21 Nisan 2021 Çarşamba

CENEVRE’YE GİDERKEN İNGİLTERE’NİN PLANINA DİKKAT!

 2017 yılında İsviçre’deki Crans Montana’da yapılan son toplumlararası görüşmelerin kesintiye uğramasından bu yana, tarafları yeniden bir araya getirmek için, gerek BM Genel Sekreterliği, gerekse ilgili diğer odaklar çaba harcıyor.

1960’daki Garanti ve İttifak Antlaşmasına göre, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörlüğünü üstlenmiş üç NATO ülkesinden biri olan Yunanistan, 1974 yazında Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı bir darbe düzenlemiş, ardında diğer garantör Türkiye, adanın üçte birini işgal ederek, emperyalizmin 1956’dan beri planladığı şekilde ada ikiye taksim edilmişti. Üçüncü garantör İngiltere ise, adadaki askeri üslerine dokunulmadığı için bu duruma seyirci kalmıştı.  

Türkiye, 1974'deki müdahale gerekçesini, 21 Aralık 1963 öncesi anayasal yapıya dönüş talebi olarak bir ara öne çıkarmışsa da, bütün uygulamaları, zora dayalı ve BM'nin kararlarına ters olarak kurdurduğu ayrılıkçı “KKTC” devletini, toplumlararası görüşmelerde taraf yapma şeklinde olmuştur. Oysa siyasal açıdan eşit olarak kabul edilen iki toplumun temsilcileri, 1977'den beri sürdürülmekte olan görüşmelerde, yeni federal anayasa üzerinde anlaşmış olup, geriye "güvenlik" ile ilgili anlaşmaya bağlı bazı son noktalar kalmıştır. Crans Montana görüşmelerinden sonra basına yansıyan haberlere göre, Türkiye "Kıbrıs Türk toplumunun güvenliği"ni öne sürerek, 1960'da İngiltere'ye verildiği gibi ayrı bir "egemen askeri üs" elde etme ve NATO'nun adamız üzerindeki kalıcılığını sürdürme peşindedir.

10 Şubat 2021 günü partisinin grup toplantısında konuşan TC Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Kıbrıs'ta iki devletli çözüm dışında çözüm kalmamıştır, artık federasyon mederasyon yok” şeklinde konuşmuş ve zamanın TC Başbakanı İsmet İnönü’nün 8 Eylül 1964’de TBMM’de yaptığı “Muahade hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık” şeklindeki ifadenin üzerindeki örtüyü kaldırmış olmaktadır. Oysa Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının 185. Maddesi de “Cumhuriyetin ülkesi bir bütün olup bölünemez” ve “Kıbrıs’ın tamamen veya kısmen herhangi bir diğer devletle birleşmesi veya ayrılıkçı bir bağımsızlık söz konusu olamaz” demektedir. Türkiye, 1974’de zora dayalı olarak gerçekleştirdiği adanın taksimine yasal bir kılıf bulmaya çalışırken, toplumlararası görüşmelerde temel alınan BM parametrelerinin de dışına çıkmış bulunmaktadır.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı Siyasi Müdür Yardımcısı Ajay Sharma’nın 2020’nin Kasım ayında Kıbrıs’a yaptığı iki ziyarette taraflara sunduğu görüşler, Kıbrıs Rum tarafının son zamanlarda kabul edebilir göründüğü gevşek (desantralize) federasyon ile yeni Kıbrıs Türk liderliğinin istediği “iki devlet” hedefleri arasında köprü kurmayı hedeflemektedir. Bir başka deyişle, yasadışı “KKTC” ile BM üyesi yasal Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin siyasal eşitliğine dayalı yeni bir birliktelik kurulması istenmektedir. Bu arada Sharma’nın 2004’deki Annan Planı referandumu sırasında, Ankara’da İngiltere Büyükelçisi olarak bulunduğunu ve çok iyi Türkçe bildiğini de hatırlatalım. Lefkoşa’daki İngiliz Yüksek Komiseri Stephen Lillie ile İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab’ın her iki taraf ile yaptıkları temaslarda ayrıntıları ile tartışılan yeni İngiliz Planı’nın 27-29 Nisan 2021 tarihlerinde İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılacak olan gayri resmi konferansta masada olması beklenmektedir. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderler ile üç garantör NATO ülkesinden temsilcilerin katılacağı bu 5’li Konferansa, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres başkanlık edeceği için 5+1 Konferansı da denmektedir.

Kıbrıs Cumhuriyeti, 1 Mayıs 2004’den beri Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğundan, bu konferansa bir AB Temsilcisinin de katılmasını istemektedir. Türkiye ise, 5’li Konferansa AB’nin katılmaması için çabalamaktadır. Öte yandan AB Konseyi’nin (eğer bir kez daha ertelenmezse) 25-26 Mart 2021’de toplanarak, Türkiye’ye karşı yaptırım kararı alması söz konusudur. Böyle bir kararın çıkmaması için 5’li Konferanstan önce aranan formül, “gevşek federasyon” ile “iki devlet” arasında bir “altın kesit” olarak nitelendirilmektedir. İngiltere, hazırladığı bu plan ile, hem Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini geliştirmesini sağlamak, hem de ülkesinin AB üyeliği sonrasında diplomatik rolünü artırmak istemektedir.      

Sekiz maddeden oluşan ve taksimi “Egemen Toplum Devletleri” ardına saklayarak kabul ettirmeyi amaçlayan İngiliz Planında ortaya konan görüşler, basına yansıdığı kadarıyla şöyle özetlenebilir:

1. Kıbrıs Cumhuriyeti, 1960’da Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları tarafından birlikte oluşturulmuştu. Şimdi Federal Kıbrıs Cumhuriyeti, 1974’deki oldu-bittilerin kabulü ile iki ayrı “Egemen Toplum”a ait “Toplum Devletleri” tarafından oluşturulacak. Kurulduktan sonra BM veya AB’ye yeniden başvurması gerekmeyecektir. Bir başka deyişle, 1960’dan beri var olan Kıbrıs Cumhuriyeti bu anlaşma ile lağvedilirken, bunun yerine konfederal yapıda iki devlet getirilecektir.

2. Ortak “Federal Devlet”in, sadece belli alanlarda, örneğin dış politika, ekonomi, güvenlik ve yurttaşlık gibi konularda yetkili olması öngörülmektedir. Bakanlar Kurulu, 6 Kıbrıslı Rum ve 3 Kıbrıslı Türk Bakandan oluşacak ve Kurulun eşit statüde iki eşbaşkanı olacaktır. Devleti törenlerde temsil edecek bir de Başkan olabilir. Bakanlar Kurulu üyelerinin atanması için İngiltere iki yöntem önermektedir: Ya Belçika federal modeli (Valon ve Flaman toplumları kendi bakanlarını kendi atar), ya da Kuzey İrlanda modeli (Meclisteki siyasi partilerin seçimlerde kazandıkları oy oranına göre atanır) ile olacaktır.

3. Federal Yasama Meclisi, 36 temsilciden (24 Kıbrıslı Rum ve 12 Kıbrıslı Türk) oluşacaktır. Azınlık olan tarafın haklarına zarar gelmemesi için çeşitli veto mekanizmaları oluşturulacaktır.

4. Merkezdeki Federal Hükümet’in yetkileri dışında kalan alanlarda, her bir “Toplum Devleti”nin, başka devletler ile kendi anlaşmalarını imzalama hakkı olacaktır. Uluslararası kuruluşlara üye olma yanında, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda gibi uluslararası spor etkinliklerine katılma hakkına sahip olacaklardır.

5. İki  “Toplum Devleti”, uluslararası ilişkiler ve AB ile ilgili konularda, kararların merkezdeki federal hükümet tarafından alınmasına rıza gösterecektir. Eğer oy birliği sağlanamazsa, Kıbrıs, uluslararası oylamada ve AB içindeki oylamalarda (3 yıldır Belçika’nın yaptığı gibi) çekimser kalacaktır.

6. Türk askerleri, çözüm anlaşmasının imzalandığı anda, olabildiğince en geniş şekilde bölgeden çekilecektir. Türkiye, Garanti Antlaşmasındaki tek yanlı müdahale talebini geri alacaktır. Az miktarda Yunan ve Türk askeri adada kalacak ve garantiler 10 yıl boyunca devam edecektir. Ondan sonrası için herhangi bir “gözden geçirme” maddesi yoktur.   

7. Toprak konusunda, Anastasiadis ile Akıncı’nın üzerinde anlaştığı haritaya göre,  Güzelyurt ve Maraş geri verilirken, Kıbrıs Türk “Toplum Devleti”nin elinde kalacak olan toprak, adanın % 28.2 ile % 29.2’si arasında bir oranda olacaktır.

8. Taşınmaz Mallar konusunda, Kıbrıslı Rumların mallarına olan duygusal bağın kabul edilmesi de dahil, iade, tazmin ve takası içeren üçlü yaklaşım ve konunun çözümlenmesinde şimdiye kadar varılmış olan ortak noktaların uygulanması önerilmektedir.

İngiliz Planı, oylamaya sunulur ve Kıbrıslı Rumlar HAYIR, Kıbrıslı Türkler EVET oyu kullanırsa, Kıbrıslı Türklerin uluslararası toplumun onayı ile kendi devletlerini yasal olarak kurmalarına olanak sağlanacaktır.

Kıbrıs sorunu hakkında fikir belirtme konusunda suskunluğunu sürdüren Kıbrıs Türk basınının aksine, Kıbrıs Rum basını tek haber kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Nitekim BM Genel Sekreteri Guterres'in Kıbrıs Rum tarafına, “Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini ve kararlara aktif katılımını kabul etmezseniz konferansı toplamayacağım” şeklinde mesaj gönderdiği; öte yandan Kıbrıslı Türklere de “KKTC”nin tanınması konusuyla masaya gelmeye çalışacaksanız, konferansı toplamam” mesajını ilettiği yazıldı. Ayrıca BM'nin Kıbrıs Türk tarafına, KKTC'nin “zorla kurdurulan bir devlet” olduğunu söylediği ve bu yüzden de asla tanınma olmayacağını açık dille ifade ettiği Politis gazetesinde yer alan bir makalede dile getirilmiş bulunuyor.

(Sol Gazete, Nisan 2021 , Sayı:2)

TATAR’IN BAŞKAN OLARAK SEÇTİRİLMESİ VE SONRASI

Ersin Tatar, Kıbrıs adasının 1974’den beri TC işgali altında tutulan kuzey bölgesinde 1983 yılında ilan edilmiş olan yasadışı “KKTC” devletinin 5. Başkanı olarak seçildi. 18 Kasım 2020’de yapılan 2. turda, rakibi olan bir önceki Başkan Mustafa Akıncı, geçerli oyların %48.31’ini (62,910 oy) alırken, Başbakan ve UBP Genel Başkanı Ersin Tatar, geçerli oyların %51.69’unu (67,322 oy) aldı.

Yurttaş olarak 326 bin kişinin kayıtlı olduğu “KKTC”de, 199,029 kayıtlı seçmen var. Son olarak 26 Mayıs 2019’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri için Kıbrıs Cumhuriyeti’nde kaydı bulunan 80 bin kadar Kıbrıslı Türk seçmen vardı. Kıbrıs dışında yaşayan, ya da kaydı olmayanları da katarsak, halen adanın kuzeyinde yaşamakta olan Kıbrıslı Türk seçmen sayısının, 1974’den beri adaya yerleştirilerek, yurttaş yapılmış olan TC’li yerleşimcilerden daha az olduğu ortaya çıkmaktadır.      

Seçime katılım oranı, 11 Kasım 2020’de yapılan başkanlık seçiminin ilk turunda %58.21 idi. Seçim kampanyası sırasında “egemen eşitlik” ve “iki ayrı devlet” politikasını savunan Ersin Tatar,  daha çok Türkiyeli yerleşimcilerin yaşadığı Mağusa ve Yeni İskele bölgelerinde 2. turda sağlanan %9’luk oy artışı sayesinde, federal bir çözümü destekleyen Akıncı’yı 4,412 oy farkıyla geride bırakmış oldu.

İkinci dönem görev yapmak için Başkanlık seçimine katılan Akıncı, bir TV söyleşisinde, 45 yıllık siyasal yaşamı boyunca Türkiye tarafından böylesi bir müdahalenin yapıldığını hiç görmediğini söyledi. “KKTC”deki TC Büyükelçiliği’nin, kendisi aleyhine çalışan bir büroya dönüştüğünden şikayet etti. Türkiye’deki iktidar partisi AKP ile onu destekleyen MHP’ye ait milletvekillerinin köyleri gezerek, kendisi aleyhinde kampanya yürüttüklerini sözlerine ekledi.

Seçimden önceki Cuma akşamı yapılan son TV programında konuşan Akıncı, üç hafta önce adaylığını çekmesi için kendisine telkinde bulunulduğunu söyledi. Bu tavsiyenin, kendi sözcüsü ile yapılan bir toplantı sırasında, MİT adına çalışan birinden geldiğini açıkladı. Akıncı’ya göre, bu kişi sözcüye, “kendisi ve kendi çevresindeki insanların iyiliği ve ülkenin ve anavatanın iyiliği için” adaylıktan geri çekilmesi gerektiğine dair mesajı iletmesini söylemiş.

Tatar yanlısı propaganda kampanyasında yer alan Türkiyeli milletvekillerinden biri de, MHP Kütahya milletvekili Ahmet Erbaş idi. Erbaş, Lefkoşa’daki Golden Tulip ve Girne’deki Grand Pasha otel ve kumarhanelerini bünyesinde bulunduran Pasha Oteller Grubu’nun sahibi olup, kendisine ayrıca “KKTC” vatandaşlığı da verilmiş bulunuyor. Son olarak Akdeniz Karpaz Üniversitesi’ni de satın alarak, Grup bünyesine katmıştır.  

MHP milletvekili Erbaş’ın çalıştığı bölgelerin tamamında Ersin Tatar’ın birinci olarak çıkması ilginç bir gelişme idi. Ahmet Erbaş, Kıbrıs’ın kuzeyinde gerçekleşen seçimlere yaptığı müdahaleyi, kişisel twitter hesabından da paylaşarak, tebrikleri kabul etti. Erbaş’ın, Tatar’ın seçimi kazanmasında önemli bir rol oynadığı ifade edilirken, 30 gün içinde Ersin Tatar’la birlikte 69’u köy olmak üzere, 189 bölgeye gittiği belirtildi. Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde uyguladığı bu ve diğer müdahaleler, ilk kez bu kadar göz önünde oldu.  

“KKTC”nin 4. Başkanı Akıncı, 23 Ekim 2020’de resmen görevinden ayrılırken, sadece şöyle konuştu: “Türk tarafı olarak sorunu çözümün eşiğine kadar getirdik. Bir çözüme ulaşılamamışsa, bunda özellikle Kıbrıs Türk tarafının bir sorumluluğu yoktur.”

Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Anastasiadis, 3 Kasım 2020’de gerçekleştiren tanışma görüşmesinde, Tatar’ın kendisine Akıncı’nın müzakereleri bıraktığı yerden devam etmeyi kabul etmediğini söylediğini açıkladı. Tatar, Anastasiadis’e “Berlin açıklaması bizi bağlamıyor. Türkiye’nin tezi, egemenliğin tanınması yönündedir” şeklinde konuştu.

Bilindiği gibi iki Kıbrıslı lider arasında İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yapılan görüşmeler, 6 Temmuz 2017’de anlaşmaya varılamadan sonlandı. Akıncı ise, 25 Kasım 2019’da Berlin’de BM Genel Sekreteri’nin de katılımıyla yapılan 3’lü görüşme sonunda yaptığı açıklamada,  “Raydan çıkmış treni yeniden rayına oturttuk” demişti.

TC Başkanı Erdoğan, 15 Kasım 2020 tarihinde, adanın işgal altındaki kesiminde bulunan ve çitlerle çevrili Maraş bölgesine kışkırtıcı bir “piknik” ziyareti yaptı ve orada bulunan dinleyicilerine, “Egemen eşitlik temelinde, iki devletli bir çözümün müzakere edilmesi gerekiyor” dedi.

UBP-HP koalisyon hükümetinin “Başbakan Yardımcısı” ve aynı zamanda Halk Partisi (HP) Genel Başkanı Kudret Özersay, Erdoğan’ın ziyareti öncesinde “Başbakan” tarafından bilgilendirilmediği gerekçesiyle istifasını verdi. Tatar “Cumhurbaşkanı” olmadan önce, “Başbakan” vekili olarak herhangi bir milletvekilinin adını vermediği için “KKTC”de bir süre hükümetin başı yoktu. Hatta Tatar’ın Başkan seçildikten sonra, “Başbakan” olarak imza atıp istihdam yaptığı basına yansıdı.

Son 45 yılda adanın işgal altındaki bölgesinde 28 hükümet ve 42 bakanlar kurulunun görev yapmış olması ilginçtir. Bir diğer önemli nokta ise, Kıbrıslı Türklerin içişlerinde daha fazla güç sahibi olmaya başlayan işgalci güç Türkiye’nin, 31 Ekim 2020’de toplanan UBP Kurultayı’na da müdahale etmiş olmasıdır. Parti Başkanlığı için yarışan ilk iki aday, 7 Kasım 2020’de yapılacak ikinci turdan iki gün önce, adaylıklarını geri çekmeleri için ikna edildiler. Yeni hükümeti kurma görevi verilen UBP Genel Sekreteri Ersan Saner, “Bakanlıkların” olası koalisyon partileri arasında dağılımında bir anlaşma sağlanamadığı için bunu gerçekleştiremedi. Meclis’te 19 milletvekiline sahip UBP ile işgal altındaki bölgedeki Türkiyeli yerleşimcilerin Meclis’te iki milletvekiline sahip Yeniden Doğuş Partisi (YDP) ile bir azınlık hükümetini Aralık ayı ortasında ancak kurulabildi. Dıştan müdahaleler, “KKTC” Meclis Başkanı’nın seçiminde de devam etti. Ekonomik yıkımın eşiğinde olan Kıbrıs Türk toplumunun yığınla sorunu çözüm beklerken, muhalefet partilerinin de alternatif politikalar sunamaması, Başkan Tatar’ın işgal altındaki bölgeye Türkiye’deki gibi bir başkanlık sistemini getirmek istediğine dair söylentilere yol açtı.  

10 Kasım 2020’de üç bin kadar Kıbrıslı Türk, Türkiye’nin müdahalelerini kınamak için Lefkoşa’da düzenlenen “Demokrasi ve İrade” yürüyüşüne katıldı. Kullanılan ana slogan, “Ankara ellerini yakamızdan çek” idi. 5 Aralık 2020’de de gençlik örgütleri, “Geleceğimiz için Barış” sloganıyla, salgın nedeniyle kapalı olan Lokmacı Geçiş Kapısı’na yürüdüler.

Öte yandan Başkanlık seçimlerini 4,412 oy farkı ile kaybeden Mustafa Akıncı ve temsil ettiği %48’lik seçmen kitlesi, Tatar ve Türkiye’nin “iki devletli çözüm” politikası karşısında sessizliğini korumayı sürdürdü. Kendisine yapılan tehditleri ve bu konuda TC Büyükelçisi ile olan haberleşmesini bile, kendisine sorulmasaydı, belki de kamuoyu hiç öğrenemeyecekti! Akıncı’nın hazırlandığı söylenen müdahalelere ilişkin kalın bir belge dosyası da, seçim sonuçlarına itiraz etme süresi içinde, ne Yüksek Seçim Kurulu’na sunuldu, ne de Kıbrıs Türk medyasına açıklandı. Oysa işgalden 46 yıl sonra, Kıbrıslı Türklerin siyasal iradesine yönelik tekrarlanan müdahalelerin yaşandığı, artık en yetkili ağızdan açıklanmalı ve bu durum, dünya kamuoyuna da duyurulmalıydı. Ne var ki, hedef alınan esas kişi, “45 yıllık siyasi hayatına son verdiğini” açıklayıp, sahneden çekildiğini duyurdu. Akıncı’ya oy veren ve adada federal bir çözüme varılmasını isteyen %48’lik seçmen grubu da, yeni bir siyasal birliktelik için herhangi bir girişimi henüz başlatamadı.  

Ne yazık ki “federal çözüm yanlısı” bu seçmenler arasında, sağlıklı ve demokratik bir federal yapının oluşturulması ve Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’ne geri dönmesini isteyenlerin sayısı çok azdır. Nitekim AP seçimlerinde 80 bin Kıbrıslı Türk seçmenden, sadece 4,600 kişi sandıklara gidip oy kullanmıştır. Bunlar arasında bile, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşün formülü olarak KKTC’nin “siyasal eşit” birim olarak kabulünden yana olanların sayısı hayli fazladır. Bir fikir birliği sağlanmadan, kalıcı daha geniş siyasal birlikteliklerin oluşturulması zor görülmektedir.

Kıbrıslı Türk yeni lider Tatar ile işgal gücü olarak Türkiye’nin, 1974’deki oldu-bittileri kalıcılaştıracak “iki devlet”li bir “çözüm” gündemi ile toplumlararası görüşmeleri yeniden başlatıp başlatamayacağı henüz belli değildir. Çünkü Kıbrıs Rum tarafı, yasal Kıbrıs Cumhuriyeti ile yasadışı “KKTC”nin siyasal ve egemen eşitliği”ni talep eden “iki devlet”li yapıyı kabul etmektense, bugünkü durumun devamını daha uygun bulmaktadır. BM çözüm parametrelerine ters olan böyle bir öneriyi, Başkanları kabul etse bile, Kıbrıslı Rumların bunu reddedeceği kesindir. Tabii, işgal altında kalan Kıbrıslı Rumların mal ve mülklerinin taksimin kalıcılaşması durumunda tazmin edilemeyecek olması da, başka bir sorun olarak kalacaktır.

Öte yandan 1974’den beri askeri işgal altında tutulan adanın kuzeyindeki bölgenin Türkiye’ye ilhakı, bu bölgenin “Mersin 10” posta kodunu alalı beri uygulamadadır, ama yasalar elvermediği için resmen ilan edilmemiştir! Buna bir “zamanlama” meselesi olarak bakıldığı tahmin edilmektedir. Nüfus yapısının Anadolu’dan taşınan yerleşimciler ile değiştirilmesi, ta ilk günlerde başlatılan bir plandı. Ne yazık ki yeterince önemsenmedi! İşgal yanlısı güçler, önümüzdeki dönemde kendi çoğunluklarını parlamentoda da sağlayıp, istenen kararı (örneğin Hatay benzeri ilhak) aldırabilirler. Savaş ganimeti bittiği için, önümüzdeki dönemde, kapalı tutulan Maraş da açılabilir. Zaten 1974’deki ABD Dışişleri Bakanı Kissinger, İkinci Askeri Harekât öncesinde  “Gidip üçte birini alın, biz size sonra, bir çeşit federasyon altında bunu vereceğiz” dememiş miydi? İşgal gücü ve yerli işbirlikçileri, arkalarında NATO gibi bir güç olduğu için rahatça istedikleri gibi davranabiliyorlar. Adanın birleştirilmesinden yana olanlar, bu durumu sadece seyretmekle mi yetinecek?

Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş, 1960’daki (Kıbrıslı Rumlar tarafından kabul edilmeyip değiştirilmek istenen ve kavganın başlamasına yol açan) “haklar”a dönüş ile mümkün değildir. Yeni bir anayasa için, 1968’den beri üniter, 1977-79’dan beri de federal bir yapı için görüşmeler sürdürülmektedir. Crans Montana’da anayasanın büyük ölçüde hazır olduğunu görüldü. Geriye yeniden kurulacak federal düzenin “garantisi” kalmıştır. Yani Türkiye’nin “egemen askeri üs” talebi! Uygulanmak istenen plan budur. Bizdeki bazı çevrelerin “1960’a dönelim” talebini öne çıkarması, abesle iştigaldir. Masada iki lider anlaşır ve taraflar onaylarsa, Kıbrıs Cumhuriyeti, yeniden yapılandırılacak ve Kıbrıslı Türkler oraya federal haklarla geri dönecektir. Ama “KKTC” olarak değil, merkezi federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sorumlu, kuzeyde, merkezi yönetim gözetiminde yapılandırılacak olan “kuzey federal devlet” olarak! Benim yıllardır yazdığım, çizdiğim ve inandığım yol budur. Gerisi abesle iştigaldir!

(Sol Gazete, Mart 2021, Sayı:1)