5 Mayıs 2023 Cuma

1960 KIBRIS ANAYASASINA NEDEN DÖNÜLEMEZ ve ÇIKIŞ YOLUMUZ…

Konuya dar milliyetçi açıdan bakarak, içine itildiğimiz taksim çıkmazından kurtulmak olası değildir. Türkiye, 1923’deki Lozan Antlaşmasında, Kıbrıs adası üzerindeki İngiliz egemenliğini tanıdığını kabul etmişti. Türkiye’nin Kıbrıs’a yeniden taraf yapılması, İngiliz emperyalizminin 1955 yılında örgütlediği Londra Konferansı ve İstanbul’daki 6-7 Eylül olayları kışkırtması sayesindedir.

ABD ve NATO’nun adamız ve bölgemiz üzerindeki emperyalist emelleri, adayı 1960’da terk etmek zorunda kalan İngiliz emperyalizminden devralınmıştır. Adayı Yunanistan’a bağlamak (enosis) hedefiyle İngiliz sömürge yönetimine karşı başkaldıran Kıbrıslı Rum toplumunun karşısına, adanın bölünmesi (taksim) planıyla Kıbrıslı Türk toplumunu çıkartan da İngiliz-Amerikan ikilisidir. Bu oyunda emperyalizmin elinde stratejik bir alet olan, Kıbrıs Türk liderliği ve adadaki diğer işbirlikçilerdir.

1960’da iki toplumun ortaklığına dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü garanti etmiş ülkelerden biri olan Yunanistan, 1974 yazında darbe yapmış, öteki, yani Türkiye bunu vesile ederek, adayı işgal ve taksim etmiş, eski sömürgeci İngiltere de olanları perde gerisinden seyretmiştir.

NE OLMUŞTU?

1960-63 döneminde sorunlar çıkaran ve uygulanması ile Anayasa Mahkemesi’ne giden 1960 Anayasası’nın 13 maddesi, Başkan Makarios tarafından tek taraflı olarak değiştirilmek istenince, toplumlar arasında çatışmalar başlatılmış ve ardından Kıbrıs Türk toplumuna, sadece Kıbrıslı Rumlara ait olacak bir devlet içinde “Azınlık Hakları” tanınmak istenmişti.

1968-74 dönemi görüşmelerinde Kıbrıs Türk toplumunun görüşmecisi Rauf Denktaş, bu 13 değişikliğin hemen hemen hepsini kabul etmiş ve yerel Kıbrıs Türk polisi ısrarından da en sonunda vazgeçmişti. Bu husus, görüşmeleri değerlendiren gerek Poliviyos G. Poliviyu, gerekse Glafkos Kliridis’in kitaplarında yer almaktadır. Ama emperyalizmin amacı bağlantısız bir dış politika güden Kıbrıs Cumhuriyeti’ne son vermek olduğundan, imzalar atılamadı.

EMPERYALİZM NE İSTİYORDU?

1963 yılı sonunda, anayasal uyuşmazlık ardından toplumlararası çatışmaların patlak vermesiyle, ABD ve İngiltere, adaya 10 bin kişilik bir NATO askeri birliğinin gönderilmesini önerdi, ama Başkan Makarios bunu reddetti. Onun yerine BM Barış Gücü’nün gelmesine rıza gösterdi. Temmuz 1964’de ABD’nin sunduğu Acheson Planı’nda, Karpaz yarımadasında Türkiye’ye verilecek bir askeri üs karşılığında, adanın Yunanistan’a bağlanması (enosis) önerisini Türkiye kabul etmişti, ama Makarios reddetti.

Nihat Erim’in anılarındaki şu bilgiler önemlidir! “General Turgut Sunalp, askeri bakımdan Karpas yarımadasından daha büyük bir bölge ihtiyacını anlattı... Yani böylece Türkler adanın %25-30’unda hak sahibi olabileceklerdi.” (s.374) “Makarios ayrıca Acheson planı için “Bu, adı konmamış bir taksim planıdır, asla kabul edilemez” diye ilan etmiş” (s.375) “Acheson, ayrıca Türkleri yarımadada deniz ve hava üsleri kurarak, Türkiye’nin Ada’ya yakın kısımlarıyla ortak bir savunma manzumesi meydana getireceklerini, ancak kendisinin eksper olmadığını, prensiplerde mutabakata varıldıktan sonra ayrıntıların görüşülmesinin uygun olacağını söylemiş.” (s.377-378) “Mr. Acheson planında Enosis, evet ama ikili enosis var, yani Türkiye’nin hükümdarlığına terk edilecek bir toprak parçası ile birlikte...” (s.421)

ADA SONUNDA TAKSİM EDİLDİ!

Haziran 1971’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısında Yunanistan ve Türkiye’deki askeri cuntaların Dışişleri Bakanları, Başkan Makarios’un ortadan kaldırılarak, ikili enosise (taksim) gidilmesinde anlaştı. Nisan 1974’de, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni anayasası için yapılmakta olan görüşmeler son aşamaya gelmişken, Temmuz 1974’de Atina’nın darbesi ve Ankara’nın askeri müdahalesi gerçekleşti ve Ağustos 1974’de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağı taksim edilmiş oldu.

Yeniden başlayan toplumlararası görüşmeler, yine imza aşamasına getirildi, ama Temmuz 2017’de Crans Montana’da yapılan toplantıda, Türkiye’nin adanın kuzeyinde, güneydeki İngiliz toprağı gibi “egemen askeri üs” elde etme talebi yüzünden görüşmeler tıkandı.

Bu öneri, adayı birkaç kez ziyaret eden ABD yetkilisi Victoria Nuland tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti yetkililerine önceden duyurulmuş olup, NATO’nun Türkiye aracılığıyla ada üzerinde vesayet kurmasına yönelik eski emelinin bir tekrarıdır. Türkiye’nin “garantörlük” kisvesi altındaki talebi, bu çerçevede değerlendirilmelidir. Amerikan ve İngiliz emperyalizminin, Doğu Akdeniz’deki etkinlik projelerinden ayrı düşünülemez!

KC’YE DÖNÜLECEK, AMA NASIL?

Son 3-4 yıldır, sosyal medyadaki bazı arkadaşlar, “Cumhuriyete geri dönüş hareketi başlatalım” diye görüş dile getiriyorlar. Bir arkadaşın yaptığı çağrıda “Noktasına, virgülüne kadar 1960 Antlaşmalarına sahip çıkmamız, kurtuluşun uzun tek yoludur” denmektedir. Oysa esas kavganın,1960’da %18’lik nüfusa, kamu yönetiminde %30, orduda %40 oranında temsiliyet verilmesiyle başladığı unutulmaktadır.

Kıbrıslı Türk diplomat Alaaddin Gülen’in de anılarında belirttiği gibi, “Kıbrıs’ta %20 nispetindeki Türk azınlığın, %80 nispetindeki Rum çoğunluğuna eşit hale getirmek normal sayılacak bir olgu değildi” (Bellekte Kalanlar, Ankara 1998, s.244). Ama Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, nasıl olduysa bunu kabul ettirmişti! Kaldı ki bu Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1960’da kuran Kuruluş Antlaşmaları, konuyla ilgili üç NATO ülkesi tarafından da imzalanmış olup, adamızın bugün taksim edilmesine yol açan “Garanti ve İttifak Antlaşması” ile korunan bir bütünü oluşturmaktaydı.

Evet, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bu devletin kurucu iki ortağından biri olan Kıbrıslı Türkler dönecektir ve dönmelidir, ama bu, 1960’daki anayasa çerçevesinde olamaz ve olmayacaktır. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş, 1960’daki (Kıbrıslı Rumlar tarafından kabul edilmeyip değiştirilmek istenen ve kavganın başlamasına yol açan) “haklar”a dönüş ile mümkün değildir. Kaldı ki günümüzde, Kıbrıs Rum toplumu içinde, siyasal çözüm olarak üniter yapıdaki bir Kıbrıs Rum Ortodoks devletini savunan, sadece Kıbrıslı Rum faşistler ve milliyetçilerdir.

KC’NİN 1964’DE DEĞİŞTİRİLEN ANAYASAL YAPISI

Unutulmamalıdır ki Kıbrıs Türk liderliği, Aralık 1963 olaylarından sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet yapısından geri çekildiğini açıklamıştı. Kıbrıslı Türk olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı, üç Bakanlar Kurulu üyesi, Kıbrıslı Türk yargıçlar ve memurlar, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait kurumsal yapılardan ayrıldıkları için, devletin işlev görmesinde ortaya çıkan anayasal ve yasal zorluklara çözüm getirmek amacıyla, Kıbrıslı Rumlar tarafından 1964 yılı içinde 33/64 sayılı “Çeşitli Kararlar” adı verilen bir yasa çıkartıldı:

Buna göre 1. Üst Mahkeme ile Anayasa Mahkemesi, Yüksek Mahkeme adı altında birleştirildi. 2. Kıbrıs Rum Cemaat Meclisi lağvedilerek, yerine Eğitim Bakanlığı oluşturuldu. 3. Kazalardaki ayrı belediyeler birleştirildi. 4. İki toplumdan oluşan ortak polis gücü birleştirildi. 5. Ortak Kıbrıs Ordusu yerine, Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu kuruldu. 6. Cumhurbaşkanı ve Temsilciler Meclisi üyelerinin görev süreleri uzatıldı. 7. Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın seçilmesi ve toplumların ayrı listeler ile seçimler yapması askıya alındı.

Yine 1964 yılında, silah taşıdıkları gerekçesiyle tutuklanan Mustafa İbrahim ve arkadaşlarının, KC Başsavcılığına karşı açtıkları dava görüşülürken, 33/64 sayılı yasanın “Zorunluluk Yasası” gereğince anayasaya uygun olduğuna karar verildi.

Kıbrıs Türk liderliğinin, 1965 yazında BM Barış Gücü korumasında Temsilciler Meclisi’ne geri dönme konusunda yaptığı girişim, zamanın Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Kliridis tarafından “Yapılan yasal değişiklikleri kabul etme” koşuluna bağlandığı için, Kıbrıs Türk liderliği tarafından reddedildi.

Kıbrıs Türk liderliğinin 1963 sonunda ayrıldığı KC devletine geri dönmesi için, iki ana toplum arasında 1968’de başlatılan ve 1974’e kadar sürdürülen toplumlararası görüşmeler, “üniter devlet” esasına göre yapıldı. 1974 yazı öncesinde, “üniter” devlet anayasası hazırdı, ama imzalanmasın diye, Yunanistan ve Türkiye cuntalarının Dışişleri Bakanları Palamas ile Olcay, Haziran 1971’de Lizbon’daki NATO toplantısında anlaştıkları ikili ihanet planını, 1974 yazında uyguladılar ve ada ikiye bölündü.

BÖLÜNMEMESİ 3 NATO ÜLKESİ TARAFINDAN “GARANTİ EDİLEN” KC TOPRAĞI, SÖMÜRGELEŞTİRİLİYOR

1974’den sonra adamızın işgal altındaki kuzeyi, Kıbrıs Rum toplumu üyelerinden etnik olarak arındırılmış, bu bölgeye 2 Mayıs 1975 tarihli (No.97) çok gizli bir yönetmenlik uyarınca Türkiye’den nüfus aktarılarak, demografik yapısı değiştirilmiştir. Oysa 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi, işgalci bir ülkenin işgal bölgesine nüfus aktarmasını yasaklamaktadır. Öte yandan, 1975’de işgal bölgesindeki “işgücü açığının kapatılması amacıyla” gönderildiği açıklanan Türkiyeli bu yerleşimcilere, Kıbrıslı Rumların geride bırakmak zorunda kaldığı topraklar dağıtılarak, tapulanmış; dahası işgal bölgesinde kurulan ayrılıkçı devletin “yurttaşlığı” da verilerek, Kıbrıslı Türklerin siyasal iradesine müdahale edilmiştir.

YENİ FEDERAL ANAYASA GÖRÜŞMELERİ

1977 ve 1979’daki Doruk Anlaşmalarından sonra başlatılan yeni toplumlararası görüşmeler, BM’nin de onayladığı gibi, “federal devlet” esasına göre yapılmış ve federalleşecek olan yeni anayasasının esasları üzerinde büyük ölçüde mutabakat sağlanmış olup, imza aşamasına getirilmiştir.

Bizdeki bazı çevrelerin “1960’a dönelim” talebini öne çıkarması, abesle iştigaldir. Masada iki toplumun liderleri anlaşır ve taraflar bunu onaylarsa, Kıbrıs Cumhuriyeti, yeniden yapılandırılacak ve Kıbrıslı Türkler oraya, federal haklarla geri dönecektir. Ama yasadışı “KKTC” olarak değil, merkezi federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sorumlu, kuzeyde, merkezi yönetim gözetiminde yapılandırılacak olan kuzeydeki “federal devlet” olarak!” O nedenle günümüzde, demokratik federal Kıbrıs Cumhuriyeti için ortak bir mücadele esas olmalıdır.

TÜRK TARAFININ SAMİMİ OLMAYAN FEDERASYON İSTEĞİ

İnönü’nün 1964’de TBMM’de söylediği “Anlaşmalar çerçevesinde kalalım diye biz, görüşmelere, taksim diye değil, federasyon diyerek başladık” sözü, Kıbrıs Rum tarafının yıllar içinde federal devleti kabul etmesi ile iyice açığa çıkmıştır.

Kıbrıs Türk tarafı federal değil de, konfederal, yani iki ayrı devletin işbirliğinde bir yapı istediğini, 2017’deki Crans Montana görüşmelerinin çökmesinden beri dile getirmektedir. Dahası, kuzeyde “egemen TC askeri üssü” talebinin de, 3-4 defa adaya gelen ABD Güvenlik Kurulu Sözcüsü Victoria Nuland tarafından, taraflara iletildiği basına yansımıştır. TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Crans Montana’da, son TC askerinin ayrılma tarihini vermemesi, NATO askerinin adada kalıcı olma planı yüzündendir.

Yeni federal anayasayı yazım aşamasına getiren Crans Montana görüşmelerinin kopmasından sonra, KC Başkanı Anastasiadis, 1960 Anayasası’na dönüş davetini, 76. BM Genel Kurulu kürsüsünde tekrarlarken, nihai hedefi netleştirdi. Kıbrıslı Türklere yapılan bu davetin, uzlaşılmış çözüm zemininin değişmesine yönelik bir öneri değil, kesin bir çözümü beklerken Kıbrıslı Türklerin devletle yeniden katılmaları için bir davet olduğunu ve bu davetin,  Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federal devlete evrilmesine tam katılımlarıyla ilgili bir stratejik anlaşma şartına bağlı olduğunu vurguladı. (Bkz. Fileleftheros, 25 Eylül 2021)

FEDERAL ANLAŞMAYA GİDEN YOL

2020’de işgal altındaki bölgede yapılan son başkanlık seçimlerinde, federal birleşme yanlısı değil de, “iki ayrı devlet” yanlısı aday, açık bir TC desteği görmüş; yerleşimciler ile yerli işbirlikçilerin oyları sayesinde seçilmiştir. “Üst yönetim”, artık sömürgesindeki “alt yönetim”i istediği gibi açıkça yönlendirebilmekte ve adanın birleşmesinden yana olan güçleri, baskı ve korkutma yöntemi ile taksimden çıkar sağlayan çoğunluğa katmaya çalışmaktadır. İşgalci güç için önemli olan, Kıbrıs Türk toplumunun adadaki varlığının devamı değil, kendisine biat etmiş işbirlikçi bir nüfus yardımıyla, adamız ve bölgemiz üzerindeki daha geniş emperyalist çıkarların savunulmasıdır.

Bu durumda, taksim çizgisinin her iki yanındaki federal çözüm yanlılarının, ortak siyasal bir yapıda bir araya gelerek, Crans Montana’da üzerinde anlaşılmış olan anayasaya sahip çıkması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki federal çözüm yanlıları, taksim çizgisinin kuzeyinde 5 bin (%48.31), güneyinde 2023’de yapılan son Başkanlık seçimlerinde de 15,500 (%48.03) oy farkı ile seçimde kaybetmiştir. Kıbrıs Rum Ortodoks devletinde, Kıbrıs Türk toplumu için diğer dini toplumlar gibi “azınlık hakları” talep edenler ise, kendi aralarında örgütlenmeye bakmalıdırlar.

Toplumlararası görüşmeler, iyi niyetle ve yapıcı bir zihniyetle sonlandırılamazsa, Kıbrıs Türk tarafı her şeyde 50:50 eşitlik talebinden vazgeçmezse, taksim ve işgal durumu ne yazık ki sona erdirilmeyecektir! Bu sürerdurum ise, ancak Kıbrıslıların, dıştaki ve içteki ayrılıkçı güçlere karşı “Ortak Siyasi Cephe”sinin örülmesi ile savuşturulabilir!

İşgal altındaki bölgede yaşayan Kıbrıslı Türk ilerici ve federalist güçlerin oluşturacağı siyasal bir partinin, “alt yönetim” tarafından baskı görmesi beklenirken, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne kaydında da yasal sorunların ortaya çıkacağı açıktır. Kaldı ki 1974’den bu yana, adamıza taşınan yerleşimci nüfusun oy kullandığı ve askerin ayrılmadığı koşullar, demokratik mekanizmaların çalışmasına engeldir.

“AYRI SEÇİM YAPALIM” DİYENLERE

Bazı Kıbrıslı Türk yurttaşların “ara bölgede seçim yapalım” diye talepte bulunmasının yasal herhangi bir temeli yoktur. Ancak siyasal olarak örgütlenip, taleplerini dile getirebilirler! KC yasalarına göre, onun denetiminde yapılmayacak ve kimin KC yurttaşlığından kaynaklanan seçmen olduğu belli olmayan koşullarda, işgal bölgesinde yapılacak herhangi bir seçim, yasadışı olacak ve KC makamları tarafından tanınmayacaktır!  Kaldı ki, farklı önerileri yapanlar, onun gerektirdiği girişimleri ve örgütlülüğü de yapabilmelidir!

Kıbrıs’taki anayasal uyuşmazlık, Aralık 1963’den beri BM’nin gündemindedir ve sorunun, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumlarının temsilcileri arasında yapılan görüşmelerle çözümlenmesi için taraflar hemfikirdir. Bu BM çerçevesi ile parametrelerinin reddedilmesi halinde, taksimin kalıcılaşacağı kesindir.

Öte yandan “KC vatandaşı Türkçe konuşan Kıbrıslılar”ın önemli bir kısmı, işgalin getirdiği olanaklardan yararlanmaktadır! Demokratik kamuoyunun serbestçe oluşmadığı ve işgalin devam ettiği koşullarda, adamızın özgür bölgesinde seçim yapılması, hangi KC yasasına göre gerçekleştirilecektir? KC Temsilciler Meclisi, böylesi bir yasayı düzenleme ve uygulama yetkisine sahip midir? BM himayesinde 1977-79’dan beri yapılmakta olan toplumlararası görüşmelerde, yeni federal anayasa üzerinde hemen hemen anlaşılmış olmasına rağmen, KC böylesi bir girişime “evet” der mi? Hukuka dayanmayan fanteziler üretmekle bu işler asla çözümlenemez! KC’ye dönüş tabii ki bir fantezi değildir, ama bu, BM himayesinde yapılan toplumlararası görüşmeler yoluyla olacaktır, şu veya bu kişinin ortaya atacağı formüllerle değil!

GEÇERLİ OLAN YASAL DURUM NEDİR?

KC anayasasının 2. Maddesine göre, cumhuriyetin yurttaşları, ya Kıbrıslı Rum veya Kıbrıslı Türk toplumuna ait olmak zorundadır! Seçim sistemi de dahil olmak üzere, anayasal çatının esası, her iki toplumun da devlet organlarına katılması ve işlev görmesine bağlıdır.

KC anayasasının IV. Kısmındaki 63. Maddesinin 1. paragrafına göre, KC Başkan Yardımcısı ve Temsilciler Meclisi’nin Kıbrıslı Türk üyeleri ile Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi’nin seçimlerinde oy kullanacak olan seçmenler, ait oldukları toplum için oluşturulan seçmen listelerine kaydolmak zorundadır ve öteki topluma ait seçmen listelerine kaydedilemezler.

KC Yüksek Mahkemesi’nin İ. Aziz davasında aldığı kararda, KC anayasasının 63. Maddesi ve Temsilciler Meclisi üyelerinin seçimi ile ilgili 72/79 sayılı Seçim Yasasının 5. Maddesi, KC hükümetinin denetimi altındaki bölgede yaşayan Kıbrıs Türk toplumu üyelerinin, parlamento seçimlerine katılamayacağını belirtmekteydi. “Zorunluluk Yasası” temelinde bu yasal boşluğu doldurmak için müdahale edilemeyeceği açıklanmıştı.

Konuyla ilgili olarak üretilen 22 Haziran 2004 tarihli AİHM kararından sonra, ancak 2007’de, bir başka deyişle 2008’deki Başkanlık Seçimlerinden önce, Seçim Yasasında değişiklik yapıldı. Buna göre, KC hükümetinin denetimi altındaki bölgede 6 aydan fazla süre ile ikamet etmekte olan Kıbrıs Türk toplumu bireylerine, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı dışındaki genel ve yerel seçimlere katılma hakkı tanındı.

Kıbrıs Türk liderliğinin Aralık 1963’de KC devlet mekanizmasından çekilmesi üzerine, 1964-65’de “Zorunluluk Yasası” uyarınca yapılan değişikliklerle, KC devleti, sadece Kıbrıs Rum toplumu tarafından yönetildi ve 2004’de işgal altındaki toprakları da dahil olmak üzere, AB üyesi oldu. Ancak, işgal devam ettiği sürece AB yasaları kuzeyde yürürlükte olmayacaktır.

Yasal durum böyle iken, 5-10 Kıbrıslı Türk yurttaş istedi diye, KC Anayasasına aykırı, olağanüstü yasalar yapılamaz. Toplumlararası görüşmelerde, ortak seçim listesi (cross-voting) konusunun da görüşüldüğü bilinmektedir. O nedenle KC Anayasasının ayrımcı seçim yasası yerine, Crans Montana’da üzerinde anlaşılmış hususlara başvurmak ve onları geliştirmek gerekmektedir. Önce kendi aramızda fikir birliği sağlayıp, sonra da Kıbrıs Rum liderliğine ve uluslararası kamuoyuna ne istediğimizi dile getirebilirsek, mücadeleden kaçınan bazı arkadaşların dile getirdiği gibi “azınlık hakları”na sarılmaya gerek kalmaz.

2019 yılında KC’de yapılan son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde,  81,611 KC yurttaşı Kıbrıslı Türk seçmenden sadece 5,604 kişinin oy kullandığı göz önünde tutulmalıdır. Bunlar, KC’deki ortaklığa sahip çıkan Kıbrıslı Türk yurttaşlardır. Bu sayıyı artırmak, görüşmelerde kazanılmış hakları onlara anlatmak, bazı konularda Kıbrıs Rum liderliği ve partileriyle fikir alış-verişi yapmak için ciddi çalışmalar içine girmek gerekmektedir.

NE TALEP EDİLECEK?

KC makamlarının önüne gidecek örgütler, önce kendi aralarında, ne istedikleri konusunda fikir birliği sağlamalıdır. 1960’da sorun çıkarmış olan eski statüye geri dönme gibi bir fantezi mi, yoksa Crans Montana’da üzerinde büyük ölçüde anlaşılan, yeni bir federal anayasa altında mı KC ortaklığına katılım talep edilecektir? KC’nin işgal altındaki kuzey bölgesinde değiştirilmiş olan nüfus yapısı hakkında ortak bir görüş oluşturulabilecek mi? TC’nin süregelen işgaline nasıl son verilecek? Kıbrıs Türk toplumu adına, TC destekli Kıbrıs Türk liderliği mi, yoksa buna muhalif bir yapı veya örgüt mü muhatap alınacak? Benzeri birçok noktanın tartışılarak, ortak bir karara bağlanması gerekmektedir!

Özlenen KC’ne dönüş, halen yeniden başlaması için çalışmalar yapılan toplumlararası görüşmelerde, tarafların üzerinde anlaşması beklenen federal anayasa ile mümkün olabilir. Böylece 1960’daki üniter devlet yapısı, anlaşmaya varıldığı takdirde, federal bir yapıya dönüşecektir.

İstenen en önemli nokta, olası anlaşmanın ayrılmaya yol açacak konfederal unsurlar içermemesi ve adanın ileride bölünmesine yol açılmamasıdır. TC’nin, yeni yasal düzenleme çerçevesinde, kuzey eyaletinde kalıcı “egemen askeri üs” talep etmesi, yukarıda da anıldığı gibi, İsviçre’deki görüşmelerin çökmesine yol açmıştır. “Siyasal eşitlik” öne sürülerek istenen şey, konfederal bir yapıda, yasadışı “KKTC”nin devamı ve 1960’daki KC ile 50:50 hakka sahip olmasıdır. Hidrokarbonlar konusunda da benzer bir yaklaşım söz konusu edilerek, görüşme masasında 1977-79’dan beri BM’nin de onayladığı federal zeminden ayrılmak istenmektedir.

KC içinde, bir şirketteki gibi, hissen kadar (nüfus yüzdesi kadar) hakkın varsa, mutlak eşitlik talep edemezsin. Çünkü sana “hissen kadar konuş” derler! Devlet yapısının federal olmasının nedeni, üst mecliste her birimin eşit temsiliyeti, alt mecliste de nüfus oranına göre temsiliyetin sağlanmasıdır. 1960 Anayasasındaki Cemaat Meclisleri ile Temsilciler Meclisi, işlevsel açıdan bir çeşit federal yapı oluşturmaktaydı. Şimdi lağvedilmiş olan Cemaat Meclislerinin yerini, federal bölge meclisleri alacaktır.

Kıbrıs Türk toplumu, Kıbrıs Rum toplumuna göre, sayıca daha az olabilir, ama bu, onun dış bir güce dayanarak, KC toprağının işgal altında tutulan ve etnik açıdan Kıbrıs Rum toplumundan arındırılmış bir bölgesinde, ayrı bir devletçik olarak örgütlenmesini haklı kılmaz. Öte yandan Kıbrıs Türk tarafının elinde tuttuğu toprak da, güneyde bırakılan yarım milyon dönüm Kıbrıs Türk toprağı düşüldüğünde, 1 milyon dönüm fazladır. “Kendi mülküm olan toprağın üzerinde özerk olarak yaşamak isterim” de denmiyor. Ya ne deniyor? Dış bir askeri-siyasi-ekonomik gücün desteğinde, uluslararası hukuk çiğnenerek, 1960’da KC’nin toprak bütünlüğü, egemenlik ve bağımsızlığını garanti etmiş olan TC’nin imzası hilafına, onun himayesinde ve işgal ettiği topraklar üzerinde, ayrı bir devlet ilan edilmiş ve bu kukla devletin tanınması, yasal olanla eşit tutulması isteniyor!

YENİ BİR SİYASAL LİDERLİK KADROSU GEREK

Yukarıda değinilen “KT için ara bölgede ayrı seçim yapılsın” formülü ile KC’ye dönüşün mümkün olmadığı anlatılmıştır. Benim önerdiğim şekilde dönüş ise, siyasi bir projedir, çoğunluk kazandığı takdirde gerçekleşebilir. Kaldı ki kuzeydeki askeri işgal sona ermeden, yerleşimci nüfusun oy kullanmasının önüne geçilmeden, demokratik bir çözüme ulaşılamaz! Dış etkenlere ise hiç değinmedik!

Kıbrıs Türk toplumunun KC’deki ortaklığına geri dönüşünün sağlanması, yeni bir anayasa yanında, yeni bir siyasal liderlik kadrosunu da gerektirmektedir. Bu kadrolar bir araya gelmeden, siyasal bir örgüt çatısı altında fikir ve program birliği sağlanmadan, topluma yapılan ve yapılacak olan bütün KC’ye geri dönelim çağrıları, herhangi bir sonuç veremez; sadece doğru yolu gösteren, bir iyi niyet olarak kalır!

Yeni federal devletin birliğini sağlayacak olan demokratik bir anayasanın, çalışmadığı kanıtlanmış 1960’daki üniter anayasal yapıyı değiştirecek ve adanın birliğini sağlayacak tek olası çözüm olduğuna inanmaktayım. 1960 Anayasasının da fonksiyonel federasyon olduğu unutulmamalıdır. İki ana toplumun ayrı ayrı temsil edildiği Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk Cemaat Meclisleri yanında, merkezde nüfus oranına göre oluşturulmuş ortak bir Temsilciler Meclisi vardı. Sadece federal yönetim bölgeleri yoktu!

Üzerinde çalışılan yeni federal anayasa, dünyadaki diğer örnekleri gibi tek egemenlik, tek yurttaşlık ve tek uluslararası temsiliyete sahip, normal bir federal devlet oluşturacaktır. Kıbrıs Türk tarafı, 1960-63 dönemindeki gibi, birlik değil de, ayrılık için çaba gösterecekse, zaten o aşamaya da gelinemeyecek ve adamızın işgali ve taksim durumu sürdürülecektir!

Hedef, sil baştan 1960’daki sorunlu anayasaya dönmek değil, BM himayesinde elde edilen anlaşma noktalarını sonuçlandırmak olmalıdır. Doğru hedefte anlaşıldıktan sonra, KC’deki ortaklarla birlikte mücadele için örgütlenmelidir. Bunu beceremezsek, zaten yok olmuşuz demektir! Çözüm formülü budur. Kıbrıs Türk toplumunun varlığını yeniden meşruiyet zeminine getirmek, ancak bu yolla olasıdır.

4 Mayıs 2023