21 Ocak 2018 Pazar

EMPERYALİZM VE YERLİ ORTAKLARININ KIBRIS’TAKİ AÇMAZI

Kıbrıs’ta “Federe Türk Devleti”nin ilan edilmesiyle, emperyalizmin uzun yıllardan beri Kıbrıs’ta gerçekleştirilmek istediği amaca oldukça yaklaşılmıştır. Bu, adanın Türkiye ve Yunanistan arasında taksimidir. Böylece, faşist Sampson darbesi ve Türkiye savaş harekâtı öncesinde bağımsızlıkçı bir tavır koyan ve üçüncü dünya ülkelerinin yanında yer alan ve emperyalizmin kolaylıkla at oynatamadığı bir alan olan Kıbrıs Cumhuriyeti artık tamamen ortadan kalkmış ve ada, her ikisi de gerici NATO’nun üyesi olan ve Amerikancı iktidarlar tarafından yönetilen Türkiye ve Yunanistan arasında taksim edilmiş olacaktır. ABD emperyalizminin yıllardır istediği budur.

Bu amaçla yıllardır adada bunca kan dökülmüş, kardeş kardeşe düşman edilmiş, Türk ve Rum halkları arasına suni düşmanlıklar sokulmuş, ilerici ve demokratlara, SOSYALİSTLERE en korkunç baskılar yapılmıştır. Emperyalizm, geleneksel “böl ve yönet” politikasını uygulamış, bir yandan faşist Denktaş’ı, bir yandan da faşist Grivas’ı desteklemiş, her ikisini de Kıbrıs işçi sınıfının desteklediği bağımsızlıkçı eski yönetime karşı kışkırtmıştır.

Kıbrıs’taki Türk kesimindeki faşist iktidar kliği, yıllardır bu halk düşmanı politikaya karşı çıkan, gerçekleri savunan yurtseverlere ve sosyalistlere, gene faşist yeraltı örgütü TMT’nin yardımıyla, büyük baskı ve zulüm uygulamış, birçok demokratı el altından yok ettirmiştir. Kıbrıs’ta Türk kesiminde bugün de faşist bir yönetim vardır.

Faşist Denktaş kliği, hiçbir zaman adanın bağımsızlığından yana olmamıştır. Başından beri iki toplumun kardeşçe bir arada yaşamasına karşı çıkmış, her zaman ayrılıktan yana olmuştur. Kıbrıs anayasasında yer alan iki halkın yakınlaşmasını öngören ve sağlayacak –az da olsa- mevcut tedbirlerin uygulanmasını hep engellemiştir.

Denktaş kliği başından beri emperyalizmin Kıbrıs’ı bölme politikasına hizmet etmektedir. Kıbrıs 1960 anayasasına göre idare edilirken, önceden adadan kaçmak zorunda kalmış olan Denktaş, Ekim 1967’de gizlice adaya gelmiş ve daha sonra Türkiye’deki gerici iktidarın da onayı alınarak, 29 Aralık 1967’de tek taraflı bir kararla “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi”nin kurulduğu açıklanmış, anayasa çiğnenmişti. Kısa bir süre sonra bu “geçici” sıfatı da kaldırılarak, adanın bölünmesinde ilk adım atılmıştı. İngiliz entelijans servisi yetiştirmesi Denktaş, o zamandan beri gücünü artırmış, son “seçimlerde” Fazıl Küçük’ü tasfiye ederek, Kıbrıs Türk kesiminde iktidarı ele geçirmiştir.

Olayların tarihsel gelişmesi göstermektedir ki, son “devlet” ilanı yıllardır sürdürülen emperyalist bir politikanın doğal bir sonucudur. Adanın, emperyalizmin ve yerli hâkim sınıfların doğrultusunda bölünmesi sürecinin özel bir aşamasıdır. Adanın bağımsızlığını yok etmede Makarios, gericiler için ciddi bir engeldi. Faşist Sampson darbesi ve bunu izleyen Türk işgali bilinen değişiklikleri yaratarak, Adanın fiilen bölünmesini sağlamıştır.

13 Şubat’ta ilan edilen “Türk Devleti” bu yüzden emperyalizmin bilinen politikasının sürdürülmesinden, emperyalizmin çıkarların genel olarak kollanmasından başka bir şey değildir. Adanın fiilen bölünmesine ve NATO’nun kontrolü altına geçmesine bir adım daha yaklaşılmıştır. Bu durum, bu yüzden genel olarak emperyalizmin lehine olmuştur.
Fakat meselenin bir de başka yanı vardır. Bu da, emperyalizmin çıkmazı ile ilgilidir. Genel gelişme gericilerin çıkarına olmuştur, ama bunun yarattığı birçok özel durumlar, gericileri oldukça zor durumda bırakmaktadır.

Kıbrıs meselesinin önce gelen aktörleri Amerikan, Türk, Yunan egemen sınıfları ile Kıbrıs’taki egemen sınıflar ve NATO üyesi ülkelerin egemen sınıflarıdır. Politik gelişmeler, bu sınıf ve zümrelerin kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışırken, önce devrimci güçlerin muhalefeti ve mücadelesiyle karşılaşmaktadırlar. Dışta sosyalist sistem ve ezilen halkların muhalefeti, içte işçi sınıfı ve emekçi halk muhalefeti, gericilerin politikalarını kolaylıkla uygulanmaya sokulmasından sonra, tamamen ters sonuçlar doğurmasında ve derhal yeni gerici taktiklerin aranmasında en önemli unsurdur. Emperyalizmin somut bir anda kendi çıkarları için giriştiği operasyon, kısa zamanda kendi aleyhine işler olabilmektedir.

Hesapları şaşırtan ikinci unsur, birinciden hiç de bağımsız olmadan gelişen, meseleyle doğrudan ilgili ülkelerin egemen sınıfların arasındaki çıkar ilişki ve çelişkileridir. Söz konusu çıkarların, bu somut dönemde, her durumda uyuştuğu kesinlikle söylenemez.

Karşılıklı şovenist birikimler, Ege denizinin ve Kıbrıs’ın paylaşılması, AET içinde daha fazla yer kapma çabaları gibi çelişkiler, Türk ve Yunan egemen sınıfları arasında gerginlikler doğurmaktadır. Her ikisi de ABD emperyalizmine ve NATO’ya bağlı olan bu iki ülkenin, ABD emperyalizmine yönelttiği talepler bu yüzden farklı olmaktadır. Gene Kıbrıs içindeki Türk ve Rum sömürücü sınıfların çıkarları her zaman uyuşmamaktadır. Bütün bu gerici sınıf ve zümreler ancak halkların mücadelesine karşı birleşebilmektedir. Bu konuda birbirlerini el altından desteklemekte, fakat iş, ganimetin paylaşılmasına geldi mi pekâlâ takışmaktadırlar.

ABD emperyalizmi güçlü dönemlerinde bu sürtüşmeleri emperyalizmin genel çıkarlarını zedelemeyecek biçimde kontrol edebiliyordu. Fakat şimdi hızla gerilemekte, sosyalist sistemin, uluslararası işçi sınıfı hareketinin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin karşısında adım adım geri çekilmekte olan ABD emperyalizmi, dizginleri eskisi kadar kolaylıkla sahip olmamakta, kendine bağımlı ülkelerde uyumlu bir politika uygulayamamaktadır. Kendi içindeki çıkar çatışmaları, çeşitli finans grupları arasındaki sömürüden en fazla payı alma mücadelesi de buna eklenince, durum emperyalizm için, içinden çıkılması zor karmaşık bir nitelik kazanmaktadır. Kıbrıs olayları, Amerika-Türkiye ve Amerika-Yunanistan ilişkilerinin durumu bunun en açık örneğidir.

Olayların genel gelişimi emperyalizmin genel çıkarları doğrultusunda olmuşsa da, emperyalizm tarafından planlanıp yürürlüğe konmuşsa da, olayların diyalektik bütünlüğü içinde oluşan yan faktörler, genel gidişin özel konakları, bunların karşılıklı etkileşimleri ortaya öylesine değişik ve yeni gelişmeler çıkarmıştır ki, ikincil ürünler olan bu gelişmeler -kapitalizmin genel buhranının unsurları tarafından etki güçleri birkaç katına çıkarılarak- temeldeki genel çıkarları zedeleyen ve belki de ters tepmesine yol açabilecek, birincil önemdeki gelişmeyi (yani Kıbrıs’ın bölünmesini) başka yollara sokabilecek, genel krizi daha da derinleştiren unsurlar niteliğine bürünmüşlerdir. Şimdi bu noktayı açalım.

Emperyalizmin amacı Kıbrıs’ın bağımsızlığına son verilerek, adanın NATO kontrolüne girmesiydi. Bu süreç genel olarak tamamlanmaktadır. Peki ne pahasına? Yunanistan’da faşizm devrilmiştir. Yunanistan NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir. Türkiye’ye askeri malzeme sevkiyatı kesilmiştir. Her iki ülke anti-emperyalist ve NATO aleyhtarı akımlar gelişmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginlikler oldukça artmıştır. Amerika’da iki finans grubunun politik temsilcileri birbirlerine girmişler, bütün Amerikan kamuoyunun bu politikacılara olan güveni son derece sarsılmıştır. ABD’ye bağımlı iki ülke takışmaktadır. Son gelişmelerde Türkiye egemen sınıfları fazlaca desteklemiş, Yunan egemen sınıfları “mağdur” duruma düşmüştür. ABD emperyalizmi kendi elleriyle durumu içinden çıkamayacağı bir hale sokmaya devam etmektedir ve edecektir. Denge tamamen bozulmuştur. Türkiye ve Yunanistan’ın arasının bulunması zorlaşmaktadır. ABD emperyalizmi bu alanda tercih yapamayacağı için, kendi bindiği dalları kesme durumundadır. 20. Yüzyılın son çeyreğinde emperyalist kapitalist kampta bir vidanın düşmesi, bütün cihazı felç eder. ABD Türkiye ile Yunanistan arasında tercih yapamaz, ikisinden birini feda edemez. Bir pazarın lehine diğer pazarı feda edemez. İkisini birden idare edememektedir. Bu, emperyalizm için tam bir açmazdır ve emperyalizmi sürekli içten kemirecektir.

Türkiye’nin Kıbrıs’ta yeni devleti ilan etmesinin bu somut anda olması doğrudan Amerikan yardımının kesilmesiyle ilgilidir. Bu adım er-geç atılacaktı. Ama bu somut adımın, iki bağımlı ülkenin arası düzelmeden atılmış olması, bu özel durum, genel planlamayı daha da bozmuştur. Tıpkı kapitalist ekonomi de ekonomik birimler çapında mükemmel planlamanın mümkün olması, ama bütün ekonomi çapında planlamanın imkânsız olması ve bu iki çelişmenin kapitalizmin yıkılmasına götürmesi gibi, Kıbrıs konusunda planlama yapılmış ve yürütülmüş, fakat iş genel, uluslararası politika alanına gelince fiyasko ile karşılaşılmıştır. Keşmekeş almış yürümüştür.

Yerli hâkim sınıflar Kıbrıs’ta sözde federe devlet ilan etmekle ne amaçlamışlardır? Önce emperyalizmin ve kendi çıkarlarının doğrultusunda adanın bağımsızlığının yok edilmesi. Sonra askeri yardımın kesilmesine karşı bir “tepki” gösterisi. Yardım kesilmesin diye nasıl Kıbrıs’tan iki tugay asker göstermelik olarak çekildiyse, bu bir fayda vermeyince, şimdi gene temelde emperyalizmin politikasına karşı olmayan, ama görünüşte ABD’ye karşı bir tavır havası vermeye yönelik bu hareket tezgâhlanmıştır. Ama hesaplar bu sefer de tutmamıştır.

Hareket anti-emperyalist bir tavır olmaktan çok uzaktır. İkili anlaşmalara, NATO’ya, genel olarak Türkiye’deki emperyalizme karşı çıkılamayacağı için Kıbrıs’ta bu özel girişim yapılmıştır. Hareketin bir diğer amacı da halkta artan anti-emperyalist tavırların bastırılmasıdır. Kıbrıs’ta ABD planları uygulanırken, Amerika’ya karşı çıkılıyormuş havası verilerek, bu muhalefet uyutulmak istenmiştir.
Fakat genel olarak emperyalizmin planlarına uygun olan söz konusu adım, bu somut anda emperyalizmin işlerini daha da karıştırmıştır. Yunanistan’a ne cevap verileceği, ABD’yi derin derin düşündürmektedir.

Yerli egemen sınıfların attıkları son adım, öte yandan, tam bir şaşkınlığın ifadesidir. Aylardır süren hükümet bunalımı, ülke içinde güçlenen sosyal muhalefet, bütün yalvarmalara rağmen kesilen askeri yardım, yeni bir maceradan başka yere götüremezdi. Hesaplar gene tutmamıştır. Güney Kore’den başka -Pakistan ve İran dâhil- hiçbir ülke yeni “Türk Devleti”ni tanımamıştır. Herkes Makarios yönetimini meşru yönetim olarak tanımaya devam ettiğini açıklamaktadır. Türkiye dış politikasının, uluslararası planda, yerli yönetimi dünyada yalnız bırakmış. Dıştaki yalnızlık, etkisini ülke içinde de göstermiştir. “17. Türk Devleti” etrafında ilk günlerde estirilen şoven hava bir balon gibi sönmüştür. Burjuva politikacıları ne yapacaklarını iyice şaşırmışlardır. Kaş yapalım derken, göz çıkarılmak üzeredir. ABD’den bile destek gelmemiştir.

Özetlersek, emperyalizm ve yerli egemen sınıflar tarafından girişilen operasyonlar sahibini vuran tüfekler niteliğini kazanmaktadır. Bu, kapitalizmin genel bunalımının derinleşen üçüncü döneminin doğrudan bir sonucudur. Bütün, kendi parçaları arasındaki birliği kesinlikle sağlayamamaktadır. Ve buna yol açan neden, öncelikle dünya sosyalist sisteminin, uluslararası işçi sınıfı hareketinin ve ulusal kurtuluş hareketinin her geçen gün emperyalizme yeni darbeler vuran güçlü mücadelesidir. Masa başı pazarlıkları, kapalı kapı ardında tezgâhlanan komplolar, halkın mücadelesi sonucu kısa zamanda deşifre olmakta, ters tepmektedir. Bu, emperyalizmin ve yerli ortaklarının açmazının ifadesinden başka bir şey değildir.

Kıbrıs’ın bağımsızlığını yok etme uğruna girişilen genel operasyon, özel olarak, emperyalizmin ve ortaklarının aleyhine olmuştur. Ülkemizde egemen sınıflar yeni pazarlar fethetmek için yola çıkmışlardır, kan dökmüşlerdir, halkların kendi kaderini tayin ilkesini çiğnemişlerdir. Ama çarşıdaki pirince giderken, evdeki bulgurdan olmuşlardır, olacaklardır. Askeri harcamalar, hayat pahalılığını, işsizliği ve enflasyonu daha da artıracaktır. Sosyal muhalefet daha da güçlenecektir. Kıbrıs olayları başladığından beri, bütün şoven şartlamalara, “milli beraberlik” edebiyatına rağmen, demokratik, ekonomik ve sosyalist mücadele hızla gelişmiştir.

Kıbrıs’ta şimdiki şartlar altında adil ve kalıcı bir çözüm bulunamaz, Bunun için öncelikle adadaki bütün yabancı askerlerin çekilmesi, ABD emperyalizminin ve Türk ve Yunan egemen sınıflarının adanın içişlerine karışmasına son verilmesi, Kıbrıs halkına kendi kaderini tayin etmesi imkânı tanınması gerekmektedir. Bu da, bizce Yunanistan ve Türkiye’de gerici iktidarlar olduğu sürece imkânsızdır.

Sosyalistler olarak yerli hâkim sınıfların halkımızın zararına olan Kıbrıs macerasından vazgeçmesini ve şovenizmin etkilerinin yıkılması için mücadele etmeliyiz. Burjuva politikacılarının Kıbrıs politikalarını halkımıza açıklamalıyız. Kıbrıs emekçi sınıfları ile dostluk ve dayanışma içinde olmalıyız.

(“A. Alpınar” imzasıyla, İlke dergisi, İstanbul, Mart, 1975, Sayı:15)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder