26 Mart 2020 Perşembe

HAŞMET BEY’İN “LEFKOŞA NOTLARI”NDAN



21 Mart 1992’de ani gelen bir kalp krizi sonucu 60 yaşında iken, en verimli çağında yitirdiğimiz Haşmet arkadaşımız ile ilgili olarak, daha önce yazdığım “Haşmet Gürkan’ın Hümanist Kültür Mücadelesi” başlıklı yazıda (Kıbrıs Kültürü Üzerine Yazılar, Lefkoşa 1999, s.174-180) onun yaşamöyküsü ve yazılarından söz etmiştim.

Halk Sanatları Vakfı’nın bu toplantısında, onu anarken, son dönem yazılarına bir göz atmak, onun kültürümüze, düşün yaşamımıza yaptığı katkıları özetlemek için yeterli olacaktır sanırım.

Galeri Kültür Yayınları arasında çıkan “Toplu Eserleri” dizisindeki beş kitaba girmeyen ve yayımlanmayı bekleyen yazıları, sanırım yayımlananlardan daha fazladır. Haşmet Bey, bilindiği gibi tarih yazılarına başlarken, önce elindeki tarih kitapları ve eski gazetelerde okuduğu ilginç bölümleri Türkçeye kazandırmış ve aktardığı konularla ilgili olarak kendi duyduğu, bildiği bilgileri bu yazılarına eklemişti. Zamanla hem daha özgür yazma alışkanlığı edinmiş, hem de elindeki malzeme bittiği için daha çok kendi gözlemlerini ve düşüncelerini okuyucularına aktarmaya yönelmişti. İşte benim, ötekilerine kıyasla daha çok zevk alarak okuduğum yazıları bunlardır. Onun bilgi dağarcığının zenginliği, tarih, doğa ve çevre sevgisi, yazış üslubunun güzelliği bu yazılarda çok açık biçimde görülmektedir. Bu yazılarının da bir an önce derlenerek yayımlanması, genç nesillere bırakacağımız en değerli bir armağan ve düşün yaşamımıza büyük bir katkı olacaktır inancındayım.

8 Kasım 1991 ile 20 Mart 1992 tarihleri arasında Yeni Düzen gazetesinde her Cuma günü yayımlanan “Lefkoşa Notları” başlıklı ve “Haşmet M.Gürkan” imzalı yazılardan bir demeti okuyarak onu analım:

İşte onun “Hümanist kültür olmayınca” başlıklı yazısından bir bölüm:

“Ülkemizin tarihi dokusu için en büyük tehlike tarih bilgisiyle hümanist kültürden yoksun çevrelerden gelmektedir. Bunların elindeki mali olanak ve güç karşısında doğal çevre gibi tarihi çevre de, onları korumağa uğraşan aydınlar gerilemeğe, yenilmeye mahkumdur. Bu gün gerek Lefkoşa’da ve gerekse Mağusa’da bir miktar eski ev, tarihi yapı kalmışsa, bunlara karşı duyulan sevgiden, onları koruma duygusundan dolayı kalmış değildir. Ticari amaçlara uygun olmayan sapa yerlerde kalmış olmalarındadır, o evlere sair yapıların kurtuluşu kimi resmi makamlarla özel kuruluşların tarihi çevreye bakış açıları da pratik faydacılık açısındandır. Tarihi alanlar onların nazarında şu veya bu tesisi kurmak için parasızca veya ucuza elde edilebilen yerler, arsalardır. Nitekim bu yüzden Lefkoşa’da hısarların üstünde ve büyük ölçüde de altlarında halka açık bir karış yer kalmamış gibidir. Antik ya da eski yapıların çeşitli amaçlarla kullanılmasında da o binaların tarihine de, yapı karakterine de saygı duyulmuyor. Örneğin Mağusa’da 14. yüzyıldan kalma Nasturi Kilisesi son zamanlarda bir kültür merkezi oldu. Oldu ama bu arada biri apsesinin kubbesinin yanına, öteki de duvarı dibine olmak üzere lamarinadan iki su deposu konmasında ayrıca antik duvarlar üzerinden su boruları geçirilip girişte de duvara metal harflerle çakılmasında bir sakınca görülmedi...Biz Mağusa’nın sergilediği kültür birikiminin değerinin farkında değiliz. Bu kentin tarihi ve kültür açısından olduğu kadar o çok lafını ettiğimiz, uğruna el değmemiş kıyılarımızla doğal güzelliklerimizi fedadan çekinmediğimiz turizm açısından da önemini pek kavramışa benzemiyoruz. Nedeni de hümanist kültürden ve onun vereceği anlayış ve sevecenlikten yoksul yetiştirilip yetiştirilmekte oluşumuzdur. Bundan dolayı da Mağusa hendeğinde kuru otları temizleyecek diye yakıp sur duvarlarını karartmaktan çekinmediğimiz gibi, aklımıza geldikçe sur kompleksinin şurasına burasına dokunmadan, tarihi dokuyu tahripten geri kalmıyoruz. (8 Kasım 1991)

Haşmet Bey, “Bir olayın ardından” başlıklı makalesinde de, 1974’den bu yana değişen demografik yapımızın yarattığı olumsuzluklardan birine değinmekte ve şöyle yazmaktaydı:

“Geçen hafta Lefkoşa’da vatandaşın sağduyu ve vicdanının asla kabul etmeyeceği dehşet verici bir olay cereyan etti. Şehrimizin tanınmış, saygın simalarından Raşit Bedevi, dükkanında, parasını çalmaya girişen bir soyguncunun bıçaklaması sonucu ağır bir şekilde yaralandı ve birkaç gün sonra da, aldığı yaralara dayanamayarak öldü.
...İnsanlar işyerinde veya evinde olsun, hatta sokakta yürürken bir tecavüze uğramak korkusu içindedirler. Eskiden Kıbrıs doğumlu bile olsa Kıbrıs vatandaşı olmayanların adaya girişleri ve burada kalmaları çok sıkı kayıtlara bağlıydı. Şimdi böyle birşey olmadığı gibi giriş ve çıkışta TC ve KKTC yurttaşları için pasaport zorunluluğu da kaldırıldı.
... Üç-beş kuruşun hatırı için Lefkoşa’da nesiller boyu oturduğumuz evleri, konakları terkedip onları pansiyonculara, bekar işçilere kiraladık. Hepimiz tüccar kesilip kentin her tarafını dükkan doldurduk. Lefkoşa’nın yüzyılların ötesinden gelen kendine özgü rahat yaşam tarzını ellerimizle bozduk: Kentimizi gürültülü, patırdılı, korkulu, tütülü, telaşlı kalabalıkların dolup boşaldığı bir garip şark pazarına döndürdük. Bari eskiden olduğu gibi, içinde güvenle çalışılan, güvenle dolaşılan bir yer olmasını yeniden sağlasak.” (22 Kasım 1991)

Yıllardır binlerce insanımızın yok olmasına yol açan trafik kazaları ile ilgili olarak da “Gözlemler” başlığı altında şunları yazmaktaydı:

“Yollar toplumsal yaşamımızın bir yerde aynası olmuştur. İnsanımızın bencilliğini, sadece kendi çıkarını düşünüp başkalarının haklarını gözetmediğini gösteren bir ibret aynası... Bu toplumda bencillik, nemelazımcılık eskiden de vardı. Ama hiç olmazsa trafik alanında İngilizler bizleri biraz eğitmişlerdi. Trafik kurallarına uymak ve de İngilizlerin “Road courtesy” dedikleri “yol nezaketi” diye kimi kavramlar aşılanırdı sürücülere eskiden. Akıp geçen zaman içinde bu eğitim de etkisini yitirmiş. Yerine, paranın verdiği şımarıklığın, umursamazlığın, başkalarını küçümsemenin egemen olduğu bir kargaşa geçmiş. Kaç kişi yan yoldan anayola çıkış için çok beklediği belli bir araca yol verir? Kaç kişi anayoldan yan yola geçmeğe uğraşan bir araca geçiş olanağı sağlar? Şu veya bu şekilde zor durumda olduğunu belli eden öndeki bir araca karşı anlayış ve sabırla davranan pek var mıdır? Başkalarına nezaketten, anlayıştan vazgeçtik. Öteki araçların en basit yol hakkına bile saygı gösterilmiyor. Bir araç yolun kenarını alıp birisini indirmeye veya bindirmeye kalkışmasın, arkasındaki hemen boruyu basar... Kent içinde olsun, kent dışında olsun kazaların çoğu işte böyle davranışlardan olur. Bunu trafik kurallarını çiğneyenlerin bildiği ne var ki görgü, kültür eksikliğinin onları umursamazlığa sevkettiği bir gerçektir. “

Haşmet Bey’in darbımeseller ile bildiklerini, duyduklarını okuyucularına nasıl anlattığına ilişkin iki örnek vermek gerekirse, bunlardan ilki “Girne, içine girme...” başlıklı yazısıdır:

“Girne, içine girme/ Girersen eğlenme/ Eğlenirsen evlenme/ Evlenirsen döllenme.” Girne hakkında bu eski Türk darbımeselini şimdi Girne’ye doluşan kalabalık kuşkusuz bilmez. Ama eminim yukarı Girne’de oturan eski Girneliler bilir bu darbımeseli. Bu güzel kente neden yakıştırılmıştı bu olumsuz sözler ve nitelik, bu kesinlikle bilinmiyor. Girne için yazılmış, ya da büyük ölçüde ondan söz eden kimi İngilizce ve Rumca kitaplara da giren bu tekerlemenin bazı tarihi nedenleri olmalı. Söylendiğine göre, Osmanlı döneminde büyücek bir köy olan Girne’de, liman yöresindeki ailelerin ve halkın, Kale’de bulundurulan topçular veya kimi başıbozuklar tarafından sürekli rahatsız edilmesinden dolayı çıkarılmıştı bu darbımesel. İngiliz dönemiyle birlikte doğal güzelliği, yumuşak iklimi ve sakin yaşantısıyla ilkin İngilizlerin dikkatini çeken Girne’de anılan darbımesel, geçmişe ait bir anı gibi belleklerde kalmıştı. İngiliz etkisinin egemen olduğu, varolan birkaç oteliyle çay salonu ve sair müessesesinin İngilizce adlar taşıdığı, küçük bir İngiliz kolonisinin zamanına göre hayli görkemli yaşamıyla dikkati çeken Girne, 1960’dan sonra hızlı bir değişim içine girmişti. Özellikle 1968 ile 1974 yılları arasındaki dönemde kayalık kıyılarda, ya da zeytinlik ve harupların içinde, eski bahçelerin yerinde villalar, apartmanlar yükselmeğe başlamıştı. Bu at nalı şeklindeki küçücük limanı yeniden düzenlenerek bir yat limanı  haline getirilmişti. Gerçi bu düzenleme yapılırken liman içinde akıntı ortadan kalktığı için hareketsiz sularda bu kez kokuşma başgöstermişti, ama 1974’e kadar Girne yine de sessiz bir kıyı kenti görüntüsünü ve durumunu korumuştu. 1974’ü izliyen yıllar Girne’nin kalabalıklaştığı, her tarafında dükkanlar açıldığı, eski harup ambarlarının lüks mağazalara dönüştüğü, telaşlı ziyaretçilerin bir dükkandan ötekisine koşuştuğu bir ticaret merkezi olduğu görülür. Bu arada Girne gözde bir oturma yeri halini almış ve bunun sonucu olarak deniz kıyılarından dağ eteklerine dek her taraf apartmanla dolmuş, kent iş hanları, büyük mağazalarıyla işlek bir alış-veriş yeri oluvermişti. Sessiz, kendi halinde, apartman daireleriyle villalarla sahiplerinin ancak hafta sonu geldiği eski Girne gitmiş, yerine evleri, apartmanları, yolları tıklım tıklım dolu, gürültülü, patırtılı yeni bir kent gelmişti. Tabii gelişigüzel yerleşim ve inşaatın sonucu olarak kentin doğal ve tarihi dokunun, çevresinde de doğal dokunun tahribi büyük boyutlarda sürüp gitmektedir. Varılan bu korkunç nokta ilgililerin de dikkatini çekmiş olmalı ki şimdi kent içinde tarihi çevrenin bir bölümü için bir koruma planı uygulanması düşünüldüğü duyurulmaktadır. Kültürsüz, geleneksiz bir sermaye Kıbrıs’ın her tarafında doğayı da, tarihi de yıkıp dökerek beton kulelerini dikmektedir. Maddi ve siyasi gücü önünde hiç bir engel tanımıyan bu sermaye öyle koruma planı filan dinleyecek mi? Lefkoşa’da olsun, Mağusa’da ve Girne‘de olsun ne tarih, ne de doğa demeden istediği yere, istediği biçimde beton kuleler diken, eski ve karakteristik yapıları yıkıp yerlerine çevre ve geleneksel mimari stillerle bağdaşmayan sıradan binalar dikebilen bu müthiş gücün yıkıcı, bozucu pençesinden Girne’nin sınırlı bir iki mahallesini olsun kurtarabilmek mümkün olacak mı? Pek sanmıyoruz. Gene de, gelişmelerin bizi yanıltması ve Girne’de eskiden, güzelden bir iki bölgenin olsun betonlaşmadan kurtarılması dileğimizdir. Çünkü böyle giderse o eski Türk darbımeseli tekrardan anımsanacak.” (14 Şubat 1992)

Öteki yazısı da bir deyimden hareketle unutulan tarihimize ışık tutmaktadır: 

“Geçenlerde bu sütunda çıkan, bazı eski yer adları ile ilgili bir yazımızda, eski bir haritaya dayanarak Lefkoşa’daki Eski Saray Sokağı adının nereden geldiğini bulmaya çalışmıştık. Yazımı okuyan Lefkoşalı bir hanım, beni görünce yazımı okuduğunu söyleyip yazdığımı doğrulamak için eski bir Lefkoşa darbımeseli okudu bana: “Sıngılıyı sıyırdı, Eski Saraya kandil astı!” deniyordu bu darbımeselde! Anlamı da “gitmediği, gezmediği yer kalmadı” demekmiş ve çok dolaşıp duran kişiler için kullanılırmış. Bu eski darbımeselin kendisi kadar içinde geçen “Eski Saray” deyimi de dikkatimi çekmişti. Bu sözü doğma büyüme Lefkoşalı olan yaşlıca bir tanıdığa tekrarladığımda o da hatırladı ve buradaki “Eski Saray”ın şimdi Belediyeler Birliği olan kadı Menteş Konağı, ya da orijinal tanımı ile Latin Başpiskobosları Sarayı olduğunu açıklamasına ekledi.” (21 Şubat 1992)

Onun “Doğaya sırt çevirince” başlıklı yazısında ise, eşsiz bir gözlem gücü, yurt sevgisi ve tarih bilinci yer almakta, edebi üslubunun doruğuna ulaştığını görmekteyiz:

“Bu sene kış soğuk, karlı ve de bol yağışlı geçiyor. Bereketli yağmurlar ve eriyen karlardan, yıllardır akmayan,, aksa da üç beş kez akan dereler haftalar var ki akıp duruyorlar. Barajlar, göletler dolup taşmış. Kim bilir, dağlarda, tepelerde, dağ eteklerinde vadilerde, derelerin içinde, Girne’nin kayalık kıyılarında, kumsallarında zamanlar vardır kurumuş olan pınarcıklar bu sene tekrar açılacaklar... Lefkoşa’da Kanlıdere, yatağına döktüğümüz, attığımız bunca zibilin, molozun arasında şarıl şarıl akıyor. Hem de gümüş rengi bir suyla. Belli ki Maşera tepelerinde eriyen karların suyudur akan. Geçen gün Kumsal’da durup derenin efkaliptolar arasında usul usul akışını seyrettim. Bizim insanlar olarak yarattığımız çirkinliklere aldırmadan akan o güzel sular, doğayı oralardan henüz kovamadığımızın işaretiydi. Bu arada, sulara bakarken bir an için, yaz kış demeden akan küçük bir çayı seyredermişim gibi geldi bana. Çevre yabani otlar ve sair bitkilerle yemyeşildi. Uzakta tarlalar da öyleydi. Gerçi soğuktan, kırağıdan otlar, bitkiler sinmiş, pek büyümemişler ama yarın havalar açsın, güneş yerleri ısıtmaya başlasın, göreceksiniz birden büyüyecekler. Yağışların güzelliğine bakıp bu yıl ekinler de iyi gidiyor demek, ne yazık ki mümkün değil. Çünkü bu işten anlayanların söylediğine göre, kimi yerlerde tarlalar iyi hazırlanmadığı, kimi yerlerdeyse toprağa atılan kalitesiz tohumlar çimlenmediğinden bu yıl ürün az olacak. Bu olumsuz etkenlere bir de eskiden mevcut ve Kıbrıs köylüsünün nesiller boyu kullandığı sulama arklarının tahribi sonucu bazı alanları dere sularının basıp göllenmesi ve bundan dolayı ekinlerin çürümesi olgusu da eklenebilirmiş. Bu durum büyük bir ihmal ve dikkatsizliğin sonucuymuş. Çünkü 1974’den önceki dönemlerden kalan ve derelerden tarlaları sulamaya yarayan arklar kimi yerde ihmalden bozulmuş. Arklar üzerindeki demir kapaklar kırılıp dökülmüş veya çalınmış. Bu nedenle artık derelerden tarla suvarma diye birşey kalmadığı gibi taşan sular çukurca yerleri basmağa, göllenen sular da ekinleri çürütmeğe başlamış. Eski sulama arklarının tahribinde başlıca neden, toprakların eski tapu haritaları kaale alınmadan yeniden ve gelişigüzel büyük bloklar halinde parsellenmesi ve bu parsellenmeye göre toprak sahibi olanların ark, ohto, bağlama vb demeden tarlaları sürmesiymiş. Bu yüzden eski parsellerin kenarından geçen arklar ortadan kalkmış oluyordu. Sonuç olarak bu kadar bol yağmur yağdığı, dereler gürül gürül aktığı, barajlar, göletler dolup taştığı halde, yukarda belirtilen nedenlerden bu yıl doğru dürüst ürün alınamayacakmış... Bu olup bitenlere hiç şaşamamak lazım. Herşey bizim toplum olarak tarımdan ve tarımsal üretimden koparak toprakla uğraşmayan, üretmeyen, hazır yiyici durumuna gelmemiz veya getirilmemizdendir. Nasıl artık zeytin ağaçlarına bakmıyor ve onları hiç acımadan kesip duruyor ve dışarıdan zeytin getiriyoruz, aynı şekilde toprağa da gereken özeni ve de sevgiyi göstermiyoruz. Gelişigüzel inşaatlar arsa açmalar, birinin yanında tekrardan yapılan asfalt yollar, şu veya bu nedenle toprakları körletme sonucu ekime elverişli alanların miktarı büyük oranda azalmıştır. Kimsenin buna aldırdığı yok. En bereketli yıllarda bile ürün çıkmaz oluyor. Ormanları keçilere ve yangınlara, zeytin ve harupları lahmacun fırınlarına feda ede ede adayı kelleştirme yoluna soktuğumuz yetmedi, toprağa sırt çevire çevire, ondan özen ve sevgiyi esirgeye esirgeye bereket içinde bereketsizliğe düşmeğe başladık.” (28 Şubat 1992)

Ve en son yazısının girişinde yer alan “Yazın habercileri” başlıklı bölüm ile son verirken, onun tüm kimliğini şu satırlarda yakalamak mümkün:

“Geçen gün avluya çıktığım bir sırada farkettim: Kırlangıçlar gelmiş. Önce ötüşlerini duydum, kulaklarıma inanamayarak seslerin geldiği tarafa baktım. İki kırlangıç tepemde uçuşup duruyorlar. Hava bulutlu ve soğuktu. Kırlangıçları hep masmavi göklerde uçar görmeğe alıştığımdan bir an için yadırgadım bu görüntüyü. Sonra içimi bir sevinç doldurdu. Kırlangıçlar yazın habercisiydiler. Böylece Aralık başından beri yaşadığımız karakışın da sonu gelmişti. Soğuk, yağmur, kar, don, kırağı bize aylarca göz açtırmamıştı. Çokluk yumuşak geçen Şubat’ta da aynı hal sürüp gitmişti. Baharı da, yazı da neredeyse unutmuştuk. Ama gene de doğanın kuralları yürürlükteydi. O soğuk havalar yerini güneşli ve sıcak günlere bırakacaklardı. Kırlangıçlar bu güzel sürecin habercisiydi. Baharı yazı bir de 1964’de unutmuştum. Aralık 1963 olayları bir kabus gibi üzerimize çökmüştü. İnsanlar acılı, insanlar şaşkın, insanlar suskundu. Etrafta korku ve tedirginlik kol geziyordu. Herkes ne olacağız kaygısı içindeydi. Ama yine de umutlu olanlar vardı: Bir futbol maçının sonucunu bekler gibi kulaklar radyolarda, gözler gazetelerde, kan dökülmesinin durmasını, bir yerlerden bir çözüm empoze edilmesini bekleyip duruyorlardı. İşte bu günlerin hay huyu içinde aylar ayları izliyordu ki bir gün eski bir evin önünden geçerken hoşuma giden birşeyle karşılaştım: Kerpiç avlu duvarının ardından yükselen bir erik ağacı vardı ve çiçekler içindeydi. Çevredeki insanların tedirginliğine, umutsuzluğuna, günlerini aylarını unutmalarına bakmayarak zamanı geldiği için tepeden tırnağa çiçeklere bürünmüş, bizlere savaştan, kavgadan, korkudan başka şeyler olduğunu, adına bahar denen güzelliklerle dolu bir dönemin geldiğini gösteriyordu. O erik ağacı içimdeki sıkıntıları biraz olsun azaltmış, umutsuzluğu kırmıştı. Daha iyi günler görebilirdik, ülkeye hatta barış gelebilirdi. Aslında ülkede daha uzun süre o günlerin sıkıcı, dayanması zor havası sürüp gidecekti, ama o kasvetli günlerde bir kerpiç duvarın arkasından yükselen o çiçekleri görmek şahsen bana moral vermişti.
Yıllarca o erik ağacının baharda çiçeklerle donanmasını izledim. Çiçeklerinin meyveye dönüşünü, kuru dallarının kırmızıya çalan yapraklarla doluşunu gözlemledim. Sonra bir gün o güzelim ağacı kestiler. Bulunduğu yere dükkanlar yaptılar. Ama oralardan geçerken hep o erik ağacını hatırladım. Bana, yaşamın tatsız bir hale getirildiği, insanlara ayları, günleri şaşırttıkları bir dönemde o ağaç kimseden korkmadan, çekinmeden bahar diye bir kavram olduğunu hatırlattığı, içimi yaşam sevinci ile doldurduğu için onu hep sevgi gözüyle arayıp durdum.” (20 Mart 1992)   


(25 Eylül 2005 akşamı Halk Sanatları Vakfı tarafından Lefkoşa’da düzenlenen “Kültür ve Folklora Hizmet Edenler” etkinliğinde yaptığım konuşmanın metnidir.)


23 Mart 2020 Pazartesi

1974’DEN BU YANA KIBRIS’IN İŞGAL ALTINDAKİ BÖLGESİNDE GÖRÜLEN DEMOGRAFİK DEĞİŞİKLİKLER


Kıbrıs’ta bütün ada sakinlerini kapsayacak şekilde yapılan en son resmi nüfus sayımı 11 Aralık 1960 tarihlidir.[1] Burada, Kıbrıslı Türklerin sayısı 104,320 olarak saptanmıştı. Aynı sayımda adada yaşayan toplam Müslüman nüfus için 104,942 rakamı verilmekteydi. Bu durumda, genellikle Kıbrıs Türk toplumu ile birlikte yaşayan ve Müslüman olan 475 çingenenin ve diğer Müslümanların bu rakama dahil edildiği anlaşılmaktadır.

Anayasal uyuşmazlık yüzünden Aralık 1963’de başlayan toplumlararası çatışmaların ardından, Kıbrıslı Türkler devlet mekanizmasından ayrıldılar ve Kıbrıslı Türklerin yaşamakta oldukları enklavlarda nüfus sayımı yapılamadı. Ancak, Kıbrıs'taki BM Barış Gücü'nde de görev yapmış olan Kanadalı araştırmacı Richard A. Patrick'in bir çalışmasından derlenen bilgilere göre, 1971 yılı başlarında, ada sathında yayılmış bulunan Kıbrıslı Türk yerleşim bölgelerinde toplam 119,147 Kıbrıslı Türk yaşamaktaydı.[2]

Kıbrıs’taki Rum yönetimi tarafından yapılan 1973 yılına ait nüfus tahminlerinde ise, Kıbrıslı Türklerin sayısı 114,960 olarak veriliyordu. [3]

GÜNEYDEN KUZEYE GÖÇ
1974 yazında adanın ikiye bölünmesinden kısa bir süre sonra, "Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi"nin İçişleri ve Adalet Bakanlığı Genel Sekreteri Ahmet Sami tarafından hazırlanan 20 Ekim 1974 tarihli bir raporda ise şu bilgiler yer alıyordu:

"Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi bölgesinde toplam 83,719 Kıbrıslı Türk yaşamaktadır. Güneyde ise toplam 32,039 Kıbrıslı Türk kalmıştı. Bunlardan 10 bin kadarı İngiliz Egemen Üs Bölgesinde, 4,200'ü Leymosun ve köylerinde, 12 bini Baf kazasında, 2,630'u Larnaka kazasında, 3,209'u Lefkoşa kazasının köylerinde bulunuyordu. Aynı raporun bir başka yerinde 19 Ekim 1974'e kadar 12 bin kadar Kıbrıslı Türkün kendi imkanları ile kuzeye göç ettiği belirtilmektedir.”

Bu durumda, kuzeyde yaşayan 71.719 Kıbrıslı Türk ve taksim çizgisinin güneyinde yaşayan 44.039 Kıbrıslı Türk vardı ve bu, toplamda 115.758 Kıbrıslı Türk ediyordu. Bu rakam, esasen Patrick’in çalışmasında verilen sayıya yakındır.

9 Ağustos 1977 tarihli Zaman gazetesinde verilen bir haberde, KTFD İskan ve Rehabilitasyon Bakanı Hakkı Atun’un, 1974 ile 1977 arasındaki üç yıllık süre içinde 20,934 ailenin, yani 83,650 kişinin kuzeyde iskan edildiğini açıklanmıştı. Ekim 1974'de güneyli Kıbrıs Türk göçmenlerin sayısı 44,039 olarak saptandığına göre, geriye kalan 39,611 kişinin Türkiye'den getirtilen yerleşimciler olduğu anlaşılmaktadır.

TÜRKİYE’DEN GETİRİLEN YERLEŞİMCİLER
Adanın işgal altındaki bölgesine ilk olarak Ekim 1974’de, Kıbrıslı Rumlardan kalan bahçelerde ve otellerde çalıştırılmak üzere Türkiyeli göçmenler getirilmeye başlandı. Ocak 1975’de, 1974 savaşında şehit olanların ailelerinin yerleştirilmesi ile bu durum yaygınlaştırıldı. Askerden terhis olan ve Kıbrıs’a yerleşmek isteyenler de bunlara eklendi. Şubat 1975'te “Tarımsal İşgücü Protokolü” nün imzalanmasından sonra, Türkiye'den gelen ilk göç dalgası başladı. Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin talebi üzerine hazırlanan “Bölgede iş gücü açığının kapatılması ile ilgili Yönetmelik” başlığı altında, gizli bir yönetmelik yayımlandı. Orada, taksim çizgisinin güneyinde yaşayan tüm Kıbrıslı Türklerin kuzeye gelmeleri halinde bile, yeterli işgücünün olmayacağı ve bu nedenle kuzey kısmının, en kısa sürede Türkiye’den adaya getirilecek nüfusla doldurulması gerektiği belirtilmekteydi.

Adanın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin işgali altında bulunan bölgesine Anadolu’dan getirilip yerleştirilen herkese, Türk Yönetiminin “Bakanlar Kurulu” kararı ile vatandaşlık verildi. Ayrıca atalarının evlerini terk etmek zorunda kalan Kıbrıslı Rumların ev ve arazileri dağıtıldı. En az beş yıl süre ile yerleştikleri yerlerden ayrılmalarına izin verilmedi. Ayrıldıkları takdirde, kendilerine verilenlerin hepsi onlardan geri alınacaktı. Yeni yerel koşullara alışamayanlar, daha sonra Türkiye'ye döndü, ancak büyük bir çoğunluk adada kaldı. Yapılan bir araştırmaya göre, 1975-1979 yılları arasında Kıbrıs'ın işgal edilmiş bölgesine, 82.500 Türk yerleşimci yerleştirildi. Ancak bunların % 20-25'i uyum sağlayamayarak Anadolu'ya geri döndü.[4]

TÜRKİYELİ YERLEŞİMCİLERİN SİYASAL ÖRGÜTLENMESİ
Adanın Türk askeri tarafından işgal edilmiş olan bölgesine yerleştirilen ve ayrılıkçı devletin yurttaşı yapılan bu kesim, önceleri kendi kurdukları siyasal partilerle genel seçimlere katıldılar. 1981 seçim­lerine, emekli Türkiyeli subaylarının kurduğu Islahatçı Refah Partisi ve Türk Birliği Partisi ile katılan Türkiyeli yerleşimciler, Ocak 1984'de Lefkoşa'daki TC Büyükelçiliği marifetiyle Yeni Doğuş Partisi (YDP)’nin tek çatısı altında toplandılar.

Türkiyeli yerleşimcilerin oyları ile desteklediği bu partiler, iktidar partisinin güç kaybettiği dönemlerde koalisyon hükümetlerinde yer alarak, kurulu düzenin devamını sağladılar.

Türkiye’de uygulanmadan 1985’de ayrılıkçı devlette denenen %8 oy barajlı seçim sistemi sayesinde, 18 yerine 25 milletvekili çıkaran Ulusal Birlik Partisi (%36.7), 4 milletvekili olan Yeni Doğuş Partisi (%8.7) ile koalisyona katıldı ve 1988 Nisan ayı sonuna kadar iktidar, çoğunluğunu koruyabildi.

YDP’nin Kongresinde Parti Başkanı ve Tarım ve Orman Bakanı olan Aytaç Beşeşler’in seçimi kaybetmesi ardından üç YDP milletvekili partilerinden istifa etti. Bir tanesi sonradan geri YDP’ye dönerken, diğer ikisi UBP’ye katıldı. YDP’nin yeni genel başkanı ise Kongreye katılmak için adaya gelen ve seçimi kazanan, Doğru Yol Partisi’nin Parti Meclisi üyesi Orhan Üçok’tu. Yani o da hem TC, hem KKTC yurttaşlığını sürdürenlerdendi.

1990’LARDA KIBRISLI TÜRKLERİN NÜFUSU
31 Ekim 1986 tarihli Söz dergisinde çıkan “Kıbrıslı Türklerin nüfusu ne kadar?” başlıklı çalışmamızda, 20 Ekim 1974’de 115,758 olarak açıklan­mış olan Kıbrıslı Türklerin sayısının 1984 yılı sonunda 157,984’e yüksel­diğini ve 1983 yılı itibarıyla 47,186 TC yurttaşının Kuzey Kıbrıs’ta is­kan edildiğini belirtmiştik. 1994 yılına gelindiğinde, bu sayının 100 bine ulaştığı tahmin edilmekteydi.

1996 baharında yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimler öncesinde, seçmen kütüklerinin hazırlanması amacıyla gerçekleştirilen genel nüfus sayımından önce, Türkiye’den Kıbrıs’a getirilip yerleştirilen ve oy kul­landırılan göçmenlerin sayısının gizli tutulup, hiçbir zaman yayımlanmamış olmasını eleştirdiğimiz bir yazıda şöyle demiştik:

“Yıllardır Kıbrıslı Türklerin gerçek iradesinin seçim sonuçlarına yansımasına engel olmak­ta olan çifte uyrukluların seçimlere katılmasına karşı çıkılmalı ve varlıkları, Kıbrıs sorununun Kıbrıslılar yararına çözümlenmesini önlemekte olan unsurlarla ilgili kesin tavır alınmalıdır. Bir diğer husus, anti­demokratik bir seçim yasasıyla seçimlere gitmeme doğrultusunda kesin karar vermek olmalıdır.” [5]

1985 genel seçimlerinde toplam %57.2 oy alan muhalefet partileri olan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) ile Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP), 1990 genel seçimlerinde TC göçmenlerinin Yeni Doğuş Partisi ile bir­likte oluşturdukları Demokratik Mücadele Partisi (DMP) adı altında seçimlere katılmış ve üç parti ancak %44.4 oy oranına ulaşabilmişti. “Anti-demokratik seçim yasası belki bize yarar” diye kumar oynayıp kaybeden DMP’den YDP kökenli 2 milletvekili ile TKP listesinden kazanmış olan iki milletvekilinin (E.Vehbi ve İ.Kotak) Meclis’e girmesi, bu seçim partisinin dağılmasına neden olmuştu. CTP’nin 7 ve TKP’nin geriye kalan 5 milletvekili, “Meclis’te figüran olmayız” ge­rekçesiyle görev almayı reddedince, yapılan ara seçimlerle sandalyelerini (biri dışında) UBP adayları doldurmuşlardı.

Adanın TC işgali altındaki bölgesine taşınan ve yurttaş yapılarak oy kullandırılan TC kökenli seçmen nüfusun yarattığı soruna dikkat çekmek üzere kaleme aldığım makaleler, pek önemsenmedi.[6] Öte yandan CTP yetkilileri, TC göçmenlerinin de "elleri nasırlı emekçiler" oldukları edebiyatını yapmışlar ve dahası TKP ve TC göçmenlerinin partisi ile bütünleşerek, 1990 seçimlerine "Demokratik Mücadele Partisi" adı altında girdiler. Ama evdeki hesap çarşıya uymayınca, Meclis'i boykot kararı alarak, 1991 ara seçimlerinin yapılmasına yol açtılar. O da, 50 kişilik Meclis'te UBP'nin sandalye sayısının 34'den 45'e çıkmasını sağlamıştı.

DEMOGRAFİK YAPIDAKİ DEĞİŞİKLİĞİN GİZLENMESİ
1960'da 104,942 ve 1974'de 115,758 olan Kıbrıslı Türklerin nüfusu, 1974 Temmuz'undan itibaren, TC kökenli göçmenlerle birlikte gösterildi ve 26.5.1990'da seçmen sayısını saptamak için yapılan nüfus sayımında bu rakam 173,224'e ulaştı. Kıbrıs'ın kuzeyinde oluşturulan rejimin başı olan Rauf Denktaş, 1990 nüfus sayımı sonuçlarının neden ayrıntılı olarak açıklanmadığının sorulması üzerine, "Açıklarsak, kimin nereden geldiği anlaşılırdı" diye konuşmuştu. [7]

1974'den beri, Kıbrıs'ın kuzeyinde TC askerinin denetimi altında tutulan topraklara, Cenevre Sözleşmesine aykırı bir şekilde yapılan nüfus aktarmalarının demografik yapıyı bozduğu, herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bir işgal gücünün, işgal ettiği topraklar üzerindeki hukuki durumu ile hak ve sorumlulukları, uluslararası sözleşmelerle düzenlenmiş bulunmaktadır. 12 Ağustos 1949 tarihli Savaş Zamanlarında Sivil Kişilerin Korunmasına ilişkin 4. Cenevre Konvansiyonu'nda bunlar tek tek belirtilmiştir.

1974 sonrasında Kıbrıs'ın kuzeyine işgalci Türkiye tarafından aktarılan nüfusla ilgili olarak, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi'ne bağlı Göç, Göçmen ve Nüfus Komitesi adına İspanyol sosyalist parlamenter Alfons Cuco da bir rapor hazırlanmıştı. 27 Nisan 1992 tarihli ve “Kıbrıslı Toplumların Demografik Yapısı” adlı bu rapora göre, 1974 ile 1990 arasındaki sürede, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin güneyinde nüfus sadece %13.70 artarken, kuzeydeki  nüfus %48.5 artmıştı! Raporda, BM Temsilcisi Camilion'a atfen, işgal altındaki kuzey bölgesine, 30 bin kişilik Türk askeri birliklerinden başka, 40-45 bin kişilik de sivil nüfus aktarıldığı belirtilmekte ve 40 bin Kıbrıslı Türkün çeşitli nedenlerle işgal altındaki bölgeyi terk ettiğinden söz edilmekteydi.

Cuco Raporu’nu görüşen Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 7 Ekim 1992 tarihinde aldığı 1197 numaralı tavsiye kararında, Avrupa Nüfus Komitesi'nin, ilgili makamlarla işbirliği yaparak, adanın nüfusunu belirlemesi ve nüfus tahmini rakamları yerine, güvenilir verilerin elde edilmesi talimatını vermişti. Bu arada Kıbrıs Cumhuriyeti ile Kıbrıs Türk Yönetimi'nin adaya giren yabancıların kesin kaydının tutulması ve Kıbrıs'taki Türkiye Büyükelçiliği'nin Kıbrıs'ta ikamet eden ve adayı ziyaret eden TC yurttaşlarıyla ilgili kayıt tutması istenmişti. Ne yazık ki, aradan geçen süre içinde, adanın kuzeyinde uluslararası kuruluşların gözetiminde herhangi bir nüfus sayımı gerçekleştirilememiş ve Kıbrıslı Türklere ek olarak kuzeye yerleştirilmiş, ya da kaçak olarak yaşamakta olan TC kökenlilerin sayısı belirlenememiştir.
Rauf Denktaş’ın BM Barış görüşmelerinde sıkışması ve CTP’nin, Demok­rat Parti’nin UBP’den doğması ardından daha da sağa çekilmesi üzerine, yapılmasına karar verilen 12 Aralık 1993 genel seçimleri, bu kez TC göçmenlerinin partisi YDP’nin Denktaş’ın yeni partisi olan DP içinde eritildiği koşullarda gerçekleşti.

Erken seçim kararının alınmasından ve seçim yasasının değiştirilmesinden önce, nüfus sayımının yapılmasını ve özellikle TC kökenli göçmenlerin sayısının açıklanmasını talep eden muhalefet partileri, seçim havasına gi­rilince, taleplerini geri çektiler. Seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra da, bu konuya hiçbir siyasal parti nedense değinmedi. Oysa 19 Eylül 1993 günü yapılan sayımda nüfusun 155,994 kişi olduğu, seçmen sayısının da 106,688 olarak saptandığı açıklanmış, ama TC göçmenlerine ilişkin hiç­bir bilgi verilmemişti. Sayımın ertesi günü çıkan Kıbrıs gazetesinin man­şetindeki “200 bine yaklaştık şeklindeki bilgiye de değinen olmadı. Oysa bi­zim kulağımıza gelen ise, nüfusun 204 bin’e ulaştığıydı.

Kıbrıs Türk makamları tarafından 15 Aralık 1996 tarihinde gerçekleştirilen ve sonuçları Ankara'da TC Devlet İstatistik Enstitüsü'nde değerlendirilen ilk nüfus sayımının verileri ise, ancak iki yıl sonra açıklanabildi. Buna göre, de facto (fiili, ikamet esasına bağlı olmayan) nüfus 200,587 kişi idi. Soru formunda "devamlı ikamet edilen yer" sorusu da yer aldığı için, de jure (ikamet esasına göre) nüfus da 188,662 kişi olarak bildirilmişti.
Açıklamayı yapan Başbakanlık Planlama Örgütü Müsteşarı Ahmet Bulunç, aradaki 11,925 kişilik farkın, sayım günü KKTC'de bulunan kişilerin devamlı ikamet yerinin KKTC dışında olduğunu beyan etmesinden kaynaklandığını söylemişti. [8]
1996 yılı sonundaki nüfusun demografik yapısı ise şöyle verilmişti:
Genel toplam................. 200,857      %100
KKTC uyruklu.............. 164,460       % 82
    KKTC doğumlu........ 137,398
    TC doğumlu.............   23,924
    3. ülke doğumlu.......     3,138
TC uyruklu..................   30,702        %15
     Öğrenci..................     8,287          
     Çalışanlar..............    12,922
     İşsizler...................      1,327
     Diğer (iş, gelir sahibi,
     emekli vb)...............    8,166
Diğer ülke uyruklu......     5,425         % 3
Kuzeyde yaşamakta olan Kıbrıslı Rum sayısı 384, Kıbrıslı Maronit sayısı da 173 idi.

Yukarıdaki rakamlardan da görüleceği gibi, KKTC doğumlu olan nüfus içerisinde, TC doğumlu anne-babadan olan çocukların sayısının ne kadar olduğu belirtilmemişti. Ayrıca, adadaki Türk Silahlı Kuvvetleri'ne mensup 35 bin kadar asker ile subay ailelerinden de hiç söz edilmemişti. Sayıları o sıralarda 25-30 bin kadar tahmin edilen kaçak işçi sayısı da, de facto nüfus olarak belirtilen rakamın düşük tutulduğunu göstermektedir. Adını açıklamak istemeyen bazı yetkililere atfen verilen bir haberde, 1974'den bu yana Kuzey Kıbrıs'ta vatandaş yapılanların sayısının 46 bin civarında olduğu belirtilmekte, bunlardan 20-25 bin kişinin de sürekli olarak KKTC'de ikamet etmedikleri açıklanmaktaydı.[9] Bunlar arasında Türkiyeli ünlü politikacılar ve milletvekilleri de vardı.[10] TC kökenli olup da, KKTC hükümetinde Tarım ve Orman Bakanlığı görevinde bulunan Kenan Akın'ın açıklamalarına göre, KKTC'de 60 bin Türkiyeli göçmen bulunmaktaydı.[11]

Yeni Doğuş Partisi'nin Rauf Denktaş'ın oğlu tarafından 1992'de UBP'den ayrılanlarla oluşturulmuş Demokrat Parti'ye katılması ardından girilen 12 Aralık 1993 seçimlerinde, DP'nin kazandığı 15 sandalyeden 4'ü Türkiyeli göçmene aitti. Aynı seçimlerde aday olan 351 kişiden 76'sının (%22) TC doğumlu olması dikkat çekiciydi.

12 Aralık 1993 erken genel seçimlerinin sonuçları açıklandıktan sonra kaleme aldığım “Seçim Sonuçları Kıbrıslı Türklerin İradesini yansıtmıyor” başlıklı makalede, şu değerlendirmeyi yapmıştım:

“1 tanesi bağımsız, 350’si de 7 partiye mensup 351 milletvekili adayından 76’sı (%22), Türkiye doğumlu idi. Seçilen 50 milletvekilinden 4’ü ise Türkiye kökenli olup, hepsi de Demokrat Parti’den seçilmişlerdir. Son çözümlemede seçimi “Denktaş”ın kazandığı söylenebilir.”[12]

1998’DE "NÜFUSUN %40'I TC KÖKENLİ"
6 Aralık 1998 genel seçimlerinde de, aday olan 352 kişiden 61'i (%17) TC doğumluydu. Dahası DP içinde milletvekili adaylarının saptanması sırasında, TC kökenli göçmenler ile Kıbrıslı Türkler arasında sert tartışmalar yaşandığı, basın haberlerine de yansıdı. Milletvekili seçimlerinden oy kaybı ile çıkan DP'deki huzursuzluk, 1992'de DP ile birleşerek tarihe karışan TC kökenlilerin Yeni Doğuş Partisi'ni yeniden canlandırma fikrini ortaya attı. Bu hoşnutsuzlar tarafından basına verilen paralı bir ilanda, "Nüfusun %40'ını[13] veya nüfusun yaklaşık üçte birini temsil eden geniş halk kesiminin oyunu kurnazca bölerek, bu kesimin Meclis'te hakça ve dengeli bir şekilde temsiliyetinin önlenmesi" protesto edilmişti. [14]

KIBRISLI TÜRKLERİN KESİN SAYISI BİLİNEMİYOR
Yukarıda 1996 nüfus sayımı sonuçlarında verilen Kıbrıs doğumlu 137,398 KKTC uyruklu arasında TC kökenliler de bulunduğundan bu sayı da, KKTC'deki Kıbrıslı Türk nüfusla ilgili olarak kesin bir rakama ulaşmayı engellemektedir.

KKTC Muhaceret Dairesi Müdürü Mustafa Miralay, 1984 ile 1999 yılları arasında, yaklaşık 49 bin kişinin KKTC vatandaşlığına geçirildiğini, 1974 ile 1984 yılları arasında vatandaşlığa geçirilenlerin sayısının ise "kayıt tutulmadığı" gerekçesiyle bilinmediğini ve Bakanlar Kurulu'nun bugüne kadar aralarında bazı TC'li bakan, milletvekili ve sanatçıların da bulunduğu çok sayıda kişiyi vatandaş yaptığını açıkladı. Miralay'ın açıklamasını aktaran gazeteler, şu başlıkları da kullandılar: "Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaş yapılanlardan bazılarının KKTC'ye bir kez olsun gelmediği bildirildi... KKTC'de her yıl ortalama 3 bin 300'e yakın kişi vatandaş yapılırken, yeni vatandaşlarımızın yaklaşık %30'u ada dışında yaşıyor." [15]

Bir gün sonra konuyla ilgili olarak Başbakan ve İçişleri Bakanı tarafından yapılan açıklamalarda ise, "Miralay'ın dil sürçmesi sonucu tarih hatası yaptığı" iddia edilirken, 49 bin kişinin 1984'den değil, 1974'den itibaren vatandaş yapılanlar olduğu öne sürüldü ve "kayıtların tutulmaması imkansızdır, tüm vatandaşlar kayıt altındadır" denildi. [16]

Anadolu'dan gelen yerleşimcilere verilen resmi vatandaşlıkların güvenilir bir resmi sayı olmamasına rağmen, parlamentonun bir üyesi olan Arif Albayrak (CTP), 23 Ekim 2003 tarihli Kıbrıs gazetesinde, 1974 ile14 Ekim 2003 tarihleri ​​arasında verilen toplam vatandaşlık sayısının 53.904 olduğunu açıklamıştı.

24 Ekim 2003 tarihli Birlik gazetesi de, 1994'ten sonra verilen vatandaşlıkların (17.293 kişi), şu ayrıntılarını verdi: “Bakanlar Kurulu” kararı ile: 3.675; “İçişleri Bakanlığı” onayı ile: 7.272; üçüncü kuşak olarak: 2.246; evlilik yolu ile: 1.971; üçüncü bir ülkenin vatandaşları: 1.142; Bulgaristan Türkleri: 987.

2004 yılında evlilik nedeniyle toplam 10.203 kişiye vatandaşlık verildi, ancak “eş ve çocuk” olduğu için vatandaşlık alanların sayısı 4.480 idi.

CTP, muhalefette iken bu uygulamayı çok eleştirmekteydi, ancak CTP hükümetleri döneminde de (2013-2016) Türkiyeli yerleşimcilere “KKTC” vatandaşlığı verilmesi devam etti. “KKTC” Bakanlar Kurulu’nun kararıyla 796 kişi vatandaş oldu. (Doğal yollar dahil, bu sayı toplamda 3.916 kişi idi.)

UBP-DP koalisyon hükümetleri döneminde (2016-2017), 7.200 Türkiye vatandaşına “KKTC” vatandaşlığı verildi. Her bir kişi 4'le (eş ve en az 2 çocuk) çarpılırsa, bu sayı 28.000 yeni vatandaş olur.

2011’de yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre sürekli adada yaşayan toplam nüfus: 286,257 kişi. Bunların doğum yerlerine göre dökümü ise şöyle idi:[17]

KKTC + KC doğumlu: 160,207   
TC doğumlu:                104,641
3. ülke doğumlu:            14,933
Britanya doğumlu:           6,476                       

DEMOGRAFİK YAPIDAKİ DEĞİŞİMİN SONUÇLARI
1974'den bu yana Kıbrıs'ın kuzeyindeki TC denetimindeki bölgede yapılan çeşitli nüfus sayım sonuçları ile genel seçimlerde oy kullanan seçmenlerin sayıları aşağıya çıkarılmıştır [18]:
                                    Nüfus ve Seçmen Sayısı
Tarih             Nüfus     Genel Seçim  Başkan Seçimi
20.10.1974    115,758       -                  -
 8.6.1975       126,949       -                  -
20.6.1976      130,136    75,724            -     
20.7.1976      130,136        -             75,824
28.6.1981      151,233    84,721            -
28.7.1981      151,233         -             84,721
23.6.1985      160,287    93,934            -        
 9.7.1985       160,287        -              95,124   
22.4.1990      171,469        -            103,218
26.5.1990      171,469   103,218            -
13.10.1991    173,224   106,303            -
12.12.1993    177,120   108,370            -
15.4.1995      181,363        -             113,398
 6.12.1998     188,662   120,758

Ek nüfus ve seçmen listesi:
8.2.1998              162,482 (nüfus)
23.6.1998            163,610 (yerel seçim)
6.12.1998            163,860 (nüfus)
15.4.2000            170,416 (başkanlık seçimi)  126,687 seçmen
30.6.2002            177,416 (yerel)
14.12.2003          183,604 (genel seçim) 141,596 seçmen
24.4.2004            184,350 (referandum) 143,639 seçmen
20.2.2005            188,128 (genel)  147,249 seçmen
17.4.2005            188,372 (başkanlık) 149,709 seçmen
25.6.2006            191,388 (yerel)
19.4.2009            200,466 (genel) 161,373 seçmen
18.4.2010            203,260 (başkanlık) 163,688 seçmen
28.7.2013            214.040 (genel) 172,528 seçmen
30.4.2015            218,609 (başkanlık) 176,980 seçmen
(7.3.2017’de seçmen sayısı Yüksek Seçim Kurulu tarafından 180,949 olarak ilan edildi.)
7.1.2018         230,747 (genel) 190,553 (1998 ile 2018 arasında nüfus 68,265 kişi arttı.)
26.3.2019’de yurttaş nüfusu: 252,497 kişi

EN SON de jure NÜFUS VERİLERİ:
-343,000 kişi (Mustafa Akıncı: “Mart 2019 başında İçişleri Bakanının bana verdiği rakam budur. Sonra İçişleri Bakanı 350,000 olarak açıkladı. Bu durumda vatandaş sayımız 3.5 yılda 130 bin arttı. Önceki hükümetler ayda yaklaşık bin kişiye yurttaşlık verirken, şimdiki hükümet ayda 400-500 kişiye veriyor” (27 Mart 2019-YD- İçişleri Bakanı, Akıncı’ya 2016’da görüşmeler öncesinde 220,000 rakamını vermişti.)

-351,000 kişi yurttaş, 61 bin kişi ülke dışında= 290 bin kişi KKTC yurttaşı ülkede yaşıyor. (Kudret Özersay, 15 Mart 2019 – Yeni Düzen)

-372,486 kişi (DPÖ verisi, Cenk Mutluyakalı, 17 Mart 2019, YD)

-374,299 kişi = 252.496 (KKTC yurttaşı) + 121,802 (geçerli izni olanlar)-(Ayşegül Baybars, 27 Mart 2019)

-Ek olarak 59,482 öğrenci izni (54,966 TC + 35,472 3. Ülke=90,438)

-Anaokul, ilkokul, ortaokul ve lisedeki öğrenci sayısı (24 Eylül 2019 ve 1 Ekim 2019- Haberci – Kaynak: DPÖ 2018-2019 İstatistik Yıllığı):

                              Bakanlık                KTÖS
KKTC uyruklu     (%68)   34,990       (%39)
TC uyruklu           (%26)   13,596       (%56)
3. ülke uyruklu      (%6)      3,127         (%5)
TOPLAM:             51,713 öğrenci    (2018-2019 ders yılında)

-20,000 öğrenci ilköğretimde + 18,000 öğrenci ortaokul ve lisede +  3,500 öğrenci meslek okullarında ders başı yapıyor. (Toplam: 41,500) (12 Eylül 2019,  Kıbrıs)   

-2018-2019 ders yılında KKTC’deki 14 üniversitede 102,944 öğrenci okumaktaydı. (Haberci, 13 Ekim 2019)  

-2018-19 ders yılı (14 Üniversite):              
KKTC uyruklu   12,508   
TC uyruklu         54,875   
3. ülke                 35,318  
TOPLAM:        102,701 öğrenci
(102,701 öğrenciden 85,000’i aktif öğrenci (=12,000 KKTC+45,000 TC + 28,000 3. Ülke)        

-2019-20 ders yılı (22 Üniversite=16 yerel, 4 yurtdışı kaynaklı, 2 yüksek meslek okulu):
KKTC uyruklu     (-265)       12,243
TC uyruklu        (-4,689)       50,286
3. ülke               (+5,901)      41,219 (140 ülkeden = 7,916 Nijerya, 3,405 Ürdün + Suriye, Kamerun, İran, Irak, Zimbabve Pakistan, Kongo, Libya, Mısır, Filistin)
TOPLAM:        103,748 (91,505 yabancı üniversite öğrencisi)
5,755 öğretim görevlisi (2,195 TC ve 982 3. Ülke yurttaşı=3,177 yabancı)
Üniversitelerde toplam 94,682 yabancı var.

-Online öğrenci izni için 120 bin başvuru. 100 bin öğrenciye izin belgesi verildi.
(Haberci, 4 Şubat 2020)

-Ülkede izinli kalan yabancılar (Ayşegül Baybars, Kıbrıs, 9 Ekim 2019):
53,844 çalışma izinli
     542 iş kurma izni
  4,297 refakatçi izni
  3,698 ziyaretçi izni= 62,381 kişi
55,000 öğrenci izni
TOPLAM: 117,291 izinli nüfus + 252,497 KKTC yurttaşı= 369,788 kişi
(Bugün gazetesi, 26 Mart 2019 ve Gündem Kıbrıs, 9 Ekim 2019) 121,802 izinli nüfus + 252,497 KKTC yurttaşı= 374,299 kişi, de jure nüfus + 59,482 öğrenci izni= toplam 433,781)
(Bugün gazetesi, 26 Mart 2019- 54,966 TC, 35,472 3. Ülke=90,438 yabancı üniversite öğrencisi+12,506 KKTC’li öğrenci= 102,944 üniversite öğrencisi)

TOPLAM İSTİHDAM:
-Özel kesimde 2018’de istihdam edilenlerin sayısı (Kıbrıs, 13 ve 16 Ekim 2019):
KKTC yurttaşı    11,738 (işçi, işveren, kamu işçisi)
TC yurttaşı          33,255     
3. ülkeden            14,657  (toplam 47,912  kayıtlı yabancı işçi)
TOPLAM:           59,650 kişi
-Devlette istihdam edilenlerin sayısı: 82,761= TOPLAM İSTİHDAM: 132,411 kişi (+6,742 kaçak işçi (%5) ya da 8,930 kaçak işçi (%20-40)

De facto NÜFUS TAHMİNİ:
KKTC yurttaşı     252,496
İzinli yabancılar     62,381
Üni. yabancılar      94,682
Kaçak işçi                8,930    TOPLAM: 418,489 kişi
Asker ve aileleri                                        45,000 kişi

SONUÇ: Kıbrıs’ın kuzeydeki işgal bölgesinde yaklaşık en az 465,000 kişi yaşamaktadır.

(Bu araştırma yazısı, 7 Nisan 2020 tarihinde Kıbrıs Üniversitesi, Türk ve Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nde yapılması planlanan bir seminer için hazırlanmıştır. Seminerin iptal edilmesi nedeniyle, burada yayınlıyorum.)


[1] Census of Population and Agriculture 1960, Government Printing Office, Nicosia
[2] Political Geography and the Cyprus Conflict 1963-1971, Ontario, 1976
[3] George Karouzis, Proposal for a solution to the Cyprus Problem, Nicosia 1976, s.13


[4] Bu iskanın ayrıntıları, iki Türk bilim insanı Hatice Kurtuluş ve Semra Purkis tarafından “Göçmenlerin Vatandaşlık, Kimlik ve Aidiyet Üzerinden Sosyal Dışlanması: Kuzey Kıbrıs'ta TC'li olmak!” başlığı altında kayda geçirilmiştir. 2007-2009 yılları arasında yapılan, 300 sayfalık bu Proje çalışmalarının 41 sayfalık özeti: “Kuzey Kıbrıs'a Türk Göçünün Niteliği ve Göçmenlerin Ekonomik Sosyo-Mekansal Bütünleşme Sorunları”, 2010 Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Proje Numarası:106K330, Besime Şen ve Ali Ekber Doğan tarafından düzenlenen, “Tarih, Sınıflar ve Kent” adlı kitap içinde, Dipnot Yayınları, İstanbul 2010, 465-506

[5] Demokrat, 10 Ocak  1996
[6] a. Kıbrıslı Türklerin nüfusu ne kadar? Söz dergisi, 31 Ekim 1986
 b. Kıbrıs'ta demografik yapının bozulması ve TC göçmenleri, Demokrat, 28 Aralık 1988
c. Sayım ve seçime doğru, Demokrat, 10 Ocak 1990
d. Seçim sonuçları Kıbrıslı Türklerin iradesini yansıtmıyor, Yeni Çağ, 27 Aralık 1993
[7] Yeni Düzen, 23 Temmuz 1993
[8] Kıbrıs, 28 Kasım 1997
[9] Avrupa, 31 Ocak 1998
[10] Ortam, 17 Ekim 1996
[11] Avrupa, 6.6.1998
[12] Yeni Çağ, 27 Aralık 1993
[13] Kıbrıs, 15 Aralık 1998
[14] Hürriyet-Kıbrıs, 22 Aralık 1998
[15] Kıbrıs, 2 Haziran 1999
[16] Kıbrıs, 3 Haziran 1999
[17] Kıbrıs Postası, 13 Ağustos 2013
[18]  “Written Evidence” by Ahmet Djavit An as published in the Second Report (22 February 2005) of the Select Committee on Foreign Affairs of the British Parliament