19 Nisan 2016 Salı

1948 MADEN GREVİNİN 68.YILDÖNÜMÜ


1948 yılında, 13 Ocak’tan 16 Mayıs’a kadar 125 gün süren Kıbrıslı maden işçilerinin şanlı grevinin 68. yıldönümünü anmak üzere burada toplanmış bulunuyoruz. Grev ile ilgili ayrıntılara geçmezden önce, o yıllarda Kıbrıslı emekçilerin örgüt yapısına kısaca bakmakta yarar var.
Ada halkının oluşturan iki ana etnik-ulusal topluma mensup emekçiler, 1942 yılına kadar ortak çiftçi ve işçi kuruluşlarında örgütlenmişlerdi. Kıbrıslı Türk çiftçiler, Kıbrıslı Rumların adayı Yunanistan’a bağlama (enosis) talepleri yüzünden, 30 Nisan 1943’de ortak örgüt Tüm Çiftçilerin Kıbrıs Birliği (PEK)’ten kopup, Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği’ni oluşturdular. Kıbrıslı Türk işçiler de, 13 Ağustos 1944’de işçi sınıfının ortak örgütü olan Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu (PEO)’dan ayrılarak, 1 Ağustos 1945’de Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu çatısı altında birleştiler.
Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu’na üye olan Lefke Madenciler Birliği ile PEO üyesi Maden İşçileri Sendikası’na bağlı maden işçileri, 1945 yılı sonunda Lefke’de bulunan Amerikan sermayeli Kıbrıs Maden Şirketi (CMC)’nin işyerlerinde çalışan maden işçilerinin taleplerini görüşmek üzere toplandılar. Lefke’deki Çoronik’in kahvesinde yapılan bu toplantıya Türk işçiler adına İrfan Süleyman ve Yusuf Mustafa katılırken, Rum işçileri PEO’ya bağlı Maden İşçileri Sendikası’nın Genel Sekreteri Pandelis Varnava, Avraam Hristu ve Hristos Morfitis temsil etmekteydi.
Lefke Türk Madenciler Birliği, maden işçilerinin taleplerini PEO’ya bağlı olan Maden İşçileri Sendikası temsilcileri ile görüşmeyi kabul etmek için, önce, adanın Yunanistan’a bağlanması talebinin gündeme getirilmeyeceğine ilişkin bir bildiri yayımlaması şart koştu. Bunun kabul edilmemesi üzerine toplantı ertelendi ve maden işçilerinin talepleri tartışılamadı.
Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu adına Hasan Şaşmaz,  PEO Genel Sekreteri Andreas Ziartidis’e gönderdiği bir mektupta, iki toplumun birbirinin ulusal duygularına ve kuruluşlarına saygı gösterilmesi koşuluyla, ekonomik alanda ve grev girişimlerinde işbirliği yapabileceklerini duyurdu. PEO, önce bu mektubu yanıtlamaktan kaçındı. Ama üç ay sonra, Ziartides tarafından verilen resmi yanıtta, Türk İşçi Birlikleri ile işbirliği yapmaya hazır oldukları bildirildi. 

MADEN İŞÇİLERİNİN ORTAK 1 MAYIS KUTLAMASI
Maden işçileri, 1947 yılında ortak bir toplantı yaparak, Lefke-Mavrovuni (Karadağ)-Ksero (Gemikonağı) yöresinde 1 Mayıs’ta işi, bir günlüğüne boykot ederek, birlikte kutlama yapmayı kararlaştırdılar. Şirket yönetimi bu haberi öğrenince, işyerlerine dağıttığı bildirilerde, 1 Mayıs’ta ocaklara yeterli sayıda işçi inmemesi durumunda, işyerlerini üç günlüğüne kapatacağını duyurdu.
Türk ve Rum maden işçilerinden oluşan ortak komite, yaptığı değerlendirmede, oybirliği ile alınan karardan geri dönülmeyeceğini ve 1 Mayıs’ın bütün işçiler tarafından gün boyunca kutlanacağını açıkladı. Nitekim 1 Mayıs 1947 günü, tek bir maden işçisi bile madenlere inmedi.
            Gerçekleştirilen kutlama toplantıları ve geçit törenleri görülmeye değer ve duygulandırıcıydı. Lefke-Karadağ yöresindeki maden ocaklarında 700’e yakın Kıbrıslı Türk işçi çalıştığından, buradaki toplantılarda Kıbrıslı Türklerin katılımı daha da belirgindi. 2,000’e yakın işçinin gerçekleştirdiği bu ortak eylem, çok önemliydi. Çünkü Kıbrıs işçi hareketinde etnik-ulusal temele göre ayrılmış olan sendikaların, ilk kez ortaklaşa düzenledikleri bu gösterilere, işçilerin eşleri ve çocukları da katılmıştı. Kutlama yürüyüşü, Gemikonağı’ndan başlayıp, Lefke’deki maden işçilerinin mahallesinden geçerek, Karadağ’daki sendika binaları önünde sonlandırıldı. Yürüyüş sonunda ise, kaza yöneticisine verilmek üzere, işçilerin taleplerini içeren bir bildiri onaylandı.    
            İşçi sınıfının uluslararası dayanışma günü olan 1 Mayıs 1947’de, maden işçilerinin  işbaşı yapmaması üzerine, Kıbrıs Maden Şirketi’nin Genel Müdürü Hendricks, tehditlerini gerçekleştirdi ve işyerlerini üç gün süreyle kapattı. Sendikanın olayı protesto etmesine rağmen lokavt, 5 Mayıs’a kadar sürdü. Maden ocaklarının açılmasından sonra da ilişkiler gerginliğini korudu. Ama bu eylem, maden işçilerinin daha da bilinçlenmesine, sendikalarına daha fazla sahip çıkmalarına ve hem kendilerinin, hem de ailelerinin birbirlerine daha fazla kenetlenmelerine yol açtı. Bu olayları izleyen 1948’deki büyük grev, bu tespiti doğrulayacaktı. 

İŞÇİLERİN  TALEPLERİ
            Kıbrıs Maden Şirketi’ne ait Lefke-Karadağ madeninde çalışan 2,000’e yakın işçi, 16 Aralık 1947 günü bağlı oldukları sendikalar aracılığıyla işverenden 23 maddede toplanan bazı taleplerde bulundular. Bu taleplerin bazıları şunlardı: Örgütlenme hakkı, daha az çalışma saati, daha yüksek yevmiye, daha fazla mesai ücreti, tatil günlerinin 5’i ödenekli olmak üzere 7’den 13 güne çıkartılması, işçi sınıflamasında değişikliğe yol açacak bir ücret artışı.
İş sözleşmesinde daha liberal ölçülerin kullanılmasını da isteyen madencilerin bu taleplerini değerlendiren işveren temsilcisi Harvery, bu talepleri reddetti. Onun görüşüne göre, son ücret ayarlamasından bu yana  hayat pahalılığında hiçbir değişiklik olmamıştı ve bu talepler, işçi maliyetlerini yüzde 25 oranında artıracaktı.
            Hem işveren, hem de işçi tarafı görüşlerinde diretiyor ve değişiklik yapmıyordu. Madenlerde çalışan 700 kadar Türk işçisinin örgütlü olduğu Lefke Madenciler Birliği’nin üyesi olduğu Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu adına Genel Sekreter Aziz Tuncay ile Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu (PEO) adına Genel Sekreter Andreas Ziartidis tarafından Lefkoşa’da 8 Ocak 1948 günü imzalanan işbirliği protokolu sayesinde, iki işçi federasyonu arasında temas ve işbirliği kolaylaştırıldı. Madenlerde, limanlarda, ulaşım, tekstil ve ayakkabı alanlarında, fırınlarda, inşaatlarda, hükümet ve askeri işyerlerinde ve diğer iş kollarında ortak grevler ve başka eylemler düzenlenmesine olanak sağlandı.

GREV BAŞLIYOR
            Maden işçilerinin ortaklaşa düzenledikleri toplantılardan sonra, 11 Ocak 1948 günü oybirliği ile grev kararı alındı. İlk aşamada 5 günlük bir grev, 13 Ocak 1948’de başlatıldı. Sağcı Rum İşçi Sendikaları Konfederasyonu (SEK), bu greve katılmama kararı aldı.  
 CMC Genel Müdürü Hendricks, Kıbrıs Türk sendikalarının Rum solcu sendikaları ile greve katılmasını kınadı. Öte yandan bazı Türk sendikaları aracılığı ile sürdürülen ve Türk maden işçilerinin, Rum sınıf kardeşlerine karşı kullanılması ve taleplerden  vazgeçilmesi çabaları ise bir sonuç vermedi.
            5 günlük grev, AKEL’in desteklediği Lefkoşa’daki PEO Genel Merkezi ile danışmalardan sonra, yerel sendikalar tarafından uzatıldı. Bunun üzerine CMC Genel Müdürü, çalışmak isteyen işçilerin başvurması halinde, madenin açılacağını duyuran 10 bin tane el ilanı dağıttırdı. Ama işçilerin birliği, bu oyunu boşa çıkarttı. Sendika tarafından yapılan ve hükümetin anlaşmazlığa müdahale etmesini isteyen çağrı reddedildi.

KIBRIS TÜRKLERİ DE GREVİ DESTEKLİYOR.
            Grevcilerle, ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için Kıbrıslı Rum ve Türklerin büyük bir çoğunluğu her hafta gönüllü olarak para ve yiyecek yardımı yapıyordu.
Grevcileri desteklemek için düzenlenen çeşitli toplantı, miting ve konferanslara, örgüt olarak Dr. Fazıl Küçük’ün Kıbrıs Türk Milli Partisi ile Halkın Sesi ve Hürsöz gazeteleri katılmıştı.
4 Şubat 1948 günü Lefkoşa’da düzenlenen konferansı yöneten divanda Tabelacı Cahit, Türk İşçi Birlikleri’nin temsilcisi olarak yer almış, Dr. Küçük de konuşmacı olarak katılmıştı. Rum konuşmacılar arasında PEO Genel Sekreteri Andreas Ziartidis ile maden işçilerinin lideri Pandelis Varnava  vardı.
        Dr. Küçük, Lefke’de düzenlenen iki karma toplantıda grevci işçileri destekleyen  konuşmalar yaparken, Türk işçilere “müstakbel liderimiz”  diye takdim edilen Rauf Denktaş da desteğini belirtmişti.

GENEL GREVLE DESTEK
            Şirket, işçi gözcüleri ile enerji santralı çalışanlarının 3 Şubat 1948’de greve katılmaları üzerine, yerli ve yabancı uyruklu, maaşlı personelini bu görevlere getirdi.
PEO Genel Merkezi, 9 Şubat günü maden grevi ile dayanışmayı yükseltmek ve grev fonunu güçlendirmek için, ada çapında 24 saatlik bir genel grev düzenledi.
            Kurun adlı haftalık Türkçe gazetenin 14 Şubat 1948 tarihli nüshasında, Kıbrıs Maden Şirketi Başkanı’nın grevle ilgili olarak yaptığı açıklamada, maden şirketi savunulurken, 13 Ocak ile 7 Şubat arasındaki grev nedeniyle işçilerin gelirinin 25 bin liradan fazla azaldığı ve her grev haftasının 7 bin liralık bir kayba yol açtığı belirtilmekteydi.            
          3 Mart 1948 günü Karadağ mahallesinde ve Gemikonağı iskelesinde grev yapan Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk işçiler, polisle çatıştılar. 8 ağır yaralı arasında, dört Türk maden işçisi de vardı. (Lefke Kato Horyo’dan Şakir İzzet, Lefke’den Mehmet Palaz ve İzzet Ali Hacı İzzet, Androliku’dan Ahmet Necati)
Kıbrıslı Rum ve Türk madencilerin eşleri ile çocukları da düzenledikleri çeşitli gösterilerle, bu mücadeleye destek verdiler. Grev sırasında maden ocakları bölgesinde yer alan yerleşim birimlerinde Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk grevcilerin yanısıra, eşleri ve çocuklarının da katıldığı onlarca miting düzenlendi. 
Aynı mücadelede, aralarında Kıbrıslı Türk olarak 17 grevci ve 15 de grevci eşinin bulunduğu toplam 76 grevci ve grevci eşi, sömürge mahkemelerinde iki yıla kadar varan hapis cezalarına çarptırıldılar. Çok sayıda kişi de çeşitli para cezalarına çarptırıldı. Bunlar arasında 4 Kıbrıslı Türk kadın da vardı.
         4 Mart 1948 günü Karadağ ve Gemikonağı’nda yapılan gösterilerde konuşan Türk sendika lideri Hasan Şaşmaz, grevin kırılması  için polis gücünün kullanılmasını eleştirerek, Kıbrıslı Türklerin İngiliz sömürge hükümetine olan bütün güvenini yitirdiklerini söyledi.

GREV KIRICILIĞINA KARŞI SINIFSAL BİRLİK
            8 Mart 1948 günü Gemikonağı’ndaki iş yerine çalışmak için giden bazı grev kırıcılar, hem Türk, hem de Rumlardan oluşan kararlı grevci işçilerle karşılaşmış ve yuhalanıp taşlanmışlardı. CMC tarafından toplanan grev kırıcı işçilerin çoğunluğu, sağcı Kıbrıs Rum Sendika Federasyonu (SEK) ile sağcı Milliyetçi Parti (KEK)’in desteklediği Girneli Rumlar, Maronitler ve Ağırdağ’dan bazı Kıbrıslı Türklerdi.
         Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerin ortak grev süresince dayanışmalarını sınıf kardeşliği temelinde güçlendirmiş olmalarıdır. Gerek milliyet, gerekse din farklılığına dayalı önyargılar yenilmiş ve örnek bir eylem birliği oluşturulmuştu.
16 Mart 1948 günü Lefkoşa’da  grevi desteklemek amacıyla düzenlenen ikinci basın toplantısına, belediyeler ile siyasi parti ve mesleki kuruluşların temsilcileri katılmıştı. Seçilen ortak delegasyonda bir Türk (Halkın Sesi gazetesinden Hakkı Süha) ile iki Rum yer alıyordu.

KİLİSENİN ARABULUCULUK GİRİŞİMİ
            CMC maden şirketindeki grevi kırma çalışmalarını sürdüren şirket genel müdürü Hendricks, Mart ayı ortasında Kıbrıs Rum Ortodoks  Kilisesi Başpiskoposu II. Makarios  ile görüşerek, bir uzlaşma arayışına girdi. Başpiskopos (sonradan Kıbrıs Cumhurbaşkanı olacak olan III. Makarios’tan önce görev yapan kişi) şirketin, hükümetin hazırlamakta olduğu yeni hayat pahalılığı indeksine uygun makul bir ücret artışı vermesi halinde, işçilere işbaşı yapması için çağrıda bulunacağını söyledi. Hendricks’in öneriyi kabul etmesi üzerine Başpiskopos II. Makarios, işçilere hitaben bir bildiri yayımlayarak greve son vermelerini istedi. Maden İşçileri Sendikası çağrıya tepki gösterdi.
            Öte yandan bir kısım işçinin işbaşı yaptığı görüldü. Nisan ayı başında yeraltında 74, yer üstünde 313 işçinin çalıştığı ve normalde çıkartılan bir günlük madenin yarısına yakınının (haftada 750 ton demir cevheri) çıkartıldığı kaydedilmektedir.

SONA DOĞRU
       1 Mayıs 1948’de, bir yanda grevci işçiler kutlamalarını yaparken, öte yanda da maden işçilerinin temsilcileri ile CMC yönetimi arasındaki görüşmelere devam edildi.    
Başlangıçta grevi desteklemiş olmasına rağmen, daha sonra CMC için çalışan ve işçileri grev kışkırtıcılığına teşvik eden Kıbrıs Türk ileri gelenlerinden biri de Lefke Belediye Başkanı Fadıl Nekipzade idi. Ama Türk İşçi Birlikleri, liderlikte görülen ve gittikçe artan zayıflıklarına rağmen, grevi sonuna kadar desteklemiş ve üyelerinin taleplerini dile getirerek, onların Rum sınıf kardeşleriyle gittikçe ideolojik temele kayan güç birliğini, grevin bittiği 16 Mayıs 1948 tarihine kadar sürdürdü. Türk işçi lideri Hasan Şaşmaz ile Lefke Türk Maden İşçileri Sendikası Sekreteri Mehmet Halil Kahraman son toplantıda söz alan konuşmacılar arasında idi.
            Bazı Türk işçi liderlerinin kararsız bir tutum içinde olmalarının nedeni, CMC’nin bu kişiler üzerindeki etkisi, İngiliz sömürge yönetiminin milliyetçi önyargıları körüklemesi ve diğer etkenlerdi. Buna rağmen Rum işçi kardeşleri ile olan sınıfsal dayanışma Türk işçiler arasında üstün gelmişti.
          8 Mayıs’ta Gemikonağı’nda grevci işçiler ile polis eşliğindeki grev kırıcılar arasındaki şiddet olaylarında 6 maden işçisi yaralandı. Bunun üzerine şirket müdürü Hendricks, grevin siyasi amaçlı olduğunu ve hem sendikanın, hem de AKEL’in “CMC şirketinin prestij ve parlak geleceğini tehlikeye atmak istediği”ni öne sürdü. Şirket müdürüne göre, bu bir haçlı seferi idi ve Kıbrıs’taki sol unsurlar hiç bir denetime tabi olmadan zaferden zafere koşmaktaydı. (1941’de kurulan AKEL’in 1943’de iki, 1946’da da beş şehrin hepsinde belediye başkanlıklarını kazanmış olduğunu hatırlatalım.) Amerikalılara ait CMC şirketinin İngiliz Genel Müdürü Hendricks, “komünistlere karşı konmazsa, gelecekte artık önlerine geçilemeyeceği” uyarısında bulunuyordu.

GREV KALDIRILIYOR
            Grevi sürdüren işçi komiteleri ile yapılan uzun toplantılardan bir sonuç çıkmaması üzerine, giderek daha fazla sayıda işçi işbaşı yapmış ve sonunda sendika grevi kaldırmak zorunda kalmıştı. 125 gün süren ve 17 Mayıs 1948 günü resmen sona eren grevle, işçilerin öne sürdüğü 23 talepten sadece bir tanesi tam olarak yerine getirilmişti. Fazla mesai bir buçuk saatle sınırlandırılıyordu. Yeni hayat pahalılığı indeksine göre ayarlanacak olan ücret artışına ilişkin söz tutulmuş, ama işçi ve ailesi için gerekebilecek hastane bakımı fonuna ayda 8 şilinlik bir kesinti yapılmıştı. Oysa bu hizmet, daha önce parasız olarak yapılıyordu. İstenen ek tatil günlerinden, sadece biri kabul edilmişti. Şirketin verdiği tek taviz bunlardı.
            Grev öncesinde madende çalışan işçilerin yüzde 90 kadarı yeniden işe alındı. Sendikal faaliyette bulunan veya şiddet olaylarına karıştıkları öne sürülen diğer işçiler ise, işe geri alınmadı. Yaz aylarında işe girmeyi başaran bu işçilerden 12’si Karadağ’da, 8’i Gemikonağı’ndaki iş yerlerinden yeniden uzaklaştırıldılar. Grev sonrasında grev kırıcı ve işveren yardakçısı olan bazı işçilere 20 bin dolar karşılığı para yardımı yapıldığı, grev hakkında bilgi veren David Lavender’in  “The Story of Cyprus Mines Corporation” (California,1962, s.299) adlı kitabında kaydedilmiştir.
            Dikkatiniz için teşekkür ederim.


MADEN İŞÇİLERİ MARŞI
Söz: Tabelacı Cahit

Maden işçileri
Dönmezler geri
Sert adımlarla
Koşar ileri
            Yılmaz mücadeleden işçiler
            Korkmaz toptan tüfekten işçiler
            Kalpleri iman dolu bekçiler
            Getirir fakir halka büyük zaferi
Türk-Rum madenciler
Mert fakir erler
Bir hak yolunda
Birleşmiştiler
            Dağlar taşlar boyandı kızıla
            Kan ile destanları yazıla
            Dağlar taşlar boyandı kızıla
            Hakkın yolunda can feda ola

Uluslararası bir işçi marşına (Bandiera rosa) yazılan Türkçe sözlerle o günlerde okunan bu marş, 1948 maden grevinin geliştirdiği sınıf bilincini yansıtmaktadır.    

(“Sol ve Kıbrıs Sorunu” adlı Komite tarafından, 18 Nisan 2016 akşamı, Lefkoşa’daki Dayanışma Evi’nde düzenlenen “Ortak Mücadeleler: 1948 Büyük Madenci Grevi” konulu toplantıda yaptığım konuşma.)




14 Nisan 2016 Perşembe

ÖZAL’IN ZİYARETİ İÇTE DE TEPKİLERE YOL AÇTI

           
Önceki hafta TC Başbakanı Turgut Özal’ın Kuzey Kıbrıs’a yapacağı ziyaretle ilgili dış tepkileri sizlere aktarmıştık. Bilindiği gibi Özal’ın kendisi gelmeden onun öngördüğü “ekonomik önlemler paketi” gelmişti. Pakette neler olduğunu ve bu pakete koalisyon ortağı TKP’nin nasıl yaklaştığını, Başbakan Eroğlu’nun Özal’a mektubuyla “Kuzey Kıbrıs’ta 1976’dan beri hükümetin yolsuzlukla ele geçirildiğinin açığa çıktığını geçen sayımızda duyurmuştuk.

REUTER’İN HABERİ
            İngiliz Reuter haber ajansı, Özal’ın ziyaretinden önce yayımladığı bir haberde, ziyaret sırasında Kuzey Kıbrıs’taki Türk yönetiminin uluslararası düzeyde tanınması doğrultusunda herhangi bir özel çaba göstermeyeceğini, ama anlaşıldığı kadarıyla, adadaki iki toplum dünya tarafından eşit olarak görülmediği takdirde, bir anlaşma sağlanabilmesinin mümkün olmadığı mesajını ulaştıracağını haber verdi. Ajansa göre, Kıbrıs Türk yönetimi yetkilileri, Özal’ın Türk yönetimiyle bir savunma anlaşması imzalayacağı şeklinde Kıbrıs Rum kesiminde çıkan iddialar ise, kesin olarak reddediliyordu.

ÖZEL’A GÖRE ZİYARET NEDENİ
            22 Haziran günü akşamı İstanbul’da Topkapı Mecidiye Köşkünde basın mensupları ile çeşitli konularda sohbet eden TC Başbakanı Turgut Özal, basına yansıyan demecinde Kuzey Kıbrıs’a yapacağı ziyaretle ilgili olarak şöyle diyordu:
“Kıbrıs’ı daha sağlam, ekonomikman daha güçlü hale getirmek için oraya gidiyorum. Yanımda da en kaymak tabakadan işadamlarını götürüyorum. Onlara, haydi burada yatırım yapın, diyeceğim.”

12 YIL ÖNCEKİ VAADLER DE AYNI
            Oysa Türkiyeli Sanayiciler ve İşadamları Derneği Başkanı, daha 4 Ağustos 1974’de Anadolu Ajansı’na verdiği bir demeçte, Kıbrıs’ta kendi kendine yetecek bir ekonomik hayat ve canlılık yaratacaklarına ilişkin vaadler vermiş, girişecekleri yatırımların tüm adayı kapsayacağını, Kıbrıs’ın Türkiye için her yönden avantaj sağlayabileceğini öne sürmüştü! Dernek Başkanı Feyyaz Berker şöyle diyordu: “İhracat ve ithalat kapılarının açılması yanında, turizm ve hatta maden araştırmaları yönünden bile Kıbrıs iyi bir kaynak olacaktır.”
Aradan 12 yıl geçmiş olmasına rağmen, vaadler gerçekleşemedi.

KOTAK’IN DEĞERLENDİRMESİ
            24 Haziran günkü Kıbrıs Postası gazetesinde “Özal ve en kaymak iş adamları geliyorlar” başlıklı başyazısında Özal’ın demecine değinen, eski Ticaret ve Sanayi Bakanlarından İsmet Kotak, şu görüşleri dile getiriyordu:
            “Bugüne kadar her Başbakan, Kıbrıs’la ilgili her Bakan, her teknisyen aynı sözleri söyledi, ama birçoğu olaya eğilirken, nedense Kıbrıs’ı daha fazla sıkıştırmak gereğini duydular. Türkiye-Kıbrıs ilişkilerini zorlaştırdılar, sermaye akımını ters çevirdiler, yatırımları engellediler. Ölmeyecek kadar parasal yardım ve kredi vermeyi yeğlediler.
Gelelim “en kaymak iş adamlarına”. Bu kaymak iş adamları birçok kez Kıbrıs’a geldiler. Birçoğu Kıbrıs’ta var olan fabrikaların ürünlerinin Türkiye’ye gümrüksüz girmesini yıllarca engellediler. Sıfır gümrük onayı çıkınca da kotalarla, listelerle oynamak üzere hayli bürokratla işbirliği yaptılar.
... Kıbrıs’ta yatırım yapmak isteyen kişi ve firmalar ise, Ankara’da Maliye Bakanı veya öteki Bakanları karşılarında buldular. Kıbrıs’a sermaye transferine olanak bulmadılar veya çok kısıtlı izinle karşılaştılar. Azimli olanlar, zorunlu olarak yasadışı yolu yeğleyip, parayı çantaya koyup gelmek durumunda kaldılar.
Kıbrıs’ta ihaleye çıkmak yerine, KKTC’nin önemli projeleri Türkiye’de ihaleye çıkarıldı. Türkiye’de bu ihaleyi kazanan firma sermaye getirmeden, Kıbrıs’taki banka kaynaklarını gelip kullandı.

AĞALAR VE İNSAN SATIŞLARI
            Ya işçi sömürüsü? Türkiye’den Almanya’ya, Libya’ya ve diğer ülkelere gidemeyenleri derleyen, toparlayan açıkgözler, getirip KKTC’de pazarlamaktadırlar. Bu insan satışı hâlâ sürmektedir. Kıbrıs’ta yerleşen ve “ağalığa” soyunan kişiler, Türkiye’ye gidip, birçok kişinin ulaşım bedelini ödeyip, Kıbrıs’a getirmekte, sonra da onları buldukları işlerde pazarlamakta, sırtlarından para vurmaktadırlar. Niçin? Çünkü getirilenler, KKTC yasalarına aykırı olarak asgari ücretin altında, sosyal sigortasız ve İhtiyat Sandığı Yasasına aykırı olarak, İzin Yasalarına uyulmadan çalışmayı kabul etmektedirler...”

VİLÂYET KONUMU
            İsmet Kotak, 25 Haziran günkü başyazısında da “Özal ve KKTC İlişkileri”ni işlemeye devam ederek, şunları yazmıştır:
“İki devlet söz konusu değilse, o zaman vilâyet konumuna göre kararlar alınır, adımlar buna göre atılır. Her iki konum da gündemde tutulduğu için bugüne kadar ciddi adımlar atılamamıştır.”

YAĞCILARA TEPKİ
            26 Haziran günkü Ortam gazetesindeki sütununda “Yağ Çekmek” başlıklı bir yazı yayımlayan Kemal Aktunç, hem BRT’yi, hem de UBP’nin yayın organı Birlik gazetesini şöyle eleştiriyordu:
“Ama görüyoruz ki, BRT’sinden bazı yazarlara kadar yağ çekmeler şimdiden başladı bile... Birlik gazetesinin Başyazarı, Sayın Özal’ı “bir ekonomik deha” olarak ilan etmiş.”
            30 Haziran günkü Kıbrıs Postası’nda Şener Levent de aynı çevrelere tepkisini şu cümlelerle dile getiriyordu:
“Topluma ekonomik hamle olarak yutturulmak isteniyor Özal’ın gelişi. Propaganda robotları böyle yayıyorlar ortalığa. Sanki Özal’ın zam demek olduğunu ve Türkiye’yi iki bin yılının eşiğinde hangi ilkel ve teslimiyetçi politika ile yönettiğini bilmiyor kimse.”
            Ne olacak adaya gelip gittikten sonra Özal? Daha katmerli zamlar, daha çok açlık, daha büyük ekonomik sıkıntılar ve daha çok işsizlik. Zaten son yapılan okkalı zamlar bu işin neye varacağını gösteriyor.”

ANA MUHALEFET PARTİSİ UYANIYOR, BAKIŞ AÇISI DEĞİŞİYOR
            19 Haziran günü Anadolu Ajansına yazılı bir demeç veren CTP Genel Başkanı Özker Özgür, “Sayın Özal’ın ziyareti, Kıbrıs sorununun içinde bulunduğu koşullarda Kıbrıs Türklerine moral (oysa Yeni Düzen gazetesinin dizgisinde bu kelime “normal” olarak çıkıyor ve düzeltilmiyordu) bir destek olarak nitelendirilmeli” demişken, 30 Haziran tarihli Yeni Düzen’de bu değerlendirmesini değiştirmek ihtiyacını duyuyordu:
            “Soru: Sayın Özgür, Özal’ın gelişi ile ilgili basına yansıyan demecinizde konuya bir “iade-i ziyaret” olarak bakmıştınız. Oysa hafta sonu basında Özal’ın bir paketle geleceği, hatta paketin KKTC Bakanlar Kurulu’nda uzun uzadıya tartışıldığı yazıldı. Basında yayınlanan haberlerden sonra Özal’ın ziyaretine bakış açınızda bir değişme söz konusu mudur?
            Yanıt: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, derler. Sayın Özal’ın bize moral destek sağlamak için değil, kendi benimsediği modeli benimsetmek için geleceği açıklık kazanmaktadır sanırım.”

DEV-İŞ’İN DOĞRU NİTELEMESİ
            Demek ki emekçi halkın kitle partisinin Genel Başkanı ateş yanarken, ateşin farkına varamamış, ancak ateş sönünce ortaya çıkan dumandan uyanmıştı. Dev-İş Genel Başkanı ve CTP milletvekili Hasan Sarıca’nın görüşünü de, ancak 2 Temmuz günkü Yeni Düzen’den öğrenebiliyorduk. Sarıca, bir gün önce yayımladığı basın açıklamasında, BRT’nin sansürüne takılan demecini geniş olarak Yeni Düzen’den okuma olanağını elde etmişiz. Hem de Özker Özgür’ün Anadolu Ajansı’na verdiği demecin eleştirisi şeklinde. Parti Genel Başkanının “moral bir destek olarak nitelendirilmeli” görüşüne karşı, Dev-İş Genel Başkanı ve CTP milletvekili Sarıca şöyle diyordu:
“Dev-İş, Sayın Özal’ın Kıbrıs Türk toplumunun moraline olumlu yönde fazla bir şey katabileceğine inanmıyor.”

SENDİKALAR, BAŞBAKANA MUHTIRA VERİYOR
            CTP yöneticileri “moral destek mi, değil mi” tartışmasını yaparken, aynı günkü gazetelerde ve bu arada Yeni Düzen’de, Türk-Sen’in Özal’ın ekonomik önlemler paketini eleştiren bir muhtırayı hükümete verdiği haberi çıkıyordu. KTAMS-KTÖS ortak bir bildiri yayımlarken, Yön-Sen, Kamu-Sen, Yurtsever Kadınlar Birliği, tepkilerini dile getiriyorlardı. 3 Temmuz günkü gazetelerde de, aralarında Dev-İş’in de bulunduğu 11 sendikanın Başbakan Eroğlu’na bir ortak muhtıra verdiği duyuruluyordu.

TKP’NİN TAVRI
              28 Haziran günkü Ortam gazetesi, Ankara’da TC ve KKTC teknik heyetlerinin hazırladığı ekonomik paketin, hükümet ortağı TKP tarafından benimsenmediğini yazdı. Gazeteye göre, TKP’nin yetkili kurulları iki gün önce, 26 Haziran Perşembe günü 10 saatlık maraton bir toplantıda, getirilen paketi değerlendirmiş ve hükümete sunulmak üzere alternatif bir paket hazırlamıştı. Gerek Türkiye’den gelen, gerekse TKP’nin önerdiği paket, 27 Haziran günü Bakanlar Kurulunda görüşülmüştü. Aynı gün Kıbrıs Postası gazetesinin manşeti şöyleydi:
“Ankara’ya giden heyet döndü, uygulama başladı.

ANKARA KARARLARI İLE BİR BALYOZ DAHA İNİYOR.
Paketi açıklıyoruz: Kredi faizleri yüzde elli, para basımı yok, personel rejimi gündemde, KİT’ler satışta, TC-KKTC arasında para akımı serbest, primlendirmeye elveda, emlak vergileri astronomik şekilde arttırılıyor.”

TKP’Lİ BAKANLAR PAKETİ DESTEKLİYOR
            29 Haziran tarihli Kıbrıs Postası, “ekmek ve süt dünden itibaren zamlı olarak satılmaya başlandı” haberini verirken, bir gün önce açıkladığı pakete koalisyon ortağı TKP’nin karşı çıktığını ve karşı öneriler sunacağını duyuruyordu. Haber şöyle sona eriyordu:
“Ancak TKP’nin karşı çıkışının parti bünyesinde olduğu ve kabinede herhangi bir karşı koymanın söz konusu olmadığı belirtildi.”

ANA MUHALEFET PARTİSİ OLAYLARI GERİDEN İZLİYOR
            Ülkenin ekonomik geleceğine ilişkin kararlar peşpeşe tartışılıp, sütun yazarları görüş belirtip, kamuoyu oluştururken, emekçi halkın kitle partisi olduğunu iddia eden CTP’nin günlük siyasi gazetesi Yeni Düzen de, Gabriel Garcia Marquez’in “Bir Kayıp Denizci” adlı hikâyesini, her gün iki resimle birlikte yarım sayfa olarak yayımlamayı sürdürüyordu. Parti Genel Sekreteri, İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi’nin mini oturumunda KKTC’yi eşi ile birlikte temsil edip, ardından Ege ve Akdeniz’de “mavi yolculuk”a çıkarken, Yeni Düzen gazetesinin Genel Yönetmeni de Londra’da “Türk Kıbrıs’ın İngiliz Dostları” derneğinin muhafazakâr milletvekilleri ile kadeh tokuşturuyordu.

YİNE KOTAK UYARIYOR
            30 Haziran günkü Kıbrıs Postası’nda Başyazar İsmet Kotak, “Sağcı bir ekonomik politika” başlıklı yazısında okuyucularına şöyle sesleniyordu:
“Sosyal Devlet kuralının Anayasada oluşuna bakmayan bir hükümetle karşı karşıyayız... Ortada fol yok, yumurta yokken, zam üstüne zam yapılması, enflasyonist politikayı benimseyen Türkiye’deki iktidarın dümen suyundan gidilmesi ve bunun marifet olduğunun ilan edilmesi, BRT’de özel olarak tutulan şak-şakçıların uzun uzun konuşturulmaları acı bir tablo oluşturmaktadır. Sanki zamdan memnun olan bir halk var da, “zam, zam” diye istemde bulunmakta, alkış koparmaktadır.
            Kim kimi aldatıyor acaba? Önce yıllar yılı bu ekonominin ortasına edenler, şimdi, birilerinin gelip KKTC ekonomisini kurtaracağını ilan edebilmektedirler. Kimin kimi eleştirdiği, kimin kimi yere vurduğu karambole getirilmektedir.
          ... Güneye küfredenler, hor görenler, orada enflasyonun yüzde 1’lere doğru geri saydığını görmezlikten gelmenin dokuz kez kılıfını arayıp bulmaktadırlar. Ama orada yatırım ve üretim var. Bu da onların marifeti değil mi? Kuzeyde fabrika kapayan politika, Güneyde fabrika açan, yenilerini üretime katan bir politika.
... Hedef, enflasyonla yaşamaya alıştırmaktır. “Türkiye böyle istedi” masalına inanma. Burada Meclis varsa, burada Hükümet varsa, tüm sorumluluk bunlarındır. Türkiye, bugünkü iktidar demek değildir. Her yanlış olan politikayı kabul etmek zorunluluğu yoktur. Yanlışı kabul edenler, bunun sorumluluğunu taşırlar.
Önce sandıklarda oyun, arkasından Ocaklar, Dernekler ve onların ardından zamcı, enflasyoncu, halkın sırtından ödün verdiren balyoz politikası. Gideceğimiz köyün minareleri göründü. Acaba KKTC için demokrasinin de lüks olduğu ne zaman söylenecek?”
Kurt politikacı İsmet Kotak, Türkiye’de 24 Ocak kararlarının, ancak 12 Eylül rejimi ile uygulanabildiğini bildiğinden bu uyarıları yapma ihtiyacını duyuyor ve yazıyordu.

KTAMS-KTÖS BİLDİRİSİ
           1 Temmuz 1986 günü, yani TC Başbakanı Özal ile beraberindeki heyetin Kuzey Kıbrıs’a gelmesinden bir gün önce, KTAMS ile KTÖS adındaki iki büyük sendikal örgüt, ortak bir basın açıklaması yayımlayarak, şu görüşleri kamuoyuna duyuruyorlardı:
            “Türkiye burjuvazisine Kuzey Kıbrıs’ı peşkeş çekmek ve ekonomik sömürü yöntemleriyle ANAP-UBP ilişkileri çerçevesinde dünyada mahkûm edilmiş Friedmancı bir modeli halkımıza dayatmak, KKTC-TC ilişkilerini de uzun vadede zedeleyecektir.
            Türkiye’deki iktidarların istemleri doğrultusunda “Ankara karar verir, Lefkoşa uygular” felsefesi, artık terk edilmeli ve KKTC’nin ayrı ve onurlu bir kişiliği olduğu herkesten önce Türkiye’de iktidarlar tarafından kabul edilmelidir.”

TEPKİLER DOĞURAN ÖZAL, SONUNDA GELİYOR
            BRT’de TMT’nin çağrılısı olarak Kuzey Kıbrıs’a geleceği açıklanan, ama resmen KKTC Başkanı Rauf Denktaş’ın konuğu olarak gelen TC Başbakanı Özal, sonunda 2 Temmuz günü 12.30’da Geçitkale Devlet Havaalanına gelerek, kırmızı halılı resmi törenle karşılandı. Olay hem radyodan, hem de televizyondan naklen yayınlanıyordu.
            Kıbrıs Postası yazarı Şener Levent, ertesi gün izlenimlerini şöyle yazdı:
           “Televizyonu izliyorum. Protokol Geçitkale Havaalanına yığılmış. Az sonra TC Başbakanı Turgut Özal çıkacak uçaktan. Ekran spikeri teşekkürlerle dolu anonslar sunuyor sık sık dört dilde. Türkçe, Rumca, İngilizce ve Arapça. Devlet töreni ile karşılanmakta Özal. Haftalardır radyo ve televizyonda davullar ve zurnalar çalınıyor bunun için. Herşey yalnız konukseverliğimizin kanıtı olsa neyse. Dalkavukluk, ikiyüzlülük ve nankörlük tütüyor yerdeki mersin dalları bile.”

YOLLARDA SIKI DENETİM
            Turgut Özal’ın Geçitkale Havaalanından Lefkoşa’ya gelişinden çok önce başlatılan ve öğleden sonra 17.30’a kadar sürdürülen 8 saat içinde, tüm geliş yolları üzerinde olağanüstü önlemlerin alındığı, tüm yolların trafiğe kapatıldığı gözlemlendi. Birçok kişi yollarda mahsur kalıp, köy otobüsleri köylere gidemedi. Polislerin halka kaba hakaretler yağdırdığı basına yansıdı. Oysa televizyondan aktarılan “vatandaşın görüşü”ne göre, Özal’ın ziyareti bize bayram havası yaşatmıştı. İnşallah hayırlı-uğurlu olurdu. Konuşturulan kişilerin büyük çoğunluğunun da TC kökenli olduğu gözlerden kaçmadı.

ÖZAL’IN SÖZLERİ
         Geçitkale Havaalanında bir demeç veren Turgut Özal, “Arzumuz, Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik bakımdan güçlü ve sağlam bir bünyeye sahip kılınması, uluslararası rekabete dayanacak bir yapıya kavuşturulması ve sosyal adalet içinde üstün bir refah düzeyine eriştirilmesidir” şeklinde konuştu. Yoldaki köylerde konuşurken de, “Kıbrıs Türklerinin bu inancı, bu kuvveti, bu imanı devam ettiği sürece, önünde hiçbir engel tanımayacağını” söyledi. Lefkoşa’daki Saray Otel’in balkonundan konuşurken, daha da coşan TC Başbakanı, Kıbrıs Rum tarafına çatarak, “Biz onları Ege’de, biz onların soylarını İzmir’de ve biz onların soylarını Dumlupınar’da gördük” cümlesiyle şoven yaklaşımını bir kez daha sergiledi.

ÖZAL: KKTC İLELEBET PAYİDAR KALACAK
         “Buraya ayak bastığım andan itibaren kendimi Türkiye’nin bir ilinde, bir ilçesinde, bir köyünde hissettim. Hiçbir farkı yok” diyen Turgut Özal, TC ile KKTC’nin ilelebet payidar kalacağını ve KKTC’nin dünyanın sayılı ülkeleri arasında yerini alacağını söyledi.
Demek ki TC Başbakanı için de, Kıbrıs sorunu çözümlenmiş addedilebilirdi. Nitekim 14 Haziran günü Trabzon’daki ANAP il merkezinde konuşan TC Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu şu sözleri sarf etmemiş miydi:
“1974 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerçekleştirdiği Barış Harekâtı’nda her iki toplumun yerleşme yerleri belirlenmiştir. Her iki taraf da kendi kuralları ile yönetilmektedir. Bizim istediğimiz, mevcut olan bu durumun hukukileşmesidir.”

TOPRAK BÜTÜNLEŞMESİNDEN SONRA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME
            Özal’ın geldiği gün yerel basında çıkan Kuzey Kıbrıs Haber Ajansı’nın bir haberine göre, KKTC yetkilileri ziyaret sırasında herhangi bir önemli siyasal karar alınmasının beklendiğini, KKTC’nin kendi parasını basması gibi bir konunun da şimdilik kaydıyla görüşülmeyeceği, fakat Kuzey Kıbrıs’ın geleceği açısından çok önemli kararlar alınacağını ifade etmişlerdi. Kıbrıs Türk halkının “tam liberal ekonomik yapı”ya kavuşturulması gündemde olup, bu yapı KKTC’nin Türkiye ile ekonomik bütünleşmesini öngörüyordu.

RESMİ GÖRÜŞMELER BAŞLIYOR
            Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasındaki resmi görüşmeler 3 Temmuz günü saat 11’de Lefkoşa’daki Mücahitler Sitesi’nde başladı. TC Heyeti Başbakan Özal, Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Abdullah Tenekeci, Özal’ın bazı danışmanları ve bazı bakanların üst düzeydeki bürokratlarından oluşuyordu. KKTC heyetinde ise Cumhurbaşkanı Denktaş, Başbakan Eroğlu, Bakanlar ve bazı müsteşarlar vardı.

DENKTAŞ: NEREYİ BUDAYALIM?
            Görüşmeleri bir konuşmayla açan Denktaş, Özal’ın görüşleriyle fikirlerinden yararlanmak, görüş ve fikir teatisinde bulunmak için sabırsızlandıklarını belirtti. Denktaş, Kıbrıs Türklerinin 1963 olaylarından önce, liberal bir iktisadi rejim içinde yaşadığını, 1963 olaylarında Rum darbesinin ekonomiyi sıfırla çarpması üzerine, 1974’e kadar Türkiye’den alınan yardımlarla ayakta durulup, yaşayabildiğini söyledi. Türk halkının 1974’den sonra ele geçen olanakları kullanarak, kendi ekonomisini oluşturmaya çalıştığını ifade eden Cumhurbaşkanı, başlangıçta kapalı bir rejim modeli verildiğine, bu modelin esasları çerçevesinde yaşam sürdürüldüğüne değinerek, bunun Kıbrıs Türkünün bünyesine uymadığını, gittikçe bir yoklar rejimi ortaya koyduğunun görüldüğünü iddia etti. Sonuçta liberal bir rejim özleminin gittikçe büyüdüğünü ve Türkiye’de aynı şekilde bir değişikliğe gidilmesi üzerine, Kuzey Kıbrıs’ta da bundan yararlanmaya başlamakla beraber, tam bir rejimin yapılmadığını dile getiren Denktaş, Kuzey Kıbrıs’ın tam iktisadi yaklaşımıyla, yatırım önceliklerinin ne olması ve ne tür bir iktisadi budama gerektiğini sordu.

ÖZAL: YOKLUKLAR AZ BİRŞEY BULMAKTAN ÇOK DAHA KÖTÜDÜR
            Toplantıda söz alan Turgut Özal da, Türkiye’de uygulanmakta olan ekonomik modelin başarılı olduğunu iddia ederek, kemer sıkma politikasını övdü. “Yokluklar, az bir şey bulmaktan çok daha kötüdür” diyen Özal, ekonomik durumu daha iyi hale getirmek için fedakârlık yapılması gerektiği söyledi.
            KKTC’nin geleceği bakımından tavsiye ettiklerinin nedenlerini basın önünde açıklıkla anlatmaya gerekli gördüğünü belirten TC Başbakanı, var olan münakaşaların aslında liberal ekonomik sistem, sosyal demokrat sistem veya sosyalist ekonomik sistem münakaşası olmadığını, çünkü hayatta devlet veya milletlerin sıkıntılı devrelere girdikleri zaman, kendilerine en uygun olan hareket tarzını tespit etmek mecburiyetinde olduklarını gördüğünü söyledi. Başka çıkış yolu, alternatifi yok veya tek ise, onun yapılmasının zorunlu olduğunu belirten Özal, Türkiye örneğini vererek, orada tüm ithalatı serbest bıraktıklarını anlattı. Türk ekonomisini, Kuzey Kıbrıs ekonomisiyle mukayese etmediğini, kendilerinin yaptıklarının burada yapılmasını söylemediğini kaydeden Özal, yalnız bu kararlılığı göstermek gerektiğini söylemek istediğini belirtti. Özal konuşmasını şöyle tamamladı:
“Kıbrıs’ta ileride Rum tarafıyla bir anlaşma olması halinde, bu anlaşmada en önemli husus, kanaatimce Türk halkının iktisaden güçlenmesi olacaktır.”

DENKTAŞ’A GÖRE HÜKÜMET KRİZİ YOK
        3 Temmuz günü basın mensupları ile konuşurken, “Koalisyon hükümeti ortakları arasında bir anlaşmazlık bulunduğu haberleri doğru mu?” sorusunu yanıtlayan Rauf Denktaş, şöyle dedi:
“Ben hükümetin içinde değilim. Benim önümde yapılan toplantılarda gördüğüm kadarıyla koalisyon ortağının Bakan üyeleri, Sayın Özal’a verilen cevabi yazının hazırlanmasında nazım rol oynamışlar ve buna sahip çıkıyorlar. Kendileriyle parti organları arasında bir çelişki varsa, bu kendilerini ilgilendirir. Şimdilik hükümet krizi görülmüyor. Benim önümde yaptıkları konuşmalardan ben bu neticeyi aldım.”

ÖZAL’DAN RUM TARAFINA TEHDİT
            3 Temmuz akşamı Rauf Denktaş tarafından onuruna verilen yemekte konuşan TC Başbakanı Turgut Özal Türk tarafının Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki hedefinin, sorunun barış ve müzakereler yoluyla çözümlenmesi olduğunu, bu hedefin kesinlikle şaşmayacağını, Rum-Yunan tarafının ise uzlaşmaz tutumunu sürdürdüğünü, bu tutumda ısrar edip etmemesinin kendi bileceği iş olduğunu söyledi, “ancak  bu yanlış politikalarının kaçınılmaz sonucuna da katlanmasını bilmeleri gerekir” şeklinde konuştu.

BİR TEHDİT DE TKP’YE
            Aynı günkü Bakanlar Kurulu toplantısına katılan Özal ile beraberindeki heyet, alınacak mali ve ekonomik önlemleri gözden geçirdi. Özal’ın TKP yetkililerine “Siz bugün bu kararları alamayabilirsiniz, ama sizden sonra gelecek ve bu kararları alacak olanlar vardır” dediği ve UBP-YDP koalisyonunun ortaya çıkma olasılığına işaret ettiği basına yansıdı.

DOME OTEL’DEKİ BASIN TOPLANTISI
4 Temmuz günü Girne’deki Dome Otel’de bir basın toplantısı düzenleyen TC Başbakanı, KKTC’de uygulanmaya konması tasarlanan ekonomik planın Türkiye’de son bir kez daha gözden geçirildikten sonra, 10-15 gün içinde kesin şeklini alacağını açıkladı. Bir soru üzerine ayrı para basımı, Maraş’ın açılması ve askeri savunma işbirliği konularının esas itibarıyla konuşulmadığını söyleyen Özal, bu konuların ileride konuşulmayacağının anlaşılmaması gerektiğini vurguladı.

NAMAZ ÖNCESİ TAVSİYELERİ
            “Kıbrıs meselesinin çözümü, Kıbrıs’ın refahının artırılması bir ekonomik hadisedir. Bunun ideolojik alâkası yoktur. Bunu açık açık söyleyeyim. Ben bir ekonomistim. Kıbrıs’ın nasıl kalkınacağını iyi biliyorum” diye konuşan Turgut Özal, Mağusa’da öğle namazını kılmazdan önce de halka yaptığı konuşmada, şu tavsiyede bulundu:
“Birliğinizi beraberliğinizi bozmayın. Ayrılığı sakın düşünmeyin. Bir takım laflarla yanlış yerlere sizi bölmeye çalışanlara fırsat vermeyin. Bizim örneğimize dikkat edin.”

SON SÖZ: FEDAKÂRLIK LÂZIMDIR
            4 Temmuz günü saat 15’de Geçitkale Hava Alanı’nda uçakla ayrılmazdan önce bir demeç veren TC Başbakanı Özal şunları söyledi:
“Kıbrıs’a yaptığım ziyareti şu anda tamamlamış bulunuyorum. Kıbrıs’ta çok iyi günler geçirdim. Sayın Dektaş’a ve hükümetine teşekkür ederim. Kıbrıs’ta birlik ve beraberlik sağlanmış gözüküyor. Kıbrıs’ın gelişmesi hakkında atılacak adımlardan şüphem kalmamıştır. Fedakârlık lâzımdır.”

OKTAY EKŞİ, PLANIN AMAÇLARINI AÇIKLADI
            Önceki gün “Hürriyet” gazetesinde “Tecrübe konuşuyor” başlıklı bir yazısı çıkan Türkiye’nin kulağı delik yazarlarından Oktay Ekşi ise şöyle diyordu:
            “Sayın Özal’ın Kıbrıs gezisinin, oradaki siyasi partilerin sayısını düşürücü, devlet-özel teşebbüs muhabbetini güçlendirici, ücretle geçinen kesimlerin belini bükücü, ihracat yapıyorum diye hayâl ticareti ile meşgul olanları koruyucu, KKTC topraklarının yabancılara da satılması imkânını yaratıcı, enflasyonu önlemeye çalışıyormuş gibi görünürken, aslında körükleyici, bir yandan işsizlikle mücadele edildiği izlenimi yaratılırken, öte yandan işsizliği artırıcı etkileri yakın bir gelecekte görünecektir.
            ...Kıbrıs’taki Türkler, ikide bir “Anavatan, Anavatan” demiyorlar mıydı? İşte “Anavatan’ın lideri oraya geliyor. Kıbrıs’ı da “Anavatan”a benzetmek için.”

CTP: ÖZAL IMF REÇETESİNİ DAYATMAK İÇİN GELDİ
            4 Temmuz günü bir basın bildirisi yayımlayan CTP Genel Başkanı, en nihayet olaylara vakıf olmuş ve işin ciddiyetini kavrayabilmişti. Bildiride şöyle deniyordu:
            “Dün Sayın Özal’a Meclis’te yaptığımız görüşmeden sonra, Sayın Özal’ın Kıbrıs’a bir iade-i ziyaret için değil, IMF’nin Türkiye’ye dayattığı ekonomik önlemlerin benzerlerini KKTC’ne dayatmak için geldiği anlaşılmıştır... IMF reçetesine karşı çıkışımıza öfkelenen TC Devlet Bakanı Abdullah Tenekeci, bize diğer parti mensupları önünde “Biz bu topraklar için sizden daha çok kan döktük” dedi... Dr. Derviş Eroğlu Hükümeti, seçimlerde halka vaad ettiklerine tamamen ters bir tutum içinde çalışanların yaşam düzeyini düşürmeye dönük IMF reçetesini itiraz etmeden kabul etmiş görünüyor. Basına yansıyan haberlerden reçetenin koalisyon ortakları tarafından kabul edilmesinde Cumhurbaşkanı Denktaş’ın da büyük rolü olduğu anlaşılmaktadır.”

OPERASYON BAŞLATILIYOR
            Evet, sol’u ve muhalefet’i saf dışı etme çabaları başlamıştı bile. Denktaş, Özal onuruna Dome Otel’de verdiği 660 kişilik yemeğe, ana muhalefet partisi CTP’yi çağırmamıştı. Aynı şekilde tüm gazeteler yemeğe çağrılırken, Yeni Düzen gazetesi çağrılmamıştı. Bir de CTP Genel Başkanı Özker Özgür’ün, Özal’ı karşılamak üzere havaalanına gitmediği haberleri yayılmıştı. Oysa Yeni Düzen gazetesi, TRT televizyonunun Özgür ile Özal’ın tokalaşarak öpüşmelerini görüntüde vermemesinin dikkatleri çektiğini yazarak, kamuoyunu aydınlatıyordu.

GEÇİŞ KAPILARINI DENKTAŞ KAPATTIRDI
            Rauf Denktaş, büyük bir ustalıkla, toplumun dikkatini Özal’ın ekonomik önlemler paketinden uzaklaştırmak için, daha Geçitkale Havaalanında iken, Kuzey Kıbrıs ile Güney arasındaki bütün geçiş kapılarının kapatıldığını açıklıyordu. KKTC Başkanı, Türk tarafının dünyaya ve ilgili makamlara, Kıbrıs’taki sınırın her iki tarafında da giriş ve çıkış kapılarında aynı yetkiyle kontrol hakkına sahip meşru idare bulunduğunu göstermek iddiasındaydı. Olaydan bir gün sonra bir açıklama yapan Özker Özgür, KKTC Anayasası’nın Cumhurbaşkanı’na tek başına kapatma kararı alma ve uygulama yetkisi vermediğini hatırlatarak, Denktaş’ı Anayasa’nın kendine tanıdığı yetkileri aşmamaya çağırdı. CTP genel Başkanı, sınırları kapatma kararının doğruluğunu veya yanlışlığının ayrıca tartışılabileceğini belirterek, bu konuda susmayı tercih etti. Ne var ki bir gece önceki Sendikalararası Tertip Komitesi’nin düzenlediği “Son ekonomik önlemlerin sosyal ve ekonomik yönleri” konulu açık oturumda söylenenleri işitmemiş olsaydı, belki bu kararı eleştirmekten de imtina ederdi. Aynı şekilde, Denktaş’ın başına buyruk bir şekilde 15 Kasım 1983 günü “Kurucu Meclis kurulacaktır” kararını da, ilk günlerde sineye çekip, suskunlukla geçiştiren, yine aynı CTP yetkilileri değil miydi? Oysa emekçi halkın kitle partisi ve ana muhalefet partisi diye nitelenen CTP’den halkımız daha çok atak, ciddi ve uyanık bir politika beklemektedir.

MUHALEFET UYANIK OLMALI
            7 Temmuz 1986 günkü Yeni Düzen’in başyazısında da belirtildiği gibi, “Koparılan gürültü, yaratılmak istenen fırtına ve toz dumanın gerisinde NATO’nun ikili enosis yoluyla Kıbrıs’ı yutma planının bulunduğunu gösteren belirtiler vardır.”
Bulanık suda balık avlamak isteyenlerin işlerini kolaylaştırmamak için, halkımızın gerek politik, gerekse ekonomik ve diğer örgütleri daha uyanık olmak zorundadır. Hem iç, hem de dış sorunların değerlendirilmesinde sınıf pusulasını elden bırakmamak, düzlüğe çıkmanın tek anahtarı olmalıdır.
4 Temmuz akşamı yapılan açık oturumda Dev-İş Genel Başkanı Sarıca’nın da belirttiği gibi, Özal’ın paketinden ödün koparmak yerine, bunun tamamen ortadan kaldırılması için mücadele verilmesi, zorunlu hale gelmiştir.
12 yıldır sürdürülen başıbozuk ekonomik sistemin daha da kökleştirilmesine karşı tüm siyasal ve sendikal örgütler, kitle örgütleri güçlerini birleştirmeli, ekonomik ve demokratik yaşamımıza sahip çıkmak ve kimliğimiz, ezdirmemek için birlikte mücadele vermeliyiz.”


(Bu yazı,  Söz dergisinin 11 Temmuz 1986 tarihli sayısında yayımlanmak üzere hazırlanmış, ama “uzun” olduğu gerekçesiyle dergide yer almamıştır.)

TEPKİLER DOĞURAN ZİYARET 2 TEMMUZ’DA


            Türkiye Başbakanı Turgut Özal’ın KKTC Başkanı Rauf Denktaş’ın çağrılısı olarak 2-4 Temmuz 1986 tarihleri arasında KKTC’yi resmen ziyaret edeceğinin açıklanması, gerek Kıbrıs’ta, gerekse ülke dışında çeşitli tepkilere yol açtı.
            Ziyaretle ilgili olarak gazetecilerin bir sorusunu yanıtlayan Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Özal’ı uzun zamandan beri KKTC’ye davet etmekte olduklarını belirterek şöyle dedi:
            “Özellikle Papandreu’nun ziyaretinden sonra, Türkiye Başbakanının ziyareti ile bir eşitlik kurulması ve Papandreu’nun kendi deyimiyle Yunan adasına gelmediğinin kanıtlanması gerektiğine inanmıştık… Özal’ın ziyaretine ekonomik nedenlerle de ihtiyacımız vardı. Neler başardığımızı, daha fazla başarmamız için Türkiye’den ne gibi yardıma ihtiyacımız olduğunu yerinde görmesini istiyoruz. Ziyaretin siyasi, sosyal ve ekonomik yönden olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyorum.”

KIBRIS RUM TARAFININ TEPKİSİ
            Kıbrıs Rum Yönetimi  Başkanı Spiros Kiprianu, konu ile ilgili olarak 8 Haziran günü verdiği bir demeçte “Kıbrıs hükümetinin bu yeni Türk tahriğine dikkat çektiğini ve bu girişimi kınadığını” belirtti. Ziyaret kararının “son zamanlarda hemen her gün ortaya konan Türk tahrik ve tehditlerinin tırmanmasını teyid eden bir hareket” olduğunu söyledi. Rum hükümetinin sözcüsü de Rum Dışişleri Bakanının, Özal’ın ziyareti konusunda BM Genel Sekreteri nezdinde sert bir protestoda bulunması için BM’deki Daimi Temsilcisine talimat verdiğini açıkladı. Muşuttas, BM belgesi olarak dağıtılan mektubunda, “sahte devlet” diye nitelendirdiği KKTC’yi desteklemeyi amaçlayan bu ziyaretin, “Kıbrıs sorununun özellikle nazik bir döneminde, yeni bir tahriği oluşturacağını ve bununla, Türkiye’nin Kıbrıs’ı taksim etme niyetlerinin bütün çıplaklığı ile ortaya çıktığını” öne sürdü.

AKEL’İN ÇIKIŞI – MİTİNG YAPILIYOR
            Rum Komünist AKEL de Merkez Komitesi adına bir bildiri yayınlayarak, ziyareti kınadı: “Türkiye Başbakanı Özal’ın işgal altındaki Kuzey Kıbrıs’a yapacağı ziyareti AKEL, Kıbrıs’a karşı yeni bir tahrik olarak, Kıbrıslı Rumlara ve Türklere, dünya kamuoyuna ve BM’e şikayet eder. Bu eylem, Türkiye’deki askeri dikta yönetiminin Kıbrıs’a karşı genel genişleme planlarının bir parçasıdır.”
            AKEL Lefkoşa İlçe Komitesi de Özal’ın ziyaretini protesto etmek amacıyla 2 Temmuz akşamı Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Özgürlük Alanında büyük bir miting düzenleyeceğini ve mitingte Parti Genel Sekreteri E. Papayuannu’nun konuşma yapacağını açıkladı. Bildiride, “AKEL İlçe Komitesi, Türkiye Başbakanının Türk işgal kuvvetlerinin işgali altında bulunan Kıbrıs topraklarına yapacağı bu ziyaretin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına karşı yeni bir müdahale eylemi olduğunu vurgulamak ister” denilmektedir.

ÖZEL’IN PAPANDREU’YA ÖNERİSİ
            Türkiye başbakanı Turgut Özal’ın Kuzey Kıbrıs’a yapacağı resmi ziyaret, Kıbrıs’ın Rum kesimini daha önce ziyaret etmiş olan Yunanistan Başbakanı Papandreu’nunda tepkisine yol açtı. Papandreu da ziyareti “yeni bir Türk tahriği” olarak nitelendirdi. Papandreu’nun bu değerlendirmesine karşı görüşünün ne olduğu sorulan Turgut Özal şöyle konuştu: “Papandreu da o tarafa gelsin. Yeşil hatta buluşalım.”

CTP: “ÖZAL’IN ZİYARETİ KIBRIS TÜRKLERİNE MORAL DESTEK VERECEK”
            Özal’ın Kuzey Kıbrıs ziyaretiyle ilgili olarak Anadolu Ajansına bir demeç veren Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin genel Başkanı Özker Özgür, bu gezinin “Kıbrıs sorununun içinde bulunduğu koşullarda Kıbrıs Türklerine moral bir destek” olarak nitelendirerek, bu konuda Güney Kıbrıs’tan gelen tepkilerin barış çabalarına yardımcı olmadığını belirtti.

ABD VE İNGİLTERE, ZİYARETE KARŞI
            ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Rozanna Ridgeway, Kongre’nin Kıbrıs konusu ile ilgilenen komisyonunda Kıbrıs sorunundaki son gelişmelere ilişkin görüşlerini aktarırken, Turgut Özal’ın KKTC’ye yapmayı planladığı ziyaretle ilgili olarak şöyle konuştu: “Özal’ın Kıbrıs gezisi, tümüyle akılsızca bir davranıştır.”
            Siyasi danışmalarda bulunmak üzere Ankara’ya giden İngiltere Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müdürü Derek Thomas’ın, Kıbrıs’ta yangına körükle gidilmemesi ve sabırlı davranılması konusunda Türkiye’ye güvendiklerini söylediği basında yer aldı. İngiliz diplomatın “Doğrudan doğruya Başbakan Özal’ın ziyaretine karşı çıkmadığı, ancak Türkiye ile KKTC arasında siyasi ve hukuki nitelikte bağlayıcı anlaşmalar yapılmasının bir federatif Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması çabalarına yardımcı olmayacağını” belirttiği bildirildi.

SOVYET ELÇİSİNİN ANKARA’DA SÖYLEDİKLERİ
            19 Haziran günü Ankara’da bir basın toplantısı düzenleyen Sovyetler Birliği Büyükelçisi Vladimir Lavrov da, Turgut Özal’ın Kuzey Kıbrıs’ı ziyaret etmesine karşı olduklarını söyledi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımadıklarını da belirten Sovyet Büyükelçisi, Kıbrıs’ta tek, bağımsız ve bağlantısız, iki toplumun çıkarları doğrultusunda bir devletin kurulmasından yana olduğunu kaydetti. Vladimir Lavrov şöyle dedi: “Uluslararası düzeyde ve Birleşmiş Milletler’de tek tanınan bir devlet var, o da Kıbrıs. Adadaki iki toplum arasındaki sorunların nasıl çözümleneceği, federasyona dayanan, ya da dayanmayan bir devletin kurulması onların bileceği iştir.”
            SSCB’nin Ankara Büyükelçisi, Kıbrıs’ta Türk toplumunun varlığını kabul ettiklerini ve adada adil ve iki toplumun çıkarları doğrultusunda bir çözüme varılmasından yana olduklarını vurguladı. Büyükelçi Lavrov, Kıbrıs sorununun “iç” ve “dış” boyutu arasında farklılık bulunduğunu belirttikten sonra şöyle konuştu. “Bizce Kıbrıs’a ilişkin iç sorunlar toplumlararası, dış sorunlar ise toplanacak uluslararası bir konferansın çerçevesinde çözümlenmelidir.”
            Uluslararası konferansta Kıbrıs’taki yabancı üslerin kaldırılması ve yabancı kuvvetlerin geri çekilmesinin yanı sıra, garantörlük sisteminin sorunlarının ele alınmasının gerektiğini belirten Lavrov, Ne gibi bir garantörlük sistemi üzerinde durdukların” ilişkin bir soruya, “garantörlük sistemlerinin şekline uluslararası konferans karar verir” karşılığını verdi. Vladimir Lavrov ülkesinin Kıbrıs sorununa ilişkin olarak bir süre önce yaptığı ve Türkiye tarafından kabul edilmeyen önerilerin geçerliliğini koruduğunu da söyledi.

ABD VE İNGİLTERE DEVREDE
            Bilindiği gibi geçen Ocak ayında Sovyetler Birliği’nin “Kıbrıs sorununun çözüm ilkeleri ve çözüme varma yolları hakkındaki önerileri”, NATO’nun önde gelen iki üyesi olan ABD ve İngiltere’yi harekete geçirmişti. Mart ayı sonunda Ankara’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı George Schultz’un, diğer konular yanında Kıbrıs sorununu da görüştüğü ve Türk askeri birliklerinin Kıbrıs’ın kuzeyinden çekilmesini istediği basına yansımıştı. ABD bu talebi daha 1974 yılında ve Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmasından sonraki dönemde de öne sürmüş
 Hatta bir süre Türkiye’ye askeri ambargo bile uygulamıştı. Nedense daha sonra ABD bu tür taleplerini pek ileri sürmez olmuştu. Schultz’un Ankara’ya yaptığı son ziyarette yeniden Türkiye’ye başvurarak, Kuzey Kıbrıs’taki Türk askeri birliklerinin tamamen değilse bile, kademeli olarak büyük ölçüde adadan çekilmesi önerisini getirdiği basında yer aldı. İngiltere Dışişleri Bakanı da, Yunanistan’ın Türkiye’den tüm askeri birliklerini Kıbrıs’tan çekmesini talep etmemesi için Atina’yı ikna etme görevini yüklenerek, Atina’yı ziyaret etti.

ABD-TÜRKİYE GİZLİ ANLAŞMASI MI? KKTC-TÜRKİYE  SAVUNMA PAKTI MI?
20 Haziran tarihli Kıbrıs Rum basını, Milliyet gazetesinin bir haberini manşete alarak, T.Özal’ın ziyareti sırasında KKTC ile Türkiye arasında bir savunma paktı imzalanacağından ve Maraş’ın yerleşime açılacağından endişe edildiğini bildiriyordu.
Rum Kirigas gazetesi daha 9 Mart 1986 günü sayısında, 7 Mart günü Kuzey Kıbrıs’ta açılan Geçitkale Havaalanının Kıbrıs sorununun çözümünde anahtar bir role sahip olduğunu belirterek, ABD ile Türkiye arasında varılan anlaşmaya ilişkin bilgiler vermişti. Haber şöyleydi: “Bulunan çözüme göre, Türkiye, gerekşi gördüğü zaman askerlerini Lefkonuk (Geçitkale) Havaalanının kullanarak geri gönderme hakkının tanınmasına karşılık, işgal kuvvetlerini Kıbrıs’tan çekmeyi kabul etmiştir. Aynı çözüm çerçevesinde Türk alayı Kıbrıs’ta kalacak, hatta takviye edilecek ve Lefkonuk Havaalanını koruyacaktır.
Aynı anlaşma çerçevesinde de ABD,Türkiye’ye Sikorski tipi 100 askeri helikopter verecektir. Vietnam savaşında Amerikalıların büyük ölçüde kullandıkları bu helikopter, bütün cihazlarıyla 100 askeri taşıyabilecek kapasitededir. Adana’dan Lefkonuk’a 22 dakikada ulaşabilir ve her defasında 1o helikopter birden inebilir. Bu 100 helikopterle Türkiye 3 saat içinde tam teçhizatlı 10 bin askeri Kıbrıs’a sevkedebilir. Bunlar asker taşımadıkları zaman tank v diğer malzemeyi taşıyabilir.”
 “New York’ta güvenilir gözlemciler, Lefkonuk Havaalanı’nın ABD finansmanı ile inşa edilmesindeki esas amacın bu olduğu görüşünü belirtmektedirler” diye süren Kirigas gazetesi, başka kaynaklardan elde ettiğini söylediği şu bilgileri aktarıyordu: “Türkiye son 12 ay zarfında komandolardan oluşan 50 bin kişilik bir “çevik kuvvet” meydana getirmeye çalışmaktadır. Bu kuvveti oluşturacak askerler, Amerikan Deniz Piyadeleri’nde görevli subaylar tarafından yetiştirilmektedir. Bu subayların başında ise, Tuğgeneral Marschall bulunmaktadır. Anlaşıldığına göre, ileride gerektiği takdirde Lefkonuk Havaalanı’na sevkedilecek Türk askerleri halen yetiştirilmekte olan bu çevik kuvvet mensupları olacaktır.”
Öte yandan 26 Şubat 1086 tarihli Yeni Düzen gazetesinin KKTC Başkanı Rauf Denktaş ile yaptığı söyleşide KKTC Başkanı şöyle diyordu: “Geçitkale Havaalanı, ulusal maksatlarla yani Türkiye’yle aramızdaki irtibat için kullanılabilecektir. Türkiye’nin yine garantör olacağını varsaydığımıza göre, garantör askerlerini getirmek için, değiştirmek için bu alan kullanılacaktır.”

12. YILDÖNÜMÜNDE YENİ GELİŞMELER
          Türkiye Başbakanı T. Özal’ın KKTC’yi ziyaretinin siyasi, sosyal ve ekonomik yönden olumlu sonuçlar doğuracağını belirten KKTC Başkanı Rauf Denktaş’ın yukarıdaki sözleri ile “Rumların tepkisi yaygaradır” diyen Özal’ın Güneş gazetesiyle yaptığı bir söyleşide “KKTC’nin tanınması başlayabilir, KKTC kendi parasını basma noktasına gelebilir” şeklinde konuşması, 15-20 Temmuz’un 12. yıldönümü  yaklaşırken,  Kıbrıs sorununun yeni gelişmelere gebe olduğunu göstermektedir. İngiliz “Times” gazetesi “KKTC’nin yakın gelecekte batılı ülkeler dahil, pek çok ülke tarafından tanınabileceğini yazarken, Amerikan “Wall Street Journal” da “Özal’ın Kıbrıs’ı ziyaret ederek inisiyatifi ele aldığını vurgulamıştır. İngiliz BBC Radyosu ise, “Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs sorununa devreye girmeye çalışması sonucu Batı’nın Rum tarafına uzlaşmacı bir tutum izlemesi için baskı uygulamaya başladığını” duyurmuştur. Gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz.

(imzasız, Söz dergisi, Sayı:37, 27 Haziran 1986)



Katledilişinin 51. yıldönümünde DERVİŞ ALİ KAVAZOĞLU


51 yıl önce, 11 Nisan 1965 günü, AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı arkadaşı Kostas Mişaulis, vahşi bir cinayete kurban gitmişlerdi. Emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından pusuya düşürülen iki yoldaş, otomatik silahlarla kısa mesafeden taranmışlardı. Olay yerinden 2-3 saat sonra geçen BM Barış Gücü askerleri, iki arkadaşın cesetlerini otomobil içinde kucaklaşmış halde bulmuşlardı.
            12 Nisan 1965 tarihli Cyprus Mail gazetesi, olayı şu manşetle vermekteydi: “Sendika liderleri araba içinde öldürüldü. Türk ve Rum pusuya düşürüldü. Dostça işbirliğini savunanlar için zorbaca ölüm.” 
Haberde ise şöyle denmekteydi:
            “Dün öğleden önce saat 9.30’da Larnaka’ya gitmek üzere Lefkoşa’dan ayrılan iki kişinin kurşunlarla delik-deşik edilmiş vücutları, kendi arabaları içinde, saat öğleden sonra 1’de Lefkoşa-Larnaka anayolunun 13. mili yakınlarında bir BM devriyesi tarafından bulundu. Cinayet yeri, Türk köyü Petrofan ile Luricina yanındadır.
          Kavazoğlu, geçen yıl karışıklıkların başlamasından bu yana, Lefkoşa’nın Rum kesiminde yaşamaktaydı ve Kıbrıs Türk liderliğini, kendi toplum üyelerine karşı terör uygulamakla suçlamıştı.
            Dr.İhsan Ali, bu vahşi terör eyleminin “Kıbrıslı Türk teröristlerce yapılmış olması gerekir” şeklinde konuştu ve Kavazoğlu’nun Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında barış içinde bir arada var olma idealleri için öldürüldüğünü sözlerine ekledi.

HÜKÜMET SÖZCÜSÜNÜN DEMECİ
            Kavazoğlu’nun öldürülmesi üzerine yorum yapan hükümet sözcüsü şunları vurguladı:
“Derviş Kavazoğlu’nun katledilmesi, Kıbrıs Türk liderliği üzerinde çok ayıp verici bir leke oluşturmaktadır. Hiç kuşku yoktur ki, bu korkunç cinayeti işleyenler, kurban edecekleri kişinin Larnaka’ya gideceğini önceden bilen ve ona pusu kuran Türk teröristleridir. Kıbrıslı Türk sendikacı, aşırı unsurlar tarafından öldürülmüştür. Çünkü o, Rumlarla Türklerin işbirliğine inanmıştı ve bu ilkeleri ve inançlarını, birçok kereler kamuoyu önünde açıklamış ve Türk liderliğini ve onun tarafından uygulanan terörü kınamıştı. Bunun üzerine Kıbrıslı Türk teröristler, Kavazoğlu’nu gözetleme altına almışlar ve üç yıl önce Kıbrıslı Türk gazeteciler Ayhan Hikmet ve Ahmet Gürkan’ı aynı nedenlerle öldürdükleri gibi, aynı şekilde onu da sonunda öldürmüşlerdir. Her özgür insanın nefretine yol açan ve kendi toplumundan birinin canı pahasına Türk teröristler tarafından işlenen bu iğrenç cinayetler şunu göstermektedir ki, Türkler arasında, Türk teröristlerce işlenen cinayetlerle durdurulmaya çalışılan bir akım, yani Rumlarla işbirliği ve dostluktan yana sağlıklı bir akım vardır. Kavazoğlu, Hikmet ve Gürkan ile öldürülen diğer Kıbrıslı Türklerin çoğu, Türk aşırı unsurları tarafından vahşice öldürülmüşlerdir. Çünkü özgür insanlar olarak onlar, Kıbrıs Türk liderliğinin terörist ve felakete sürükleyici çalışmalarıyla uyuşmamışlar ve Rumlarla Türklerin uyum içinde yaşayabildiklerini ve yaşamaları gerektiğini dile getirmişlerdir. Onlar, gerçeği söyleme cesaretini gösterdikleri için öldürülmüşlerdir.” 

KAVAZOĞLU’NUN KISA YAŞAMÖYKÜSÜNDEN
            Derviş Ali Kavazoğlu, 41 yıllık ömrünü (1924-1965), genelde Kıbrıs işçi sınıfının, özelde Kıbrıslı Türk emekçilerin daha iyi yaşam koşulları ve sosyal-ekonomik ilerlemesi için yorulmadan çalışmakla geçiren ve asıl mesleği marangozluk olan ilerici bir kardeşimizdi.
4 Nisan 1924 tarihinde Mağusa kazasına bağlı Pi Peristerona köyünde doğan Derviş Ali, ilkokul eğitimini 5. sınıfa kadar köyde yaptı. Babasının ölümü üzerine, annesiyle birlikte Lefkoşa’da, Küçük Kaymaklı’daki  akrabalarının yanına geldi ve 6. sınıfı burada bitirdi. Fakir bir ailenin çocuğu olduğu için, ilkokuldan sonra öğrenimini sürdüremedi. Ortaokul birinci sınıftan sonra ayrılarak, hayatını mobilya işçisi olarak kazanmaya başladı. Küçük yaşında sendikacılıkla tanıştı.
Kendi kendini eğiterek, aydın bir kişiliğe ulaşan Derviş Ali, toplumcu faaliyetlerine 1940’lı yılların başında başladı. 1943 yılında Halkın Sesi gazetesinde D.A.A. imzalı yazılar yazdı.
“Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri”nin Ağustos 1944’de sahneye koyduğu “Yağmur Gecesi” gibi tiyatro oyunlarında rol aldı.
            1948’deki meşhur maden grevine katılan işçileri desteklemek üzere Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri tarafından grevin bitmesinden hemen sonra çıkarılılabilen günlük Emekçi gazetesinin (Sayı:1, 19 Mayıs 1948-Sayı:167, 4 Kasım 1949) yazı ailesi içinde yer alan Derviş Ali Kavazoğlu, burada makale ve inceleme yazıları yayımladı.
Emekçi gazetesinin 22 Temmuz 1948 tarihli nüshasında çıkan “Sahneyi açıyorum” başlıklı ve “Yazan: Ş.İ.N.” imzalı bir makalede, “Asıl ismim Derviş Ali Alkan’dır. Müstear imzama iyi bakacak olursanız Ş.İ.N. ismimin, son harflarıdır” diye yazmaktaydı. Aynı gazetede yazı yazan Mehmet Hasan Alkan adlı kunduracı arkadaşı ile adının karışmasını önlemek için “Kavazoğlu” soyadını kullanmaya başladı. 
Derviş Ali Kavazoğlu, sendikal mücadele içinde başladığı siyasal yaşamını, Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisi (AKEL) içinde de sürdürerek, Parti’nin Merkez Komitesi üyeliğine kadar yükselen ilk ve tek Türktü. Kavazoğlu, 1950’li yılların başında AKEL’in önde gelen militanları arasındaydı.  
Sendikacı diğer bazı arkadaşlarıyla birlikte üyesi olduğu AKEL’in, Ağustos 1952’de bir Türk Kolu kurmasında öncü rol oynadı ve partinin Kıbrıs Türklerine yönelik Türkçe bildiriler yayımlamasını sağladı. Kasım 1952’de PEO sendikasının, Kıbrıslı Türk üyeleri için ayrı bir “Türk İşçiler Bürosu” oluşturması üzerine, Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri’nin 1944’den beri faaliyet göstermekte olduğu Elli Sokak No.2’deki lokali devralan Derviş Ali Kavazoğlu, Kamil Ahmet, Hulus Çağlar, Ahmet Yahya, Fazıl Önder ve diğer yakın arkadaşları ile birlikte “Türk Eğitim ve Spor Kulübü” (TEK)’nü kurdu.
9 Şubat 1953 tarihli Bozkurt gazetesindeki bir ilanında, Mobilyacı Derviş Ali Kavazoğlu’nun Beliğ Paşa Sineması civarındaki Müftü Raci Efendi Sokak No.8-12’deki işyerinde üretilen ve “Yabancı unsurların da hayran kaldığı mobilyadan en son model oymaklı bir misafir odası”nın çizimine de yer verilmekteydi.
           Kavazoğlu’nun bu dönemde dünyaca tanınmış Türk şair Nazım Hikmet ile de dost olup, mektuplaştığı bilinmektedir. Nitekim Ekim 1954’de yayımlanan “AKEL Türk Kolu İdaresi” başlıklı ilk bildiride, Nazım Hikmet’in Kıbrıslı Türklere hitaben gönderdiği bir mektuptan da söz edilmektedir.  
         1955 yılında ilerici Kıbrıs Türk işçi hareketinin yayın organı olarak yayımlanmaya başlayan haftalık “İnkılapçı” gazetesinin (Sayı:1, 13 Eylül 1955 - Sayı: 14, 12 Aralık 1955) başyazarlığını yaptı. AKEL’de profesyonel olarak çalışmaya başlaması bu sıralardadır.
Türkiye’nin Kıbrıs politikasını belirleyen Devletler Hukuku ve Anayasa uzmanı Prof.Nihat Erim’e adayı ziyareti sırasında verilen, 19 Ocak 1957 tarihli ve “AKEL Türk Kolu” imzalı bildiride, adanın taksim edilmesi fikrine karşı çıkılmaktaydı.
Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu’na bağlı İkinci Küme’de oynayan TEK’in sosyal ve sportif çalışmaları, Zafer Sineması’nın karşısındaki Plevne Sokak’taki dernek binasının 1 Mayıs 1958’de ilerici Rum ve Türk işçilerin ortak yürüyüşü sonrasında, TMT tarafından yağma edilip, yakılmasına kadar devam etti.
1958 yılı Mayıs-Haziran aylarında ilerici Kıbrıslı Türklere karşı TMT tarafından yürütülen öldürme ve tedhiş eylemleri ardından, Lefkoşa’nın Rum kesiminde yaşamak zorunda kalan Derviş Ali Kavazoğlu, “Ben adayı terkedip, göçmen olmak istemiyorum. Burada kalıp, Kıbrıs’ın yararına olan amaçlar için mücadelemi sürdüreceğim” şeklinde konuşmuştu. AKEL partisinin güvenlik koruması altına alınarak, PEO sendikasında profesyonel sendikacı olarak görevini sürdüren Kavazoğlu, “Alekos” takma adıyla işçi sorunlarıyla ilgilenmesinin yanısıra, AKEL partisinin Merkez Komitesi üyeliğine kadar yükseldi.      
1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ateşli bir savunucusu olan Kavazoğlu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Kıbrıslı Türklerin de devletin şekillendirilmesinde rol alması için büyük çaba harcadı.
Kıbrıs Türk kesimindeki arkadaşları Ahmet Gürkan ve Ayhan Hikmet ile bağlarını sürdüren Kavazoğlu, onların yayımlamağa başladığı haftalık Cumhuriyet gazetesine (Sayı:1, 16 Ağustos 1960 - Sayı:89, 23 Nisan 1962) imzasız yazılar göndererek, “Çalışma Hayatı” başlığı altında, çalışan kesimin sorunlarını dile getirmekte ve değerlendirmelerini toplumuna aktarmaktaydı.
            1957 yılında Moskova’da yapılan Dünya Gençlik Forumu’na katılan Derviş Ali Kavazoğlu, oraya giderken Sofya’ya uğramış ve Bulgaristan Komünist Partisi’ne bir rapor sunarak, BKP’nin, Kıbrıslı Türklerle çalışmasında AKEL’e yardımcı olmasını istemişti.            
             Kıbrıs Türk liderliğinin antikomünist ve taksimci politikalarını eleştirdiği için 1958 yılından beri sürekli olarak izlenen Kavazoğlu, Cumhuriyet gazetesinin sahip ve  yazarları olan Gürkan ile Hikmet’in 1962 yılında öldürülmesinden sonra, o da birçok kez ölümle karşı karşıya gelmiş, ama bunları atlatabilmişti.
İki avukat-yazar arkadaşının 1962’de TMT tarafından öldürülmesinden sonra, onların cenaze törenine katılmayı çok isteyen Kavazoğlu, güvenlik gerekçesiyle bunu gerçekleştiremeyince, Kıbrıslı Rum arkadaşı Vanezos’un oraya katılıp, cenazedeki havayı kendisine aktarmasını rica etmiş ve o da bunu yerine getirmişti. Ne yazık ki üç yıl sonra da Kavazoğlu, aynı tedhiş örgütünün kurbanı olacaktı.
            Derviş Ali Kavazoğlu, Aralık 1963 olaylarından sonra, Dr.İhsan Ali ile birlikte sık sık siyasal bildiriler ve açıklamalar yayımlayarak, Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarını protesto etti. Kavazoğlu’nun makaleleri, yerli ve yabancı basına verdiği demeçler, radyo ve televizyondan yaptığı konuşmalar, emperyalizmle işbirliği yapmakta olan liderliğin, Türk-Rum düşmanlığını yaratmak için başvurduğu tedhişi gözler önüne sermekteydi. Her iki yurtsever de, bu etkinlikleri yüzünden Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT tarafından kara listeye alınmışlardı.
“Bay Kavazoğlu, Dali-Kıbrıs” adresine 30 Ekim 1964 tarihinde Ankara’dan postalanan bir notta şöyle denmekteydi: “Alçak. Canının cehenneme gideceği gün yakındır.”
            Vanezos’un anlattığına göre, Kavazoğlu bir gün, Luricina’daki iki Kıbrıslı Türk arkadaşı ile buluşmak istemiş ve onu Volkwagen marka arabasıyla Larnaka yolundaki bir yere götürmüş. Arkadaşlarının araba ruhsatlarını yenileyip, geri götürdüklerinde, arkadaşlarını orada bulamamışlar. Bunun üzerine Vanezos, bu buluşmaların tehlikeli olduğundan söz ettiği zaman, Kavazoğlu da ona Kıbrıslı Türk arkadaşlarının gönlünü kazanmak istediğini ve eğer korkuyorsa, bu buluşmaları kendisiyle yapmamasını söylemiş. Nitekim 11 Nisan 1965 günü gerçekleşen bir buluşmada, Derviş Ali Kavazoğlu, yine bu arkadaşları tarafından pusuya düşürülerek, öldürülecek ve onunla birlikte buluşmaya katılan sendikacı arkadaşı Kostas Mişauli de yaşamını yitirecekti.   
            Vanezos Şubat 2009’da yayımlanan “Derviş Ali Kavazoğlu (11 Nisan 1965 Lefkoşa – Larnaka Yolu” başlıklı anı kitabında, Kavazoğlu’nun, Aralık 1963 olaylarından sonra, AKEL’in, kendi kaderini tayin hakkına dayanarak, adanın Yunanistan’a bağlanması (enosis) politikasını savunmasını açıkça eleştirdiğini ve arkadaşı Vanezos’a partinin bu politikasından duyduğu hayal kırıklığını birçok defa açıkladığını kaydetmekte ve şu örneği vermektedir:
“AKEL’in Merkez Komitesi üyesi ve EKA’nın Genel Sekreteri Hambis Mihailidis’in söylediği bir ifadeden “Mansura çatışmalarında Kıbrıslı Rumların kanının Yunan kardeşlerimizin kanıyla karıştığı”ndan söz etmişti bana. Başını elleri arasına alarak, “İyi de, ben ne için mücadele veriyorum?” diye sorduğunu hâlâ daha hatırlıyorum” (s.24-25)
            Bitirirken, ben de Hristakis Vanezos’un Derviş Ali Kavazoğlu’nun ölümü ile ilgili kitabında sorduğu soruları tekrarlamak istiyorum:
“AKEL Merkez Kurulu’nun ihmalleri var mıydı? Olay, Parti Yönetimi’nin dikkatsizliği ve hatalarıyla mı gerçekleşti? Acaba onların izni olmadan kendi başına mı bu ilişkilere girişmişti? Hatta AKEL yönetiminin desteklediği Enosis politikası onu yavaş yavaş partiye yabancılaştırmaya sürüklemiş ve onu, eylemlerini kendi kişisel ilişkilerinde temellendirmeye mi sevk etmişti? Bu sorular hâlâ daha boşlukta sallanıyor ve uzun bir süre de öyle kalacaklar. Yalnızca AKEL Merkez Kurulu bu sorulara tam bir şeffaflıkla yanıt verebilir. Bu da gerçek bir politik erdem gerektirir, böylece her iki kesimdeki Kıbrıslılar da gerçeği öğrenmiş olur.” (s.41)


(12 Nisan 2016 günü Radyo Mayıs’taki “Bilim ve Siyaset” programında ve o günün akşamı Kıbrıs Sosyalist Partisi tarafından düzenlenen anma gecesinde yaptığım konuşma)