18 Aralık 2015 Cuma

HAVA KİRLİLİĞİ VE SAĞLIĞIMIZ


Dünya Sağlık örgütü ile B.M. Çevre Programı tarafından hazırla­nan bir araştırma raporuna göre, dünyamızda kentlerde yaşayan 2 milyardan fazla insan, sağlık açısın­dan kabul edilemez niteliğe sahip bir havayı solumak zorunda kalmak­tadır. Birçok ülkede hava kirliliğini azaltma yolunda “önemli ilerle­meler” kaydedilmiş olmasına rağmen, durum özellikle Üçüncü Dünya ül­keleri açısından hâlâ daha büyük bir endişe kaynağı olmaktadır.
Yapılan bilimsel deneylere göre, bir tek taşıt, bir insanın günlük gereksinimi olan 15 metre küp havayı yalnızca 10 dakikada insan sağlığı için sakıncalı duruma sokabiliyor. Motorlu taşıt kaynaklı hava kirliliğinin, toplam kirlilikte­ki payının yüzde 70’leri aştığı ve sanılanın tam aksine, ısınma (soba ve kalorifer) kaynaklı hava kirliliğinden en az iki kat daha fazla kirliliğe neden olduğu, yapılan çeşitli ölçümlerle belirlenmiştir.
Motorlu taşıtlarda, yakıt deposunda, karbüratörden, karterden ve eksozdan 100’ü aşkın havayı kirletici madde çıktığı saptanmıştır. Bunlar arasında hidrokarbonlar, karbon monoksit, azot oksitler ve kurşun bileşikleri halk sağlığı için sakıncalıdır. Bilim adamlarının saptamalarına göre, hava kirliliği ile solunum yolu rahatsızlıkları arasında doğrudan bir ilişki vardır. Hava kirliliği oranının arttığı yerlerde, özellikle çocuk ve yaşlılarda hastalık belirtileri, boğaz, adale, gözaltı ağrı­ları, öksürük ve ateş şikayetiyle ortaya çıkar ve normalde 4-5 gün içinde geçmesi gereken gripal rahatsızlıklar, havanın kirliliği nedeniyle çok ağır seyretmektedir.
Girişte sözü edilen 100 sayfalık araştırma raporunda toplanan bilgiler, 60 ülkede 15 yıl süreyle sürdürülmüş olan çalışmaları kapsamaktadır. BM Çevre Programı Global İzleme Sistemi Başkanı Dr. Michael Gwynne’e göre şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı ve en ayrıntılı bilgi dolu bu raporda, üzerinde durulan başlıca hava kir­liliği etkeni sülfür dioksit’tir. İnsanların neden olduğu yıllık sül­für dioksit yayılımının 180 milyon tona ulaştığı tahmin edilmektedir. Havada asılı duran parçacıklar (SPM)’in çoğu, toz ve duman olup, bunların da her yıl 100 milyon tondan fazla miktarda insanlar ta­rafından üretildiği sanılmaktadır.
            Dr. Gwynne’in verdiği bilgilere göre, gelişmekte olan ülkelerde 625 milyon insan “kabul edilemez sülfür dioksit düzeylerine”, maruz kalmakta olup, bir başka 550 milyonu DSÖ tarafından dayanılabilir kabul edilen kirlilik düzeyine yakın yerlerde yaşamaktadır. Toz ve duman kirliliği daha da kötü bir düzeyde olup, kentlerde yaşayan 1.25 milyar insan “kabul edilemez kirlilik” koşullarında yaşarken, diğer 200 milyonu da “sadece marjinal” koşullarda yaşamaktadır.
            54 kentten toplanan bilgilere göre, 1980-84 yılları arasındaki ölçüm döneminde yıllık sülfür oksit düzeyi en yüksek olan kent Milano idi. Ayrıca Seul, Rio de Janeiro ve Paris’de DSÖ’nün öngördüğü ortalama değerlerin üzerinde olan kentlerdi. Melburn, Tel Aviv, Toronto, Şikago ve Münih, en düşük ortalaması olan kentler arasındaydı.
            Havada asılı duran parçacıklar açısından Batılı ülkelerde azalma olurken, Polonya’da önemli artış saptandı. Ölçüm yapılan 41 kentin 18’inde yıllık ortalama, DSÖ sınırının üzerindeydi. Yeni Delhi, Pekin, Cakarta ve Manila’nın da içinde bulunduğu listenin başını Kuveyt çekmekteydi. Aşırı ortalama değeri olan tek batılı kent Şikago idi.
            Araştırmada yer alan azot oksit düzeyi ölçümleri, aralarında Londra, Amsterdam ve Frankfurt’ un da bulunduğu büyük Avrupa kentlerinde yapıldı. Raporda belir­tildiğine göre, birçok Avrupa ülkesinde, ABD ve Japonya’da uy­gulanan taşıt eksoz gazları için tehlikeli yayılım değerleri sınırla­ması yoktur. Kuzey Amerika ve Avrupa’daki kent sakinlerinin yüzde 15-20 kadarı, trafiğin en sıkışık olduğu saatlerde, azot dioksite kısa süreli de olsa maruz kalmakta ve tehlike oranı çok yükselmektedir. Azot oksit sorunu özel ilgi uyandırmaktadır. Çünkü ozon da içinde diğer oksidan madde­lerin oluşumunda rol oynamaktadır ve azot oksitler birçok Avrupa ve Kuzey Amerika kentinde artan ozon gazı düzeyinin tedirgin edici değerlere ulaştığı belirtilmektedir. Ozon ise bitkilere verdiği zarar dışında, atmosferdeki ısı dengesini de bozmaktadır.
Diğer bütün kirletici gazlara oranla, onların toplamından ve kurşundan daha fazla olduğu sanılan bir diğer madde, karbon monoksittir. Rapora göre, çoğu Batı Avrupa ülkesinde karbon monoksit yayılımı azalırken, Polonya ve Macaristan’da artmaktadır. Kurşun­suz petrol kullanımının giderek yaygınlaşması, bu ani azalmada rol oynamıştır. Bir azalış, ABD’de 1973-75 arasındaki, yılda 147 bin tondan, 10 yıl sonra yılda 21.100 tona inerek sağlanmıştır. Kandaki  karbon monoksit miktarının yüzde 4 olması halinde başağrısı, yorgunluk oluşmakta, yüzde 10-15 değerin­de ise düşünebilme gücü kaybol­maktadır.
Özellikle gelişmekte olan ül­kelerde taşıt eksozlarından yayılan karbon monoksit ve kurşun oranı giderek artmaktadır. Endişe uyan­dıran sorunların başında gelen bu durumla ilgili olarak önlem alınma­sı gerekmektedir. Bunun maliyet artışına yol açacağı belirtilmekle beraber kaçınılmazlığı da açıktır.
            Ülkemiz Kıbrıs’ta kamuoyunun aydınlatılması zamanı gelmiştir. Bizim tarafta taşıt miktarı denetim­siz artarken, Rum tarafında da benzeri sorunlar yaşanmaktadır. 1985’de 124 bin ton olan petrol tüketimi, 1988’de 147 bin tona ulaşmıştır. Rum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 1984 yılında yaptırdığı ölçümlere göre, Lefkoşa’nın belli yerlerinde hava içerisindeki kurşun miktarı, uluslararası kabul edilebilir düzey olan 2.00’yi geçerek, 8.31’e ulaşmıştır. Lefkoşa Rum Belediyesi’nin geçen yıl yaptığı ölçümlerde de kent merkezindeki caddelerde kurşun düzeyi çok yüksek bulunmuştur.
            Lefkoşa Rum Ticaret ve Sanayi Odası’nın açıkladığına göre, taşıt eksozlarından atmosfere her yıl 88 tondan fazla eksoz gazı yayılmaktadır ve düşük kurşun yüzdesi içeren petrolün Kıbrıs’ta da kullanılması halinde, bu miktar yarı yarıya azaltılabilecektir. Özellikle çocukların sağlığını beş kat daha fazla etkileyen kurşun, öğrenme yeteneğini azaltmakta ve konuşmayı geciktirmektedir. Gelecek nesillerin sağlığını düşünüyorsak, bizim de bu konuda bir an önce önlem almamız gerekmektedir.

(Ortam gazetesi, 9 Haziran 1989)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder