18 Aralık 2015 Cuma

İKTİSATÇILARIMIZ SES VERDİ

SOZ HAKKI SİZİN
4 yıl önce kurulan Kıbrıs Türk İktisatçı­lar Derneği’nin yayın organı olan “Ekonomik Forum-Araştırma, Yorum ve Haberler” dergisinin Temmuz 1989 tarihli ilk sayısı yayınlanmış bulunuyor. Yazı Kurulu tarafın­dan kaleme alman “Yayın Hayatına Başlar­ken” başlıklı yazıda şöyle denmektedir.
“Artan çalışmaların kalıcı ve toplu hal­de üye, vatandaş ve öteki ilgililere sunul­ması ve kaynak olarak kullanılabilmesi için Derneğin yayına başlaması kaçınılmaz hale gelmiştir. Ayrıca üye ve vatandaşların bu konuda artan istekleri de bu yöndeki çalış­maları hızlandırmıştır.”
Dergi üzerinde yayın süresinin aylık mı, 3-4 aylık mı olduğu belirtilmemekle beraber içerik yönünden geliştirilmeye muhtaç olduğu açık. Bize göre, derginin en başarılı maka­lesi, Dernek Başkanı Erdoğan Erdem tarafın­dan kaleme alman “Gelişmesiz büyüme” başlıklı olanıdır. Dergide yer alan diğer makalelerin çoğu, resmi devlet politikasını desteklemek, ya da onun sağlıksız ekonomik verilerini yorumsuz olarak aktarmayı amaç­ladığından, bu yazılara burada pek değinil­meyecektir.
Bu konuda Kıbrıs Türk İktisatçılar Derneği Baş­kanı şu yakınmada bulunmaktadır: “Politikacılara karışmayız, ama rakamları veya göstergeleri ters yüz etmeyi beceri sayan bazı kimseler, ekonomi ilminin “itibar kay­bına” yol açıyorlar.”
İşbu nedenle, Erdoğan Erdem, “KKTC’nin eko­nomik durumunu” oturduğumuz sandalyeye göre değil, daha objektif olarak tartışa­bilir ve değerlendirebiliriz. Gerçekten KKTC’de olan nedir? Büyüme mi? Gelişmesiz büyüme mi? Ve niçin? Bunları tartışmak için inziva’dan çıkıverelim” diye yazmakta­dır.
Anladığımız kadarıyla, inzivadan çıkabilme cesaretini Kıbrıs Türk burjuvazisinin devletine bağım­lı olan “kamu görevlisi” iktisatçılarımız henüz gösterememişlerdir. Çünkü çıkmaz yolda seyreden bir ekonominin verileri, ne kadar süslenirse süslensin uygulamadaki gerçekler gizlenememektedir. Kaldı ki, “KKTC’de gelir dağılımı ile ilgili bilimsel bir çalışmanın varlığından haberdar deği­liz.” (s.6) Sözkonusu olan öyle bir ekonomik yapıdır ki, Özalp Sarıca’nın deyimiyle “Tasarruf hesapları gelirlerinin vergilendirilmemeleri ve para transferlerinin serbestçe yapıla­bilmesi, ekonomide devamlı kanayan, kan kaybına sebep olan büyük bir yara halini almıştır. KKTC’nin sosyal ve ekonomik kalkınmasında kullanılması gereken parasal fonlar, tümüyle yabancı ülkelerin emrine verilmektedir. Keza, paranın makro ekono­minin yönetilmesi, yönlendirilmesi ve kont­rol edilmemesi yılda gsmh’nın %40-60’ı arasında gelir sağlayan “yeraltı ekonomisi­nin” (Shadow economy) oluşmasına sebep olmuştur. Yeraltı ekonomisinin ekonomik faaliyetleri denetimsizdir ve sağlanan kazanç­lar beyan edilmemektedir. Bu nedenle, yıl­lık bütçe devamlı ve her yıl artan oranda açık vermektedir. Enflasyon ise adaletli gelir dağılımını alt-üst ederek, ekonomide büyük sosyal ve ekonomik dengesizliklere sebep olmuştur. KKTC ekonomisinin dalga­lanmaya ve sahipsizliğe terkedilerek denetlenemesi, ekonomide dengesizliklere yol açmış ve neticede yatırımcı müteşebbisler uzun vadeli yatırım kredilerinden, ekonomi ise kısa vadeli kredilerden mahrum edil­miştir. Halbuki, oluşan uzun vadeli fonlar, üretim kapasitesi yaratacak yatırımlara, kısa vadeli fonlar ise, ekonominin kısa va­deli kredi ihtiyaçlarının finansmanında kul­lanılabilirdi.” (s.14)
Ne var ki Özalp Sarıca’nın doğru çözümle­melerden sonra önerdiği “Kuzey Kıbrıs Türk Lirası’nın şimdi tedavüle çıkarılması” görü­şüne katılmak olası değildir. Çünkü bu ayrı­lıkçı temel üzerinde ekonomik politikalar üretmek, Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik hayatını daha da çıkmaza sürükler. Toplumumuzun ekonomik varlığını federal ve birleşik Kıbrıs ekonomisinin dışında düşünmek, onu yeral­tı ekonomisine mahkum etmek demektir. Ayrı bir ekonomik yapının sürdürülmesinde yarar gören ticaret burjuvazisinin belirli çevreleri, adanın politik ve ekonomik yönden bütünleştirilmesine karşı çıkarken, hem kendi sınıfsal çıkarlarını, hem de emperya­lizmin bölgemizdeki stratejik çıkarlarını savunmaktadırlar. Oysa ki geniş emekçi kesimlerin sınıfsal çıkarı, birleşik bir ekono­mik yapı içinde Kıbrıs Türklerinin yerini almasındadır. Bu, bölge barışının da yararına olacaktır.  
            “Ekonomik ve siyasal nedenlerle KKTC’nin 1988 yılında 167.256 olan nüfusu daha da artmalıdır” diye öneri getiren Cemal Varoğlu (s.17), önce bir iktisatçı olarak kalifiye eleman sıkıntısınıın nereden kaynak­landığını araştırmalıdır. Şakir Alemdar ile görüşen Konfeksiyoncular Derneği Başkanı Aytekin Alpal, bakın tecrübesini nasıl dile getirilmektedir:
            “Eğitim sistemimizde teknik eğitim ağırlığının artmasını, ekonominin artan bir ihtiyacı olarak görüyorum. Çünkü klasik liselerden mezun olan öğrencilerin %20 kadarı üniversitelere girebilmekte, geriye kalan %80 kadarı bir sanat veya teknik bilgi edinmeden hayata atılmaktadır. Bu ise hem bu gençler açısından, hem de ülke açısın­dan bir kayıptır.” (s.50)
Aynı şekilde, Feridun Kemal’in aktardığı sağlık göstergelerine bakarak ülkemizde sağlık hizmetinin halka yeterince verilebil­diği öne sürülebilir mi? Bu kesimde de hem kamu görevlisi olup, hem de yasadışı olarak muayehane çalıştıran hekimlerin, gerek devlet hastanelerinde, gerekse dışarıda “yer­altı ekonomi”sinin bir parçası olarak çalış­tıklarını kim inkâr edebilir? Özel ders veren, dışarıda da iş yapan diğer kamu görevlileri­nin durumu da aynı değil midir? Buna göz yuman, gizlice onay veren yine yetkili ma­kamlar olmaktadır. Genç emekliler ordusunu oluşturan 30 bin kişiyi, devletten ödenek alır durumuna getirip, bir memur devleti yaratan; halkımızı üretimden kopartıp, resmi makamlara midesinden bağımlı kılan yine ayni yönetici çevreler değil midir?
Bakınız iktisatçı Erdoğan Erdem bu ya­pıyı bilimsel olarak nasıl değerlendiriyor:
“Serada, özel şartlar içinde çiçek gibi bü­yüyen, ancak gün gele açık havaya çıkacak olursa, büyümesi ve dengeleri bozulabilecek bir ekonomiye sahip olduğumuzu söylemek kötümserlik sayılmamalı. Savunma harcama­ları ile alt yapı yatırımlarını Anavatan Türkiye’ye havale etmiş olmanın getirdiği rahatlık “rehavete” dönüşüyor. (s.5) “Anava­tana şükran, savurganlığa devam, karşı çıkana idam” şeklindeki bakış açısı da gele­ceği kurtarmaya yetmez. Savaştan yenik çıkan Güney komşularımız bizden çok daha hızlı büyüyüp gelişiyorlar. 1987 sonunda bizim kişi başına düşen milli gelirimiz 2009 dolara ulaşırken, Rumlarınki de 6827 dolar olmuştur. Düşünmemiz gereken, seradaki rahatlığı bulamayacağımız dönemlerde aki- betimizin ne olacağıdır. “Vaziyet tamam” değil!..” (s.7)
Doğru söze ne denir? Kıbrıs Türk tica­ret burjuvazisinin ve onun siyasal liderliğinin serada yaşamak istemesindeki ısrar, bakalım onu daha hangi yalnızlıklara ve açmazlık­lara sürükleyecek. İktisatçılarla birlikte biz de gözlemleyeceğiz. Sağlıklı bir gelecek için toplum olarak açık havaya o kadar çok muhtacız ki...

(Ortam gazetesi, 26 Temmuz 1989)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder