22 Mart 2016 Salı

HASTANE DÖKÜLÜYOR (MUŞ) !


22 Mart 1996 tarihli KIBRIS Gazetesi’nin manşetin­de okuduğumuz ve Tıp-İş Başkanı Dr. Erol Şeherlioğlu’nun verdiği bilgi ve belgelere göre, Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nin durumu içler acısıy­mış, devlet para vermiyor, personel ve tıbbi araç açığı had safhada, cihazlar sürekli arızalı, çalışan huzursuz ve kalite düşükmüş. Önce KIBRIS Gazetesi’ne teşekkür ederiz. Bu konuda gereken önemi verip, üzerine gittiği için. Daha sonra Tıp-İş Başkanı’na, bir meslektaşı ola­rak sormak istiyoruz: “Daha önceleri neredeydiniz?”
İlginçtir, ne zaman bu ülkenin Sağlık Bakanlığı, yıl­lardır yılan hikâyesi gibi uzayıp giden sağlıksız sağlık sistemimize bir düzenleme getirme çabasıyla harekete geçse, bu sistemsizliğin sorumlularından biri olan kamu görevlisi hekimler ve onların sendikası kazan kaldırır, grev yapar, ortalığı birbirine katar. Bu eylemlerinde “bir yer”lerden de destek bulmaları ayrı bir konu. Zaten sis­temsizliği ilke kabul edenlerin, düzene girmesi olanak­sız gibi.
Tıp-İş’in gerçekleştirdiği üç büyük grevin geçmişine baktığımız zaman, hepsinin öncesinde de Sağlık Bakan­lığı’nın yeni bir düzenleme getirme çabası içinde oldu­ğunu görürüz. Bunların dışında, hastanenin eksiklikle­rinin giderilmesi ve sağlık sisteminin çağdaş bir düzeye ulaştırılması için herhangi bir grev yapıldığını ne duy­duk, ne de basında bu konuda şikâyetleri içeren mek­tupların yayımlandığına tanık olduk! Sorun hep çıkar­lara halel gelmemesinden kaynaklanıyor.
            1976’da sağlık hizmetlerinde “tam gün” çalışma yasa­sı yürürlüğe girip, 1960’lardan kalan hem içerde, hem dışarda usulsüzlüğüne son vermek istendiğinde yine greve gidilmişti. Daha sonra dışarıda klinik çalıştırıl­madığına ilişkin gazete ilânları ardından, %40 ek tahsisat alma başlatılmıştı. Yasalara aykırı olarak yine dev­lette 9-12 arası çalışıp, geriye kalan zamanı kendi özel kliniklerinde geçirmeye başlayan kamu görevlisi he­kimlere karşı, haklarını aramak isteyen sadece özel ke­simde çalışan meslektaşlarımız, Serbest Çalışan He­kimler Birliği’ni 1978’de oluşturarak, önlemler alınma­sını talep ettiler. Ama Sağlık Bakanlığı’na söz dinletemediler.
1984’de yeniden örgütlenen Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nin Başkanı olan Dr. Erbilen, tesadü­fen Sağlık Bakanı olup, yasaları uygulamak isteyince, bu defa 1986 yılı sonundaki Tıp-İş’in 9 günlük grevi sahnelendi, yine kazan kaldırıldı. Hastanelerdeki düzensizlikler yine gazetelerde politika yapma, çıkarları sürdürme aracı olarak kullanıldı.
            SHB’nin kurulduğu günden beri savunmakta olduğu "Sosyal Sigortalı hastaların özel kesimden de hizmet alabilmesi” ilkesini ha­yata geçirmeye çalışan zamanın UBP hükümeti, geri adım atmak zorunda bırakıldı. Yeni bir sağlık yasasının çıkarılacağına ilişkin protokoller imzalanmış olmasına karşın, hiçbir şey somutlaşamadı.
1993 yılının ilk ayla­rında, bu kez de Dr. Hasipoğlu’nun UBP Sağlık Bakanı olması ile ilerletilmeye çalışılan sigortalıların özel kesimden de hizmet alabilmesi ilkesi, karşısında yine TIP-İŞ’in grev eylemlerini buldu. Bu defa da hastane­lerde çalışan ve düşük ücret alan sağlık personelinin durumu ön plana çıkartılmış ve esas mesele örtbas edil­meye çalışılmıştı (Bak. 16/3/1993 tarihli Kıbrıs’taki ya­zımız). O günlerde hastanelerin içler acısı durumuyla il­gili olarak gazetelere belge verme, ya da hastanelerin döküldüğünden söz etme yoktu. Zaten esas istenen, si­gortalı hastaların sadece özel kesimdeki hekimlerde de­ğil, meslektaşlarımızın yasadışı özel kliniklerinde de muayene edilebilmesinin sağlanmasıydı!
Bunun üzeri­ne “bir taktik” olarak ilk aşamada eczanelerden yararlanma başlatıldı. Ama serbest çalışan hekimlerin mağ­dur durumları yine devam etti. Günlerce bir hasta bile göremeyen serbest çalışan hekimlerin bir kısmı ülkeyi terkederken, bir kısmı da başka iş alanlarına kaymaya başladı. Vergi Dairelerinde kazanmadıkları gelirin ver­gisini ve sosyal sigorta primini ödemeye zorlandılar. Hem de 10 yıllık tıp eğitiminden sonra geçimlerini yete­rince sağlayamayıp, herhangi bir gelecek güvencesi al­tında olmadan. Öte yandan ise bir yolunu bulup kapağı devlete atmış olan kamu hekimleri, hem devletten % 40 ek tahsisath maaş almayı açık kliniklerine rağmen sür­dürdüler, hem de devlet hastanesinin olanaklarını ken­di özel hastalan için tepe tepe kullanmayı sürdürdüler. Serbest çalışan meslektaşlarının bir kısmının sefaleti pahasına, dökülen sağlık sisteminden paylanna düşeni kopardılar. Hastanelerdeki rezilliklerle ilgili ne bir de­meç verdiler, ne de grev yaptılar.
Şimdi ise CTP’li Sağlık Bakanı Avukat H. Celâl, so­runları yaratan ve sürdüren aynı arı kovanına elini so­karak, sağlık sistemimize yasal bir düzenleme getirme çabası içinde görünüyor. Yeni yasaların çıkıp çıkamaya­cağı bizce yine tartışmalıdır. Ama en azından klinik şef­lerine gönderdiği mektuplarda, onlardan dışarıdaki özel kliniklerini kapatmalarını istemiş bulunuyor. Bu du­rum karşısında, sıranın kendilerine de gelebileceğinden endişelenen diğer kamu görevlisi hekimler, TIP-İŞ ara­cılığıyla, yıllardır akıllarına gelmeyen ve bu konuda ne kamuoyu oluşturmuş, ne de grev yapmış olanlar “cesur açıklamalar”da bulunarak, bakanlığı kendi silahıyla vurma oyununa yatmış görünüyor.
            “Şifa bulmak için geldiği hastanede uzun kuyruklar­da beklerken daha çok hasta olan vatandaşlar, bazen de bakınacağı doktoru bulamıyor, ya da sıra kartlarının tü­kenmesinden dolayı muayene olmadan boynu bükük evinin yolunu tutuyor”muş! Ya da ”Hasta olunca da kendi imkanları ile özel kliniklerin kapısını çalıyor”muş!
Serbest çalışan hekimlerin kliniklerinde göre­medikleri bu hastalar, sakın TIP-İŞ üyesi kamu hekim­lerin dışarıdaki özel kliniklerinde para karşılığında mu­ayene ve tedavi görüyor olmasınlar. Çünkü biz sadece serbest çalışan hekimler olarak bu hastaları kendi kli­niklerimizde göremiyoruz. Deyim yerinde ise sinek avlı­yoruz!
Evet, sistemin aksaklıklarından sadece kamu görevli­si hekimler sorumlu değildir. Dürüst olarak çalışmakta olan kamu görevlisi hekimleri de bu eleştirilerin dışın­da tutmak istiyorum. Tabii ki yılların ihmali ile henüz kadrolaşamamış olan ve bilimsel yöntemlerle uzun va­deli planlar yapamayan Sağlık Bakanlığı, en başta gelen sorumludur. Ama biraz daha gerçekçi olalım ve çuvaldı­zı önce hekimler olarak kendimize batıralım! Şeffaf ola­lım, ama her zaman ve her konuda. Sadece kendi nasırımıza bastıkları zaman değil!

(“Dr. Ahmet Cavit” imzasıyla, Kıbrıs gazetesi, 31 Mart 1996)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder