8 Haziran 2016 Çarşamba

KIBRIS’TAKİ TOPLUMLARARASI MÜZAKERELERDE SON DURUM


Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Nikos Anastasiadis ile Kıbrıs Türk toplumu lideri Mustafa Akıncı arasında bir yıldan fazla bir süredir yapılan toplumlararası müzakereler, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde İstanbul`da yer alan BM İnsani Zirvesi çerçevesinde ev sahipliği yaptığı ve Zirveye katılan hükümet ve devletlerin liderleri onuruna verdiği akşam yemeğine Mustafa Akıncı’yı da davet etmesi üzerine, zirveye katılmakta olan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiadis, sözkonusu akşam yemeğine katılmadı.
Mustafa Akıncı, İstanbul ziyareti sırasında, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ile görüştü. Görüşmeye BM Genel Sekreteri`nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide de katıldı. Bu olay, Kıbrıs Cumhuriyeti`nin tepkisine neden oldu ve Cumhurbaşkanı Anastasiades, meydana gelenlerden sonra, Eide ve Akıncı ile Lefkoşa`da yapılması planlanan görüşmeleri iptal etti.
Cumhurbaşkanı Anastasiades, 27 Mayıs günü BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon ile yaptığı bir telefon görüşmesi sırasında, Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunması amacıyla diyaloğun devam etmesi ve yoğunlaşması için hazır olduğunu ifade ederek, her iki müzakereci arasında karşılıklı saygı sağlanması gerektiğini ve sürece katılan her birinin böylesi olayların gerçekleşmesine izin vermemesi gerektiğini, böylesi olayların devam eden süreci baltalayacağını söyledi. Anastasiades, 1 Haziran 2016’da yaptığı açıklamada, iki lider arasındaki gelecek görüşmenin 8 Haziran`da yer alacağını belirtti.
Bu arada Rusya Dışişleri Bakanlığı basın sözcüsü Bayan Maria Zakharova, kendi twitter hesabında, Kıbrıs Türk toplumu lideri Mustafa Akıncı`nın BM İnsani Zirvesine (World Humanitarian Summit-WHS) davet edilmesinin Kıbrıs sorunu ile ilgili uluslararası görüşlere aykırı olduğunu yazdı.
Mayıs 2015’den beri Anastasiadis ve Akıncı arasında devam etmekte olan toplumlararası müzakerelerde, ne yazık ki hâlâ daha en önemli konular olan toprak düzenlemesi ve garantiler ile ilgili  herhangi bir görüşme yapılmamıştır. Görüşülen diğer başlıklara ilişkin anlaşılmış ve anlaşılmamış noktalara, bu yazının sonunda özetle değinilecektir.
Görülen odur ki, Kıbrıs Rum tarafı, 1960’da kurulmuş olan ortaklık devletinin federalleşmesi doğrultusunda yapıcı davranırken, Kıbrıs Türk tarafı, öne sürdüğü bazı taleplerden de anlaşılacağı gibi, 1974’de Türkiye’nin müdahalesi ile gerçekleştirilen adanın taksimini ve oluşturulan ikili yapının şu veya bu şekilde devamını hedeflemektedir. Emperyalizm, Ortadoğu ülkelerini parçalayıp, sınırları yeniden belirleme için kanlı projelerini adım adım uygularken, 1974’de ikiye bölünmüş olan Kıbrıs adasının birleştirilmesinin hangi koşullar altında olacağı henüz kesinleşmemiştir.  
Öte yandan adanın Türk işgali altında tutulan bölgesine borularla su götürme projesi, havaalanı dahil, telekomünikasyon ve elektrik hizmetlerinin özelleştirilerek Türkiye sermayesine peşkeş çekilmesi, Türkiye’den aktarılan nüfusla kendi ülkelerinde azınlık durumuna düşürülmüş olan Kıbrıslı Türkler arasındaki hoşnutsuzluğu gittikçe artırmaktadır. 
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Şubat 2016’da Kıbrıslı Türklerin toplumlararası müzakerelerde Güzelyurt bölgesini toprak tavizi olarak geri vermemelerini istemesi, Türk tarafının tavrının sertleşmesi olarak yorumlanmıştır.
2015’in Eylül ve Aralık aylarında Kıbrıs’ı ziyaret etmiş olan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Victoria Nuland, 20 Mayıs 2016’da  bir kez daha adaya gelerek, Kıbrıslı liderler, Anastasiadis ve Akıncı ile yeniden görüşmeler yaptı.  
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un 2 Aralık 2015’de Kıbrıs’ı ziyareti sırasında onunla Lefkoşa’daki ara bölgede görüşmek istemeyen Kıbrıs Türk lideri Akıncı, Lavrov’un aksine, kendisini kuzeydeki makamında ziyaret eden Nuland ile görüştü. ABD’li yetkili,  “Adadaki Türk Askeri varlığının 5 veya 10 yılda bir yeniden değerlendirilmesi gerektiğini” ifade ederken, Akıncı da, “Türkiye AB’ye üye olana kadar askeri varlığın devam etmesi gerektiği”ni söyledi. Ancak Nuland, “Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını” belirterek, “Askerlerin Ada’daki varlığını Türkiye-AB ilişkilerine endekslemeyin. AB’nin güvenliği formülüne biz de sıcak bakmıyoruz” şeklinde konuştu. Nuland, Akıncı’nın “BM ve AB’nin garantisine” karşı çıkması üzerine, Türk askeri varlığı yerine, bir grup çevik kuvvetin Ada’da olması önerisini ortaya koydu.
Victoria Nuland’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiadis ile yaptığı görüşme de ilginçti. Siyasal gözlemci John Helmer’in 26 Nisan 2016 tarihinde “russia-insider.com” adlı internet sitesinde yazdığına göre, Nuland, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rusya ile olan yakın ilişkilerini kesmesini ve adanın Türk işgali altında bulunan kuzeyinde Türkiye’ye askeri bir üs verilmesini istedi. Doğu Akdeniz bölgesinde artan askeri haraketlilik nedeniyle, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarındaki hava ve deniz limanlarından Rusya’nın da diğer ülkeler gibi yararlanması, AB ambargosu karşısında Kıbrıs ile olan ticaretinin yeniden gözden geçirilmesi gibi konular, ABD’nin dikkat noktasına girerken; adanın kuzeyinde Amerikan silahlarının kullanılmasına göz yuman ABD, güneyine 24 yıldır uyguladığı askeri ambargoyu kaldırma kararı aldı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu açığını Rusya’dan gidermiş olduğunu eklemiş olalım.    
Amerikan askeri komutanları ve siyasal liderleri, adadaki Türk askerlerinin geri çekilmesini veya Kıbrıs konusunda alınmış olan BM kararlarına uyulması gerektiğini şimdiye kadar asla söylememiş olmaları da manidardır. Aksine, adanın her iki parçasının da NATO’ya girmesini tavsiye etmektedirler. Ankara’daki siyasal ve askeri komutanlar ise, Kıbrıs’ta bir NATO’cu çözümü kabul etmekte isteksiz davranmaktadır. Onlara göre, bu, adadaki ordunun gücünün sulandıracağından, NATO askerine rıza göstermemektedirler. Nuland’ın planı, Ankara’ya istediğini vermek ve Kıbrıslı Rumların itirazlarını gidermek için son bir çabadır. Nuland, Anastasiadis’e, Kasım 2016’daki ABD Başkanlık seçimlerinden önce, çözümün koşulları üzerinde anlaşmayı hızlandırmak istediğini söylemiştir.
Anastasiadis daha önceleri kendisinin, “Barış için Ortaklık Programı” anlaşmasını imzalayarak, NATO’ya girmekten yana olduğunu açıklamıştır. Ama Kıbrıs şimdilik bir NATO üyesi değildir ve toprakları üzerinde başka bir NATO üssünü kabul etmemektedir.
Adada DİSİ’den sonra en güçlü ikinci parti olan komünist AKEL partisinin genel Sekreteri Andros Kiprianu ise, Nuland’ın adayı ziyareti ile ilgili olarak şöyle konuşmuştur:
“Adanın yeniden birleştirilmesine yönelik olarak Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları arasında yapılmakta olan müzakerelerin kabul edilebilir tek bir sonucu olabilir. Bu da adadaki işgal ve sömürgeleştirmeye son veren, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü yeniden sağlayan ve BM kararları, Üst Düzey Anlaşmaları, Uluslararası Hukuk ve Avrupa Hukuku’na dayanan bir çözüm. Böylesi bir çözüm, adayı askerden arındırmalı ve ülkenin içişlerine yabancı güçlerin müdahale etme hakkı veren herhangi bir garantiyi de dışlamalıdır.”
John Helmer’e göre, Kıbrıslı tanınmış bir strateji uzmanı şu soruyu sormuştur: “Ne Türk üssü, ne NATO üssü olmayan, fakat Ankara’nın askeri “garanti” talebini karşılayan ve Anastasiadis tarafından da kabul edilecek olan adadaki bir Türk üssü yoluyla, Nuland bu işi nasıl ilerletebilir? Lefkoşa’daki siyasal gözlemcilere göre, Nuland’ın Anastasiadis ile Lefkoşa’da konuştuğu konu bu idi. Ama toplantıdan sonra, ne ABD Büyükelçiliği, ne de Anastasiadis herhangi bir basın bildirisi yayımlamadı.
DİSİ’yi destekleyen Cyprus Mail gazetesi, Nuland’ın Kıbrıs barış sürecine ABD’nin desteğini bildirdiğini yazdı. Askeri plandan söz edilmezken, anlaşma olması halinde ABD’nin yapacağı mali yardım ve yatırımlarından dem vuruldu. Zaten Nuland da, ABD’nin son iki yıl içinde Kıbrıs’a yaptığı yatırım miktarının yedi kat arttığının altını çizdi. ABD ve NATO yanlısı olan Simerini gibi diğer gazeteler ise, Anastasiadis’in Nuland’ın masaya koyduğu anlaşma önerisini kabul etmesi halinde, Kıbrıslıları çözümden sonra akacak dolarların beklediğini duyurdu. Kıbrıs Türk basını da, çözüm olması halinde ABD’nin kendilerine de mali destek vereceğini yazdı.
Kıbrıs Türk tarafı ile yapılan görüşmede, BM temsilcisi Lisa Buttenheim da hazır bulundu. Amerikalı olan Buttenheim, Kudüs, Kosovo ve Belgrad’da BM görevlisi olarak çalışmıştır. Kıbrıs müzakerelerinde, adanın NATO “garanti”si altına alınmasından yana olan tek BM yetkilisi değildir. Onun bir üst makamı olan Espen Barth Eide ise, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcisidir ve NATO’nun şimdiki Norveçli Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Norveç İşçi Partisi’nden yoldaşı ve çocukluk arkadaşıdır. Barth Eide de Norveç’in eski Savunma ve Dışişleri Bakanlarından olup, mesleki yaşamında eski Parti Başkanı ve Başbakan olan Jens Stoltenberg tarafından teşvik görmüştür. Stoltenberg, Ekim 2014’de NATO Genel Sekreteri olmuştu.
Wikileaks tarafından yayımlanmış olan ve 2008 yılında Oslo’daki ABD Büyükelçiliğine ait bir telgrafta, Barth Eide’nin “büyük ölçüde ABD yanlısı olan, temsilciler arasında yetenekli ve akıllı bir oyuncu” olarak kayda geçirildiği ve (Norveç’in NATO planlarını veto etmesini engellediği) füze savunması gibi birçok önemli konuda yardımcı olduğu, Norveç Hükümeti’nin güvenlik politikasında bir köşetaşı olarak Norveç-ABD ilişkisinin önemini vurgulamaya yardımcı olduğu belirtilmişti.
ABD Dışişleri Bakanlığı, Nuland’ın adada Anastasiadis ile yaptığı görüşme ile ilgili olarak herhangi bir açıklamada bulunmamış, Türkiye’nin NATO için olan değerini onayladıklarını bir kez daha tekrarlamıştır.
            Nuland’ın, adadaki Türk birliklerinin Türk bayrağı altında geri çekilerek, NATO bayrağı altında yeniden adaya gönderilmesi planı, Moskova’da haftalarca canlı tutulmuştur. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Aralık 2015’de Lefkoşa’da yaptığı uyarıda böylesi bir planı Rusya’nın kabul etmeyeceğini söyleyerek, şöyle konuşmuştu: “Her iki Kıbrıslı toplumun da kabul edebileceği, tamamen yeni bir temele dayalı olacak güvenlik garantileri konusunda taraflar anlaşmaya varmalıdır. Burada öncelikli rol, BM Güvenlik Konseyi tarafından oynanmalıdır.”

ANASTASİADİS VE AKINCI ARASINDA ŞİMDİYE KADAR NELER KONUŞULDU?

6 Aralık 2015 tarihli Fileleftheros gazetesi, 5 Aralık günü toplanan Ulusal Konsey’de Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in Konsey üyelerine yönelik bilgilendirmesine geniş şekilde yer vermişti. Buna göre Anastasiadis, partileri, Eylül 2015’den Aralık 2015 başına kadarki müzakereler süreci ve bu süre zarfında gerçekleştirdiği temaslar hakkında bilgilendirirken, şunlar ortaya çıkmıştı:
    “1. Çözüm, AB normlarıyla uyumlu olacak ve Türk tarafıyla bu konuda anlayış bulunmaktadır.
  2. Derogasyonlar gibi -daimi derogasyonların olmaması- dört temel özgürlük konusunda anlayış bulunmaktadır.
     3. Nüfus olarak Kıbrıs Rum tarafı 800 bin, Kıbrıs Türk tarafı 220 bin şeklindedir. Bugünkü ve gelecekteki 4’e 1 oranı geçerli olacaktır. Aynı zamanda bu her 25 yılda yeniden incelenecek.
     4. Kamudaki oran yüzde 67 Kıbrıslı Rum ve yüzde 33 Kıbrıslı Türk olacak.
     5. Toprak konusunda kriterler görüşülmektedir ve bunun ileriki görüşmelerde ele alınması bekleniyor.
    6. Garantiler konusunda, Kıbrıslı Türkler de 1960 yılının aynılarının kalmasının mümkün olmadığı, askeri içerikli olmaması konusuna anlayış göstermektedir. Rum Yönetimi Başkanı’nın görüşü garantilerin kaldırılması ve askerlerin çekilmesi yönündedir. AB devleti anayasal olarak, Güvenlik Konseyi ise çözümün uygulanmasını ve ülkenin bağımsızlığını garanti altına alacak.
  7. Mülkiyet konusunda 22 olan kategori ve 5 olan hukuki çare konusunda anlayış bulunmaktadır. Anastasiadis bahsetmemesine karşın bu konuda anlaşmazlıklar vardır.
  8. İç vatandaşlık konusunda sınırlandırmalar konulacak. Bu konuda kriterler (kurucu devletin dilini konuşma) konulacak. İç vatandaşlığa sahip bir kişi merkezi devletin vatandaşı olacak.
    9. Dönüşümlü başkanlık konusunda da anlaşmazlıklar bulunmaktadır. FIR Hattı konusunda da Kıbrıs Türk tarafı iki kontrol kulesinin olmasını istiyor. Türk tarafı ayrıca daimi AB İşleri Bakanlığı’na sahip olmakta ısrar ediyor.
 10. Dönüşüm (Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federasyona dönüşmesi) konusundaki belirsizlikler devam etmektedir. Anastasiadis, ilk başta bu konuda anlayış bulunduğu imajını verdi, ancak sorulan soruların ardından böyle bir şeyin olmadığı ortaya çıktı.”
6 Aralık 2015 tarihli Politis gazetesi ise, “Kıbrıs Sorununda Ciddi Görüş Birlikleri” başlıklı haberinde, bilgilendirmeye maruz kalan kaynaklardan anladığı kadarıyla, gerçek görüntünün, bugüne kadar bilinenlerle ilişkili olduğunu, aynı zamanda Kıbrıs sorununun iç boyutunun (ekonomi, yönetim ve AB) belirli başlıklarının hemen hemen kapandığının teyit edildiğini belirtmekteydi.
            Dönüşümlü başkanlık konusunda bazı anlaşmazlıkların olduğunu ve bunların nihai al-vere havale edildiğini belirten gazete, mülkiyete ilişkin zorlukların kalmaya devam ettiğini, toprak konusunda görüş alışverişi yapıldığını, Kıbrıs Rum tarafının, Güzelyurt’un iadesiyle Annan Planı’nın öngördüğü haritadan daha az bir şeyi kabul etmediğini yazdı.
Gazete, “Mülkiyet, Yönetim, Güç Paylaşımı, Vatandaşlık ve Nüfus, Geçiş Dönemleri” şeklindeki başlıklara ayrı ayrı yer vererek, bu konularda ele alınanlara değindi.
Mülkiyet konusunda 23 kategorinin belirlendiğini yazan gazete, mülkiyet konusunda yapılması gereken zahmetli ve zor çalışmaların bulunduğuna da dikkati çekti.
Yürütme yetkisi noktasında anlaşmazlığın bulunmasına karşın yasa yetkisi konusunda uzlaşma sağlandığını, federal düzeyde Senato’da 20 Kıbrıslı Türk ve 20 Kıbrıslı Rum, Alt Meclis’te de 36 Kıbrıslı Rum ve 12 Kıbrıslı Türk’ün görev icra edeceğini belirten gazete, dış siyaset ile uluslararası anlaşmaların federal devletin yetkisinde olacağını, devletlerin, anlaşmaya katılan taraflarca Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınması ve anlaşmaların merkezi hükümet tarafından onaylanması önkoşuluyla, sadece eğitim, kültür ve spor alanında anlaşma imzalayabileceğini yazdı.
Habere göre, nüfus oranının, yüzde 78.5 ve yüzde 21.5 oranında, bir diğer deyişle 803 bin Kıbrıslı Rum ve 220 bin Kıbrıslı Türk şeklinde olması konusunda uzlaşmaya varıldı. Daha önceki görüşmelerden farklı olarak Kıbrıs Türk tarafı nüfusa, yurtdışında yaşayan 30 bin Kıbrıslı Türk ile KKTC vatandaşlığı alan belli sayıdaki TC kökenli vatandaşı da dahil etti. KKTC’de ilk olarak çalışma izni alan ve daha sonraki düzenlemelerle kalma iznine sahip olan 40 bin TC kökenli vatandaşın ise nüfusa dahil edilmediği de belirtildi. Yunan ve Türklerin vatandaşlık alması oranı ise 4’e 1 şeklinde olacak.

ŞUBAT 2016 TARİHLİ DAVOS BELGESİ
Fileleftheros gazetesi, 3 Şubat 2016 tarihli nüshasında da, Anastasiadis’in, BM Genel Sekreteri Ban’a Davos’ta yapılan toplantıda sunduğu belgeyi ayrıntılı bir şekilde yayımladı. Gazeteye göre belge içerisinde şu ifadeler yer alıyordu:
“Yönetim, Güç Paylaşımı, Mülkiyet, Ekonomi ve AB başlıklarıyla ilgili, Mayıs ayından itibaren, önemli sayıda konuda, ortak konsensus sağlandığı çok iyi bilinmektedir. Aynı zamanda, ilerlemeye karşın, tüm başlıklardaki anlaşmazlıkların hâlâ var olduğu da vurgulanması gerekmektedir. Akabinde dile getireceklerim temelinde, gerçekliği yansıtmayan bir görüntüyü ortaya koymayacağız ve çözüme çok yakın olunduğu beklentilerini yaratmaktan kaçınacağız. Bu koşullar altında, vurgulamak isterim ki (aşağıdaki) bu konularda özlü görüşmelere başlamadık:
-Mülkiyet ile kaçınılmaz bir şekilde bağlı olan Toprak düzenlemeleri;
-Güvenlik ve Garantiler;
-Yabancı askerlerin çekilmesine ilişkin zaman takvimi;
-Kıbrıs sorununun çeşitli yönlerinin hayata geçmesi ve üzerinde anlaşmaya varılanların normal bir şekilde uygulanmasına yönelik zaman takvimleri;
-Anlaşmanın ilk günü ve ne gerektireceği;
-Anayasa ve federal yasaların yazımı;
-Federal devletlerin ve federal anayasanın yazımı;
-Birleşik Kıbrıs’ı bağlayacak olan uluslararası anlaşmaların listesi.
Anlaşıldığı gibi, sürecin nihai aşamasına gelmeden önce, hassas ve tüm zor konularda
ayrıntılı görüşmelerin yapılması gerekmektedir. Bu olgular ışığında, tüm bu konuların, müzakerelerin sonunda sizinle ele alınması şeklindeki ifadeye, 2004 tecrübesi dikkate alındığı zaman, hemfikir değiliz. Ortak uzlaşıya varılan konulara ulaşsak dahi, çözümün sürdürülebilirliğini olumsuz etkileyecek yapıcı belirsizlikler veya boşluklardan kaçınılması için, çözümün uygulanmasına ilişkin karmaşıklığın, zamana ve dikkatli planlamaya gereksinimi vardır. Örneğin:
-Yeniden yerleşimin maliyeti;
-Tazminatların maliyeti;
-Federal örgütlerin ve kurumsal örgütlerin kurulması gibi federal devletin faaliyete geçmesi dahil, çözümün hayata geçirilmesinin diğer boyutlarına ilişkin maliyet;
Aşağıdakiler İçin Fon Kurulması:
-Bağışlar-Bağışçılar için uluslararası konferans;
-Gerekli olacak kredilerin ödenmesi yöntemleri
IMF ve Dünya Bankası, gerekli teknik bilgiyi verme konusunda uzlaşmaya varmış, bu çaba kısa bir süre önce başlamıştır. Her incelemenin gerektirdiği gibi bunun tamamlanması için zamana ihtiyaç duyulacaktır.
Halkın önüne sunulmadan önce, çözümün ekonomik sürdürülebilirliğinin garanti altına alınmasının hayati önemi bulunmaktadır.
Tazminatlar için gerekli olacak para, toprak düzenlemeleri ve geri dönecek göçmen sayısı fazla olması durumunda daha az olacak.”

İlk günden adımlar
Anastasiadis’in, Ban’a sunduğu belgede ayrıca, çözümün ilk gününün, Kıbrıs Türk toplumuna direkt fayda sağlayacağının dikkate alınması gerektiğini ifade ettiğini yazan gazete, bu faydaları, hükümete katılım, limanların ve havalimanların açılması, ekonomi raporu (bankaların yasal şekilde işlev göstermesi, direkt ticaret gibi) olarak gösterdi.
Gazete, Kıbrıs Rum tarafı için çözümün faydalarını ise Anastasiadis’in, “Toprak Düzenlemeleri” başlığı altında “kapalı Maraş bölgesinin derhal iadesi, ara bölgenin derhal iadesi, iskana açık olmayan bölgelerin derhal iadesi” şeklinde sıraladığını belirtti.

Yabancı askerlerin çekilmesi
Gazete yine belgeye dayanarak, çözümün ilk gününden, önemli sayıdaki Türk askerinin çekilmesinin önemli olduğuna ayrıca bunun, nüfus açısından çözüme ilişkin iradede önemli rol oynayacağına da dikkat çekildiğini yazdı. Habere göre belgede, Anastasiadis şu ifadeleri de kullandı:
“Bunun derhal hayata geçirilmesi için, aylar sürecek olan dikkatli bir çalışmaya ihtiyaç duyulacak. Yukarıdaki ifadelerim, zamana ihtiyaç duyacağımızı açıkça dile getirmeyi hedefliyor. Yeterince hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Ayrıca uygulamayı tehlikeye sokacak eksikler, boşluklar, yapıcı belirsizlikler olmadan net bir planı halkın önüne getirmeliyiz. Aksi takdirde, gerçekleştireceğimiz referandumda olumlu bir sonuç elde etme olasılığını riske sokacağız. Kendi açımdan, 2016 yılı içerisinde, mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde anlaşmayı sağlamak için Mustafa Akıncı ile birlikte çalışacağımı size teyit etmek istemekteyim.”

HAZİRAN 2016’DAKİ DURUM
Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulidis, “Toprak düzenlemesi ve garantiler üzerinde hiçbir önemli görüşme yapılmadı” şeklinde konuştu. Hristodulidis, Kıbrıs`ta ileride olacak bir anlaşmada geçmişin hatalarından kaçınmanın önemli olduğunu, halka iki anlamlı, yapıcı olmayan, uygulanmasını tehlikeye atmayacak, referandumda olumlu sonuç elde etme olasılığını riske atmayacak boşlukları bulunmayan net bir plan sunulması gerektiğini vurguladı.
2 Haziran 2016 tarihinde New York`ta Dış Politika Derneği`nin davetlisi olarak katıldığı bir etkinlikte konuşan Hristodulidis, Cumhurbaşkanı Anastasiadis`in, bütün tarafların, bütün beklemede olan konuları ciddiyetle görüşüp yapıcı öneriler sunmaları halinde 2016`da bir çözümün olabileceğine inandığını söyledi. Tarafların iyi havayı tehlikeye sokacak hareketlerden kaçınmaları gerektiğine de dikkati çeken sözcü, Türkiye`nin somut anlamda katkıda bulunmasının oldukça önemli olduğuna işaret etti ve Lefkoşa`nın Amerika Birleşik Devletleri`nin nüfuzunu kullanmasını beklediğini belirtti.
“Bu doğrultuda biz, yeniden birleşme için çabalarımızda aktif ilgi ve hevesle ABD yönetimiyle yakın biçimde çalışacağız” diyen Hristodulidis, Lefkoşa`nın Türkiye`nin Kıbrıs`taki varlığının yasadışılığını fark ederek, Kıbrıs sorununu çözmeye karar vermediğinin çok iyi farkında olduğunu, ancak bir çözüm yönünde karar verirse, böyle bir gelişmenin faydalarını fark edeceğini kaydetti.
Bu faydaların neler olduğunu da anlatan Hükümet Sözcüsü, bir çözümün Ankara`ya bölgede enerji ve güvenlik alanında gözler önüne serilen güçlü bölgesel işbirliğinin bir parçası olabilme olanağı sağlayacağını, bu işbirliğinin AB-NATO ve AB-Türkiye ilişkilerini de güçlendireceğini ifade etti. Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün Avrupa’nın merkezinde ‘tarihi bir hata’ ve bir çelişki olduğuna, Kıbrıs’ın bölünmüş başkenti olan tek AB üyesi ülke olduğuna dikkati çekti.
Nikos Hristodulidis, konuşmasında ülkenin ekonomik krizden çıkma çabalarından da söz etti ve AB’nin ‘kurtarma’ kararından üç yıl sonra Kıbrıs’ın ekonomik uyum programından çıktığını ve şimdi ekonomik iyileşmenin bir modeli olarak görüldüğünü anlattı. Hükümet Sözcüsü, güvenli iyileşme yolunda bir ekonomiyle hükümet ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in çabalarını AB hukuku, değerleri ve ilkeleri çizgisinde Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüme varılmasına yönelttiklerini söyledi.
Mustafa Akıncı’nın Mayıs 2015’te Kıbrıs Türk toplumu lideri olarak seçilmesinden sonra müzakerelerin tam bir ilerlemeyle, daha olumlu bir havada açıldığını bildiren Hristodulidis, Yönetim ve Güç Paylaşımı, Mülkiyet, Ekonomi ve Avrupa Birliği gibi önemli konularda ortak bir anlayışa ulaşıldığını, ancak sözü edilen dört Faslın içerisinde hâlâ göze çarpan fikir ayrılıkları bulunduğundan söz etti, aynı zamanda iki belirleyici fasıl, Toprak Düzenlemesi ve Garantiler üzerinde hiçbir önemli görüşme yapılmadığını duyurdu.



KIBRIS’IN TAKSİM EDİLMESİ FİKRİNİN GEÇMİŞİ VE ADANIN TAKSİMİ, FEDERALLEŞME İLE NASIL ÖNLENEBİLİR?


Günümüzde, dünya nüfusunun yarıdan fazlası, anayasa ve devlet yapısının federal olduğu ülkelerde yaşamaktadır. Daha önce sosyalist olan ülkelerdeki (örneğin SSCB, Çekoslovakya, Yugoslavya) sosyalist federasyonu bir yana bırakırsak, burjuva federalizmi bugün 28 ülkede uygulanmaktadır. Bu ülkeleri, ekonomik gelişmişlik açısından ileri, orta ve az gelişmiş olarak ayırabiliriz ve şunlardır: ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri, Bosna ve Hersek, Brezilya, Etiyopya, Hindistan, Güney Afrika, İrak, İspanya, İsviçre, Kanada, Komor Adaları, Malezya, Meksika, Mikronezya Federe Devletleri, Nepal, Nijerya, Pakistan, Rusya Federasyonu, St. Kitts ve Nevis, Güney Sudan, Sudan ve Venezüela.
Büyük Britanya ve Fransa gibi eski sömürgeci ülkeler, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yeni bir federalizm politikası uyguladılar. Kapitalizmin genel bunalımının bu yeni döneminde, sömürgelerin federalleştirilmesi, bu ülkelerin anayasalarına federatif unsurların konması ve ayrıntılı yasal düzenlemeler yapılmasıyla gerçekleştirildi. Böylece, yakında bağımsızlığına kavuşacak olan bu yeni devletlerin karakterini, yapısını ve şeklini etkileme olasılığı, yeni sömürgeciliğin bir unsuru olarak ortaya çıktı. Emperyalist güçlerin bu yeni stratejisinin amacı, eski sömürge topraklarını olabildiğince uzun süre, kendi etki alanları içinde tutmak ve her bölgedeki özel koşullar altında, kendi ekonomik ve stratejik çıkarlarını korumaktı.[1]
        Sömürge ülkelerdeki federasyonları en çok kuran ülke olan Büyük Britanya, hem Kanada ve Avustralya, hem de ABD gibi etkin olduğu ülkelerdeki yasal düzenlemelerden elde ettiği deneyime dayanmaktaydı. Büyük Britanya, Hindistan’daki egemenliğini uzatmak için Roma imparatorluğu’nun “böl ve yönet” ilkesini kullandı ve çeşitli milliyetler, kabileler ve kastlar arasında düşmanlık yarattı. Aynı politika, Afrika’daki Britanya sömürgelerinin hepsinde de kullanıldı.
            Bütün eski sömürgelerde, sömürge ülkedeki ulusal direniş ve milliyetler politikası arasında yakın bir ilişki vardı. Sömürgeciler, ulusal kurtuluş hareketlerinin oluşup, güçlenmesinden sonra, milliyetleri bölücü politikalarını yoğunlaştırdılar. Emperyalist sömürgecilik sisteminin çökmeye başladığı bu dönemde ortaya çıkmaya başlayan bu politikaya paralel olarak, sömürgeciler, önceden anlaşmış gibi, sömürge ülkelerde federalizm ve özerklik doğrultusunda özel bazı düzenlemeler yapmaya çalıştılar. Onlar, bunu yaparken, ulusal farklılıkları, ulusal karşıtlıklar ile büyük ölçüde bir araya getirmeye ve bu düzenlemeler yoluyla, egemenliklerini başka şekillerde koruyarak, anti-emperyalist birlik cephesini zayıflatmaya çabaladılar.  
Hatırlanacağı gibi, bu politika, 1948’de, Kıbrıs’ta “kendi kendini yönetim” adı altında uygulanmaya çalışıldı, ama Kıbrıslı Rumların enosis emelleri yüzünden başarılı olamadı.[2]. Yine aynı yıl içinde, İngiliz ve Amerikalıların radyo dinleme tesislerini Ortadoğu’dan Kıbrıs’a taşıdıklarını ve Büyük Britanya’nın Kıbrıs’taki Ağrotur ve Dikelya köylerine iki tane askeri üs inşa etmek için 50 milyon sterlin harcadıklarını görüyoruz.[3]
Yukarıda da belirtildiği gibi, sömürgecilerin milliyetler politikasının ana silahı, yönetimsel ve siyasal ayrılıktı. Bunun yardımıyla, toplumlar veya milliyetler arasındaki yüzyıllara dayanan siyasal, ekonomik, kültürel ve diğer bağları koparmayı veya gelişmesini saptırmayı başardılar. Sömürgeciler, ulusal bütünleşmeyi sağlamak için herhangi bir girişimde bulunmadılar. Aksine, ulusal hareketlerin bölünmesi için açıkça yıkıcı bir politika uyguladılar. Devlet yapısını federal bir şekle dönüştürmeyi başardılar veya azınlıkları bölmeyi sağladılar. Ulusal önyargıları öne çıkartarak, kışkırttılar. Sömürge ordularının etnik bileşimi içinde yer alan zayıf toplumların etkisini artırabildiler ve zayıf toplumlar, daha güçlü olanlara karşı kullanıldı. Bunun tipik bir örneği, ağırlıklı olarak Kıbrıs Türk toplumundan oluşan polis gücünün, Kıbrıslı Rumların direniş savaşçılarına karşı kullanıldığı Kıbrıs’taki sömürgecilik karşıtı mücadelede görülmüştür.

KIBRIS’TA FEDERAL BİR ANAYASA OLMASI FİKRİNİN KAYNAĞI
            Adamızın federalleşmesi fikrini incelemeye geçmezden önce, Kıbrıs’ın taksimi fikrine bir bakalım. Çünkü, resmi Türk bakış açısına göre, ikisi arasında bir bağlantı vardır. Adamızın taksim edilmesine ilişkin ilk öneriyi kimin, ne zaman yaptığını bulmak için bir araştırma yapmış olmamın nedeni de budur.   
Kıbrıs Türk gazetesi İstiklâl’in 30 Kasım 1951 tarihli nüshasında çıkan ve Türkiye’deki “Kudret” gazetesinden aktarılan bir mektupla ilgili bir haber buldum. Hikmet Bayur, kendisine gönderilmiş olan bir mektubu aktarırken, adını vermediği bu kişiden, “Kıbrıs Türkleri adına konuşmaya en yetkili olan bir zat” olarak söz etmekteydi.
Bu kişi, 1931’de ortadan kaldırılan Kıbrıs Kavanin Meclisi’nin eski üyesi olan Necati Özkan’dan başkası değildir ve o aynı zamanda İstiklâl gazetesinin sahibi ve başyazarıdır. Mektupta şunlar yazılıdır:
“Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs’ın Hatay gibi, misak-ı milli sınırları dahiline alınmasını candan özlemektedir” ve “Kıbrıs Rumları ile Batı Trakya Türkleri mübadele edilerek, Kıbrıs Türkleri güçlendirilmelidir.”[4]
            Talepler arasında, son paragraftaki 4. maddede şöyle denmekteydi:
            “Kıbrıs meselesinde hiç bir başarı elde edilmiyecek ve mazallah Yunanistan’a verilmesi cihetine gidilecek olursa, Kıbrıs, Hindistan ve Pakistan gibi iki bölgeye ayrılarak, Kıbrıs Rum ve Türkleri özel bölgelere yerleştirilmeli ve Türkle sakin olan kısmı Türkiyeye verilmelidir.”[5]
            Fahir Armaoğlu’na göre, Kıbrıs meselesinde “taksim” formülü ilk defa, Forum dergisinde (Ankara, 15 Temmuz 1955, Sayı:32, s.6-8) imzasız olarak yayımlanan “Kıbrıs! Kıbrıs! Kıbrıs!” başlıklı bir makalede ileri sürülmüştür. Fahir Armaoğlu, Forum’daki bu makalenin kendisi tarafından yazıldığını dipnot olarak daha sonra açıklamıştır. Yazar bu makalede, adanın bir bütün olarak Yunanistan’a veya Türkiye’ye verilmesinin imkânsızlığını belirttikten ve üçlü müşterek idare şeklinin de pratik bir hâl çaresi olamıyacağını söyledikten sonra, adanın İngiltere’nin elinde kalmasının Türkiye’nin güvenliği için iyi olacağını, lâkin bu durum devam ettikçe İngiltere’nin adada kalamayacağına işaret ediyor ve en iyi hâl çaresinin de, adanın Türkiye ile Yunanistan arasında “taksim” edilmesi olacağını bildiriyordu.[6]
            Araştırmamı sürdürürken, Kıbrıs’ta komünizm tehdidinin artmakta olduğu hususunda İngiltere’nin ABD tarafından uyarılmasından sonra, Kıbrıs’a gönderilmiş olan New York Üniversitesi’nden Dr. Alexander Melamid tarafından yazılmış bir başka makaleye rastladım. Dr. Melamid, adada bir alan araştırması yapmış ve bulgularını “Geographical Review” adlı derginin Temmuz 1956 tarihli nüshasında “Kıbrıs’ta Toplumların Coğrafik Dağılımı” başlığı altında yayımlamıştı.[7] Aynı uzman, Mart 1960’da da “Taksim Edilmiş Kıbrıs: Uygulamalı Politik Coğrafyada bir Sınıf Çalışması” başlıklı başka bir  makale daha yayımlayarak, adanın bölünmesi için, birincisi adayı kuzey ve güney kısım, ikincisi de doğu ve batı kısımlar olarak bölecek iki çizgi önermekteydi.[8]
            Claude Nicolet tarafından hazırlanan “Amerika Birleşik Devletleri’nin Kıbrıs’a İlişkin Politikası, 1954-1974” başlıklı kitapta da, Kıbrıs adası üzerindeki ABD ile Büyük Britanya’nın stratejik çıkarları hakkında yeterli arşiv malzemesi bulunmaktadır.[9] Her iki ülke de, geçmişte ve günümüzde, “böl ve yönet” politikasını kullanmışlardır. İngilizler, Kıbrıs’taki “egemen üs bölgeleri”ni hâlâ daha korumaya istekli iken[10], Amerikalılar da, 1949’dan beri kullanmakta oldukları ada üzerindeki dinleme tesislerini kendi güvenlikleri altında tutmak istemektedirler.[11]
            Ankara Üniversitesi’nde Devletlerarası Hukuk ve Anayasa Hukuku öğreten ve İsmet İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin de üyesi bulunan Prof. Nihat Erim, 1956 yılında, Başbakan Adnan Menderes tarafından görevlendirilerek, Kıbrıs meselesi hakkında bir rapor hazırlaması ve Kıbrıs hakkındaki politikayı oluşturmada hükümete yardımcı olması istenir. Menderes, Erim’e ayrıca, Başkan Eisenhower’in arkadaşı olan emekli bir Amerikan generalinin Ankara’ya gönderildiğini ve onun, adanın taksimini önerdiği ve bunun olumlu karşılandığı bilgisini de verir.[12]
            Prof. Erim’in Türk hükümetine verdiği ilk rapor, 24 Kasım 1956 tarihlidir ve şunları yazmaktadır: “Ortalama hâl şekli, Kıbrıs adasının taksimidir. Taksim fikri Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Amerika hükümetleri arasında gizli, resmi veya yarı resmi bazı görüşmelerde ele alınmıştır... Taksim önerisinin kabul edilmesi ihtimali göz önünde tutularak, Türkiye bakımından Kıbrıs’ın ne biçimde bölünmesinin daha elverişli olacağı askerlik, ekonomi ve adadaki Türk nüfusunun menfaatleri göz önünde tutularak, şimdiden yetkili uzmanlara tespit ettirilmelidir.”[13]

İNGİLİZ-AMERİKAN EMPERYALİZMİNİN BÖL VE YÖNET POLİTİKASI
            Kıbrıs Rum yeraltı örgütü EOKA,[14] 1 Nisan 1955’de Kıbrıs’taki İngiliz sömürge yönetimine karşı enosis emeli ile tedhiş eylemlerini başlattığı zaman, İngiliz emperyalizmi Orta Doğu’nun stratejik bölgesindeki son sömürgesini yitirmek istemedi. Ama Büyük Britanya daha sonra, iki askeri bölgenin topraklarına çekilmeyi tercih etti ve ada yönetimini Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumlarına devretme kararını aldı.
            ABD Başkanı Eisenhower, Haziran 1956’da, bir toplantı sırasında kendi Dışişleri Bakanına, adanın taksim edilmesi ve Kıbrıslı Türklerin kuzeydeki kısma kaydırılması ile çatışmaya bir son verilmesinin olası olup olmadığını sordu.[15] ABD Başkanı, Mart 1957’de Bermuda adasında Britanya Başbakanı Macmillan ile buluştuğu zaman, bu dört günlük toplantı sırasında ona şunları söyledi: “Askeri üsler bizim için yeterlidir. Onlar geriye kalanları kendi aralarında bölüşebilirler.”[16]
Prof. Nihat Erim, 18 ile 22 Ocak 1957 tarihleri arasında Kıbrıs’ı ziyaret ettiği zaman, 19 Ocak 1957’de AKEL[17]’in Türk Kolu tarafından kendisine verilen mektupta şöyle denmekteydi: “Son zamanlarda Parlamentoda Britanya Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılan adayı taksim fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hal şekli olmayacağı gibi, kabili tatbik de değildir. Çünkü Kıbrıs Türk ve Rum halkı ayrı ayrı iki mıntakada yaşamamaktadır. Böylece ortaya bir muhaceret işi çıkacaktır ki, o zaman Kıbrıs çıkmazı ikinci ve en büyük çıkmaza girecektir. Böyle hadiselerin hangi menfaatlere hizmet ettiğini tarih hepimize göstermiştir.”[18]
Hindistan’ı taksim edip, Pakistan’ı ayıran İngiliz hukuk uzmanı Lord Radcliff, Aralık 1956’da, ada daha bir sömürge iken, Kıbrıs için yeni bir anayasa önerilerini hazırladı. Raporunun 28. paragrafında, Kıbrıs’ta federal bir devlet düzenlemesi için bir ön koşul olan etnik-bölgesel bölünmenin olmadığını belirtti. Kıbrıslı toplumların federasyon oluşturmasının çok zor bir anayasal şekil olduğuna ilişkin görüşünü de dile getirdi. Öte yandan Lord Radcliff, ada için ikili bir yönetim önerdi. Biri, Dışişleri, Savunma ve İç Güvenlik’ten sorumlu olacak olan ve Britanyalı valinin başkanlığında bir yönetim, ötekisi de yasama meclisi, yürütme ve yargıdan oluşacak olan özerk bir yönetim.[19]
Nicolet’in bize verdiği bilgiye göre, “ABD Ulusal Güvenlik Kurulu (NSC)’nun “Kıbrıs anlaşmazlığının çözümü için ABD politikası” konulu ilk andırısı, Washington’da 18 Temmuz 1957’de kaleme alınmıştır ve adadaki askeri üs ve tesisleri korumayı ve huzur ve güven havası yaratarak, komünistlerin etkisini azaltmayı hedeflemekteydi.”[20]
İngiliz ve Amerikalılar arasında Kıbrıs sorununa ilişkin ilk ikili tartışmalar, 10 ile 18 Eylül 1957 tarihleri arasında yer almıştır... (Esas Amerikalı katılımcı olan Walworth Barbour’un vurguladığı gibi) ABD özgül bir çözüm üzerinde ısrar etmeyecek, ama Temmuz sonunda İngilizlerin sözlü olarak ilettikleri üç parametre, yararlı hareket noktası olacaktı. Bu noktalar şunlardı: “a) önemli askeri tesislerin İngiliz egemenliği altında kalması; b) adanın komünist etkisinden korunması; ve c) bir bütün olarak adada barış ve sükûnetin kurulması.”[21]
Kıbrıs Rum liderliğinin EOKA örgütüne paralel olarak, Kıbrıs Türk liderliğinin de kendi yeraltı örgütü olan TMT[22]’yi Kasım 1957’de kurmasının bir rastlantı olmadığı fikrindeyim.
Britanya Sömürgeler Bakanı Lennox-Boyd, “çifte self-determinasyon”a ilişkin meşhur görüşünü Aralık 1957’de açıkladı ve taksim politikası için yeşil ışığı yaktı. Kıbrıs konusundaki Türk politikasının mimarı olan Prof. Nihat Erim, Ankara’da 14 Ocak 1958’de yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’ta 120 bin nüfuslu bir Türk devletinin kurulabileceğini söyledi.
            Kıbrıslı Türkler, taksim planında bir oyuncu olmak için 27/28 Ocak 1958’de İngilizlere karşı ayaklandı. Nicolet, 30 Ocak 1958 tarihli bir nottan şu alıntıyı yapmaktadır: “CIA Başkan Yardımcısı, General Charles P.Cabell, NSC’nin 353. toplantısında, Kıbrıslı Türklerin, adanın taksimini zorla gerçekleştirmek amacıyla, ilk defa olarak İngilizlere karşı saldırı başlattıklarını bildirdi.[23]
            EOKA saldırılarının Kıbrıs Türk köylerine yönelmesi karşısında, Kıbrıs Türk liderliği, bazı Kıbrıslı Türk köylerinin, Dr. Küçük’ün 1958’de taksim çizgisi olarak önerdiği 35. Paralelin kuzey kısmına yerleştirilmelerini öngören bir plan hazırladı. Bu göç planı, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na gönderildi.[24]
            Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk işçilerin 1 Mayıs 1958’de taksim ve tedhiş eylemlerine karşı birlikte düzenledikleri gösterilerden sonra, ilerici Kıbrıslı Türk işçilere karşı TMT tarafından bir dizi öldürme ve sindirme saldırıları yapıldı.[25] TMT, 6/7 Eylül 1955’de İstanbul’da meydana gelen olaylara benzer bir şekilde, 6/7 Haziran 1958’de Kıbrıslı Rumlara karşı, taksim ve toplumsal intikamın önkoşullarını yaratmak amacıyla, kışkırtma eylemleri düzenledi.

KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN DOĞUŞU
Büyük Britanya, Türkiye ve Yunanistan Başbakanları, 16 ile 18 Aralık 1958’de Paris’te yapılan NATO Bakanlar Konseyi’nin özel toplantısından sonra, 11 Şubat 1959’da Zürih’te imzalanan bir anlaşma ile, bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasında anlaştılar. Bu durumda, her iki tarafça savunulan adanın taksimi ve adanın Yunanistan’a bağlanması (enosis) fikirleri terkedilecekti.
19 Haziran 1958’de ilan edilen ve Kıbrıslılara, işbirliği ya da nihai taksim tercihini vermiş olan Macmillan planının[26] ayrılıkçı unsurları, yeni anayasaya aktarılmıştı.
Üçü de NATO üyesi olan Büyük Britanya, Türkiye ve Yunanistan, bir Garanti ve İttifak Antlaşması ile yeni Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörleri oluyordu. Ağrotur ve Dikelya’daki İngiliz askeri üsleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprakları dışında tutulmuştu ve Britanya’nın egemenliği, emperyalizmin çıkarlarını korumak üzere bu bölgelerde devam edecekti. Böylece garantör ülkeler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çıkarlarından çok, ada üzerindeki kendi çıkarlarını korumakta ve geliştirmekteydiler.
            Amerikalılara göre, “uzun erimli olarak başarı şansı olduğu görünen tek çözüm, Nisan 1957’deki Amerikan planlarına göre, garantili bağımsızlık şeklindeki, taksim ile enosis arasındaki ara zemindi.”[27]
            Kıbrıslı bir diplomat olan Alaaddin Gülen’in anılarında yazdığına göre, nüfusun %20’sini oluşturan Türk azınlığını, Kıbrıs devleti çatısı altında, %80 oranındaki Rum çoğunluğuna eşit hale getirmek, normal sayılacak bir olgu değildi. Ne var ki Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu, gelmiş geçmiş en Amerikancı bakan olarak bunu kabul ettirmişti![28]
Artık, taksimle ilgili Türk fikri, adanın coğrafik olarak bölünmesi şartı yerine, her iki toplumun, bir diğeri tarafından yönetilmemesi fikrinin verilmesini yeterli buluyordu. İleride bundan hareketle taksime varılabilirdi.  
Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş da, Zorlu ile yaptığı görüşmede, yeni anlaşmayı sadece iki koşulla kabul edebileceğini açıkladı: “Adaya Türk askeri gönderilsin ve Kıbrıs Türklerine her yıl mali yardım yapılsın.”[29] Ama sorunun püf noktası da burada şekillenecekti. Kıbrıslı Türkler, artık emperyalizmin hizmetinde stratejik bir azınlık olarak tepe tepe kullanılacaktı.
            Nicolet şunları yazıyor: “Zorlu, Washington’da iken Dulles’a, taksimle ilgili Türk fikrinin, adanın coğrafik olarak bölünmesini içermesinin mutlaka gerekli olmadığını söyledi. Dışişleri Bakanı Zorlu, “her iki topluma, bir diğeri tarafından yönetilmemesi fikri”nin verilmesinin yeterli olabileceğini söylemişti. Bu kavram, Kıbrıs’ın bağımsızlığı statüsü ile hayret verici bir şekilde uyuşur görünmekteydi.”[30]
            Böylece “1960’da bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti, coğrafik olarak değilse bile, en azından yönetim olarak Kıbrıs’ı bir şekilde taksime doğru götüren bir diplomasinin sonucuydu.”[31] 

 KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN ANAYASASI
            Anayasa Hukuku Profesörü olan Nihat Erim, anılarında şunları yazmaktadır:
“1959 yazında Kıbrıs’ta anayasayı hazırlarken ben bir konuşmamda, ‘Bu Kıbrıs devleti, Zürih’te ve Londra’da düşünülen Kıbrıs devleti, aslında bir federasyondur. Bu, kendisine öz bir takım özellikleri olan bir federasyondur, ama federasyondur. Coğrafi esasa dayanmasa bile bir federasyondur’ demiştim.”
Erim, devamla şöyle demektedir: “Bu federasyonun her şeyi güzeldi, yalnız bir şey lazımdı iyi işleyebilmesi için: tarafların iyi niyeti!”[32]
            1960 Anayasası, yönetimi, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında bölüştürmüştü. Bütün yürütme organlarında 70:30 oranının, orduda da 60:40 oranının korunmasını öngörüyordu.
            Prof. Stanley Alexander de Smith’in değerlendirmesine göre, Kenya Anayasasından sonra dünyanın en karmaşık ve en ayrıntılı anayasası Kıbrıs’ta yapılmıştı. Toplumların hakları, güvence ve sınırlamalar yoluyla denetlenip, dengede tutulmak istenirken, anayasacılık ile toplumsal egoizm atbaşı gitmişti.[33] Getirilen uzun ve karmaşık önlemlerle, tarafların yetkilerini kötüye kullanmaları engellenmek istenmiş, ama etkin bir devlet örgütlenmesi gerçekleştirilememişti.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası, toprak ayrımı esasına göre değil de, toplumsal ayrılığa dayanan federal bir devlet düzenini getirmeyi amaçlıyordu. 35 Rum ile 15 Türk üyeden oluşan Temsilciler Meclisi yanında, ayrı Cemaat Meclisleri de kuruluyor, ama üyeleri kendi toplumları tarafından seçildiği için, bir anlamda klasik federal sistemdeki bölgesel yönetimdeki yürütmeyi temsil ediyordu. Fakat açıkça belirlenen yürütme yetkilerine sahip olmaması yüzünden, bu ikili yapı, kamu hizmetlerindeki ayrılıkçı eğitimlerin güçlenmesine yardım ediyordu. (1958’de başlatılan ayrı belediyeler sorunu, bunun ilk tohumlarını atmıştı.) Bu durumda toplumlararası işbirliği için gerekli olan kuruluş güvenceleri ihmal edilmiş ve federal ilişkiler ortadan kalkmıştı.[34]
16 Ağustos 1960’da bağımsızlığını ilan etmiş olan bu yeni Kıbrıs Cumhuriyeti, hem adanın Yunanistan’a bağlanması için mücadele etmiş olan Kıbrıs Rum liderliği, hem de adanın taksim edilmesi için mücadele etmiş ve emperyalist güçlerle işbirliği yapmış olan Kıbrıs Türk liderliği tarafından açık yüreklilikle benimsenmiş değildi.
Komünist AKEL’in desteğine sahip olan Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un herhangi bir bloğa bağlı olmama politikası, yeni devletin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü garanti etmiş üç NATO ülkesi olan Büyük Britanya, Yunanistan ve Türkiye tarafından da takdir edilmemişti. New York Times gazetesi, komünistlerin, dürüst ve demokratik bir seçimle Kıbrıs’ta iktidara gelebilecekleri tehlikesine dikkati çekiyordu.[35] Bu makalenin yayımlanmasından hemen sonra, Başkan Kennedy 25 Eylül 1961’de, “Ulusal Güvenlik Eylemi Andırısı 98” başlıklı bir programı onayladı. Burada “ABD’nin Kıbrıs’ta geçmişte olduğundan daha aktif bir rol üstlenmesini ve bu amaçla, açık ve mümkünse kapalı önlemleri de içerecek şekilde etkin olarak ilerletilmesi ve komünist tehlikenin bastırılıp, azaltılması” arzusu dile getiriliyordu.[36]

 1963’DEKİ ÇATIŞMA VE TÜRK TEZİ
Cumhurbaşkanı Makarios, 1960 Anayasasının zorluklarını tartışmak için 22 ile 26 Kasım 1962 tarihleri arasında Ankara’ya resmi bir ziyarette bulundu, ama orada anlayış ile karşılanmadı.
Kıbrıs Türk liderliğinin organı olan Halkın Sesi gazetesi, 11 Ekim 1963 tarihli nüshasında şunları yazmıştı: “Kıbrıslı Rumlar istesin veya istemesin, Kıbrıs bir gün taksim edilecek... O zaman kimin rüya gördüğünü anlayacaklar.”
Makarios, 6 Aralık 1963’de Anayasa için 13 maddelik değişiklik önerisini ilan ettiği zaman, bu öneriler, Kıbrıs Türk toplumuna bazı azınlık hakları vereceğinden, Türkiye tarafından derhal reddedildi.
21 Aralık 1963’de toplumlararası çatışmalar başladı ve yabancı güçlerle bağlantıları olan yeraltı örgütleri, her iki toplum içinde yeniden etkin bir duruma geldiler. Her iki liderlik de terkettikleri emellerine, yani enosis ve taksime geri döndüler. Kıbrıs sorunu şimdi, yeniden uluslararası arenaya dönmüştü.
Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi’nin Başkanı olan Rauf Denktaş, 28 Aralık 1963’de bir demeç vererek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öldüğünü duyurdu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Dr. Küçük, 5 Ocak 1964’de, anayasa tarafından yasaklanmış olan adanın taksiminden yana olduğunu ve Kıbrıslı Türk Bakanların ve kamu görevlilerinin işlerine dönmeyeceklerini ve Makarios Yönetiminde çalışmayacaklarını açıkladı. Dr. Küçük, Kıbrıs Türk toplumunun bütün haklarını tehlikeye atarak, liderliğe, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki makamlarına geri dönmelerini tavsiye eden ve İnönü tarafından gönderilmiş olan bir mektuba olumsuz yanıt verdi.[37]
Dr. Fazıl Küçük, bu olumsuz kararını Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye bildirdi. 10 Ocak 1964 tarihli Fransız gazetesi Le Monde’a da bir demeç vererek, 35. Paralelin, adanın taksim edilmesi için “en ideal çizgi” olarak alınabileceğini söyledi.
Türkiye Başbakanı İsmet İnönü, 8 Eylül 1964 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kıbrıs’ın geleceği konusundaki Türk politikası hakkında konuşurken, şunları vurguladı: “Muahede hükmü dahilinde bulunmak için resmî ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık.”[38]
Birleşmiş Milletler örgütünün soruna bir çözüm bulmak amacıyla göreve atadığı Genel Sekreterliğe bağlı Arabulucu Dr.Galo Plaza, 26 Mart 1965 tarihli raporunun 150. paragrafında şöyle demekteydi:
“Kıbrıs’ta federal bir rejimin kurulabilmesi için ayrı bölgelerin bulunması gerekmektedir. Ama bu temel, Kıbrıs’ta bulunmamaktadır. Aralık 1963’ten sonra bu durum değişmedi. Oluşan Türk enklavlarının ada yüzeyine dağılmış halde bulunmasına rağmen, hâlâ daha binlerce Kıbrıslı Türk, karma köylerde yaşamaktadır.”
Plaza Raporu’nun 154. paragrafında belirtildiğine göre, Türk tarafının önerilerde sözünü ettiği federal hükümet şekli, aslında adanın taksimini veya resmi deyişle coğrafi federasyonunu öngörmekteydi. Hatta taksim çizgisinin nerelerden geçeceği bile saptanmıştı.
Nicolet’in kitabında,  hukuk danışmanı Donald A.Wehmeyer’in hazırladığı ve 11 Aralık 1963 tarihini taşıyan bir Çalışma Belgesinde “Kıbrıs’ın ortak egemenliğinin Yunanistan ile Türkiye arasında paylaştırılması için bir  sözleşme”nin önerildiğini okuyoruz. Aynı ABD yetkilisi, bu andırıya eklediği “Olası Kıbrıs Çözümünün Anahatları” başlıklı bir başka belgede, çözümde Türkiye için daha cazip olan önemli bir unsuru daha koymuştu. Wehmeyer’in düşüncesine göre, Kıbrıs eyaletlere ayrılmalıydı. Yukarıdaki plana ek olarak, taksim veya federasyon hayali, Kıbrıslı Türklerin özel haklara sahip olacakları bölgelerden  meydana gelen ve baskın bir şekilde Türk olacak olan bazı eyaletlerin oluşturulmasıyla yaratılabilirdi.[39]
            Salahi R.Sonyel ise, Britanya hükümetinin, Kıbrıs’ın federal bir çözüm ile yeniden yapılandırılmasının ilginç bir çözüme işaret ettiğini yazmaktadır:
“Bundan hareketle, 3 Ocak 1964’de Sir Francis Vallat, anayasa uzmanı olan H.G.Darwin’e, Kıbrıs’ı ileride federal bir devlet olarak şekillenebilecek, Türk ve Rum bölgelerine ayırma olasılığını araştıracak bir belge hazırlamasını istedi. Böylesi bir planın hazırlanabilmesi halinde bile, uygulanmasında bir dizi sorunun çıkacağı öngörülebilmekteydi. Darwin, birinde çoğunluğun Rum, ötekisinde de Türk nüfustan oluşacak olan iki devletli bir federasyonu öneren bir andırı hazırladı. Ayrıca, Türk devletini gerçekleştirmek için nüfus mübadelesi yapılmasını da önerdi. Türk devletinin başkenti, Girne olacaktı.”[40]
            Britanya Dış İşleri Bakanlığı, Şubat 1964’de, “Rum ve Türk toplumlarının coğrafik ayrılmasını” belirten, “Kıbrıs’ın Geleceği” adlı kapsamlı bir plan hazırladı. 
            ABD Dışişleri Bakanı George Ball, 1964’de adayı ziyaret ettiği zaman, Martin Packard, bu olayları yerinde görme gezisinde ona eşlik etmekteydi. Packard şöyle yazmaktadır: “Lefkoşa’ya geri döndüğümüz zaman, Sayın Ball, başarılan işler için beni övdü. Daha sonra sempatik bir şekilde şöyle dedi: Ama hepsini yanlış anladın be oğlum. Bizim buradaki hedefimizin taksim olduğunu, sana herhangi bir kimse söylememiş mi?”[41]
            Makarios, 1964 yazında, Cenevre’de tartışılan ve Karpaz yarımadasında Türkiye’ye askeri bir üs verilmesi koşuluyla, adanın Yunanistan’a bağlanmasını öngören Acheson Planı’nı reddetti. Cumhurbaşkanı Makarios, 1968’de, enosis yerine, “mümkün olan çözüm”ü isteyen yeni politikası ile seçimleri yeniden kazandı.
            Kıbrıs anayasasının mimarlarından olan Prof. Nihat Erim, yukarıda sözü edilen anılarında, 1959 yazında General Turgut Sunalp’in Kıbrıs’ta konuşlandırılacak olan Türk Alayı’nın hazırlıklarını yapmak üzere, adada bulunduğu süre içinde, “fırsat buldukça araba ile adayı köşe bucak, dağ bayır dolaştığını, kucağına açtığı haritaya gerekli işaretleri koyduğunu” yazmaktadır.[42] Sunalp, 1964’de Cenevre’de Acheson Planı üzerinde yapılan görüşmelerin Üçüncü Turu sırasında, Nihat Erim ile birlikteydi. Acheson, Nihat Erim’e “General Sunalp gibi komutanlara Pentagon’da ihtiyaç var” şeklinde konuşmuştu![43]
            Yine Nicolet’in kitabından okuyalım: “Acheson, Brand’ın sözleriyle, ‘Kıbrıs sorununu, Kıbrıs’ı yok etmekle ortadan kaldıracak olan bir planı düşünüp bulmaya hazırdı.’ Onun özellikle merakını uyandıran, Don Wehmeyer’in 8 Temmuz’da Ball’a telgrafla bildirilen, Kıbrıslı Türk yöneticiler tarafından yönetilecek bazı eyaletlerin kurulmasıyla Türklere taksim veya federasyon hayalini veren bir enosis’i sağlayacak olan 24 Nisan tarihli plandı.[44] Ve bu da, Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Christos Ksantopoulos-Palamas ile 1969-1971’de NATO Genel Sekreteri’nin Birinci Yardımcılığını yapmış olan yeni Türkiye Dışişleri Bakanı Osman Olcay arasında kararlaştırılmış olan ABD’nin “denetimli müdahale”[45] politikası ile 1974 yazında gerçekleştirildi. Bu iki bakan, 3-4 Haziran 1971’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısı sırasında bir görüşme yaparak, Makarios’tan nasıl kurtulacaklarını ve “çifte enosis” yoluyla taksim edecekleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına nasıl son vereceklerini tartışmışlardı.
Kıbrıs Cumhuriyeti için yeni bir anayasa hazırlanmasına yönelik toplumlararası görüşmeler, 1968 ile 1974 yılları arasında “üniter devlet” esasına göre sürdürüldü, ama iki taraf bir çözüme varamadı.[46]
Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin, Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon yaparak iktidara gelmesi ve hükümet programında “Kıbrıs sorununun çözümü için federal bir devlet şeklinin” önerilmesi üzerine, toplumlararası görüşmeler, 2 Nisan 1974’de kesintiye uğradı. Öte yandan, Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş da, ayrı bir Türk devletinin ilan edileceği yolunda konuşmaya başladı. Rum toplumunun görüşüne göre, Türkiye’nin, görüşmelerin 1968 yılından beri üniter devlet temelinde yürütülürken, aniden federal devlet tezine yönelmesi ve zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’in ağzından bunu dile getirmesi, görüşmelerin temelini yıkmış ve devamını da gereksiz kılmıştı.[47]
    
EMPERYALİST KOMPLO
Üç ay sonra 15 Temmuz 1974’de faşist Yunan Cuntası ve onun Kıbrıs Rum kesimindeki askeri güçleri eliyle Başkan Makarios’a karşı başarısız bir darbe girişimi düzenlendi. Yaratılan bu defakto durum, Türkiye’de Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetine,  Kıbrıs’ın iç işlerine müdahale etme olanağını verdi. Türkiye, adanın %37’lik kuzey kısmını işgal etti ve  16 Ağustos 1974’de, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 14. yıldönümünde, ada toprakları, kuzeyde Türk ve güneyde Rum bölgesi olmak üzere ikiye taksim edildi. Taksim çizgisinin her iki tarafına yapılan nüfus değişimi ile iki bölgeli coğrafik bölünme, defakto olarak elde edilmiş oldu. Geriye, Türkiye hükümetlerinin 1964’den beri hedefi olan “federasyon” için dejure bir merkezi hükümetin kurulması kaldı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Danışmanı Helmut Sonnenfeld tarafından ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’e gönderilmiş olan 14 Ağustos 1974 tarihli önemli bir “Gizli Andırı”, yıllar sonra gizliliği kalkınca Cyprus Weekly gazetesinin 10 Ağustos 2007 tarihli nüshasında yayımlandı. Bu andırıda şöyle denmekteydi: “... Türklerin Mağusa’yı hızlı bir şekilde ele geçireceklerini var sayarsak, Türklere özel olarak söz ver, bir çeşit federal düzenleme çerçevesinde, adanın üçte birinde, kendilerinin de içinde olacakları bir çözümü onlara sağlayacağız.”
            Çarpışmaların iki gün daha sürmesinden sonra, Türk askerleri, en azından 1964’den beri, belki de 1950’lerden beri var olan bir plana göre, bugüne kadar hâlâ daha elinde bulundurduğu Kıbrıs’ın yaklaşık %37’sini işgal etti.”[48]
            Nicolet, “Sonunda, 1974 savaşı, ABD’nin 1970’li yılları ortasından başlayarak, defakto taksime hoşgörü ile bakması ile sonlanmıştır. Çünkü böylece, daha önceki durumlara göre, bölgedeki istikrar daha iyi güvence altına alınmış görünüyordu”[49] şeklinde yazmasına karşın, taksimin ABD tarafından beğenilen bir çözüm olarak resmen onaylanmış olduğunu kabul etmemektedir.[50]
            Ama hâlâ daha ABD’nin gündeminde olan, hukuk danışmanı Donald A. Wehmeyer tarafından hazırlanmış olan, 11 Aralık 1963 tarihli bir Çalışma Belgesinde “Kıbrıs’ın ortak egemenliğinin Yunanistan ile Türkiye arasında paylaştırılması için bir  sözleşme” başlıklı plandı. Aynı ABD yetkilisinin, bugünkü çözüm önerileriyle yakın ilişkisi olan, 24 Nisan 1964 tarihli “Olası Kıbrıs Çözümünün Anahatları”nı hazırlayan kişi olması da ilginçtir. Nicolet şöyle yazıyor:  
            “Bu andırının ilk defa ortaya konduğu gün, yani 24 Nisan (1964)’de, Hukuk Danışmanı Wehmeyer, çözümde Türkiye için daha cazip olan önemli bir unsuru daha ekledi. Wehmeyer’in düşüncesine göre, Kıbrıs eyaletlere ayrılmalıydı. Yukarıdaki plana ek olarak, taksim veya federasyon hayali, Kıbrıslı Türklerin özel haklara sahip olacakları bölgelerden  meydana gelen ve baskın bir şekilde Türk olacak olan bazı eyaletlerin oluşturulmasıyla yaratılabilirdi. Bu eyaletlere sürekli bir Türk yöneticinin (eparch ad perpetuum) atanmasıyla da buna ulaşılacaktı.”[51]
Toplumlararası görüşmeler, 1975 ile 1976 arasında Viyana’da beş tur olarak yapıldı ve Kıbrıslı Rum lider Makarios ile Kıbrıslı Türk lider Rauf Denktaş arasında 12 Şubat 1977’de yapılan bir doruk toplantısında, anayasal sorunun iki toplumlu federal bir temel üzerinde çözümlenmesi için dört maddelik bir yol gösterici belge üzerinde anlaştıkları duyuruldu.
Toplumlararası görüşmeler, 1983’de ilan edilen ve sadece Türkiye tarafından tanınan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adı altındaki “Tek Taraflı Bağımsızlık” kararından sonra da devam etti. Bu “tek taraflı bağımsızlık”, BM Genel Kurulu ve BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bütün kararlara ters düşmekteydi.
Bu ayrı devletini, Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde gören bir değerlendirme yapmak, hem yanlış, hem de hukuk dışı bir durumdur. Çünkü Kıbrıs Türkleri bu ayrılma kararını, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü garanti etmiş olan ülkelerden biri olan Türkiye’nin askeri desteği ile aldılar. Dahası, bu “devlet”, savaş nedeniyle Kıbrıslı Rumların terk etmek zorunda kaldıkları ve Türk Ordusu tarafından işgal edilen topraklar üzerinde kurulmuştur. Adanın kuzeyindeki bu işgal edilmiş kısmına 1974’den sonra Anadolu’dan binlerce yerleşimci aktarılmıştır ve onların işgal edilmiş bölgelerde yapılan seçimlere katılmaları, Kıbrıslı Türklerin gerçek iradesinin yansımasına engel olmaktadır. Ayrıca yerleşimcilere, Kıbrıslı Rumlara ait olan ve terkedilmiş ev ve araziler verilmiştir. Bunlar, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesine aykırı eylemlerdir.

KIBRIS’TA BİRLİK YOLU, FEDERALİZM’DEN GEÇER
Bazı çevreler, Kıbrıs’ta 1974’den sonra defakto oluşan iki ayrı bölgenin yeniden birleştirilmesinden söz ederken, iki ayrı devletten hareketle, merkezi otoritesi zayıf olan federal bir Kıbrıs devletini benimser görünmektedirler. Oysa resmi Türk makamlarının federasyondan algıladığı şey, adanın taksimini öngören bir konfederasyon ile eş anlamlıdır. Türkiye’nin eski Başbakanlarından İsmet İnönü’nün 1964’de “federasyon” sözünü nasıl yorumladığını akılda tutmak gerek: “Muahede hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık.”[52] Federasyonun bu resmi şekli, adanın taksimini öngören konfederasyon ile eş anlamlıdır.
Bilindiği üzere konfederasyonda, biraraya gelen birimlerin halkları arasında ne doğrudan doğruya bir temas vardır, ne de merkezi bir otorite söz konusudur. Konfederasyonda merkezi otorite, sadece bu temasa izin veren veya vermeyen bölge hükümetleri aracılığı ile halka ulaşmak durumundadır. Oysa bunun aksine federasyonda, merkezi  hükümet ile halk arasında dolaysız bir temas vardır. Halk, bölge hükümetlerinin aracılığı olmadan, hem merkezi hükümetin oluşumuna katılmakta, hem de merkezi hükümetin yetki alanları içinde, o yönetime bağlı olmaktadır.[53]
Konfederasyonun aksine federasyonda, egemenlik bölünmez, federasyonu oluşturan birimler sadece belli bazı alanlarda özerktirler. Federasyon oluşturulduğu zaman, eyalet devletleri, anayasal sözleşmenin kendini yetkili kıldığı konularda kesin söz sahibi olan merkezi hükümetin kararlarına uymak zorundadırlar.[54] Federasyonda merkezi ve bölgesel hükümetler arasında sadece eşgüdüm değil, ayrıca işbirliği yapılması da zorunludur.[55] Her iki tarafın muhalif duyguları arasında bir denge oluşturmak gereklidir. Ama bu denge öyle oluşturulmalıdır ki, birlikten yana olan güçler, ayrılıktan yana olan güçlere üstün gelmelidir. Wheare’ın dediği gibi[56], eğer söz konusu toplumlar kendilerini bağımsız bir hükümete ayak uydurmaya hazırlamamışlarsa, federal hükümetin ilk ön koşulu sağlanmamış demektir. Bu çok önemli bir noktadır. Çünkü Riker’in belirttiği gibi[57], federalizm, birlik isteyen ve ondan umutlu olan ulusal liderler ile daha geniş yerel denetim isteyen bölgesel hükümet yetkilileri arasında olan bir pazarlıktır. Aslında “gerçek bir federal hükümet, federasyona katılan her devletin ulusal bağımsızlığının inkârı demektir.”[58]

FEDERAL HÜKÜMET İÇİN BAZI ÖNKOŞULLAR
Şu anda adamızda var olan koşullar altında, tek çıkış yolu, devletin ve Kıbrıs adasının birliğini yeniden sağlamak için, var olan üniter veya fonksiyonel federatif devleti, iki bölgeli federal bir devlete dönüştürmektir. O nedenle, Britanyalı anayasa uzmanı Sir Kenneth Wheare’nin yazmış olduğu ve bir federal hükümet için gerekli olan şu önkoşullar geçerlidir:
Ramesh Dutta Dikshitt, yukarıda alıntıları ile birlikte aktardığımız “Federalizmin Siyasal Coğrafyası – Kökenleri ve İstikrarının Soruşturulması” başlıklı kitabında, yine Wheare’a atıfta bulunarak, onun “Federal hükümet için bazı önkoşullar” adlı bölümde,  federalizmin kökenlerine ilişkin olarak gerekli gördüğü ve birlik-ayrılığa ilişkin bazı faktörleri belirginleştirmeye çalıştığını yazar. Hepsi de ABD, İsviçre, Kanada ve Avustralya’da, ilgili toplumlar arasında birlik isteğini oluşturmak için uygulanmaktadır.[59] Wheare, aşağıda koyu olarak yazılmış bu faktörleri, şöyle sıralamaktadır[60]:
1. Ortak savunma ihtiyacı: Kıbrıs adası üzerinde 400 yıl birarada yaşamış olan Türk ve Rum toplumlarının ortak savunma ihtiyacı var mıdır? Evet, hem de ülkeyi bölüp, ada halkının sosyal kurtuluş mücadelesini engellemek isteyen emperyalizme karşı, Kıbrıs’ın NATO’nun etki alanı içinden çıkması için, özellikle Kıbrıs Türk liderliğinin tutarlı bir bağlantısızlık politikasını benimsemesi ve uygulaması kaçınılmazdır.
2. Bazı dış güçlerden bağımsız olma isteği ve sadece birlik yoluyla bağımsızlığın kazanılabileceğinin anlaşılmış olması: Kıbrıs’ın tam bağımsızlığının birlik yoluyla kazanılacağını kavramış olan ilerici ve demokrat güçler açısından, emperyalizm ve onun askeri üslerinden olduğu kadar, “anavatan”lardan da bağımsız olma istemi geçerlidir.
3. Birlikten ekonomik yarar sağlama beklentileri:  Özellikle Kıbrıs Türk toplumunun emekçi kesimlerinde yaygındır.
4. Federal birlikten önce, sözkonusu birimlerin belli siyasi hedef birliği: Federal birlikten önce, Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının belli siyasi hedef birliği, belli siyasi partilerin sınıfsal bakış açıları doğrultusunda halen sözkonusudur. Bu siyasi hedef birliği, demokratik bir ortamda daha da kristalleşecektir.
5. Coğrafi komşuluk: İkiye bölünmüş küçük bir ada olan Kıbrıs’ta, başka yerlerdekinden daha uygundur.
6. Siyasi kurumların benzerliği: Bu açıdan benzerlik olmasına karşın, her iki taraftaki demokratik hayatın olgunluğu açısından farklar vardır. Ancak bu da, herhangi bir dış karışma olmadan, karşılıklı dayanışma ve özellikle anti-demokratik unsurların etkisizleştirilmesiyle geliştirilebilir ve hatta etnik-ulusal esasa göre değil, sınıf temeline dayalı ortak politik örgütlenmelere gidilebilir.
Burada vurgulanması gereken nokta, Wheare’ın birlik için gerekli olan önkoşullar listesine dil, “ırk”, din veya milliyet gibi faktörleri almamış olmasıdır.
Wheare, yukarıdaki 6 önkoşula bir tane daha eklemektedir: “Gerekli olduğu anlarda liderlik veya devlet adamlığı niteliğini gösterebilme.” Bu da, acil olarak şu günlerde Kıbrıs’taki bütün toplum liderlerinden beklenen bir yurtseverlik görevi olmalıdır.
Burada gözden uzak tutulmaması gereken bir diğer nokta, Kıbrıs somutunda sorunun çözümlenmesinin, bir yandan adanın emperyalizmin ve yeni sömürgeciliğin etkilerinden, askeri üslerden arındırılmasına bağlı iken, öte yandan da ana sorun olan içteki milliyetler sorununun nasıl çözümleneceğine bağlı olduğudur ve ben bunu, ana mesele olarak görmekteyim. Ama yine de tayin edici faktörün her iki toplum arasındaki ulusal farklılıklar olmayıp, aksine ülke içindeki ve uluslararası plandaki sınıf mücadelesi olduğunu vurgulamak gerekir.[61]
Öyle görünüyor ki, ilk defa “1989 Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı”nda sözü edilmiş olan emperyalistlerin şu korkusu hâlâ daha geçerlidir:
“Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi, gelecekteki bir “federal Kıbrıs”ta yeniden birleşirse, Rum ve Türk komünistlerin birlikteki seçim gücü, hiç alışılmamış böylesi bir hükümet yönetiminde yapılacak herhangi bir başkanlık seçiminde oyların çoğunluğunu kazanabilir.”[62]  
Ama buradaki can alıcı sorun, burjuva çevrelerinin öne sürdüğü gibi, Kıbrıs’ta hangi toplumun hangisini yöneteceği sorunu değil, tüm ada yüzeyinde hangi sınıfın iktidarı elinde bulunduracağı sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Benim değerlendirmem budur.


(Lefkoşa Üniversitesi’nin Avrupa ve Uluslararası Sorunlar Merkezi tarafından 11 ve 12 Mart 2016’da Lefkoşa’da düzenlediği “Kıbrıs Sorunu, Çözümlenmesi ve Daha Geniş Etkileri” konulu iki günlük konferansta İngilizce olarak sunulan bildirinin Türkçe çevirisi)




[1] W.G.Grafski-B.A.Straschun, Asya ve Afrika’nın Gelişmekte olan Ülkelerinde Federalism, Moskova, 1968, aktaran Ertan Yüksel, Kıbrıs’ta Federal Çözüm, Ortam gazetesi, Lefkoşa, 22-23-24 Ocak 1985
[2] Yunancada (Kıbrıs’ın Yunanistan ile) birleşme(si)
[3] Ahmet An, Kıbrıs Sorununun Perde Arkası, Kıbrıs’taki İngiliz Üsleri ve Amerikan Tesisleri, İstanbul 2000, s.9
[4] İstiklâl,  30 Kasım 1951
[5] agy
[6] Dr. Fahir Armaoğlu, 1955 Yılında Kıbrıs Meselesinde Türk hükümeti ve Türk Kamuoyu, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Temmuz 1959, No. 2-3, s.69
[7] Vol.46, No.3, New York 1956, s.355-374
[8] Vol.59, March 1960, Chicago, s.118-123
[9] Claud  Nicolet, United States Policy Towards Cyprus, 1954-1974, Removing the Greek-Turkish Bone of Contention, Mannheim und Möhnesee 2001
[10] Nicolet, agy, s.87
[11] Nicolet, agy, s.141
[12] Nihat Erim, Bildiğim, Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.18
[13] agy, s.22 ve 24
[14] Yunanca kısaltma: “Ethniki Organosis Kyprion Agoniston” (Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü)
[15] Nicolet, agy, s.92
[16] agy, s.101
[17] Yunanca kısaltma: “Anorthotiko Komma Ergazomenu Lau”   (Emekçi Halkın İlerici Partisi)
[18] Erim, agy, s.56
[19] Proposals for Cyprus: Report submitted to the Secretary of State for the Colonies by the Rt. Hon. Lord Radcliffe, GBE, December 1956, Cmnd 42
[20] Nicolet, agy, s.104
[21] agy, s.108
[22] Türkçe kısaltma: “Türk Mukavemet Teşkilatı”
[23] agy, s.115
[24] Mehmet Yüksel, Kıbrıs’ta Faşist Baskılar ve Faşist Örgütlenmeler, İlke dergisi, İstanbul, Kasım 1974, s. 127
[25] Ahmet An, TMT’nin Kurbanları, Lefkoşa 2008, s.25-39
[26] Harold Macmillan, Riding the Storm, London 1971, s.667
[27] Nicolet, agy, s.132
[28] Bellekte Kalanlar, Ankara 1998, s.244
[29] Ahmet An, Kıbrıs’taki Çıkmazın Kökeni, Sol dergisi, Mart 2006, Sayı: 245, İstanbul
[30] Nicolet, agy, s.133
[31] agy, s.133
[32] Erim, agy, s.98-167
[33] Prof. Stanley Alexander de Smith, The Common­wealth and its Constitutions, London 1964, s.285
[34] Carl J.Friedrich, “İkiliğin Tehlikeleri: Kıbrıs” başlıklı bölüm, şu kitap içinde: Trends of Federa­lism in Theory and Practice, New York 1968
[35] 12 Ağustos 1961
[36] Nicolet, agy, s.166-167
[37] Rauf R.Denktaş, Memoirs (1964), Volume:1, pp.174-175
[38] Dışişleri Belleteni, Ekim 1964, Sayı: 2, s.63
[39] Nicolet, agy, s.226 ve 229
[40] Cyprus, The Destruction of a Republic and its Aftermath, British Document 1960-1974, Extended second edition, Ankara 2003, s.78-78
[41] Martin Packard, Getting it wrong: Fragments of a Cyprus Diary 1964, London 2008, s.166
[42] Erim, agy, s.367
[43] Erim, agy, s.366
[44] Nicolet, agy, s.257
[45] Nicolet, agy, s.213
[46]Görüşmelerde üzerinde anlaşılan ve anlaşılmayan hususların ayrıntılı bir analizi için bkz. Polyvios Polyviou, Cyprus in Search of a Constitution, Nicosia 1976
[47] Ahmet An, Ecevit’in Önerisi ve Federasyon, Embros, 20 Mayıs 1990
[48] Nicolet, agy, s.452
[49] Nicolet, agy, s.485
[50] Nicolet, agy, s.445
[51] Nicolet, agy, s.229
[52] Dışişleri Belleteni, Ekim 1964, Sayı:2, s.63
[53] Dikshitt, Ramesh Dutta, The Political Geography of Federalism-An Inquiry into its Origins and Stability, New York 1975, p.3
[54] Dikshitt, agy, s.3
[55] Dikshitt, agy, s.8
[56] Federal Government, London 1953
[57] Riker, W.H., Federalism: Origin, Operation, Significance, Boston 1964, s.11
[58] Dicey, A.V. Introduction to the Study of the Law of the Constitution, London 1939
[59] agy, s.37
[60] agy, s.220-222
[61] Ayrıca şuraya bakınız: Ertan Yüksel, Kıbrıs’ta Birlik Yolu, Konfederal Değil, Federal Devletten Geçer, Ortam gazetesi, 20-21 Aralık 1984
[62] s.530, ayrıca Ahmet An, ABD’nin Kıbrıs Türk Soluna Bakışı, Sosyalist Gözlem, Lefkoşa, Ekim 1993, Sayı:5