12 Şubat 2016 Cuma

KONUMUZ ÇOCUK SAĞLIĞI (Söyleşi)


Hazırlayan: Sevgül Uludağ

Sağlık Köşemizin bu haftaki konuğu çocuk doktoru Dr. Ahmet Cavit. Ahmet Cavit sorularımızı yanıtlarken, özellikle reçe­tesiz ilaç satışından çocuk­ların ne tür bir zarara uğradığı üzerinde duruyor.

SORU: Sayın Ahmet Cavit bize ülkemizde çocuk has­talıklarının durumu hak­kında bilgi verir misiniz?
AHMET CAVİT: Gerçi ge­nel olarak sağlıklı olarak nitelendirebileceğimiz bir toplum yapısına sahibiz, ama yine de ülkemizde bel­li bazı çocuk hastalıkları görülmektedir. Bunların başında ishaller, üst solunum yolu enfeksiyonları gelir ki, bunlar bademcik iltihabı, farenjit dediğimiz en sık görülen hastalıklar. Üçüncü grup, özellikle Kıbrıs açısından önem kazanan Akdeniz anemisi denen talassemiya, dördün­cü grup kalp dahil bazı doğumsal anomaliler, bozukluklar. Gerçi bunların görünme sıklığı azdır, ama yine de saymak gerek. Bronşit-astma, çok sık ol­mamakla beraber, görülen diğer hastalıklardandır ve bir de diyabet.

SORU: Örneğin ishaller nerden kaynaklanıyor, su­lardan mı?
AHMET CAVİT: İshaller yenen besinlerdeki bakteri veya virüslerin sonucu olarak olabildiği gibi sık yenen besinlerin bünye tarafından kabul edilmemesi nedeniyle de olabilir, bileşimi o anki barsak durumuna uymayabilir.

SORU: İshaller çok yaygın mı?
AHMET CAVİT: Yaygınlığı hakkında birşey diyemeyeceğim, çünkü hastalar, ilk ishalde küçük bebekken doktora gelir, belli bir tedavi şeklini öğrenir, on­dan sonra ishal hallerinde kendi evde tedavi yaptığı için doktor tarafından ta­kibi biraz güç olur. Bazen bu uzun sürer, 2-3 gün sonra “çocuğuma bu per­hizi yapıyorum, bu ilacı veriyorum, geçmedi” di­yerek bize gelebilir. Bazen geç olur, su kaybı olur, hastaneye sevketmek gerekir, bazen de bizim öne­receğimiz şekilde tedavi ile 3 günde kapanabilir.

SORU: Bademcik iltihap­ları nerden kaynaklanır?
AHMET CAVİT: Genellik­le bakterilerin yolaçtığı durumlardır. Özellikle çocuğun ilk yaşlarında sıklıkla görülebilir, hatta bademciklerin bazen aşırı büyümesine bağlı, boğaz bademcikleri de büyüyüp adenoid dediğimiz bir du­ruma yolaçabilir ki, bazı hallerde bu adenoidlerin, yutak ve boğaz badem­ciklerinin alınması gereke­bilir. Bir diğer sorunlu durum, ailelerin reçetesiz ilaç alıp, direk eczaneden ilaç alıp, bu tür boğaz-bademcik enfeksiyonlarını doktor kontrolü olmadan, kendi başlarına tedavi et­meleridir. Bunun toplumu­za getirdiği en büyük so­run, belli bazı antibiyo­tik ve sülfanamit grubu dediğimiz ilaçlara karşı direnç oluşmasıdır.

SORU: Bağışıklık diyor­sunuz...
AHMET CAVİT: Evet, ki son zamanlarda yapılan boğaz kültürlerinin çoğunda, özellikle ailelerin  su gibi septrin, baktrim tipi ilaçlara karşı büyük direnç oluştuğu görülmektedir. Ampisilin de toplumda uzun süre kullanılmış bir ilaç olduğundan, ampisiline karşı direnç söz konusudur. Şimdi yeni kullanılan bazı antibiyotikler hassas ol­masına rağmen, zaman içinde onlara da belli bazı bakteri tiplerinde direnç görülmektedir. Bu da toplumumuzda genelde bak­teri florasına karşı müca­dele açısından çok olum­suz bir durumdur. Bu nedenle özellikle antibiyo­tiklerin reçetesiz olarak eczacılar tarafından satıl­ması ve doktor kontrolü olmadan kullanılması, bir an önce önlenmesi gereken sosyal ve tıbbi bir konudur.

SORU: Bu bağışıklık, di­renç olduğu zaman ne olu­yor?
AHMET CAVİT: O hasta­lık için düşünülen antibi­yotik verilmiş olmasına rağmen, 2-3 gün içinde ne ateş düşüyor, ne de söz konusu bölgede iltihapta bir gerileme görülüyor.
Çocuğun ateşi sürüp gidi­yor ve istenen iyileşme, ilk 3-5 gün içinde sağlanamı­yor. Bir de, tabii antibi­yotiklerin belli bir süre kullanılması zorunludur, en az 5 gün. Bazı aileler eczacıdan aldıkları antibi­yotiği 2-3 gün veriyorlar, sonra çocuğun ateşi düş­müştür deyip antibiyotiği kesiyorlar Bu nedenle za­man içinde belli bazı di­rençli bakteri tipleri üreyip, yeniden hastalığa yol açabiliyorlar.

SORU: Başka çocuk has­talıkları konusunda neler söylemek istersiniz?
AHMET CAVİT: Tabii ilk sorun talassemiyadır, toplumumuzda her ne ka­dar da bu konuda bir kuruluş varsa da, -Talassemiyalıları Koruma Derneği- sanırım yeterince bilimsel bir araştırma yapılmış değildir, gerçek yaygınlık oranı ve önlemler konusunda... Güney Kıbrıs’ta bu çok daha güçlü biçimde araştırılmıştır, oradan aldığımız istatistiklere göre, Kıbrıs nüfusu içinde %16 taşıyıcılık sözkonusudur. Bu da şu anlama geliyor: Her 150 doğumdan biri talassemiyalı doğabilir. Onlarda 1974’den bu yana test zorunlu hale getirilmiştir, bizde de 1980’de olmuştur. Böyle olmasına rağmen, halen Rum top­lumunda 600 kadar kişi talassemiyalıdır ve bizdeyse 200’ün üzerinde bir ra­kam var.

SORU: Çocuk ölümleri konusunda ne söyleyeceksiniz?
AHMET CAVİT: Bir top­lumda ana ve çocuk ölüm oranı, o toplumun kalkın­mışlığını gösterir. Bizde ne yazık ki, bu konuda sağlıklı istatistikler bulun­mamaktadır. Yani bilimsel olarak ifade edildiğinde, her bir canlı doğumda, kaç bebek 1 yaşına gele­ne dek ölür, bebek ölüm oranı bunu ifade eder. Kıbrıs’ta 1945’lerde bu oran binde 80 idi. 50’lere gelindiğinde binde 63 ve 1960’ta, binde 40 idi. Bu oran Rum toplumunda 1986’da binde 12’ye ka­dar düşürülebilmiştir. Türk toplumuyla ilgili olarak elimde farklı bilgi­ler var. Örneğin Sağlık Bakanı Dr. Erbilen, 1985 Ekim’inde televizyon­da yaptığı bir konuşmada bu oranın binde 16 oldu­ğunu kaydetmiştir. Fakat Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Ayten Berkalp ise, bunun 11 olduğunu iddia etmiştir. Arada binde 5’lik bir fark olmasına rağmen, düşük sayılabilir.

SORU: Bu çocukların çok sağlıklı yetiştiğini mi gös­teriyor?
AHMET CAVİT: Bu bizde çocukların tam teşekküllü kliniklerde, özel veya devlet kliniklerinde çocu­ğunu gösterir. Gelişmekte olan ülkelerin büyük bir kısmında ya ebe doğumu olur, bundan ötürü bu ülkelerde anne veya çocuk, doğum anında ölebilir veya belli bazı temel çocuk hastalıklarına karşı ilk yaşta aşılama olmadığı için, çocuklar bilinen temel çocuk hastalıklarından, di­yelim ki kızamık, difteri, tetanoz, boğmaca, çocuk felci gibi hastalıklardan aşılanmadıkları için öle­bilirler. Bizde tüberküloz vakaları fazla yaygın olma­dığı için tüberküloz aşısı, doğumdan hemen sonra yapılmamaktadır. Ancak son dönemlerde, örneğin 1984 yılında 55 yeni tü­berküloz vakaları olmuştur Bu nedenle toplumda yeni tüberküloz taramalarıyla tüberküloz vakalarının art­ması halinde, bu vakaların anında tesbit edilip teda­visine gidilmesi veya aşının zorunlu hale geti­rilmesi düşünülebilir, ama sanırım şimdiki aşamada bunun zorunlu olmaması lazım.

SORU: Devlet ve özel sek­tör doktorları açısından çocukların muayene oranı nedir?
AHMET CAVİT: Örneğin devlet tarafından 1983’te bir yıl içinde 20,901 ço­cuk muayene edildi, 84’te ise 12,973 çocuk... Bu acaba çocukların daha az hastalandığına mı işaret eder, yoksa özel sektöre doğru bir kayış mı var­dır? Bunu bilemeyiz, çün­kü devlet sağlık istatistiklerimizde ne yazık ki özel sektörle ilgili hiçbir bilgi verilmemektedir. Hekim sayısı itibarıyla da orda, sağlıklı bilgi sözkonusu de­ğildir. Yine Sağlık Raporu’nda, sağlık müfettişle­rinin halkı aydınlatmak amacıyla 1,538 okul ziya­reti, 876 konferans, 928 halk kitle konferansından bahsedilmektedir. Bu kadar yüksek rakamlar gerçek midir? Şüpheyle karşılarım.

SORU: Çocuk doktorla­rının oranı nedir?
AHMET CAVİT: Devlet’te 10, dışarda 17 çocuk doktoru çalışmaktadır.

SORU: Bu sayı yeterli mi­dir?
AHMET CAVİT: Tabii yetersizdir. Her ne kadar da doktor enflasyonu var de­niyorsa da, bugün uz­manlık dallarında bile alt uzmanlık dalları söz­konusu olduğundan, ye­terli değildir. Örneğin çocukların sırf çocuk kalbi, sırf çocuk böbreği, sırf çocuk allerjileri konu­sunda alt-uzmanlaşma söz konusudur. Ne yazık ki ülkemizde, devlette böyle bir politika yok, bilakis onlar uzman hekimlerin fazla olduğunu ve pratis­yen hekim açığı olduğu iddiasındadırlar. Bu bana göre, kesinlikle yanlıştır, çünkü biz, toplum sağlığı açısından gelişmekte olan ülkelerle değil, Avrupa’yla kıyaslana­cak ve onların ortalama değerlerini alacak du­rumdayız ki pratisyen he­kimden çok, uzman heki­me ihtiyacımız vardır.

SORU: Reçetesiz ilaç satışı konusunda başka neler söyleyeceksiniz?
AHMET CAVİT: Örneğin güneyde bu durum çok sıkı tutulmuştur, reçe­tesiz antibiyotik satılan bir İngiliz turistte meyda­na gelen bir allerji nede­niyle, eczacı güneyde mahkemeye verilmiş ve 75 Kıbrıs Lirası ceza ödemiş, ayrıca 19 Kıbrıs Lirası da mahkeme masrafı ödemiştir. Bizim toplumda ne yazık ki bu, sözkonusu değil. Reçetesiz ilaçlar, antibiyotikler, uyuşturu­cular, rahatlıkla alınıp satılmaktadır, hatta belli bazı ilaçlar süper marketlerde bile eczacı kontrolü dışında satılmaktadır.

SORU: Niçin böyle olu­yor? İnsanlar neden dok­tor yerine eczacıya gidi­yor?
AHMET CAVİT: Birincisi, rahatlıkla eczacıdan reçe­tesiz ilacı alabildiği için doktoru devreden çıkartıp, “Zaten daha önce bana bu ilacı vermişti” diyerek, gi­dip aynı ilaçları alıyor. İkincisi, vizite ücretlerinin her ne kadar da Kıbrıs’ta Türkiye’dekine kıyasla dü­şük olmasına rağmen, -Türkiye’de bir vizite 5 bin, bizde hâlâ daha 3-4 bindir- doktor vizitesinden kurtulmak için direk gidip ecza­cıdan alıyor. Toplumun büyük bir kesimi sosyal sigortalı olmasına rağmen, ne yazık ki Sosyal Sigor­talar, özellikle çalışan kesime, sağlıklı bir sağlık hizmeti veremiyor. Eldeki istatistiklere göre, Sosyal Sigortalar ku­rumu, çalışanlardan, sağhk primi olarak yılda 800 milyon lira toplamakta ve bunun ancak 175 milyonunu sağlık amacıyla  har­camaktadır ki geriye kalan para atıl vaziyette durmak­tadır. Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nin Sosyal Sigortalar kurumuna bir önerisi olmuştur: Sosyal si­gortalar hastalarının özel çalışan hekimler tarafın­dan da muayene edilip, devlete ödenen tedavi ücreti kadar aynı miktarın serbest çalışan hekimlere ödenmesi doğrultusunda.. Ne yazık ki bu önerimiz şimdiye kadar yanıtlanma­mıştır.

SORU: Bu parayla sizce ne yapılabilir?
AHMET CAVİT: İlk aşa­mada,  bana göre sağlık hizmetlerinin sosyalleşti­rilmesi düşünülebilir. Bu yapılmayacaksa, ilk aşama­da. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun en azından kendi poliklinik veya hastanesini kurarak, sosyal sigortalı hastalara, istihdam edeceği, doktorlar aracılığıyla direk bir hizmet sunması akla gelebilir. Böyle bir kuruluş oluşturulacak olursa, bu da devlet hastanesini ilerde uzmanlaşmaya götürebilir ve daha ağır vakaların daha uzman ellerde tedavisi sağlanabilir.


(Yeni Düzen gazetesi, 20 Ocak 1987)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder