26 Ocak 2016 Salı

İNCİR ÇEKİRDEĞİ: 1993 Yılının Götürdüklerine İlişkin Değinmeler


1993 yılı içinde, Kıbrıs Türk basınında köşe başlarını tutmuş olan bazı “yazar ve sanatçı”ların dile getirdikleri, bizce ilginç bazı görüş ve düşüncelerden oluşturduğumuz aşağıdaki seçmeler, sanırız okuyucuya bu kesim hakkında genel bir bilgi vermeye yetecektir. Gazete sayfaları arasında kalacak olan bu yazılarla ilgili değinmelerimiz, bazı kişileri öfkelendirebilir. Ama biz yazılanlara sadık kalırken, değerlendirmelerimizin hoşgörü ile karşılanacağına inanıyoruz.
***
Ortam gazetesinin ödüllü röportajcısı Neriman Cahit, çoğu yazısında söylenenleri ilk kez duyarmış gibi davranıyor ve heyecanlanıyor: “Bunlar çok ilginç saptamalar. Konu gittikçe beni daha çok sarıyor. Lütfen devam eder misin.” (Yaşar İsmailoğlu ile yaptığı “Eğitim tarihimiz”e ilişkin röportajdan, 20 Ocak 1993)
Anlaşılan kendisi bir gazeteci olarak günlük basını izleyecek vakti bulamıyor ki soruyor: “Gazeteci bir bakıma zaman fukarasıdır. Gazete okuyacak zamanı bulabiliyor musun?” Güliz Baykent’in yanıtı: “Gazete okumak her gazetecinin görevidir. Meslek, okumakla başlar, yazmak sonra gelir.” (30 Mart 1993)
Işın Refikoğlu ile yapılan ropörtajda ise heyecan doruğa çıkıyor: “İnsanı serseme çeviren gerçeklere parmak bastın Işın... Aman Tanrım.. Dinlerken bile bunalıyor insan. Utanıyor. Konuyu değiştirmekte zorlanıyorum.” (7 Nisan 1993)
Neriman Cahit’in “Kör kuyularda merdivensiz kalmak” başlıklı bir makalesinde, bakınız cinsel birleşme bir kadın ağzından nasıl aktarılıyor: “Ben onun solinasını boşaltıp rahatlayacağı bir belediye kuyusuyum.” (Ortam, 29 Nisan 1993) Ve bunlar günlük gazetelerimizde, ödül verilen kişilerin düşün yazılarını oluşturuyor!..
***
“Türk Bankası Kültur-Sanat Ödülü iki bayan sanatçının: Neşe Yaşın ve Emel Samioğlu” (Kıbrıs, 20 Şubat 1993) Jüri üyelerinden Bekir Azgın’ın, Neşe Yaşın’dan yana elini masaya vurarak “ağırlığını” koyması ardından, jüri üyeliğinden istifa eden (gücenmesi geçsin diye l994’de de ödülün ona verileceği söyleniyor) “Şiiradam” Fikret Demirağ’ın bir zamanlar “Şiirkızı” olan Neşe Yaşın’ın ödül alması üzerine kaleme aldığı, ama imza atmaya çekindiği “Ödüllerin güvenirliği ve anlamı” başlıklı yazıda bakın neler döktürülüyor:
“Ödüle değer görülen kişinin (ve yapıtının) NEDEN o ödüle değer görüldüğü de çok önemlidir... Bir de, ödüle değer görülenlerin kişiliği önemli.. Eğer ödüle değer görülende o sağlam kişilik yoksa (yani showmen’lik, showgirl’lık eğilimi kişiliğinde ağır basıyorsa) hemen “havaya girer”, işi abartır, durmadan (temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp) ödülünü önümüze sürer, şişinir, onun rantıyla geçinmeye yönelir (yakın ve uzak çevremizde böylelerinin sürüsüne bereket!). Sonunda, olan yeteneği de körelir; var olan potansiyeli “şov” yolunda tükettiği için tıkanır ve tükenir. Ödüller, bu nedenle, iki yanlı kesen bir bıçağa benzer. YARARLI da olabilir ZARARLI da. Bizce, ödüller ne küçümsenmeli, ne de çok abartılmalı. Anlamı ve o anlamın kavradığı kadar ÖNEMLİDİR ödüller. Ve yalnız o kadar. Üstelik hiçbir ödül almamış, hiçbir ödüle aday olmamış (olmaya gerek görmemiş) dünya kadar önemli şair, yazar, sanatçı var. Bir o kadar da, ödül kazanmış önemsiz şair, yazar, sanatçı. Hatta galiba, birinci kümedekiler daha da üst düzeyde insanlar...” (Kıbrıs, 3 Temmuz 1993)
            İlahi Fikret Bey, üzülme, biz seni hiç ikinci kümeye düşürür müyüz? Yüreğini serin tut. Ödül alsan da, almasan da “En büyük Demirağ, başka büyük yok!”
***
Yeni Düzen gazetesinin sütun yazarlarından Fatma Azgın, okuyucularına “yeni ideolojisini şöyle sunuyor: “Belki de en idealist sistem, kapitalistle kazanıp, sosyalistçe harcamaktır. Dünya bu yola giriyor gibi.” (2 Nisan 1993)
“Skylight Müzikal Tiyatro Topluluğu’nun yönetmeni ve aynı zamanda piyanisti Richard Carsey, American Center’de yapılan panele uydu aracılığıyla Washington’dan katılarak, dört kişiden oluşan Türk ve Rum sanatçıların sorularını yanıtladı... Panele konuşmacı olarak KKTC’den Aslı Giray ve Bekir Azgın katıldı.” (Kıbrıs, 9 Nisan 1993)
“Kıbrıslı Türk klasik piyanist Aslı Giray, direkt hattı, çok iyi algılanan sorular sormak için kullandı... Tiyatrosal soru darbesini yapan, Milwaukee’de Skylight’ın yeni bir Mozart sahneleyeceğini duyan, kültür sütunu yazarı Bekir Azgın’dı ve basitçe şu soruyu sordu: “Hangi Mozart?” (Glyn Hughes, Cyprus Weekly, 16 Nisan 1993)
***
Yeni Düzen yazarı ve Aktüel dergisi muhabiri ve de K.T.Barış Derneği’nin sürekli başkanı Zeki Erkut, PKK’nın Güney Kıbrıs’ta olduğu iddiasıyla, saptadığı evde röportaj yapmak üzere Güney’e geçiş iznini Rum kesiminden alamayınca, gazetedeki köşesinden şu tehdidi savurdu: “Bu iddialar yer etsin, görürsün sen o zaman başına yağacak bombaları.” (30 Nisan 1993) Barış Derneği’nin savaşçı başkanı’nın ele geçirdiği bilgiler, bir süre sonra bu tür konuların uzmanı olan gazetede manşet oldu: “İşte PKK’nın adresi: Doiranis Sok. No. 6” (Kıbrıs, 14 Mayıs 1993)
“Mehmet Uluhan: Bana göre “Kıbrıs Türk Resmi” diye bir kavramın oluşabilmesi için daha zamana gereksinim var. Bana göre, henüz 30 yıllık bir geçmişi olan resim serüvenimizden, geleneği oluşmadığından, söz edebilmek biraz erken... Bu dönemi ve yaşanan 30 yıllık süreci, sanat tarihi değerlendirip yerli yerine koyacak.” (Kıbrıs, 1 Temmuz 1993)
“Ressam Eınin Çizenel’in HP Gallery’deki sergisi, bende, ...önemli etkiler yarattı; beynime oklar saplandı... Böylesine etkiler yayan sergiler çok azdır ve aynı duyguyu Aşık Mene’nin sergisinde de duymuştum... Her fırça darbesi bir figür değerinde...Soyutlama, kendini Emin Çizenel’e dayatmıştır diyorum. Başka türlüsü de olamazdı. (Bütün bu değerlendirmeler, kişisel görüşüm olarak, Aşık Mene için de geçerli.) Bu bir resim eleştirmeninin yazısı değil, bir duyumsama olayının söze dökülmesi yalnızca. Sergiden, içimde bir uğultuyla ayrıldım... Belki bu son satırlar “edebiyat parçalamak”tır. Ama ne yapayım öyle birşeylerdi işte. Emin Çizenel’in sergisi hiç kaçırılmaması gereken bir olay ...” (Fikret Demirağ, Kıbrıs, 31 Mayıs 1993)
Hem övgü düzeceksin, hem de konudan gücenebilecek dostunu yağlayacaksın ve dahası “edebiyat parçalandığının bilincinde olup, okuyucuyu ahmak yerine koyacaksın. Pes doğrusu!... Daha, bitmedi:
“Bizim İkinci Yeniciliğimiz (F. Demirağ, M. Kansu, K. Çanca, Z. Ali) bir tür karşı-şiirdi. Neye karşı? Artık iyice manzumeleşen, şovenizmin emrine giren “resmi şiir”e ve düşmanlık histerisine karşı. Bunun yeterince anlaşılabildiğini söyleyemem. (Aydınlık, 4 Haziran 1993)
Yaşanmış gerçekliği solculaştıktan sonra yeniden anlatmaya çalışırsan, tabii ki o günleri yaşayanlarca anlaşılamazsın. Belki Aydınlık’ı kandırabilirsin! Ve aynı şairin belli bir ruh hali içinde, söyleşi yaptığı öteki şairlere yönelttiği aynı soru şöyleydi: “Kıbrıslı bir şairin Kıbrıs’ta ve bu koşullarda yaşıyor olmasının avantaj ve dezavantajları üstüne neler söyleyebilirsin?” (Kıbrıs,11,18 Haziran, 3, 4 Ağustos 1993)
***
“Her şey bir bencillik rüzgarıyla geçiyor ve “acıklı bir şiir” bırakıyor geride... Bir “kelaynak” daha ölüyor, sonra biri daha (cenazelerine çiçek gönderilmemesi rica olunur!) Son şiirler de kirli bir uğultuyla çarpıp dönüyor hâlâ direnen Şairler Burcu’ına...” (Fikret Demirağ, Hüznün Müziğiyle Dans -bir uzun şiirden bölümler- Kıbrıs, 14 Temmuz 1993) Kıbrıs Türk şiirinde bencilliğiyle bilinen, “nesli tükenmekte olan” bir şairimizin dayanan yüreğinin ‘sesidir. Duyula...
***

            “Kıbrıs Rumlarının yontuculuk tarihini, gelenek ve birikimini ayrıntılarıyla bilemiyoruz, (en azından bu satırların yazarı bilmiyor), ama...Yakın zamanlara (40-50 yıl öncesine) kadar Kıbrıslı Türkler arasında yontuculuk olayı pek görülmüyor. Ya da biz bilmiyoruz. Son 40-50 yıllık dönem içinde ortaya çıkanlar arasında... Adlarını şu anda anımsayamadıklarımız -varsa- bizi bağışlasın.” (29 Temmuz 1993 tarihli Kıbrıs’ın Kültür-Sanat sayfasında çıkan “Pygmalion’dan bugüne...” başlıklı imzasız yazıdan).
A Fikret Bey, madem ki konuyu bilmiyorsun, niye kalem oynatıyorsun? diye sormazlar mı sana?
***
“Bizim Ada- iki aylık kültürel dergi, Sayı: 1, Temmuz 1993, Dizgi: İstanbul. Baskı: Lefkoşa, Sahibi ve Yayın Yönetmeni: Hakkı Yücel” Derginin yazı işleri sorumlusu Asım Akansoy, sunuş yazısında şöyle diyor:
“Şimdilik, iki aylık periyodu ile yayın hayatına başlayan “Bizim Ada”, yurtdışında, özellikle Türkiye’de yaşayan Kıbrıslıların buluşabilecekleri önemli bir nokta olabilme amacıyla çalışmalarına başladı.”
“Bizim Ada”, hiçbir şabloncu yaklaşıma soyunmadan, özgürce ve demokratik yönelimlerle yoluna devam edip, önemli bir boşluğu doldurma görevini başarıyla yerine getirebilecektir” denmiş olmasına rağmen, “Onursal Akdeniz”in (?) hazırladığı Bulmaca’nın Soldan sağa 1 ve 13 numaralı sorularında hangi şablona yakın olduğunu ele veriyor.
Bu “hariçten gazel’in sesinin gür olması ve soluğunun kesilmemesini dileriz. Yoksa barutu bir atımlık mıydı? “Kuşatılmışlık, tutsaklık, tek başınalık ve bitmeyen hasret” duygularıyla bizleri cennet ve cehennem’de hasretle mi gözleyecekler yine!
***
“Çok eskiyi temsil eden, zamana uymayan, varlığıyla geçmişte kalan insanların olumsuzluklarını nitelemek için onlara “dinazor” deniyor. 21. yüzyıla adım atarken Türkiye’de de Kıbrıs’ta da sevimsiz korkutucu zamane dinazorlarının eskiyi korumak için yeniyle savaşımına sık sık tanık oluyoruz.” (Fatma Azgın, Yeni Düzen, 9 Ağustos 1993)
Stalincilikten Liberalizme kayanların, Marksistlerin demode olduklarını öne sürmeleri hastalığı anlaşılan ‘‘ana”dan “yavru”ya da bulaşmış...
***
“M. Kansu’dan çeviri şiir -Yaşlı Chang, üç yıl hastalıktan sonra öldü / Bir gecede yitip gitti, yaşlı Wu / Çelik sertliğinde, benim bedenim de / Kapıya yaslandım, bakarak yeşil tepeye. Lu Yu 1125-1209).” (Kıbrıs, 21 Eylül 1993) ve Fikret Demirağ, sayfasında çeviri çölüne kaktüsler armağan etmeyi sürdürüyor...
***
Hakkı Yücel: “Her şey bir yana 74 kuşağından çıkan M. Yaşın, N. Yaşın gibi iki şair bugün şiirleri ile oldukça önemli yerlere gelmişlerdir.”(Kıbrıs, 15 Eylül 1993)
Aynı kuşaktan çıkan H. Yücel bana sorsa derim ki, N. Yaşın, ABD Büyükelçiliğinin açılış töreninde “milliyeti belirsiz çocuk doğurarak, milliyetçiliği boynuzlamak”la övünüyor. M. Yasın da “Türk Bankası Kültür Sanat Dergisi’nde (Sayı: 13, s. 36) Ali’yi kandırıp/ çocuğun oracığı’nı ş’apıyor!”
***
Şair Neriman Cahit’in “Metafor” adlı şiirinden mısralar: “Eğilme yüzüme / Asrın cinne­tine tııtuldum / Bütiin AİDS’lilerin spermleri avuçlarımda” (Ortam, 7 Ekim 1993)
                                                                       ***
Şair Tamer Öncül’ün “Arka bahçe” adlı şiirinden mısralar: “Hançer barut ve / prezervatif kokan sokaklarda / o ihtiyar cumbalı evin arka penceresinden geceyle oynaşan limon / ağacı” (Kıbrıs, 18 Ekim 1993)
***
“Alternatif Yazın” dergisinin ses vermeye başlaması üzerine, kalemi eline alıp, “Öner Kemal” adıyla “Neriman’ın Sanat Savfası”nda “Toplumcu Gerçekçilik Üstüne” döktüren muhterem, bakınız neler diyor:
“Dünyayı tanımaya, kavramaya başladığım 1960 sonrası yıllar, doğal olarak toplumcu dünya görüşüne bağlanmaya olanak veren dopdolu yıllardı... Siyasetten çok sanata ilgi duyan biri olarak ben toplumun daha “iyi”ye evrilmısi için sanatçılara da büyük “görev”ler düştüğü inancındayım...İlk elde, sanatın özel işlevi olması gerektiğine şimdi daha bir uzak duruyorum... Ancak bugün gelinen nokta şudur: Sanatçı topluma hizmet verdiği ölçüde değil, kendi sanatına saygı duyduğu ölçüde özgürdür. Bu özgürlük onu toplumsallık dışı yaratıma da götürebilir... Eksik kalmaması için şunu da eklemeliyim: Toplumculuk politikacıların işidir. Sanatçının işi, “sanat” yapmaktır.” (Ortam, 5 Ağustos 1993)
İşte Özgür, toplumsallık dışı bir “sanat” örneği: “Kimim ben artık? (bütün ölü ozanlara) “Hayal bir martı” gibi... Ömrüm uzun süren bir intihar eylemiydi, uzun ve acılı... Size sesimin küllerini bırakıyorum... Belki “hayal bir Ada Martısı’yım... -Hüzünle git “ŞİİRADAM”! diyorum kendime! Hüzünle kalın!” (Fikret Demirağ, Kıbrıs, 6 Eylül 1993)
 Demirağ “Güle güle değil, hüzünle” diyerek “sanat” yaparken, bir başka şairimiz Feriha Altıok da “Neriman’ın Sanat Sayfası’nda “Artık sözle şiir yazmayacağım” diyerek, “nereden nereye” geliyor:
“Canım hüzün çekiyor. Yapayalnız bir mekanda üzerime hüzün yağsın istiyorum. Bardaktan boşalırcasına değil ama ince ince yumuşacık... Ben treni kaçırmazdan önce bir arkadaşla (O, bir arkadaştı bunu biliyorum) işte onunla intihar biçimlerini konuşup, kendimize intihar seçiyorduk.” (Ortam, 18 Kasım 1993)
Toplumuna yaşama sevincini değil de, hüznü, intiharı aşılayanları teşhir ettiğimiz zaman da, bakınız o kesimin savunucularından biri nasıl yanıt vermeye çalışıyor:
“Oysa toplumumuzda özellikle şimdilerde bazı kişiler köksüz ağaçlar gibi yüzeysel yaklaşımlarıyla yöneldikleri şair ve yazarlara saldırıyor ama ne yazık ki yıkmak istediklerinin yerine de daha güzellerini koyamıyorlar. Oysa önemli olan, dünün hatta bugünün üretimini eleştirerek irdelemek, anlayarak sahiplenmek ve o noktadan yola çıkmaktır.” (Neriman Cahit, Pygmalion, Sayı:3,1993)
Günlük koşuşturma”sı içinde yazılanları okuma fırsatını bulamayan Neriman Hanım’ın nesine sahip çıkalım? İşte yazdıkları:
“Bir orospu gibi yağmalatıyoruz benliğimizi / kendi felaket fermanımızı kendimiz yazıyoruz / Yaşamımızın video filmlerine/ihanetleri işliyoruz... / piç kimliklerimiz sırıtıyor şeceremizde / İsa’dan buyana / yeni fahişeler doğuruyoruz / kimliksiz sevişmelerimize...” (Pygmalion, Sayı:3, 1993)
Neriman Cahit’in bir başka yazısından: “Elimde iki tane dergi var. Sonbaharla birlikte açan iki kardelen gibi. Türk Bankası Kültür-Sanat Dergisi ve Pygmalion.” (Ortam, 11 Kasım 1993)”
Alternatif Yazın’ı eline bile almamış herhalde. Yoksa bu dergi ısırgan otu, ya da kaktüs mü? Değinmelerimizi, yine onun bir önerisini aynen aktararak bitirmek istiyoruz:
“Dünyanın değiştirilmesine inanmak, bu noktadan hareket etmek gerek. Kitlelerden soyutlanarak kendi kulelerinde üretmek üzerinde düşünmek gerek.” (Ortam, 18 Kasım 1993)


(Alternatif Yazın dergisi, Ocak-Şubat 1994, Sayı:5)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder