Ersin Tatar, Kıbrıs adasının 1974’den beri TC işgali altında tutulan kuzey bölgesinde 1983 yılında ilan edilmiş olan yasadışı “KKTC” devletinin 5. Başkanı olarak seçildi. 18 Kasım 2020’de yapılan 2. turda, rakibi olan bir önceki Başkan Mustafa Akıncı, geçerli oyların %48.31’ini (62,910 oy) alırken, Başbakan ve UBP Genel Başkanı Ersin Tatar, geçerli oyların %51.69’unu (67,322 oy) aldı.
Yurttaş olarak
326 bin kişinin kayıtlı olduğu “KKTC”de, 199,029 kayıtlı seçmen var. Son olarak
26 Mayıs 2019’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri için Kıbrıs Cumhuriyeti’nde
kaydı bulunan 80 bin kadar Kıbrıslı Türk seçmen vardı. Kıbrıs dışında yaşayan,
ya da kaydı olmayanları da katarsak, halen adanın kuzeyinde yaşamakta olan Kıbrıslı
Türk seçmen sayısının, 1974’den beri adaya yerleştirilerek, yurttaş yapılmış
olan TC’li yerleşimcilerden daha az olduğu ortaya çıkmaktadır.
Seçime katılım
oranı, 11 Kasım 2020’de yapılan başkanlık seçiminin ilk turunda %58.21 idi. Seçim
kampanyası sırasında “egemen eşitlik” ve “iki ayrı devlet” politikasını savunan
Ersin Tatar, daha çok Türkiyeli
yerleşimcilerin yaşadığı Mağusa ve Yeni İskele bölgelerinde 2. turda sağlanan %9’luk
oy artışı sayesinde, federal bir çözümü destekleyen Akıncı’yı 4,412 oy farkıyla
geride bırakmış oldu.
İkinci dönem görev yapmak için
Başkanlık seçimine katılan Akıncı, bir TV söyleşisinde, 45 yıllık siyasal
yaşamı boyunca Türkiye tarafından böylesi bir müdahalenin yapıldığını hiç
görmediğini söyledi. “KKTC”deki TC Büyükelçiliği’nin, kendisi aleyhine çalışan bir
büroya dönüştüğünden şikayet etti. Türkiye’deki iktidar partisi AKP ile onu
destekleyen MHP’ye ait milletvekillerinin köyleri gezerek, kendisi aleyhinde
kampanya yürüttüklerini sözlerine ekledi.
Seçimden önceki Cuma akşamı
yapılan son TV programında konuşan Akıncı, üç hafta önce adaylığını çekmesi
için kendisine telkinde bulunulduğunu söyledi. Bu tavsiyenin, kendi sözcüsü ile
yapılan bir toplantı sırasında, MİT adına çalışan birinden geldiğini açıkladı. Akıncı’ya
göre, bu kişi sözcüye, “kendisi ve kendi çevresindeki insanların iyiliği ve
ülkenin ve anavatanın iyiliği için” adaylıktan geri çekilmesi gerektiğine dair
mesajı iletmesini söylemiş.
Tatar yanlısı propaganda
kampanyasında yer alan Türkiyeli milletvekillerinden biri de, MHP Kütahya
milletvekili Ahmet Erbaş idi. Erbaş, Lefkoşa’daki Golden Tulip ve Girne’deki
Grand Pasha otel ve kumarhanelerini bünyesinde bulunduran Pasha Oteller Grubu’nun
sahibi olup, kendisine ayrıca “KKTC” vatandaşlığı da verilmiş bulunuyor. Son
olarak Akdeniz Karpaz Üniversitesi’ni de satın alarak, Grup bünyesine
katmıştır.
MHP milletvekili Erbaş’ın
çalıştığı bölgelerin tamamında Ersin Tatar’ın birinci olarak çıkması ilginç bir
gelişme idi. Ahmet Erbaş, Kıbrıs’ın kuzeyinde gerçekleşen seçimlere yaptığı
müdahaleyi, kişisel twitter hesabından da paylaşarak, tebrikleri kabul etti.
Erbaş’ın, Tatar’ın seçimi kazanmasında önemli bir rol oynadığı ifade edilirken,
30 gün içinde Ersin Tatar’la birlikte 69’u köy olmak üzere, 189 bölgeye gittiği
belirtildi. Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde uyguladığı bu ve diğer müdahaleler,
ilk kez bu kadar göz önünde oldu.
“KKTC”nin 4. Başkanı Akıncı, 23
Ekim 2020’de resmen görevinden ayrılırken, sadece şöyle konuştu: “Türk tarafı
olarak sorunu çözümün eşiğine kadar getirdik. Bir çözüme ulaşılamamışsa, bunda özellikle
Kıbrıs Türk tarafının bir sorumluluğu yoktur.”
Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Anastasiadis,
3 Kasım 2020’de gerçekleştiren tanışma görüşmesinde, Tatar’ın kendisine Akıncı’nın
müzakereleri bıraktığı yerden devam etmeyi kabul etmediğini söylediğini
açıkladı. Tatar, Anastasiadis’e “Berlin açıklaması bizi bağlamıyor. Türkiye’nin
tezi, egemenliğin tanınması yönündedir” şeklinde konuştu.
Bilindiği gibi iki Kıbrıslı lider
arasında İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yapılan görüşmeler, 6 Temmuz
2017’de anlaşmaya varılamadan sonlandı. Akıncı ise, 25 Kasım 2019’da Berlin’de
BM Genel Sekreteri’nin de katılımıyla yapılan 3’lü görüşme sonunda yaptığı
açıklamada, “Raydan çıkmış treni yeniden
rayına oturttuk” demişti.
TC Başkanı Erdoğan, 15 Kasım
2020 tarihinde, adanın işgal altındaki kesiminde bulunan ve çitlerle çevrili
Maraş bölgesine kışkırtıcı bir “piknik” ziyareti yaptı ve orada bulunan
dinleyicilerine, “Egemen eşitlik temelinde, iki devletli bir çözümün müzakere
edilmesi gerekiyor” dedi.
UBP-HP koalisyon
hükümetinin “Başbakan Yardımcısı” ve aynı zamanda Halk Partisi (HP) Genel
Başkanı Kudret Özersay, Erdoğan’ın ziyareti öncesinde “Başbakan” tarafından
bilgilendirilmediği gerekçesiyle istifasını verdi. Tatar “Cumhurbaşkanı”
olmadan önce, “Başbakan” vekili olarak herhangi bir milletvekilinin adını
vermediği için “KKTC”de bir süre hükümetin başı yoktu. Hatta Tatar’ın Başkan
seçildikten sonra, “Başbakan” olarak imza atıp istihdam yaptığı basına yansıdı.
Son 45 yılda
adanın işgal altındaki bölgesinde 28 hükümet ve 42 bakanlar kurulunun görev
yapmış olması ilginçtir. Bir diğer önemli nokta ise, Kıbrıslı Türklerin
içişlerinde daha fazla güç sahibi olmaya başlayan işgalci güç Türkiye’nin, 31
Ekim 2020’de toplanan UBP Kurultayı’na da müdahale etmiş olmasıdır. Parti
Başkanlığı için yarışan ilk iki aday, 7 Kasım 2020’de yapılacak ikinci turdan
iki gün önce, adaylıklarını geri çekmeleri için ikna edildiler. Yeni hükümeti
kurma görevi verilen UBP Genel Sekreteri Ersan Saner, “Bakanlıkların” olası
koalisyon partileri arasında dağılımında bir anlaşma sağlanamadığı için bunu
gerçekleştiremedi. Meclis’te 19 milletvekiline sahip UBP ile işgal altındaki
bölgedeki Türkiyeli yerleşimcilerin Meclis’te iki milletvekiline sahip Yeniden
Doğuş Partisi (YDP) ile bir azınlık hükümetini Aralık ayı ortasında ancak
kurulabildi. Dıştan müdahaleler, “KKTC” Meclis Başkanı’nın seçiminde de devam
etti. Ekonomik yıkımın eşiğinde olan Kıbrıs Türk toplumunun yığınla sorunu
çözüm beklerken, muhalefet partilerinin de alternatif politikalar sunamaması,
Başkan Tatar’ın işgal altındaki bölgeye Türkiye’deki gibi bir başkanlık sistemini
getirmek istediğine dair söylentilere yol açtı.
10 Kasım 2020’de
üç bin kadar Kıbrıslı Türk, Türkiye’nin müdahalelerini kınamak için Lefkoşa’da
düzenlenen “Demokrasi ve İrade” yürüyüşüne katıldı. Kullanılan ana slogan, “Ankara
ellerini yakamızdan çek” idi. 5 Aralık 2020’de de gençlik örgütleri, “Geleceğimiz
için Barış” sloganıyla, salgın nedeniyle kapalı olan Lokmacı Geçiş Kapısı’na
yürüdüler.
Öte yandan Başkanlık seçimlerini
4,412 oy farkı ile kaybeden Mustafa Akıncı ve temsil ettiği %48’lik seçmen
kitlesi, Tatar ve Türkiye’nin “iki devletli çözüm” politikası karşısında
sessizliğini korumayı sürdürdü. Kendisine yapılan tehditleri ve bu konuda TC
Büyükelçisi ile olan haberleşmesini bile, kendisine sorulmasaydı, belki de kamuoyu
hiç öğrenemeyecekti! Akıncı’nın hazırlandığı söylenen müdahalelere ilişkin kalın
bir belge dosyası da, seçim sonuçlarına itiraz etme süresi içinde, ne Yüksek
Seçim Kurulu’na sunuldu, ne de Kıbrıs Türk medyasına açıklandı. Oysa işgalden 46
yıl sonra, Kıbrıslı Türklerin siyasal iradesine yönelik tekrarlanan müdahalelerin
yaşandığı, artık en yetkili ağızdan açıklanmalı ve bu durum, dünya kamuoyuna da
duyurulmalıydı. Ne var ki, hedef alınan esas kişi, “45 yıllık siyasi hayatına
son verdiğini” açıklayıp, sahneden çekildiğini duyurdu. Akıncı’ya oy veren ve adada
federal bir çözüme varılmasını isteyen %48’lik seçmen grubu da, yeni bir
siyasal birliktelik için herhangi bir girişimi henüz başlatamadı.
Ne yazık ki “federal çözüm
yanlısı” bu seçmenler arasında, sağlıklı ve demokratik bir federal yapının
oluşturulması ve Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’ne geri dönmesini isteyenlerin
sayısı çok azdır. Nitekim AP seçimlerinde 80 bin Kıbrıslı Türk seçmenden, sadece
4,600 kişi sandıklara gidip oy kullanmıştır. Bunlar arasında bile, Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne dönüşün formülü olarak KKTC’nin “siyasal eşit” birim olarak
kabulünden yana olanların sayısı hayli fazladır. Bir fikir birliği sağlanmadan,
kalıcı daha geniş siyasal birlikteliklerin oluşturulması zor görülmektedir.
Kıbrıslı Türk yeni
lider Tatar ile işgal gücü olarak Türkiye’nin, 1974’deki oldu-bittileri
kalıcılaştıracak “iki devlet”li bir “çözüm” gündemi ile toplumlararası görüşmeleri
yeniden başlatıp başlatamayacağı henüz belli değildir. Çünkü Kıbrıs Rum tarafı,
yasal Kıbrıs Cumhuriyeti ile yasadışı “KKTC”nin siyasal ve egemen eşitliği”ni
talep eden “iki devlet”li yapıyı kabul etmektense, bugünkü durumun devamını
daha uygun bulmaktadır. BM çözüm parametrelerine ters olan böyle bir öneriyi, Başkanları
kabul etse bile, Kıbrıslı Rumların bunu reddedeceği kesindir. Tabii, işgal altında
kalan Kıbrıslı Rumların mal ve mülklerinin taksimin kalıcılaşması durumunda tazmin
edilemeyecek olması da, başka bir sorun olarak kalacaktır.
Öte yandan
1974’den beri askeri işgal altında tutulan adanın kuzeyindeki bölgenin Türkiye’ye
ilhakı, bu bölgenin “Mersin 10” posta kodunu alalı beri uygulamadadır, ama yasalar
elvermediği için resmen ilan edilmemiştir! Buna bir “zamanlama” meselesi olarak
bakıldığı tahmin edilmektedir. Nüfus yapısının Anadolu’dan taşınan
yerleşimciler ile değiştirilmesi, ta ilk günlerde başlatılan bir plandı. Ne
yazık ki yeterince önemsenmedi! İşgal yanlısı güçler, önümüzdeki dönemde kendi
çoğunluklarını parlamentoda da sağlayıp, istenen kararı (örneğin Hatay benzeri
ilhak) aldırabilirler. Savaş ganimeti bittiği için, önümüzdeki dönemde, kapalı tutulan
Maraş da açılabilir. Zaten 1974’deki ABD Dışişleri Bakanı Kissinger, İkinci Askeri
Harekât öncesinde “Gidip üçte birini
alın, biz size sonra, bir çeşit federasyon altında bunu vereceğiz” dememiş
miydi? İşgal gücü ve yerli işbirlikçileri, arkalarında NATO gibi bir güç olduğu
için rahatça istedikleri gibi davranabiliyorlar. Adanın birleştirilmesinden
yana olanlar, bu durumu sadece seyretmekle mi yetinecek?
Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne dönüş, 1960’daki (Kıbrıslı Rumlar tarafından kabul edilmeyip
değiştirilmek istenen ve kavganın başlamasına yol açan) “haklar”a dönüş ile mümkün
değildir. Yeni bir anayasa için, 1968’den beri üniter, 1977-79’dan beri de
federal bir yapı için görüşmeler sürdürülmektedir. Crans Montana’da anayasanın
büyük ölçüde hazır olduğunu görüldü. Geriye yeniden kurulacak federal düzenin “garantisi”
kalmıştır. Yani Türkiye’nin “egemen askeri üs” talebi! Uygulanmak istenen plan budur.
Bizdeki bazı çevrelerin “1960’a dönelim” talebini öne çıkarması, abesle
iştigaldir. Masada iki lider anlaşır ve taraflar onaylarsa, Kıbrıs Cumhuriyeti,
yeniden yapılandırılacak ve Kıbrıslı Türkler oraya federal haklarla geri dönecektir.
Ama “KKTC” olarak değil, merkezi federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sorumlu, kuzeyde,
merkezi yönetim gözetiminde yapılandırılacak olan “kuzey federal devlet”
olarak! Benim yıllardır yazdığım, çizdiğim ve inandığım yol budur. Gerisi
abesle iştigaldir!
(Sol Gazete, Mart
2021, Sayı:1)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder