18 Aralık 2015 Cuma

GROMİKO VE KIBRIS


        Sovyetler Birliği’nin 1957 ile 1985 yılları arasında Dışişleri Bakanlığını yapmış olan Andrey Gromiko’nun 2 Temmuz 1988 günü öldüğünü öğrenmiş bulunuyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 yılında kurulmasından iki gün sonra onun tanıyan ilk ülkeler arasında yer alan Sovyetler Birliği’nin bu değerli temsilcisi, Kıbrıs sorununun 1963 yılı sonunda enosisçi ve taksimcilerin kışkırtmaları sonucu yeniden alevlendiği bir dönemde, ülkesinin Kıbrıs’la ilgili ilkeli politikasının takipçisi olmuştu.

ENOSİS VE TAKSİME KARŞI
            BM üyesi genç Kıbrıs devletinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasını savunan Sovyetler Birliği, Kıbrıs’taki iç sorunların herhangi bir dış karışma olmaksızın Kıbrıslılarca çözümlenmesininden yana olmuştu. Zamanın Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a özel bir mesaj ileten Sovyet yetkilileri, SSCB’nin enosis ve taksim çözümlerine karşı olduğunu, adada kan dökülmesine derhal son verilmesini istediklerini ve dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı Sovyetler Birliği’nin garantisinin sürdürülmesi için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tarafsızlık politikasından ayrılmaması gerektiğini duyurmuşlardı. (Cumhuriyet, 13 Nisan 1964)

İKİ ULUSAL TOPLUMUN VARLIĞI
            Kasım 1964’de TC Dışişleri Bakanı F. C. Erkin’in, meslektaşı A. Gromiko ile görüşmek üzere Moskova’ya yaptığı ziyaret, Türk-Sovyet ilişkilerini 25 yıl sonra yeniden canlandırması yanında, Kıbrıs Türkleri açısından da çok önemliydi. Çünkü görüşmelerden sonra yayımlanan ortak bildirinin Kıbrıs’la ilgili bölümünde, Kıbrıs sorununun çözümlenmesinde, Kıbrıs’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne uyma esasının kabul edilerek, Sovyetler Birliği’nin enosisi kabul etmediği ve buna karşı olduğu açıklanmıştı. Diğer önemli husus, sorunun çözümünde Kıbrıs’ta yaşamakta olan her iki ulusal toplumun varlığının tanınması gerektiği konusunda anlaşmaya varılmasıydı. Bildiride, varılacak çözüm yolu için iki ulusal toplumun ayrı ayrı varlıklarını tanımak esasına dayanan görüş ise, Rum çoğunluğunun egemenliği iddiasının hoş görülmediğini ve iki toplum arasında dengenin sağlanması amacı güdüldüğünü göstermekteydi.

GROMİKO “İKİ TOPLUM” DEYİMİNDE ISRARLI
            Rum Dışişleri Bakanı Kiprianu, 7 Aralık 1964’de New York’tan Makarios’a gönderdiği bir telgrafta, Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko ile BM Genel Kurul Toplantısı öncesinde görüştüğünü ve Kıbrıs’ta “iki toplum” deyiminin kabul edilemez olduğunu açıklamış olmasına rağmen, Gromiko’nun bu deyimi tekrar tekrar kullandığını bildirmekteydi. (Kritik Belgeler 1964-1967, TAK, s.73)
            Öte yandan Ocak 1965’te bir Sovyet Parlamento Heyeti’nin Türkiye’ye yaptığı ziyarette de, Heyet Başkanı Podgorny, “Adada iki toplumun bulunması bir ger­çektir. Sovyetler Birliği her iki topluluğun haklarını güven altında görmeyi arzulamaktadır” şeklinde konuşmuştu. Podgorni’nin bu ziyareti sırasında Türkiye’de yapmış olduğu konuşmalarda Sovyetler Birliği’nin Türk tezini savunduğu suçlamasında bulunan Yunanistan Dışişleri Bakanı Çirimokos ile Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko arasında Aralık 1965’de BM’de geçen şu konuşma çok il­ginçtir. Gromiko, eleştirileri şöyle yanıtlamıştı:
“Biz, sizi başlan­gıçta desteklerken, amacınızın enosis olduğunu ve NATO’yu Doğu Akdeniz’e kadar uzatmak istediğinizi bilmiyorduk! Davanızın bir self-determinasyon davası olduğunu zannediyorduk!” (aktaran Söz dergisi, 14 Şubat 1986, Sayı:18)

FEDERAL BİR ŞEKİL DE SEÇİLEBİLİR, AMA...
SSCB Dışişleri Bakanı Andrey Gromiko’nun 21 Ocak 1965 günü Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili olarak İzvestia gazetesinin bir sorusuna verdiği yanıt da tarihsel öneme sahiptir:
“Kıbrıs devletinin iç örgütüne gelince, bu Kıbrıslı­ların kendilerini, Kıbrıs halkını ilgilendiren bir durumdur. Kıbrıs halkı, Rum ve Türk ulusal toplum­larının özel durumlarının tek, egemen ve birleşik bir Kıbrıs devleti çerçevesinde dikkate alınması ve bunların yararlarının gerçekleştirilmesini mümkün kılacak herhangi bir devlet şek­lini bağımsız ve egemen olarak seçebilecektir. Federal bir şekil de seçilebilir. Bu şekil dahi, elbette tek, merkezi bir hükümetin, tek bir savunma örgütünün ve keza merkezileştirilmiş bir yönetim ve yargı örgütlerinin varlığını öngörmektedir. Kıbrıslılar kendi tarihi geleneklerini ve memleketlerinin hususiyetlerini de gözönünde tutarak, diğer milletler tara­fından bugüne kadar elde edilmiş tecrübelerden yararlanabilirler” (Tam metin için Bak: Söz dergisi, No:17, 7 Şubat 1986)
Görüldüğü gibi SSCB’nin Kıb­rıs’ta iki toplumun varlığına iliş­kin doğru saptaması ve çözüm şekli olarak federal bir yapının seçilebileceği görüşünü dile ge­tirmesi çok yerindeydi. Ancak federal yapıdan kastedilenin, Türk tarafınca öne sürülen taksim çözümüyle, coğrafi federasyon adı altında kastedilenle aynı olmadığı burada vurgulanmalıdır. Bugün de aynı oyunun oynandığını gördüğümüzden, Gromiko’nun altı çizilmiş sözlerinin bir daha okunmasında yarar vardır diyoruz.

MAKARİOS VE AKEL’DEN RED
Gerek iki ulusal toplum tanımlamasının, gerekse federal yapı önerisinin hem Makarios hükümeti, hem de AKEL tarafından bağnazca reddedildiği hatırlanmalıdır. Kıbrıs’ta iki toplum yerine tek bir Kıbrıs halkını ve tek bir self-determinasyon hakkını (tabii ki bu da enosis için kullanıla­caktı) savunan AKEL’in, SBKP ile ilk kez ters düşmesi ardından AKEL Genel Sekreteri E. Papayuannu, “Bu durumu kabulden başka çare yok” demiş ve ilişki­ler 1965 yılı içinde bozuk kalmış­tı. Nihayet Ocak 1966’da iki parti arasında yapılan görüşme sonunda “Kıbrıs halkının -hem Rumların, hem Türklerin- yararı” deyimi üzerinde anlaşılarak, işler tatlıya bağlanır gibi olmuştu.
29 Aralık 1966 tarihli AKEL açıklamasında ise aynı bağnaz tutum yeniden ortaya çıkmıştı:
“Ne yazık ki hem Türk-Sovyet Ortak Bildirisinde, hem de Sovyet Başbakanı’nın konuşmasında, Sovyet politikasının Kıbrıs için federal bir devleti desteklermiş izlenimini yaratacak şekilde yine iki ulusal toplumdan söz edilmek­tedir.  AKEL, bölgesel veya yönetimsel karşılıklı değişim olmadan, Yunanistan ile birleşme konusun­da kesin ısrarlıdır.” (AKEL Newsletter, 3/1966)
İşçi sınıfı bilimine ters olan bu milliyetçi görüşün Kıbrıs’ı 1974’de nerelere getirdiğini hep birlikte yaşadık. Bugünkü AKEL yöneticilerinin hâlâ daha net bir milliyetler politikasının oluşması doğrultusunda çekimser davranması, Kıbrıs işçi sınıfının birliği önünde duran en önemli engellerden biridir.

ORTAK BİR DİL NE ZAMAN BULUNACAK?
Yazımızı Andrey Gromiko’nun “Anılar”ından yapacağımız bölüm­lerle bitirmek istiyoruz:
“Suriye ya da Mısır’a giderken Kıbrıs üzerinden birçok kez uçakla geçtim. Aşağıya baktığımda, hava da güzelse, adayı avucumun içi kadar net görürdüm. Aklıma şu gelirdi: Aşağıda İngiliz üsleri var, yani bu NATO üsleri demektir. Sonra da şunu düşünürdüm: Bu küçük, bütün yıl boyunca yeşil kalan, bir zamanlar modern bir medeniyete beşiklik yapmış zarif adada, NATO’nun önde gelen ülkeleri Kıbrıs’ın bağımsız­lığına saygı gösterselerdi, herhalde Rumlar ve Türkler çoktan ortak bir dil bulmuşlardı.”
Gromiko, Kıbrıs’ın bölünmesi­nin özellikle Amerika’nın tutumun­dan kaynaklandığını savunarak, Kissinger ile yaptığı bir görüşmeyi şöyle aktarıyor:
“Amerikan yöneti­mi Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini destekliyor mu? diye soruverdim. Kissinger kaça­maktı. Ancak cevabından anladı­ğım şuydu: Washington, adanın Rum ve Türk kesimi olmak üzere ikiye bölünmesinden memnun olacaktı.” (Cumhuriyet, 18 Mayıs 1989)
Evet, sonunda adamızı ‘ikiye böldüler, şimdi de güya  birleştirmeye çalışıyorlar. Acaba Gromiko’nun “Rumlar ve Türkler arasında ortak bir dil bulması” görüşünün hayata geçirilmesi için en başta AKEL yöneticileri neler düşünü­yorlar? Yoksa yine bazı yanlış değerlendirmelerinde kesin ısrar­larını sürdürüyorlar mı? Göreceğiz...

GROMİKO’NUN KİTABINDAN:
“KREMLİN’İN KIBRIS POLİTİKASINI BAŞTAN SONA BEN ÇİZDİM”

Sovyetler Birliği eski Dışişleri Bakanı ve Devlet Bakanı Andrei Gromiko, ülkesinin “Kıbrıs politi­kasının temel hatlarını” kendisinin çizdiğini ve bu arada dönemin Rum lideri Başpiskopos Makarios’u, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı desteklediğini ölümünden önce yazdığı “Hatıralarım” kita­bında kabul ediyor.
Gromiko’nun kitabında Kıbrıs’a ayırdığı bölümünde şöyle denildi:

TÜRKLERİN BAM TELİ
“Türklerle ne zaman uluslar­arası bir sorun ele alınsa, Kıbrıs konusu ‘kaçınılmaz’ bir şekilde gündeme gelir. Biz Türklere gayet açık bir şekilde, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının temel hakları koru­nurken, bütün Kıbrıs halkının kendi kaderini tayin hakkını des­teklediğini söyledik.
Savaştan bu yana Kıbrıs’ın sorunu son derece kızışmıştır ve Kıbrıs’ın kendi içinde, bu ülkenin komşularıyla ilişkilerinde önemli krizler doğmuştur. Her şart altın­da Sovyet görüşü, kendi geçerli­liğini korumuştur.
Suriye ve Mısır’a resmi ziya­retlere giderken Kıbrıs’ın üzerin­den pek çok kez geçmişimdir. Açık havada -ki bu tür hava­larda adayı kendi eliniz kadar net görebilirsiniz- her zaman aynı şeyi düşünmüşümdür: Aşağıda İngiliz üsleri, yani NATO üsleri vardır. İşin obür yönü, bu dünya­nın güzel, yılın önemli bölümünde yeşil adası uygarlığın doğduğu en önemli topraklardan biridir. Bu adadaki Türk ve Rum toplumları, eğer NATO’nun büyük devletleri, onların bağımsızlığına izin verselerdi, yıllar önce ortak bir dili bulmuş olabilirlerdi.

MAKARİOS’A ÖVGÜ
Sovyetler Birliği, Kıbrıs liderli­ğinin karşılaştığı sorunları her zaman anlamıştır. 1959 ve 1977 arasında İngiliz sömürgeciliğine karşı savaşan ve halkına en iyi şekilde hizmet etmeye çalışan Başpiskopos Makarios’un liderliği vardı. Makarios’un bir konudaki düşüncelerini söylemesi halinde, insan, bir binadan asla koparılamayacak bir taşm konduğunu hissederdi. Ne Washington, Londra ve de diğer NATO başkentleri, ne Birleşmiş Milletler sözleşmeleri onun fikirlerini etkileyemezdi.

Bunu, 1974 Mayıs ayında yaşanılan bir olayla daha açıkça ifade edebilirim. ABD ile Sovyet­ler Birliği, o zamanlar Nixon yönetiminin Dışişleri Bakanı olan Henry Kissinger ile benim, aynı zamanlarda Ortadoğu’yu ziyaret etmemizi ikili bir anlaşmayla ka­rarlaştırmıştı. Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa’da buluştuk ve Kıbrıs dahil, tüm bölgesel sorunları ele aldık.
Kissinger’in Kıbrıs konusundaki görüşlerini dinledikten sonra ona, “Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, Kıbrıs’ın tam bağımsız­lığını ve toprak bütünlüğünü des­tekliyor mu?” diye sordum.
Bana kaçamak cevaplar verdi. Fakat tüm söylediklerinden anla­dığımız Washington’un temelde, Kıbrıs’ın bölünmesinden memnun olacağı yolundaydı. Bu, adada biri Rum, biri Türk, iki devletin doğuşu demekti. Aynı zamanda Kissinger, Makarios hakkında ağzına geleni söyledi. Belki doğrudan suçlayıcı kelimeler kullanmadı, ama Kissin­ger’in “Şekere batırılmış ifadele­ri” kendisinin şahsen ve ABD yö­netiminin Makarios’u bölgede bir “Anormallik” olarak değerlendir­diğini ve devlet işlerinden çok kilise ilişkileriyle ilgilenmesine inandıklarını ortaya koydu.

Henry Kissinger ile Kıbrıs konusundaki konuşmamı dinleyen bir kişi, çok şaşırdı. Orada, ana ideolojisi “Tanrı tanımazlığa” dayanan bir sosyalist devletin dışişleri bakanı olarak Kıbrıs hükümetinin de başı olan bir başpiskoposu destekliyordum. Kissinger ise Hıristiyan nitelikleri çok iyi bilinen bir kapitalist devletin dışişleri bakanı olarak başpiskoposu “Çözümsüzlüğün adamı” olarak niteliyordu.
Washington ve ben, Makarios ile ayrı ayrı görüştük. Benimki çok samimi ve dostçaydı.
Bu görüşmelerin üzerinden uzun yıllar geçtiği halde sorun hâlâ çözülemedi. Atina tarafından desteklenen hükümet karşıtı darbe ve bunun sonrasında yaşanılan 1974 yaz savaşı, sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Türkiye adaya buradaki Türk azınlığı korumak amacıyla asker çıkarttı ve Kıbrıs, Kissinger’in de istediği gibi ikiye bölündü.
Bütün bunlar, Birleşmiş Mil­letler Genel Kurulu’nun ve Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği kararlara rağmen gerçekleşti. Buna rağmen, Sovyetler Birliği, adada NATO çözümlerinin Kıbrıs halkına kabul ettirilmesine her zaman karşı çıktı. Bizim görüşü­müz, adanın tüm yabancı asker­lerden arındırılmasıdır. Kıbrıs’ta sorunun çözümü için uluslararası bir konferans toplanması ve BM düzeyinde bir garantörlük kurulma yolundaki Sovyet görüşü hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir.”

(Ortam gazetesi, 10 ve 11 Temmuz 1989)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder