13 Aralık 2015 Pazar

SAĞLIKLI SAĞLIK SİSTEMİNİN ÖN KOŞULU: TAM GÜN


30 Aralık 1985 günkü Kıbrıs Postası’nda “Doktor gözüyle: Sağlıksız sağlık sistemimiz” başlıklı bir yazı yayımlandı. Her ne kadar yazıyı kaleme alan doktorun adı belirtilmemişse de, yazı sahibinin “branşında tek olan ve hem kamu görevlisi, hem de özel klinik çalıştıran bir hekim olduğu anlaşılıyor Yazısının sonunda da “mesai sonrası doktora özel hasta görmeyi engellemekle sistemin düzeleceğini sanmak sorunu bilmemekle eşdeğerdir” demekle, sayın meslektaşım, olaya kişisel çıkar açısından baktığını belli ediyor.
Yazının giriş kısmında, “Halbuki sağlık sorunları özel kesim ve kamu kesimi olarak tümüyle ele alınıp, daha güncel ve halk sağlığına daha yararlı bir sisteme oturtulmalıdır” derken, sayın meslektaşımız acaba kendisini hangi kesimden sayıyor? Yoksa bir ayağı kamu kesiminde, bir ayağı da özel kesimde mi? Sağlık alanında hizmet veren iki kesimin varlığı kabul ediliyorsa, önce ikisi arasına bir sınır çekilmelidir. Biz diyoruz ki, hele kamu görevlisi olup da özel klinik çalıştıranlar, ellerini özel kesimden bir çeksinler, “tam gün” hizmet vermeyi üstlendikleri kamu kesiminin dışına taşmasınlar da, durumun ne olduğu bir ortaya çıksın. Kamu görevlisi olup da, yasalara aykırı olarak özel klinik de çalıştırmakta ısrar eden hekimlerimiz, oyunu kuralına göre oynamaktan niye kaçınıyorlar?
Bu sizlerin ilk kazan kaldırması değildir. Oyunun eşit koşullar altında oynanmadığına ilişkin olarak, serbest çalışan hekimler ne zaman birleşip seslerini yükseltmişlerse, bize bu gürültüyü çıkarmışsınızdır. Ne yazık ki kuralları uygulamak hükümetlerin elinde. Sorun, eski Sağlık Bakanı Oktay Feridun’un döneminde de alevlenmişti. Yine sizler, yasaların uygulanmak istenmesi karşısında, çok imzalı bir yazı ile 25 Nisan 1984’de “istemezük” dememiş miydiniz? Dönemin Sağlık Bakanı olarak Oktay Feridun Bey’in size nasıl bir yanıt verdiği   hâlâ daha kamuoyunun bilgisindedir. Bu konuda bakanlığın aczini de gösteren ve sorunları özetleyen 3 Mayıs 1984 tarihli yanıtı, 12 Mayıs 1984 tarihli Söz gazetesinden aktaralım:
“1. Sizler hastanede günde kaç saat çalışıyorsunuz ve kaç saat poliklinik yapıyorsunuz? Bilhassa öğleden sonra ve hatta saat 11.30’dan sonra kaç kişi poliklinik yapıyor veya hastanede çalışıyor veya kalıyor?
2. Rüşvet iddiaları ve şayialarının kaçının önüne geçebildik? Ve kaç doktoru polise veya disipline verdik?
3. Mesai saatlerinde “artık bakamam” diye hastaları geri çeviren ve daha sonra özel kliniklerinde geç saatlere kadar hastalarına bakan doktorlardan kaçını disipline verdik?
Klinikleri açık olduğu halde yüzde 40 (kırk) ek tahsisatı yasa hilafına yine almaya devam etmiyor musunuz? Ve biz buna müdahale ettik mi? Özel kliniğinizde tedavi ettiğiniz hasta adedi ve ücretlerin hesabı sizden soruldu mu?
5. Özel Kliniklerinizin ilgili yasaya uygun olup olmadığı üzerinde durduk mu? Kaçınız uyuyor?
6. İlaçlarla ilgili olarak acaba tüm suç bizde mi? Ve siz ne yapıyorsunuz? İlaçların nasıl ve ne şartlarla ithal edil eliğini biliyor musunuz?
7. “Ameliyathane eksikliği” için öneriniz veya şikayetiniz oldu mu? Ve nedir?
8. “Senin yatağın, benim yatağım”, “senin hastan, benim hastam” münakaşaları için hangi polisiye veya disiplin tedbirini almışızdır?
9. Nöbet saatında aranıp da bulunamayan veya gelmeyenlere ne yaptık?
Yukarıdaki soruların dile getirdiği sorunlar evvela sizin kendi aranızda ve bizimle işbirliği yapmak suretiyle halledeceğiniz sorunlar değil mi? Nasıl olur da siz tüm bunları Başhekime ve idareye ve dolayısıyle bize hamlediyorsunuz? Aranızda şimdiye dek beklediğim işbirliğini maalesef görmüş değilim. Aksine yukarıdakiler “polisiye tedbirler” iddianıza rağmen hâlâ yapılıyor. Keşke disiplin ve diğer suçlama konularında biraz olsun kontrol yapabilmiş olsaydık.”
Bir önceki işvereniniz böyle diyordu. Evet, “sağlıksız sağlık sistemimiz” diye yazı kaleme almak kolaydır. Ama bu “sağlıksızlığın” önünü almak için siz ne yapıyorsunuz? Saflar belirlenip, içerdeki ve dışardakiler arasına bir çizgi çekilmek istendiği zaman, niye kazan kaldırıp, anlamsız grevlere gidiyorsunuz? Bunca yıldır, çalışma koşullarınızda sorunlar varsaydı, niye kamuoyunu bundan haberdar etmediniz? Yoksa dışarıda vergiden muaf tatlı kazanç olanağına izin verildiği için mi susuyordunuz?
Sayın meslektaşım bir de şunu yazıyor: “Bu sistemsizlik yıllardır sürüp giderken, devletin ilaçları, laboratuvar malzemeleri, röntgen filimleri bilinçsizce tükenip giderken (güya bunları yine kendileri denetleyecek değilmiş gibi.- A.C.) bu düzensizlik ve dağınıklık içinde özel kesimdeki doktor ve laboratuvar da hasta beklentisi içinde bekleşir durur.”
Demek ki, serbest çalışan hekimin “hasta beklentisi içinde” olduğunu kabul ediyorsunuz. Eksik olmayınız. O halde ekonomik zorluklar yüzünden serbest çalışan hekime gelemeyip de, devlet poliklinik ve hastahanelerine yığılan hastalara daha iyi bir hizmet vermek, daha sağlıklı bir sağlık sistemi sunmak için, bir ilk adım olarak “tam gün” çalışmayı uygulamak isteyen Bakanlığa karşı niçin kazan kaldırıyorsunuz? Senin isteğin sadece daha fazla maaş artışı ise, bunu niçin normal sendikal yollardan sağlamak için girişimde bulunmuyorsunuz?
Niye ille de dışarıdaki özel kliniğinizi açık tutup, parasız sağlık hizmeti için devlet hastahanesine giden hastaları dışarıda paralı tedavi etmeyi yeğliyorsunuz? Dışarısı bu kadar “kazanç getirici” ise, niye bu beğenmeyip, eleştirdiğiniz devlet hizmetinden ayrılıp, saflarımıza katılmıyorsunuz? Ama hem çifte gelir kaynağı, hem de devlet sosyal güvencesini kim terkedip de aramıza katılır?
Yok beyler, yok. Önce içerdekiler ve dışardakiler arasına kesin bir sınır koyalım, oyunu kuralına göre oynayalım. Ondan sonra laf üretmeye hakkımız olsun. Yoksa bir “dayı” bulup, kapağı içeriye attıktan sonra, gerisi tufan mı?
Son bir söz daha: Bu memlekette “hekimliğin prestiji” kurtarılmak isteniyorsa, devlet sağlık hizmetlerinde “tam gün çalışma” bir ön koşul olarak kabul edilmelidir. Sağlıklı sağlık sisteminin “olmazsa olmaz” ilkesi, tam gündür. Ancak bu ilk adım atıldıktan sonra, kamu ve özel kesimdeki aksaklıklar düzeltilebilir, kimin ne olduğu ortaya çıkabilir. Mesleki yarışa varsanız, eşit koşullar altında yapacaksak “evet”. Ama arkalar devlet olanaklarına dayanılarak, ileri-geri konuşulacaksa buna “hayır” diyoruz.


(Kıbrıs Postası, 5 Ocak 1986)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder