inanıyoruz ki, Vasiliu’nun önerisi büyük siyasal öneme sahiptir ve bir dizi önlemin alınmasının başlangıcı olmalıdır. Uygun uluslararası etkisi yanında bu öneri, öteki tarafa yerinde bir mesaj iletmektedir. Taksimde açıkça ısrar eden aşırı, şövenist, Kıbrıs Türk çevrelerinin kesin olarak çökmesini sağlayacak en iyi elde tutulur güvenceyi, bu öneri sağlamaktadır.” (Cyprus Mail, 5.6.1988)
“Başkan Vasiliu, dün akşam “Kıbrıs’ın kurtu­luşu ve mutluluğu” yolunda birlik çağrısında bulundu ve Kıbrıs sorunu için aranmakta olan çözümün, bütün Kıbrıslılarm haklarını güvence altına alacak bir çözüm olduğunu yineledi.
Başkan, darbenin ve Temmuz 1974 istilasının kınanması için yapılan yıllık toplantıda konuş­maktaydı.
Vasiliu şöyle dedi: “Adil ve yaşayabilir bir çözümün BM kararlarına dayanması gerekti­ğinde hepimiz hemfikiriz. Kurmak istediğimiz Kıbrıs devleti, özgür, birleşik ve askersizleştirilmiş olmalı, göçmen ve adaya yerleştirilenler olmamalı, çalışan demokratik federal bir sistemi olmalıdır. Bu rahat çalışan bir hükümet sistemi olmalıdır.
Yaşayabilir bir çözüm, Kıbrıslı Türklerin de çıkarınadır. Çünkü ancak böylesi bir sistem, Kıbrıs’ın bütün yurttaşlarının medeni ve demokra­tik haklarını güvence altına alabilecek ve Kıbrıslı Rum ve Türkler samimi bir işbirliğini geliştirerek, barış içinde birlikte var olmamızı pekiştirecek­tir.”
Türkiye’yi “taksimci” amaçlarını sürdürmekle suçlayan Vasiliu şöyle dedi: “Kıbrıs’ın geleceği büyük ölçüde bize dayanmaktadır. Bu nedenle taksim tehlikesini durdurup bertaraf etmenin yollarını bulmak bizim görevimizdir.” (Cyprus Mail, 21.7.1988)

NE YAPMALI?
Çarşamba günkü Ulusal Konsey toplantısı dünkü Rumca gazetelerin hepsinde ana konu ola­rak ilk sayfada yer alıyordu. Gelecek konuşmalar­la ilgili öngörüler ve izlenecek strateji konusun­daki görüşler, değerlendirmeler çeşitli gazetelerde farklılık göstermekle birlikte, hepsi de yersiz iyimserliğe karşı, tedbirli olunmasını savunmak­taydılar.
...Şimdi ortak olan bir nokta öngörülen Federal Devletteki iki bölgenin tamamen eşit olmasına ilişkin Türk ısrarlarına karşı iyi bir hazırlık yapma çağrısıdır. Hazırlıklı olunması gereken diğer Türk ısrarı, her bir devletin ayrı uluslararası statüsünün olacağı bir konfederasyon talebidir.

ÖNEMLİ OLAN SINIRIN YAPISIDIR
Alithia’ııın yorum yazarı “Kassandros” şöyle yazmaktadır: “Türk inatçılığı, slogancılıkla değil, uluslararası gücün çalışmasını da sağlayacak iyice planlanmış bir siyasal strateji ile bükülecektir. Özellikle önemli olan, nasıl davrandığımızdır, nasıl bağırdığımız değil. Her bölgenin toprak miktarından daha önemli olan, ayrım çizgisinin yasal statüsüdür. Bu sınırın yapısı, federasyona mı, konfederasyona mı sahip olacağımızı tayin edecektir. Üst düzey anlaşmaları, iki kesimli (bi-zonal) bir federasyondan söz etmektedir., bir konfederasyondan değil. Bu iki anayasal kavram arasında Uluslararası Hukuk’ta önemli bir farklılık vardır. Bu Konfederasyonda, ker iki parçanın uluslararası statüleri, ayrı diplomatik temsiliyetleri vardır, kendi pasaportlarını ve paralarını kendileri çıkarırlar. Ama bir federasyonda, tek merkezi bir hükümet vardır ve onu oluşturan parçaların böylesi hakları yoktur.”
Alithia’nın yazarı, bütün bu hususların bilimsel bir hazırlık çalışmasını gerektirdiğini ve başlayacak olan ikili görüşmelerde temel yönlerin etkin bir şekilde tartışılacaksa bunun yapılması gerektiğini belirterek şöyle demektedir: “Kurtarılabilecek olanı kurtarmak için çaba gösterilmeli, herşeyi kaybetmek için değil. Bu husus, Kıbrıs Rumları için en önde gelen şey olmalıdır.” (Cyprus Mail, 12.8.1988)    

(“Araştırma-Çeviri: Ahmet An” imzasıyla, Kıbrıs Postası gazetesinde, 24, 25, 27 ve 28 Eylül 1988 tarihlerinde, 4 yazı olarak yayımlanmıştır.)