11 Nisan 2018 Çarşamba

KAVAZOĞLU’NU KATLEDİLİŞİNİN 38. YILDÖNÜMÜNDE ANIYORUZ


AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı arkadaşı Kostas Mişaulis, 38 yıl önce 11 Nisan 1965 tarihinde, Luricina yakınlarında pusuya düşürülerek vahşice öldürülmüştü.

Adamızın emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri eliyle taksim planları gereğince bölünmesine karşı duran, Türk-Rum dostluğu ve işbirliği için gerek siyasal, gerekse sendikal alanda çalışmalarını yürüten Kavazoğlu, Aralık 1963 olaylarından sonra, sık sık yayımladığı bildiriler ve diğer yayın faaliyetleriyle, Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikasını eleştirmekteydi. Bu yüzden Dr.İhsan Ali ile birlikte faşist yeraltı örgütünün hedefi haline gelmişti. Bilindiği gibi Cumhuriyet gazetesinin yazarları Ahmet Gürkan ile Ayhan Hikmet de, 23 Nisan 1962’de aynı taksimci faşist çevreler tarafından katledilmiş ve Kıbrıs Türk toplumundaki barış ve dostluk yanlısı muhalif sesler, susturulmak istenmişti. 11 Nisan 1965 günü, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından pusuya düşürülen Kavazoğlu ile Mişaulis, otomatik silahlarla kısa mesafeden vurularak, öldürüldüler. Ama onların savunduğu taksim karşıtı görüşler, bugün geniş kitlelere mal olmuş bulunuyor. Kıbrıs Türk liderliğinin, toplumumuzu içine sürüklediği ayrılıkçı politikanın çıkmaz bir sokak olduğu artık bilinçlere kazınmış durumda.

Kıbrıslı Türk işçilerin unutulmaz lideri Derviş Ali Kavazoğlu’nu, ölümünden bir yıl önce kaleme aldığı bir bildirisi ile anıyoruz. Önce konuya açıklık getirmek amacıyla, Kavazoğlu’nun bildirisinde değindiği TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın konuşmasını veriyoruz:

KIBRIS VE MİSAK-I MİLLİ POLİTİKASI

TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, 10 Mayıs 1964 günü Bursa’da yapılan Parti Genel Yönetim Kurulu toplantısındaki açış konuşmasında Kıbrıs sorunu ile olarak şu değerlendirmede bulunmuştu:

“...Gerçekten de kanlı olaylar, Üçüncü İnönü Hükümetinin Mecliste zayıf bir çoğunlukla kurulduğu için harekete geçemeyeceği sanıldığı ve Cumhurbaşkanlığına yeni gelmiş Johnson’un Kıbrıs işinde sert tepkiler göstermesinin çok zayıf bir ihtimal olarak göründüğü günlerde başlamıştır. Beri yandan Kıbrıs’ta Türkler, nüfusun beşte birini teşkil etmektedirler. Zürih ve Londra sözleşmelerinden ve yeni Kıbrıs Anayasasından Türk azınlığı memnundur. Oysa Rumlar şikayetçidir. Makarios, kanlı olaylardan önce de Zürih ve Londra anlaşmalarından, Anayasadan şikayet etmiştir. Ve en önemlisi Kıbrıslı Türklerin kuşaktan kuşağa miras kalmış, yolunda dövüşülüp ölünmüş bir “Anavatana ilhak” ülküleri olmamıştır.

Oysa Rumların kuşaktan kuşağa gelişmiş bir “Enosis” davaları vardır. Bu ülkü yolunda teşkilatlar, silahlı birlikler kurmuşlar; yıllardır İngilizlere karşı dövüşmüşlerdir. Aşırı milliyetçi, Enosisçi, faşist bir tedhiş teşkilatı olan EOKA, bugün yine faaliyettedir. Ve Makarios Atina’da bu teşkilatın lideriyle görüşmüştür.

Bütün bu faktörler, objektif olarak değerlendirilince, Kıbrıs Türk cemaatinden bazı kimselerin şahsi çıkar ve ihtirasları peşinde koşmuş olabilecekleri hesaba katılsa bile, son kanlı olayların EOKA’cı Rumlar tarafından çıkartılmış olduğunu kabul etmek gerekir...”

Aybar devamla Kıbrıslı Türklerin statülerinin güvence altına alınması gerektiğini belirterek şöyle demişti:

“Fakat bütün bu işler ancak Kurtuluş Savaşı Türkiyesinin vazgeçilmez temeli olan “Misak-ı Milli” ışığı altında yürütülen, kişiliği olan bir politika ile başarılabilir. Biz Kurtuluş Savaşını kazanmış, eski bir mirası tasfiye etmiş bir devletiz. Anavatanın sınırlarını mütecanis bir ulus varlığı etrafında kesin olarak çizmiş bulunuyoruz. Bugünkü sınırlarımız dışında hiçbir toprak üzerinde iddiamız yoktur, olmamalıdır...

Kıbrıs’ta içine düştüğümüz çıkmaz, son tahlilde temellerini Atatürk’ün attığı Kurtuluş Savaşının Misak-ı Millici politikasından uzaklaşılmış olmasının sonucudur. Dünyada kuvvet dengelerinin, şartların, dolayısıyla hedeflerin artık bundan on beş yıl önceki biçimde olmadığı, devlet adamlarımızın mutlaka görüp anlamaları zamanı gelmiştir. Üsler verip, yardım almak şeklinde özetlenebilecek Kurtuluş Savaşı Türkiyesine hiç de yaraşmayan bir dış politika görüş ve anlayışına bizim devlet adamlarımız bağlı kalsalar bile, böyle bir pazarlığın yakında müttefiklerimiz için cazibesi kalmayacağı ciddiyetle düşünülmelidir.

Türkiye gerçekçi ve kişiliği olan bir dış politikaya dönmelidir. Güvenliğimiz de, hızlı kalkınmamız da buna bağlıdır. Bunun Batı dünyasına sırt çevirmek anlamına gelmeyeceğini, bilmem söylemeye lüzum var mı? Ama böyle bir dış politikanın her şeyden önce Türkiye’nin milli menfaatlerine göre ayarlanacağı muhakkaktır...” (Sosyal Adalet - 15 Mayıs 1964)

TÜRKİYE VE KIBRIS’TAKİ TEPKİLER

Mehmet Ali Aybar’ın Kıbrıs konusunda söyledikleri, Türkiye basınında tahrif edilmiş ve TİP’e karşı saldırılarda bulunulmuştu. Ankara’da yayımlanan ve TİP’e yakın, aylık siyasi fikir dergisi “Sosyal Adalet”in, 15 Haziran 1964 tarihli nüshasında belirtildiğine göre, “bu saldırılar, konuşmadan 4 gün sonra, gece saat 10.30‘da TİP’in Ankara’daki binasına fiili tecavüz şeklini alma istidadını göstermiş, fakat devletin emniyet kuvvetleri tarafından daha başlangıçta önlenmişti”.

Kıbrıs’ta da Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu Başkanı Necati Taşkın, yayımladığı bir basın açıklamasında, TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ı, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak dile getirdiği görüşler nedeniyle eleştirmişti. Derviş Ali Kavazoğlu ise, Necati Taşkın’ın dile getirdiği görüşleri değerlendiren bir bildiri yayımlamıştı.

AKEL tarafından İngilizce olarak yayımlanan “AKEL Newsletter” adlı bültenin Mayıs 1964 tarihli 40. sayısında yer alan ve “Kıbrıslı Türk İşçilerin Gerçek Sesi” başlıklı bu bildirinin Türkçe çevirisi şöyledir:

“KIBRISLI TÜRK İŞÇİLERİN GERÇEK SESİ"

17 Mayıs 1964 tarihli Kıbrıs Türk gazeteleri, Türk şovenist liderliği tarafından Türk İşçi Birlikleri’nin başına getirilen Necati Taşkın’ın bir açıklamasını yayımladılar. Taşkın, ustalarına itaat ederek, Türkiye’deki İşçi Partisi’nin lideri Mehmet Ali Aybar’a hırçın bir saldırıda bulunmuştur.
Seçkin Kıbrıslı Türk sendikacı Derviş Kavazoğlu’nun, Taşkın’ın iftira dolu suçlamalarına yanıt olarak yayımladığı bildiriyi aşağıda yayımlıyoruz:

“Bay Kavazoğlu’nun yanıtı
Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun kendinden menkul Genel Sekreteri olan Kıbrıslı Türk Necati Taşkın, 17 Mayıs tarihli Kıbrıs Türk gazetelerinde, Türkiye’deki İşçi Partisi’nin sayın başkanı Mehmet Ali Aybar’a karşı hırçın saldırılarda bulunmaktadır.

... Bütün Kıbrıslı Türk işçiler çok iyi bilmektedir ki, 1958’e kadar Necati Taşkın, İngiliz sömürgecilere yardımcı polis olarak çavuş rütbesiyle hizmet etmekteydi. Daha sonra, Türk köylülere adeta kan kusturan Celal Hordan’ın faşist örgütünün “önde gelen”lerinden biri oldu. Ardından Denktaş geldi ve faşist yöntemi ile Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun liderliğini dağıtarak, Taşkın’ı Genel Sekreterlik mevkiine tayin etti.

Bu adamın Türk işçilerinin uzun ve şerefli mücadeleleriyle hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. Ne işçilerin sendika hareketi hakkında, ne de işçi hakları konusunda bir bilgisi vardır. Normal koşullar altında, Necati Taşkın, İşçi Birlikleri Federasyonu’nun Genel Sekreteri olma niteliklerine sahip değildir ve kadrosundan biri olması bile düşünülemez.

Kıbrıs Türk işçileri, Taşkın’ın Türk sendikalarının liderliğini yasadışı yollarla ele geçirdiği günden beri, sendikalar içinde ve Kıbrıslı işçilerle yabancı şirketler arasındaki ilişkilerde oynadığı rolü çok iyi bilmektedir. İşçi sendikaları faşist yöntemlerle yönetilmeseydi, Türk işçileri Taşkın’a, Federasyonlarının Genel Sekreteri olarak tahammül etmek bir yana, hatta onun İşçi Birliklerinin binalarına girmesine bile izin vermeyeceklerdi.

Şimdi Sayın Mehmet Ali Aybar’ın kim olduğuna bakalım: Sayın Aybar, Türkiye’nin yasaları ve anayasası temeline dayanan, öncü işçi sendikaları tarafından örgütlenmiş Türkiye İşçi Partisi’nin seçilmiş başkanıdır. Bilindiği gibi, Türkiye Anayasası, 27 Mayıs 1960 devriminden doğmuştur. Bu parti, sosyal adaletten yanadır ve Atatürk ilkelerine dayanmaktadır. Saflarında Türkiye’nin en önde gelen birçok ilerici unsurlarını ve aydınlarını barındırmaktadır.

Parti programını incelemiş ve faaliyetlerini basından izlemiş olanlar, memnuniyetle göreceklerdir ki, Mehmet Ali Aybar’ın başkanı olduğu Türkiye İşçi Partisi, Türkiye’de geniş halk kitlelerinin gerçek çıkarlarını dile getirmektedir. Ama şimdiki dönemin ruhunu anlayacak durumda olmayan Taşkın gibi bazı kötü şöhretli “lider”ler, Kıbrıs Türk toplumunu ekonomik, sosyal ve ulusal yıkımın kenarına itelemiş olanlar ve Türkiye’yi nükleer bir savaşın karmaşasına doğru yönlendirenler, böylesi bir partiye ve onun başkanına hakaret etme cesaretini bulmaktadır.

Sayın Aybar’ın, Partisinin Merkez Komitesinin 2. Genel Yönetim Kurulu toplantısında Kıbrıs ile ilgili olarak yaptığı konuşmayı inceleme olanağını bulmadık. Ama, Taşkın’ın söylediğinden hareketle bir yargıya varırsak, Sayın Aybar, Atatürk tarafından belirlenmiş olan misak-ı milli’den söz ederek, güya ciddi bir hata yapmıştır. Oysa bilindiği gibi Atatürk’ün misak-ı milli saptaması, onun Türkiye’nin dış politikasındaki en büyük başarılarından biridir.

Taşkın, Sayın Aybar’ın bu sözlerinin, Kıbrıslı Türk işçilerin öfkesine yol açtığını ileri sürmektedir. Ama Taşkın bilmelidir ki, Kıbrıslı Türk işçiler, Atatürk’ün ilkelerini herhangi bir çekince koymadan kabul etmektedir. Ve bu ilkeler, sadece Taşkın’ın kendisi gibi siyasi cücelerde öfkeye yol açar.

Yine Taşkın’a göre, İşçi Partisi’nin Başkanı, Kıbrıslı Türk liderlerin kendilerine ait bir fikirleri ve politikaları olmadığını ve birçok defalar İngilizlerin desteğini talep ettiklerini söylemiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Sayın Aybar’ın böyle bir şey söyleyip söylemediğini bilmiyoruz. Ama söylemişse bile, Sayın Aybar, artık saklanamayan gerçek doğrulardan başka birşey söylememiştir.

Son on yıldaki Kıbrıslıların mücadele geçmişini genel hatlarıyla gözden geçirecek olursak, Kıbrıs Türk toplumunun sözüm ona “lider”lerinin İngiliz politikalarını adım adım izlediğini ve asla açık-seçik yurtsever bir politikalarının olmadığını görürüz. Zaman zaman, bu politikayı gömlek değiştirir gibi değiştirmektedirler. İngiliz politikasındaki ay-yıldıza sarılarak, bunu Türk politikası diye sunmaktadırlar. Bu söylediklerimizi, somut olaylarla kanıtlayacak durumdayız.

Necati Taşkın, kendi hatalarını görmezden gelerek, Sayın Aybar’ı sorumsuz, kalpsiz ve vicdansız olarak suçlamakta ve bu iftiracı sözleriyle Kıbrıslı Türk işçilerin görüşlerini ifade ettiğini öne sürmektedir.

Ben Kıbrıslı Türk bir yurttaşım ve 15 yıldır işçi sendikalarının sorunlarıyla meşgul olmakta ve Kıbrıslı Türk işçilerin gerçek çıkarlarıyla ilgilenmekteyim. Toplumumun siyasal ve sosyal sorunları için elimden gelenin en iyisini yapmaktan da geri durmadım. Bugün kendi yaşamım, son sekiz yıldan beridir, Taşkın’ın üyesi olduğu faşist örgütten gelen tehlike ile karşı karşıyadır. Faşistlerin sürekli zulmü altındayım. Ama, Taşkın’ın Sayın Aybar’a ve Atatürk ilkelerine karşı yönelttiği utanmazca iftiralara Türk işçilerinin katılmadığını hiçbir çekince koymadan ilan edecek ve bilecek durumdayım. Taşkın, bir de övünerek, “Sayın Aybar, Kıbrıs’a gelmeye cesaret ederse, saçının bir tek telini bile yitirmeyecektir” diyerek, onu Kıbrıs’a gelmeye davet etmektedir. Gördüğünüz gibi, Kıbrıs’ı ziyaret etmek isteyen Türkiyeli yurttaşlarımızın yaşamları, Taşkın’a ve benzerlerine bağlıdır! İstedikleri gibi, bir kişinin yaşamını sonlandırabilirler veya koruyabilirler...

Sayın Aybar, yine de biz sizi ve Atatürk ilkeleri ile 27 Mayıs Devriminin ilkelerine inanan onurlu gazetecileri Kıbrıs’a gelmeye davet ediyoruz. Sayın Çetin Altan, Yaşar Kemal, Metin Toker’i de Kıbrıs’a çağırıyoruz. Ama buraya geldiğiniz zaman, Kıbrıslı Türklerin gerçek düşüncelerini, kendinizin öğrenebilmesi için faşizmin zincirlerini kırmaya çalışınız. Buraya ortak bir tartışma için geliniz. Daha sonra Türk toplumunu yıkımdan kurtarmak için bir yol mutlaka bulabilir ve Türkiye’yi de nükleer cehennemin eşiğinden kurtarabiliriz. Bu şekilde, hepimiz de, ulusumuza, insanlığa ve dünya barışına iyi bir hizmet verip katkı koyabiliriz. Gelmenizi bekliyoruz!”

(Yeni Çağ gazetesi, 11 Nisan 2003, Sayı:632, daha sonra şu kitap içinde: A.An, TMT’nin Kurbanları, Lefkoşa 2008, s.84-89)

LEFKOŞA’NIN İLK DEFA 1956'DA İKİYE BÖLÜNMESİNE YOL AÇAN KIŞKIRTMA OLAYLARI


        Halkın Sesi ve Hürsöz gazeteleri, 15 Aralık 1955 tarihli nüshalarında, Kıbrıs Rum Komünist Partisi AKEL’in bir gün önce Ekselans Vali tarafından kanun dışı ilan edildiği haberini vermekteydiler. Buna göre AKEL’in gençlik örgütü AON, çiftçi örgütü EAK ve kadın örgütü PODY de yasaklanmaktaydı.
         16 Aralık 1955 tarihli Hürsöz ise, Neos Demokratis ve Aneksartitos gazeteleri ile birlikte haftalık Türkçe “İnkılâpçı” gazetesinin de bir yıl süre ile resmen kanun dışı ilan edildiğini haber vermekteydi. Aynı tarihli Hürsöz’de yazan Şafi Alper, “AKEL partisi söndü” başlığı altında, bu partiyi eleştirmekte ve “işçilerimizi istismar edip paralarını topluyordu” ifadesini kullanmaktaydı.     
         30 Aralık 1955 tarihli Halkın Sesi’nde ise şu haber yer almaktaydı:
         “Rum komünistleri dün yine grev ve nümayiş yaptılar... Bilindiği gibi 14 Aralıkta AKEL Partisi ile peyk teşekküllerinin kapatılması üzerine, 130 kadar komünist lideri tevkif edilerek Dikelya kampına sevkedilmişlerdir. Bunlar arasında iki Belediye Reisi, bazı Belediye azaları ve solcu sendika liderleri bulunmaktadır.”
         8 Ocak 1956 tarihli Hürsöz de “Rumca komünist gazetesi Embros dün kapatıldı. Zavalli Matbaasındaki odaları mühürlendi” haberini vermekteydi.

“İKTİSADİ BOYKOT”
         21 Ocak 1956 tarihli Hürsöz gazetesinde çıkan “Hürsöz” imzalı ve “İktisadi boykot” başlıklı makalede, bir haftadan beri, “Bazı maceraperest Rumların Türk esnafına karşı iktisadi boykot ablukasına giriştikleri esefle müşahade olunmaktadır” denmekteydi.

SCOTSMAN’IN HABERİ: ÜÇLÜ TAKSİM
         Halkın Sesi gazetesi ise, 28 Ocak 1956 tarihli nüshasında, Eleftheria’nın Scotsman’dan aktardığı bir haberi vermekteydi. Scotsman gazetesine göre, Kıbrıs meselesinin halli için bir plan hazırlanmış olup, bu plana göre, Kıbrıs adası üç bölgeye ayrılacaktı. İngiltere, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlara ait olacak bu bölgelerin oluşturulması için nüfus mübadelesi yapılacaktı. Böylece karşı tarafa geçmeler sonunda adada Türk ve Rum bölgeleri oluşacaktı.

“KOMÜNİSTLER HAKİM OLURSA...”
         Bozkurt gazetesi, 27 Şubat 1956 tarihli nüshasında, “Kıbrıs’ta idareye komünistler hakim olursa Türkiye, Kıbrıs’a asker çıkaracak” haberini vermekte ve Atina Radyosu’nun da aynı mealde bir haber yayınladığını duyurmaktaydı.

SERBEST BIRAKILAN SOLCULAR
         7 Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesi, 14 Aralık 1955’de tevkif edilen 130 solcu arasında bulunan AKEL liderlerinden 9’unun (Gençlik ve çiftçi örgütünden) bir gün önce serbest bırakıldığını duyurmaktaydı.
         21 Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesi de “AKEL Genel Sekreteri Papayuannu, tedavi için götürüldüğü hastaneden kaçtı” haberini vermekteydi.
 
ANTİ-KOMÜNİST TÜRK LİDERLİĞİ, SOLCU TÜRKLERİ HEDEF GÖSTERİYOR
         23 Nisan 1956 günü Lefkoşa’nın Türk semtinde iki Türk genci tedhişçiler tarafından öldürüldü. Bunlardan biri, Türk polis eri Nihat Vasıf’tı ve polis, onun öldüren iki kişinin bir Türk kızı tarafından yakalatıldığını duyurdu.
Öldürülen ikinci Türk, Ardath Sigara Fabrikası’nda gece bekçisi olarak çalışan Cüfer Ferhat’tı. Polis, evli, 2 çocuk sahibi ve karısı hamile olan Cüfer Ferhat’ın, yardımcı polis olan bir Türk tarafından öldürüldüğünü ve bu polisin tutuklandığını, hakkında dava okunacağını açıkladı. Yardımcı polis olan diğer üç Türk de fabrikada yağmacılık yapmakla itham edildi.
Ertesi gün, yani 24 Nisan’da, Türk gençleri, Lefkoşa’daki Ay Luka ve Ay Kasyano mahallelerindeki Rum evlerine ve Belediye Pazarı’ndaki Rum dükkanlarına hasar verdiler, yağmalar yapıp, yangınlar çıkardılar.  
Kıbrıs Türk liderliğine yakın basın organları, bu olayları sol eğilimli Kıbrıslı Türklerin yaptığını yazarak, onları hedef gösterdi.     
         Halkın Sesi gazetesi, 27 Nisan 1956 tarihli nüshasında, “Geçen akşam bazı TEK azaları tevkif edildi” başlıklı haberinde, solcu eğilimi ile bilinen “Türk Eğitim Kulübü” (TEK)’in yapılan araştırmalar sonucu bazı evraklarının müsadere edildiğini de duyurarak, şöyle yazmıştı:
         “Geçen gün sabahleyin Lefkoşa’nın bazı noktalarında çıkan bazı hadiselerde bu kulübün bazı azalarının rolü olduğundan şüphe edilmektedir... Liderlerinin bazıları kanundışı ilan edilmiş olan Rum Komünist Partisi AKEL’in paralı organları olduğundan şüphe ediliyor.”

LEFKOŞA BERLİN GİBİ İKİYE BÖLÜNDÜ
         27 Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesinde, manşetten verilen şu haber yer almaktaydı:
         “Lefkoşa’da sokağa çıkma yasağı dün öğleden sonra 5’den itibaren bu sabah 4’e kadar tatbik edildi. Şehir, kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrıldı.”
         Haberin devamında şöyle denmekteydi:
         “Yasağın kaldırıldığı 11 saat esnasında şehir, Batı ve Doğu Berlin gibi, Kuzey ve Güney Lefkoşa tarzında iki kısma ayrılmış, Baf kapısından Mağusa kapısına kadar devam eden sokak tamamen kapalı kalmıştır.”

“TEVKİF EDİLEN SOL TEMAYÜLLÜ TÜRKLER”
         27 Nisan 1956 tarihli Hürsöz gazetesi, “Lefkoşa’daki son hadiseleri müteakip bazı sol temayüllü Türkler dünden itibaren sorguya çekilmek üzere tevkif edilmişler ve polis merkezine götürülmüşlerdir” haberini vermekte ve merkezi hapishaneye götürülenlerin şimdilik yalnız Lefkoşa’da 32 kişi olduklarını duyurmaktaydı. Gazete, devamla, “Tahmin olunduğuna göre, kazalarda da sol temayüllü Türkler de tevkif olunacaklardır” diye yazmaktaydı.

“TÜRKLER ARASINDA KAVGA”
         27 Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yer alan ve Fileleftheros gazetesine atıfta bulunulan bir haberde şöyle denmekteydi:
         “Fileleftheros, Lefkoşa’daki Türk nümayişlerinden bahsederken, Türklerin kendi aralarında kavgaya tutuştuklarını iddia etmektedir. Gazetenin yazdığına göre, kavga şöyle başlamış: “Bazı mutedil ve soğukkanlı Türkler, Atatürk Meydanında toplanan nümayişçileri dağıtmak maksadıyle kendilerine nasihat vermeğe başlamışlar ve bu arada Rumların Türklere gücenerek iktisadi harp ilan etmeleri tehlikesine işaret etmişlerdir. Fakat nümayişçiler yapılan bu nasihati dinleyerek dağılacakları yerde, kendilerine nasihat edenlere hücum etmişler! Böylece Atatürk Meydanında Türkler kendi aralarında bir yumruk kavgasına başlamışlar! Bunun neticesi olarak da Hükümet tekrar örfi idare ilan etmek mecburiyetinde kalmış!

BÖLÜNEN LEFKOŞA’DA YER DEĞİŞTİRMELER
         Halkın Sesi gazetesi, 28 Nisan 1956 tarihli nüshasında şu haberi vermekteydi:
         “Lefkoşa’nın Türk mahallelerinde evi, yazıhanesi veya mağazası bulunan Rumlar bu mahallelerden uzaklaşmak için Rum semtlerinde yer aramağa başlamışlardır.”

ETHNOS’UN MAKALESİ
         29 Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesi şöyle yazmaktaydı:
         “Ethnos gazetesi, Lefkoşa’daki Türk nümayişlerine temasla, “Ateşe petrol dökmek istemiyoruz. Bilakis, maksadımız iki cemaat arasındaki iyi münasebetleri iade etmektir. Çünkü birçok Türklerin, bu barbarca hareketleri tasvip etmediklerini biliyoruz. Bunun en iyi delili Ay Luka mahallesinde yaşayan Türklerin nümayişçilerin önüne geçmeleri ve bunların yapmak istedikleri her çeşit yakışıksız hareketlere mani olmalarıdır.
         Neyse olan olmuştur; bu gibi hadiselerin bir daha tekerrür etmiyeceğini ümit ederiz. Şimdi şuna işaret etmek istiyoruz ki birçok fakir Rumların evleri ya yakılmış veya tahrip edilmiştir ve bu fakir aileler malik oldukları birkaç eşyayı da kaybettikten sonra orta yerde kalmışlar, kısaca mahvolmuşlardır. Bizim kanaatımıza göre, bu fakir ailelerin uğradığı zararları tazmin etmek hükümetin bir vazifesidir.”
         Aynı tarihli Halkın Sesi’ndeki “İç haberler” köşesinde de şöyle denmekteydi:
         “İdare sekreteri Mr.Sykes’a bir mektup gönderen Kıbrıs Ticaret Odası Sekreteri Tavernaris, 23 ve 24 Nisanda yapılan tahribat hakkında tahkikat açılmasını, bu gibi hallerin tekerrürünü önlemek için tedbirler alınmasını ve zarara uğrayanların tazmin edilmelerini talep etmiştir.”

LİDERLİĞE YAKIN BASIN, KIŞKIRTMALARINI SÜRÜYOR
29 Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi ise ihbar nitelikli yayınlarına devam etmişti:
         “Kanun dışı bir teşkilat ile alakalı olduklarından şüphelenilen solcu temayüllü 23 Türk, tevkif kanunu tahtinde Pile yakınlarındaki siyasi mevkuflar kampına sevk edilmişlerdir.”
         Bozkurt gazetesinin 30 Nisan 1956 tarihli nüshasında ayrıca şu haber yer almaktaydı:
         “Solcu İşçi Birlikleri Vali Harding’e gönderdikleri bir telgrafta, bazı Türk sendikalistlerin tevkif edilmelerini protesto etti.”
         Halkın Sesi gazetesi, 1 Mayıs 1956 tarihli nüshasında “Aziz Kıbrıs Türkü” başlıklı şu duyuruyu yayımlamaktaydı:
         “Kıbrıs davası her gün leyhimize doğru yürümekte, gaye ve maksadımıza bizi kolay eriştirecek emareler ortaya çıkmaktadır. Yalnız aramıza sokulan südü ve kanı bozuk bazı komünist uşakları, her ne pahasına olursa olsun, bu sağlam davamızı çürütmek ve eritmek için büyük gayretler sarfettiklerini anlıyoruz. Bunlar cemaati yanlış yola sevketmek için canla başla çalışıyor. Dikkatli olalım. Kötü niyetlerinin kimlere hizmet etmek olduğunu takdir et ve dikkatli ol.”
         Ahmet C.Gazioğlu da, aynı tarihli gazetede çıkan “Daima uyanık, daima hazır ve tahrikçilerden daima uzak” başlıklı makalesinde şöyle demekteydi:
         “Ankara’nın sesine ayak uydurmıyanlar, liderlerimizin gösterdiği yoldan sapanlar bizden değildir.”

TUTUKLU SOLCU TÜRKLER
Tutuklanan ilerici Türkler arasında bulunan Ahmet Sümer ile Derviş Ali Kavazoğlu, Cüfer Ferhat’ı öldürmekle suçlanmaktaydı. Tutuklulara çeşitli baskılar yapılmakta, suçlamaları kabul etmeleri istenmekte ve yerleri sürekli değiştirilmekteydi.
Bu baskıları protesto etmek ve uğradıkları haksız suçlamaları kamuoyuna duyurmak isteyen tutuklu solcu Türkler, açlık grevi yaptılar. Sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu, “Eli nasırlı işçiler, ev, bina, dükkan inşa eder, ama yakıp yıkmaz, yağma yapmaz, hele hiç insan öldürmez” diyerek tepkisini göstermekteydi.
         Merkezi Cezaevi’nde kalan grubun başını Tabelacı Cahit çekiyordu. Bayramda mahkumlara birkaç defa Cuma namazını ve Bayram namazını o kıldırmış, diğer mahkumların da sempatisini kazanmıştı. Merkezi Cezaevi’ndeki 20 ilerici Kıbrıslı Türk adına Derviş Ali Kavazoğlu tarafından hazırlanan bir mektup, cezaevindeki mahkumların yardımıyla bütün gazetelere gönderildi, ama mektubu sadece Cyprus Mail ve Haravgi gazeteleri basmıştı. 3 Mayıs 1956 tarihli Haravgi’de yayımlanan mektubun tam metni şöyleydi:
"Bize atıfta bulunduğu anlaşılan ve 28 Nisan 1956 tarihli Cyprus Mail gazetesinde yer alan Dr.Küçük’ün açıklamalarını okuduk. Haber şöyledir:
“Bir Türk polisin öldürülmesi ardından meydana gelen Salı ve Çarşamba günlerindeki olaylar, durumu istismar eden komünistlerin işidir. Komünist eğilimli ve şimdi kapanmış bulunan toplum kulübünden gelmektedirler ve önde gelenlerinden yirmisi tutuklanmış bulunuyor.”
Şimdi Lefkoşa Merkez Hapishanesinde olan biz yirmi Türk mahpus, Dr. Küçük’ün gerçeklere aykırı olan bu açıklamalarını güçlü bir şekilde kınıyoruz. Barış içinde yanyana var olup, dostça yaşamanın, Kıbrıs’taki iki toplumun yararına olduğuna inanıyor ve bunda ısrar ediyoruz. Hükümetin kovuşturmalara başlaması ve kendimizi savunma hakkını bize vermesini talep ediyoruz.
Bu araştırmalar sayesinde, davanın hayret verici bir şekilde bulunamaması mümkün olacak ve olayların gerçek sorumlusu ortaya konmuş olacaktır

20 Türk mahpus adına
Derviş Ali Kavazoğlu”

         Delil yetersizliğinden serbest bırakılan solcu Kıbrıslı Türkler, Lefkoşa’nın üç milden fazla uzağına seyahat edememe ve geceleri sokağa çıkma yasağına tabi tutuldular. Her gün sabah ve akşam, en yakın polis karakoluna bildirim yapmak zorunda bırakılmışlardı.

“BOYKOT TEKRAR BAŞLADI”
         Yavuz, 4 Mayıs 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesindeki köşesinde çıkan “Boykot tekrar başladı” başlıklı makalesinde şöyle demekteydi:
         “Bundan birkaç ay evvel Rumlar tarafından Türk esnafı aleyhine açılan boykot, son günlerde gevşemeğe başlamış ve iki unsur arasında yapılan alış-veriş hareketleri normal bir hale gelmişti. Fakat Lefkoşada iki Türk gencinin gaddarca öldürülmesi üzerine yapılan nümayişlerden sonra, sönmüş olan boykotun tekrar alevlendiğini görüyoruz”
         12 Mayıs 1956 tarihli Hürsöz’de yer alan Kemal Artun imzalı makalede de Rumların Kıbrıs Türk cemaatına karşı sürdürdüğü iktisadi boykot eleştirilmekte ve “Birbirimizi himaye etmeliyiz” başlığı kullanılmaktaydı.

RUMLAR LEFKOŞA’NIN TAKSİMİNDEN ŞİKAYETÇİ
         Halkın Sesi gazetesinin 2 Haziran 1956 tarihli nüshasında şu haber yer almaktaydı:
         “Eleftheria’nın bir muhabiri, Lefkoşa’nın ikiye ayrılması ile ilgili olarak Ermu Caddesi, Belediye Pazarı ve Ay Kasyano mahallesindeki bazı Rumlarla konuşarak, şehrin ikiye ayrılması hakkında fikirlerini sormuştur. Ermu Caddesindeki bazı Rum mağaza sahipleri, bu önemli caddede ticaret hayatının kısa bir zamanda söneceğini iddia etmişlerdir. Bunlara göre, şehri ikiye ayıran hat, Arasta sokağından geçmeliydi. Belediye Pazarındaki Rum bakkallar, Türk tarafında kaldıklarından şikayet etmişler ve Rumların Belediye Pazarına gelemediklerini ve bu halin kendi işlerini sekteye uğratacağını söylemişlerdir. Ay Kasyano Rumları Türk tarafında kalmaktan duydukları teessür ve hayal sükûtunu izhar etmişlerdir. Gazetenin ilave ettiğine göre, Türk ve Rum mağaza sahiplerinden müteşekkil bir heyet Lefkoşa Komiserini ziyaret ederek, şehrin ikiye ayrılmasının tüccarlar için sebeb olacağı zararları izah edecekler ve tellerin kaldırılmasını isteyeceklerdir.”
         7 Haziran 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesindeki bir haberde de benzer şikayetler yer almaktaydı:
         “Rumlar, Lefkoşa’nın ikiye ayrılması hakkında şikayetlerine devam etmektedir. En çok üzerinde durdukları nokta, birçok Rum dükkan ve evlerinin Türk tarafında kalmış olmasıdır. Rumların isteği, Lefkoşa’yı ikiye ayıran hattın daha kuzeyden geçmesidir. Mesela hat Müftü Ziyai Efendi sokağından başlıyarak, Büyük Hamam, Ayasofya, Zühtüzade, Ay Yakovu, Büyük Konstantina, Çimiski ve Ay Spiridon sokaklarından geçmelidir.”
         8 Haziran 1956 tarihli Halkın Sesi’nde ise şöyle bir haber vardı:
         “Kıbrıs Ticaret ve Endüstri Federasyonu, Lefkoşa’nın ayrılmasına muhalif olduğunu açıklamıştır. Fakat ilgili makamlar Lefkoşa’nın ikiye ayrılmasında israr ederlerse, Federasyonun fikrine göre, hattın yeri değiştirilmeli ve Lefkoşa Belediyesinin gösterdiği yerlerden geçmelidir.”
         7 Haziran 1958’de Lefkoşa’daki Türk Haberler Merkezi’nde TMT tarafından patlatılan bomba olayından sonra başlatılan yeni kışkırtma eylemlerinin ardından, adanın başkenti yeniden ikiye bölünecek ve aynı hat, Aralık 1963 olaylarından sonra “Yeşil Hat” olarak anılacak, 1974 olaylarından sonra da bütün adayı ikiye bölen taksim çizgisini oluşturacaktır.

(Ahmet An, Lefkoşa, 11 Nisan 2018)