1 Kasım 2018 Perşembe

1958’DEKİ TMT TEDHİŞİNİN 60. YILDÖNÜMÜ



İngiliz Kraliyet Hava Gücü’nün Merkez Komutanlığı’nın Kıbrıs’a taşınması, adadaki sol güçlerin tepkisine yol açmıştı. İngiliz sömürge yönetimi, Amerika ile işbirliği halinde 1949’dan beri Kıbrıs üzerindeki askeri üs ve dinleme tesislerini, Ortadoğu’daki emperyalizmin çıkarlarını korumak için kullanıyordu. Kıbrıs Emekçi Halkının İlerici Partisi (AKEL), gerek sendikal harekette, gerekse kazalardaki belediye yönetimlerde örgütlü olup, İngiliz sömürge yönetimine karşı, milliyetçilerle birlikte adanın Yunanistan’a bağlanması için mücadele vermekteydi.

ANTİ-KOMÜNİZM ÖN PLANDA
Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’nin öncülük ettiği ve milliyetçi Rumlardan oluşan “EOKA” adlı yeraltı örgütü, 1 Nisan 1955’de İngiliz sömürge yönetimine karşı tedhiş eylemlerini başlatır. EOKA, Kıbrıslı Rum solcuların bu harekete katılmaması için özel bir çaba gösterir. Zaten örgütün başında, Yunanistan’daki iç savaşta anti-komünist X örgütünün liderliğini yapmış, Kıbrıs kökenli Grivas vardı.          İngilizler, bu tedhiş olaylarını bastırmak üzere, Kıbrıslı Türklerden oluşan yardımcı polis ve komando birliklerini kullanırlar. Çok bilinen bu “böl ve yönet” politikası, emperyalizmin geçmişte de kullandığı ve ada üzerinde egemenliğini sürdürmesini sağlayan bir politikaydı.  
Britanya, Eylül 1955’de düzenlenen Üçlü Londra Konferansı’na, 1923’deki Lozan Antlaşması ile Kıbrıs ile olan ilişkisini kesmiş olan Türkiye’nin de katılmasını sağlar. İstanbul’da düzenlenen 6/7 Eylül 1955 olayları, bunda önemli bir rol oynar. Benzeri kışkırtma olayları, Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplumun fanatik unsurları tarafından, Rum toplumuna karşı da düzenlenir. Aralık 1956’da Türkiye, İngiliz-Amerikan emperyalizminin ortaya attığı “adanın Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında taksim edilmesi” politikasını benimser. İngiliz sömürge yönetiminin teşviki ile Kıbrıs Türk liderliği tarafından oluşturulan Volkan ve onun devamcısı olan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ile Kıbrıs Rum liderliği tarafından oluşturulan EOKA yeraltı örgütleri, iki toplum arasında düşmanlık tohumlarının ekilmesinde önemli görev üstlenirler. Her iki toplum içinde, milliyetçi liderliklerin savunduğu “taksim” ve “enosis” politikalarına muhalif olan kesimler susturulmaya çalışılır.   
Türkiye, “Ada komünizmin sıçrama tahtası haline getirilemez” görüşünü savunan diğer NATO ülkeleri olan Yunanistan ve İngiltere ile birlikte, konuyu BM ve diğer platformlarda tartışır. ABD Başkanı Eisenhower, Mart 1957’de Bermuda adasında Britanya Başbakanı Macmillan ile buluştuğunda, ona söylediği çözüm formülü şöyledir:  “Askeri üsler bizim için yeterlidir. Onlar, geriye kalanları kendi aralarında bölüşebilirler.”

TÜRKLER TAKSİMDEN YANA
Ankara Üniversitesi’nde Devletlerarası Hukuk ve Anayasa Hukuku öğreten ve İsmet İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin de üyesi bulunan Prof. Nihat Erim, 1956 yılında, TC Başbakanı Adnan Menderes tarafından görevlendirilir ve Kıbrıs hakkındaki politikayı oluşturmada hükümete yardımcı olması istenir. Menderes, Erim’e ayrıca, Başkan Eisenhower’in arkadaşı olan emekli bir Amerikan generalinin Ankara’ya gönderildiğini ve onun, adanın taksimini önerdiği ve bunun olumlu karşılandığı bilgisini de verir. Prof. Erim’in Türk hükümetine verdiği ilk rapor, 24 Kasım 1956 tarihlidir ve şunları yazmaktadır:
“Ortalama hâl şekli, Kıbrıs adasının taksimidir. Taksim fikri Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Amerika hükümetleri arasında gizli, resmi veya yarı resmi bazı görüşmelerde ele alınmıştır... Taksim önerisinin kabul edilmesi ihtimali göz önünde tutularak, Türkiye bakımından Kıbrıs’ın ne biçimde bölünmesinin daha elverişli olacağı askerlik, ekonomi ve adadaki Türk nüfusunun menfaatleri göz önünde tutularak, şimdiden yetkili uzmanlara tespit ettirilmelidir.”

KIBRISLI TÜRK İLERİCİLER, TAKSİME KARŞI
Profesör Nihat Erim, “Bildiğim, gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs” başlıklı anılarında, Kıbrıs’ı ziyareti sırasında kendisine, 19 Ocak 1957 tarihini taşıyan ve Kıbrıs Terakkiperver Emekçi Halk Partisi-AKEL Türk Kolu” başlığını taşıyan bir mektup verildiğinden söz etmektedir. (Ankara 1975, s.55-57) Erim, “Bu mektup Türk toplumunun görüşü dışında bambaşka bir düşünceyi yansıtıyordu” diyerek, mektuptan şu görüşleri aktarmaktadır:
“Ayrılmaz bir bütün olan Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar, bu topraklarda yüzyıllarca birlikte yaşamışlar ve yaşamaktadırlar. Tarlalarda toprağı beraberce sürmüşler, iş yerlerinde tezgâhlarda yan yana kardeşçe çalışmışlar, şehirlerde ve köylerde kucak kucağa, yan yana beraberce ikamet etmişler, iyi günlerde beraberce gülerek, kötü günlerde beraberce ıstırap çekmişler ve kader birliği yapmışlardır.”
AKEL Türk Kolu’na üye olan ilerici Kıbrıslı Türkler mektupta, adanın taksim edilmesi fikrine şu gerekçelerle karşı çıkmaktaydılar:
            “Son zamanlarda parlamentoda Britanya Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılan adayı taksim etme fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hâl şekli olmayacağı gibi, kabili tatbik de değildir. Çünkü Kıbrıs Türk ve Rum halkı ayrı ayrı iki mıntakada yaşamamaktadır. Böylece ortaya bir muhaceret işi çıkacaktır ki, o zaman Kıbrıs çıkmazı ikinci ve en büyük çıkmaza girecektir. Böyle hadiselerin hangi menfaatlere hizmet ettiğini tarih hepimize göstermiştir.”
         1958 yılının ilk aylarından başlayarak EOKA’nın, AKEL’in Kıbrıslı Rum üyelerine karşı maskeli saldırılar, silahlı baskınlar, kahvehanelerden, evlerden insan kaçırma, dövme ve öldürme eylemleri yoğunlaşır.
TMT ise 4 Nisan 1958 tarihli bildirisinde, şu görüşleri dile getirir:
“Komünizm sadece ulusumuzun değil, insanlığın düşmanıdır. Kıbrıs Türkleri, Komünizmin başı görüldüğü yerde ezilmelidir, diyen Atatürk’ün ilkesini şiar edinmiştir. Kıbrıs Türk işçileri aşırı derecede milliyetçi ve vatanseverdir. Rum sendikasına üye herhangi bir Türk olduğunu düşünmüyoruz. Eğer ihmalkârlık sonucunda hala üye olanlar varsa, bir an önce istifa etmelidirler.”

TMT, 1 MAYIS ORTAK EYLEMİNDEN SONRA SOLCU TÜRKLERE KARŞI EYLEME GEÇİYOR
            TMT’nin AKEL ve PEO üyesi Kıbrıslı Türklere karşı sindirme eylemleri ise, 1 Mayıs 1958 günü düzenlenen ortak kutlamalardan sonra başlar.  Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum işçilerin birlikte katıldıkları son ortak etkinlik olan 1958 yılının 1 Mayıs yürüyüşünde, İngiliz-Amerikan emperyalizminin adayı ve ada halkını bölme planlarına karşı çıkılır ve işçi sınıfının Kıbrıs’ın iç ve dış düşmanlarına karşı güç ve iş birliği savunulur.  Ama anti-komünist TMT örgütü, işbirlikçi Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı ve taksim yanlısı politikasını desteklemeyen ilerici Kıbrıslı Türklere karşı ilk sindirme ve tedhiş eylemlerini başlatır.
1 Mayıs gecesi saat 9’da, Lefkoşa’nın Türk kesiminde bulunan ve ilerici Kıbrıslı Türklere ait Türk Eğitim ve Spor Kulübü (TEK) binası, 30 kadar fanatik Kıbrıslı Türkün saldırısına maruz kalır. Eşyaları sokağa atılarak yakılır. Zamanın Kıbrıs Türk lideri Dr. Küçük, ziyaret ettiği Atatürk ortaokulunda öğrencilere yaptığı konuşmada, onların komünistlerle hiçbir temasta bulunmamalarını ister.
11 Mayıs 1958 tarihli TMT bildirisinde şu hususlar vurgulanır:
“-TMT aleyhinde ihbarda bulunan ve konuşanlara karşı gerekli önlemler alınacaktır.
-Toplumumuz, Rumlarla ticari ilişki kurmaktan kaçınmalıdır. Rumlara ait eğlence yerlerine gitmek yasaklanmıştır. Aksi davrananlar, özel timler tarafından denetlenecektir.
-Türk işadamlarına ait dükkân, bina ve tabelalar, sadece Türkçe olarak yazılacaktır. Türk mahallelerindeki Rumca ve İngilizce olan sokak adları değiştirilmeye başlanmıştır.
-Türk toplumu, kazalarda ayrı belediyeler kurma kararından geri adım atmayacaktır.”
            TMT’nin ilerici Kıbrıslı Türklere karşı ilk öldürme girişimi de, 22 Mayıs 1958’de PEO’nun Türk Şubesi Başkanı olan Ahmet Sadi Erkurt’a karşı yapılır. Ahmet Sadi ve eşi, Lefkoşa’ya gelmek üzere Küçük Kaymaklı’daki evlerinden çıkıp, otobüs bekledikleri sırada, iki kişinin açtıkları ateşle yaralanırlar. Ahmet Sadi’nin önüne geçerek, eşini kurtarmaya çalışan Leman Hanım, ağır yaralanır ve şok geçirir.
Haberin duyulması üzerine, solcu bütün sendikaların üyeleri, işlerini bırakarak, PEO binasında toplanırlar. Vurma olayının nedeninin, Rumlarla işbirliği yapılmaması kararına rağmen, Ahmet Sadi’nin 1 Mayıs kutlama törenine katılması olduğu tahmin edilir.  Toplantıda söz alanlardan Hulus Çağlar adlı ilerici Kıbrıslı Türk, yaptığı konuşmada, bu olaya silahla yanıt verilmeyeceğini, ancak solcu sendikalara üye olan Kıbrıslı Türklerin sayısının 2000-4000 arasında olduğunu söylemekle yetineceğini belirtir.
Sendikacı Ahmet Sadi’yi öldürme girişiminden iki gün sonra, 24 Mayıs 1958 günü saat 10.45’de Lefkoşa’nın Türk kesiminin tam merkezinde, Selimiye Camii civarında,  silahlı tedhişçiler, saraç dükkânında makine başında çalışmakta olan Fazıl Önder’e üç el ateş ederler. Yaralı halde faillerin arkasından koşan Fazıl Önder’in arkasına, bu defa üçüncü bir şahıs tarafından bir kama saplanır. Müftü Asım Efendi ve Ayasofya Sokaklarının kesiştiği yerde, yere düşen Fazıl, hastaneye götürülürken yolda ölür. Kama, hastanede zorlukla çıkarılır.  
            Cinayet haberini veren 25 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesi,  Fazıl Önder’in solculuğu ile tanınmış bir kişi olduğunu belirterek, şunları yazar:
“Bundan bir hafta evvel cemaat aleyhine olan hareketlerinden vazgeçmesi için kendisine ihtar yapılmış ve bir açıklamada bulunması istenmiştir. Fazıl Önder böyle bir açıklamada bulunmayacağını ve idealinden fedakârlık yapmayacağını söylemiştir.”
            Fazıl Önder, vahşi bir şekilde öldürüldüğü zaman, henüz 32 yaşında genç bir delikanlı olup, Lefkoşa Türk Eğitim Kulübü (TEK)’nün Sekreteri ve İnkılapçı gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü idi. Bu ilerici Türkçe gazetenin, 12 Aralık 1955 günü son 14. sayısı yayımlanmış, ancak İngiliz sömürge yönetimi tarafından ilan edilen Olağanüstü Durum nedeniyle, bazı solcu Rumca gazetelerle birlikte kapatılmıştı.
            Türk yeraltı örgütü TMT, geride dul bir eş ve öksüz bir çocuk bırakan Fazıl Önder’in korkunç bir şekilde öldürülmesinden üç gün sonra bir bildiri yayımlayarak, cinayetin kendileri tarafından işlendiğini açıklar ve Kıbrıs Rumları ile aynı örgütlerde yer alan bütün Türklerin de aynı şekilde temizleneceği tehdidinde bulunur:
“Ulusal bütünlüğümüzü bozmaya veya zayıflatmaya çalışan kişilere (her kim olurlarsa olsunlar) tek cevabımız beyinlerine sıkılacak bir kurşun olacaktır. (TMT tarafından) vatan haini ve komünist maşası ilan edilen Sadi Erkut ve Fazıl Önder hak ettikleri cezayı almışlardır. Aynı şekilde, onların satılmış yoldaşları da derhal cezalandırılacaklardır. Adanın neresinde olursa olsun komünist propaganda yapan herkes aynı kadere mahkûmdur. Türk gazetelerinde durumlarını açık bir şekilde anlatan ve ruhlarını komünist propagandadan samimi şekilde arındıran kişilerin hayatları şimdilik bağışlanmıştır. Ancak bu kişiler çok yakından gölge gibi izlenmektedir. Hareketlerinde en ufak bir şüphe veya kötü niyet gözlemlenmesi durumunda bu kişilerin hayatlarına son vereceğiz.”
27 Mayıs 1958’de Abdurahman Candaş, kol ve bacağından vurulur. Bir başka cinayetin kurbanı,  Ahmet Yahya olur ve Lefkoşa’daki Dedezade Hanı’ndaki bekâr odasında uyurken öldürülür. Sabahleyin çıkan 30 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesinde onun “Bildirik” başlığı altında şu duyurusu yayımlanır:
           “Ben aşağıda imza sahibi Defteralı’nın kalfası Ahmed, İşçi Birliklerine kayıd edilmediğim gibi, solcu temayüllü birisi de değilim. Ben daima halkımıza ve Liderlerimizin çizdiği yoldan yürüdüğümü ve yürüyeceğimi beyan ve ilan ederim.”
            Ahmet Yahya, 1 Mayıs akşamı yakılıp yıkılan TEK’in Yönetim Kurulu üyelerindendi ve o da “komünist eylemci” iddiasıyla aynı tedhiş örgütünün adamları tarafından öldürülmüştü.

HARAVGİ: “FANATİKLER, ELLERİNDEN GELDİĞİ KADAR SOLCU ÖLDÜRMEK İSTİYOR”
30 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesi, bir gün önceki Haravgi’nin şu yorumunu aktarmaktaydı:
“Türkler bir taraftan, Rumlar ise başka yönden ellerine geçirdikleri tabancalarla milliyetçi olduklarını isbat etmeğe çalışmaktadırlar. Bu iki fanatik halk topluluklarının bir ve aynı idealleri mevcuttur. O da ellerinden geldiği kadar solcu öldürmektir. Bir taraf Mukadderatı Tayin Hakkını böyle yapmakla garanti edeceğini, diğer taraf da yani Türkler, solcu, daha doğrusu kendi görüşlerine göre komünistleri öldürmekle Taksimde muvaffak olacaklardır. Diğer taraftan İngiltere’nin yapacağı yeni açıklama ile vaziyetin ne olacağı henüz belli değildir.”
TMT, 31 Mayıs 1958’de, aşağıdaki bildiriyi yayınlar:
“Hainlere Son İhtar:
Hakiki Türk olmayan bir hain daha ekiplerimiz tarafından ortadan kaldırılmıştır. Gelecekte de bu gibi hainlerin ortadan kaldırılması devam edecektir. Ancak şu an için bu gibi kişilere son bir şans veriyoruz.
Son ihtar: Vurucu Ekiplerimize, 10 Haziran 1958 tarihine kadar eylemlerini askıya alma talimatını vermiş bulunuyoruz. Kesin bir şekilde hain olarak listelediğimiz herkes bu 10 günlük süre içerisinde, toplumu, fikirlerini değiştirdiklerini ve artık bizimle oldukları yönünde ikna etmek için gerekli adımları atmalıdır.  
Diğer taraftan, saygıdeğer halkımıza, özellikle kadınlarımıza, evlerinde veya iş yerlerinde silah sesi duyduklarında, silahın Rumlar tarafından ateşlendiğine emin olmadıkça sokaklara koşarak ekiplerimizin işlerine mani olmamalarını hatırlatmak isteriz.
Bağımsızlık mücadelesine mani olmaya çalışan herkes ortadan kaldırılacaktır.
Türk Mukavemet Teşkilatı”

“BİR OKURUMUZA CEVAP”
            Bozkurt gazetesi, 3 Haziran 1958 tarihli nüshasında “Bir okurumuza cevap” başlıklı bir açıklama yayımlanır. Gazete, “Geçmişte Kıbrıs Türkleri arasında komünist sayısının 3-5’i geçmediğini iddia ediyordunuz. Son günlerde gazetelerde çıkan açıklamaların çokluğundan endişe duymaktayım” diyen okuyucusuna şu yanıtı verir:
       “Biz eski iddialarımızda ısrar ederiz. Kıbrıs Türkleri arasında komünist sayısı 3-5’i geçmediğini iddia ederiz. Bunu katiyetle söyleyebiliriz. Açıklamalarda bu şahısların hepsinin de komünist olduğu ifade etmez. Bunların çoğu... maişet temini için vaktile Rum İşçi Birliğine kaydolmuşlardı... Temiz Türk çocuklarına komünist lekesini vurmağa hakkımız yok. Okuyucumuza, yanlış düşüncesini tashih etmesini rica ederiz.”

BİR ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS DAHA
          6-7 kişilik bir grup, 5 Haziran 1958 günü, İnşaat İşçileri Sendikası Yönetim Kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye saldırırlar. Hasan Ali’yi döven tedhişçiler, onu işçi sendikasına bağlı kalmakla suçlarlar. Canını kurtarmak için tarlalara kaçan Hasan Ali’nin peşini bırakmayan katiller, onu kurşun yağmuruna tutarlar, ancak kurşunlar isabet kaydetmez.
     15 Ekim 1965 tarihli “Zafer Kıbrıs Türkünündür” gazetesinin “1958’de solcu Türklerin temizlenmesi harekâtı” olarak nitelendirdiği bu terör dalgasının bir diğer kurbanı, Leymosunlu berber Ahmet İbrahim’dir. Suikastçiler, 30 Haziran 1958’de “Türk ve Rum toplumları barış içinde bir arada yaşayabileceklerini” söylediği için, 46 yaşındaki Ahmet İbrahim’i tabanca kurşunlarıyla katlederler.
         Bozkurt gazetesinin 4 Temmuz 1958 tarihli nüshası, bir başka solcu Türkün saldırıya uğradığını haber verir, ama saldırgan, Türk değil de, Eoka’cı olarak gösterilir. Bir Rum kuruluşunda çalışan Arif Hulusi Barudi, önce tehdit mektuplarıyla yıldırılmak istenir. Sonra da 3 Temmuz 1958’de Leymosun’da Birinci Belediye Pazarı içinde bulunduğu sırada, silahlı kişiler tarafından kurşun yağmuruna tutulur. Ancak atılan kurşunlardan hiçbiri isabet etmediğinden, Arif H. Barudi ölümden kurtulur.
       Bu cinayetler ve daha başka baskılar karşısında Kıbrıslı Türk emekçiler, Rumlarla birlikte örgütlü oldukları ortak sendikalardan, çiftçi birliklerinden ve benzeri kuruluşlardan ayrılıp, Rumlarla her türlü ilgiyi kesmek ve kendi kabuklarına çekilmek zorunda kalırlar ve kendilerini kurtarabilirler. Susmayanlar, susturulamayanlar ise, ya öldürülür, ya da yurdunu terk edip, yabancı ülkelere sığınmak zorunda bırakılırlar.

(Sol Dergi, Sol Hareket Yayın Organı, Lefkoşa, Temmuz 2018, Sayı:1)