Kıbrıs’ta yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum
arasında var olan ve kökü İngiliz sömürge yönetimi dönemine dayanan milliyetler
sorununun, Kıbrıslı Türk ilerici aydınlar arasında tartışılmaya başlanması,
önceleri işçi sınıfı partisinin Kıbrıs Türk toplumuna ayrılma dahil, kendi
kaderini tayin hakkını tanıması şeklinde başlamışsa da, daha sonra 1974
sonrasının bölünmüşlüğü kalıcılaştıracak çözüm şekillerini benimseme yönünde
gelişmiştir.
Oysa Doç.Dr.Sevin Toluner, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve
Milletlerarası Hukuk” adlı kitabında “Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devletinin
kurulması” istemlerini 1970 tarihli “Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca
Devletlerarası Dostane İlişkiler ve İşbirliğiyle İlgili Milletlerarası Hukuk
Prensiplerine Dair Bildiri” ve halkların kendi kaderini tayin etme hakkı
açısından şöyle değerlendirmişti:
“Ancak, Türk toplumu, bu
görüşü, bağımsız bir devletin
kurulabilmesi için gerekli olan maddi
unsurları, -bir ülke parçası üzerinde devamlı ve etkin bir kontrol icra eden
hükümeti-, Türk silahlı harekatları sonucunda, yani bir dış yardımla
gerçekleştirebilmiştir. Bu silahlı harekata ve bu silahlı harekatlar sonucunda
gerçekleştirilmiş olan fiili duruma meşruiyet kazandıran esaslar ise, daha önce
de belirttiğimiz gibi tek taraflı olarak hukuki status quo’nun değiştirilmesi
hakkını sağlamaz. Bu fiili durumu, Kıbrıs devleti ülkesinde ayrı bir Bağımsız
devletin kurulması yolunda bir aşama olarak değerlendirme, bu esasları
çerçevesi dışına çıkmak anlamına geleceği kadar, Bildiri’nin sekizinci
paragrafında yer alan devletlerin milli birliği ve ülke bütünlüğüne saygı
gösterilmesi yükümüne aykırı olacağı için, “self determinasyon” hakkı ile
ilgili esaslar çerçevesinde de haklı gösterilemez.” (agy, İstanbul
Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Yayını, 1977, s.423)
AYRI DEVLET İLANI
Hatırlanacağı gibi Kıbrıs Türk Federe Devleti
Meclisi’nin 17 Haziran 1983 tarihinde kabul ettiği Kıbrıs Türklerinin “self
determinasyon” hakkına ilişkin karar, 15 Kasım 1983 günü, bütün siyasi parti
temsilcilerinin oybirliği ile “ayrılma” yönünde kullanılmış ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin denetimi altında bulunan bölgede “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”
ilan edilmişti. 1974 yılı sonrasında Kıbrıs Türklerinin toplanmış oldukları
Kuzey Kıbrıs’ta ayrı bir devlet ilanına uzun yıllar karşı çıkmış olan örgütlü
sol politik güçlerin ayrılma kararını “isteksiz” de olsa onaylamaları, en başta
kendi parti üyeleri arasında olmak üzere, Rum toplumu içinde de hayret
uyandırmıştı. Böylece aralarında etnik-ulusal bilincin uyanış ve gelişmesi
açısından 100 yıldan fazla bir fark bulunan Kıbrıs Türk ve Rum burjuvazileri,
adanın kuzey ve güneyinde iki ayrı devlet olarak karşı karşıya geliyordu.
İngiliz ve Amerikan emperyalizminin çeyrek yüzyıldır, Kıbrıs adasını bölmeye
yönelik planları defacto olarak gerçekleştikten sonra, sorun işi dejure olarak
taraflara kabul ettirmeye kalmıştı.
AYRILIĞIN KÖKENİ
Tarafların 1960 yılında enosis ve taksim
hedeflerinden sözde vazgeçmeleriyle oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti, adadaki
Türk ve Rum egemen çevreleri arasında özellikle 1878’den bu yana süregelen
temsiliyet mücadelesi ile anayasal sorunlara kalıcı bir çözüm getirememiş ve bu
yüzden yönetimdeki işbirliği ancak 3 yıl sürdürülebilmişti. Kıbrıs Türk ve Rum
burjuvazilerinin emperyalist dış güçlerce körüklenen “anavatan”larla birleşme
politikası ve yerli işbirlikçilerinin karşılıklı hazırlıkları, bu birlikte
yönetme deneyimini başarısızlıkla sonuçlandırmıştı. Üç garantör ülke olan
İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin yetkililerince hazırlanan Kıbrıs
Anayasasının birliği değil, ayrılığı körükleyen ikili yapısı da bunda etkili
olmuştu.
Öte yandan Kıbrıs’ın işçi sınıfı partisinin
sınırlı da olsa bağımsızlığını kazanmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni NATO üyesi
olan Yunanistan’a bağlamayı hedefleyen siyasi programı, Kıbrıslı Türk ve Rum
emekçilerinin sınıf temelinde örgütlenmesine zarar veriyordu. Sorun sadece
emperyalizmin Kıbrıs’tan tamamiyle elini çekmesi sorunu değildi. Doğu
Akdeniz’de stratejik bir konuma sahip olan Kıbrıs adası üzerinde iki ana
etnik-ulusal toplum arasında var olan anlaşmazlığı çözümleyebilmek için
öncelikle, emperyalizmin müdahalesi ile toplumlararası anlaşmazlığın kökenleri
arasında bir ayrım yapmak gerekiyordu. Çünkü tarih, bir ülkede politik güçler
kutuplaşmaya başlayıp, ekonomik ve politik bağımsızlık için verilen mücadele
keskinleştiği zaman, ülkede işçi sınıfı ideolojisi ve proletarya
enternasyonalizmi temelinde doğru bir milliyetler politikasının
geliştirilmesinin, hem kaçınılmaz, hem de çok önemli bir sorun olduğunu
öğretiyordu. Özellikle nüfusun birden fazla etnik unsurdan oluştuğu ülkelerde,
devletin bağımsızlık ve egemenliğinin kazanılması, güvence altına alınması ve
geliştirilmesi, içteki milliyetler sorununun çözümlenmesi ile yakından
ilişkiliydi ve bu sorun, sadece ekonomik, sosyal , politik ve kültürel içerik
temelinde çözümlenebilirdi. (Bak. Kubitschek, H-D/Tim, K.’in “Asya ve Afrika’da
uluslaşma, çok uluslu devletler ve milliyetler politikası” adlı makaleleri, Kapitalist
Olmayan Kalkınma Yolu adlı ortak kitaptan, Berlin 1972, s.363-376)
DOĞRU BİR MİLLİYETLER POLİTİKASININ YOKLUĞU
Bilindiği gibi bu ülkelerdeki milliyetler
politikası, nüfusun etnik bileşimi, etnik süreçlerin karakteri, maddi olanaklar
vb gibi objektif koşullar ile devlette iktidar sorununun çözümlenmesi, politik
iktidarın karakter ve şekilleri, sosyal örgütlenmenin anayasal şeklinin nasıl
olacağı sorunu, iç ve dış politika, egemen olan ideolojinin rolü vb. gibi
subjektif etkenlere bağlıdır. (agy) Bütün bunlara bağlı olarak, her ülkenin
işçi sınıfı partisinin milliyetler politikasında da şekil ve yöntemler
açısından birçok farklılıklar ve hatta bazı hatalar görülebilmektedir.
Nitekim AKEL yöneticilerinden Yorgo Savvidis, 24
Aralık 1984 tarihli Kıbrıs Postası gazetesine verdiği bir demeçte “Enosis’i
AKEL’in programına koymak gerçekten büyük bir hata idi” diyerek, geç de olsa bu
hatalı politikayı kabul etmiştir.
Ülke içinde var olan milliyetler sorununun
çözümlenmesinde, özellikle Asya ve Afrika’daki devrimci demokratlar,
ulusal-devrimci hareketler ve bilimsel sosyalizm partilerinin ana görevi,
Leninci milliyetler politikasının ana taleplerini ve Sovyetler Birliği ile
diğer sosyalist devletlerin deneyimlerini yaratıcı bir şekilde, kopyacılığa
kaçmadan kendi ülkelerindeki somut koşullara uygulamaktır.
Yukarıda sözkonusu edilen Asya ve Afrika’daki
ülkelerin çoğunda, sömürge yönetimi döneminde uygulanan milliyetler politikası,
sorunların çözümünü engellemiş ve devletleşme, Kıbrıs’ta olduğu gibi,
uluslaşmanın konsolidasyonundan önce gerçekleşerek, bağımsız ulus temeline
dayanmadan elde edilmiştir.
Bilindiği gibi, ulusların oluşması, kendine özgü
yasallığı olan evrensel bir süreçtir ve bunun özgüllüğü, tarihsel, etnik,
dilsel vb. başlangıç koşullarına, günün sosyo-ekonomik gelişme sorunlarına ve
iç politika ile uluslararası plandaki güçler dengesine bağlıdır. Ulusların
oluşması süreci genellikle birçok geçici zorlukları da beraberinde getirir ve
emperyalizm, bu zorluklardan yararlanarak sorunları yokuşa sürmekten geri
durmaz. Ama tarihsel deneyim yine göstermiştir ki, ulusal ve dilsel
farklılıklar, burjuva sosyologları ve yazarlarının öne sürdükleri gibi tayin
edici öneme sahip değillerdir. Esas olan, ulusal ve uluslararası sınıf
mücadelesi ve özellikle emperyalizmin yeni sömürgeci faaliyetleridir. (agy)
Kıbrıs sorununun bugün içinde bulunduğu aşamaya bu
çerçevede baktığımız zaman, özellikle 1974 sonrasının Kıbrıs Türk toplumunda
etnik ve ulusal (toplumsal anlamda) bilincin gelişmesinde görülen bazı
hareketlenmeleri, Kıbrıs Türk Ulusunun oluştuğu şeklinde değerlendirmenin
aceleci ve yanlış bir tutum olduğu ortaya çıkar.
HALK TOPLULUĞU-ULUS FARKI
Herhangi bir halk topluluğunu veya milliyeti, ulus
olmaktan ayıran fark, toplumdaki üretici güçlerin özellikle kapitalizm
koşulları altında, henüz daha düşük bir gelişme düzeyinde olması ve iç-dış
ilişkilerde iş bölümü derecesinin de az gelişmiş olması ile belirlenir. Çağdaş
kapitalist halk topluluklarında dil ve toprak birliği, ekonomik, politik ve
kültürel hayat birliği ve etnik bilincin var olması, kural olarak bir ulusal
dönüşme için yetersiz kalmaktadır. Ayrıca çoğu kez, “kendi başına ulusal bir
varlık olma” yeteneği hiç uyanmamıştır. Bunun kısmen uyanmaya başladığı
yerlerde bile, ulusal bir gelişmenin oluşması için gerekli ön koşullar her
zaman yoktur. Bir başka deyişle, ayrı bir ulus oluşturma faktörlerinden biri
olan “kendi başına ulusal varlığını sürdürebilme” olanağı, pratik gereklilik
açısından bulunmamaktadır. (Bak.Fedosseyev, P.N. ortak kitap: Leninizm ve Günümüzde
Ulusal Sorun, Moskova, 1974, s.54-55)
KIBRIS SORUNUNUN ÖZGÜNLÜĞÜ
Kıbrıs Türk toplumunun, 1974 öncesinde ayrı bir
toprak parçası üzerinde yaşamamakta oluşu ve ayrı bir ulus oluşturmamasına
bakmaksızın, kendi kaderini tayin hakkına sahip olması, onun bu hakkı mutlaka
ayrılma yönünde kullanmasını gerektirmez. Bu hakkın, Kıbrıs Rum toplumu
tarafından tanınmış olması halinde bile, işçi sınıfı hareketinin Kıbrıs Türk
toplumunun ayrılmasını mutlaka onaylamasını gerektirmez. Çünkü özgül bir
durumda belli bir ulusun veya ulusal topluluğun (milliyetin) ayrılmasına
ilişkin tavrın belirlenmesinde parti, söz konusu ulusal hareketin hedeflerini
de hesaba katmak zorundadır. Çünkü bu hareket, emperyalizmi zayıflatıp, ondan
kurtulmaktan çok, onu güçlendirme ve korumaya yönelik olabilir. Nitekim Lenin,
“kendi başına devletlerin yaratılması, bazen emperyalizmin güçlendirilmesi
anlamına gelir” diye yazmaktadır. (Bak. Bütün Eserleri, Cilt:11, s.351)
Kendi kaderini tayin hakkının şu veya bu şekilde
uygulanmasındaki amacın proletaryanın sınıf mücadelesindeki genel çıkarlarına
bağımlı olması gerektiği şeklindeki dialektik ve sınıfsal yaklaşım,
milliyetlerin çıkarları ile tam bir uyum içindedir. Bazılarının öne
sürdüklerinin aksine ulusal kurtuluş, ayrı ulusal devletin kurulması ile
eşdeğer değildir. Ayrılma, her zaman ulusun veya ulusal topluluğun çıkarına
uygun değildir, ne de her zaman ulusal veya toplumsal kurtuluş ile
eşanlamlıdır. Hatta Lenin birçok kereler, bir ulusun politik olarak
ayrılmasının, ayrılınan ülkenin sosyal yapı olarak sosyalist olması halinde (ki
Kıbrıs somutunda Güney Kıbrıs, uluslararası sorunlarda bağlantısızlık
politikasına bağlı ve sosyalist ülkelerin yanında yer almaktadır), ayrılan
ülkenin emperyalist güçler tarafından esaretine yol açabileceği uyarısını
yapmıştır. (KKTC’nin NATO üyesi TC’ye ekonomi dahil her yönden bağımlı olmasını
hatırlayalım.” Zaten bir ulusun gerçek ekonomik ve kültürel ilerlemesi, ancak
emperyalizmden ekonomik bağımsızlık temeli üzerinde olasıdır. (Bak. Zenushkina
I., Sovyet Milliyetler Politikası ve Burjuva Tarihçileri, Moskova 1976, s.123)
SONUÇ
Tarihsel deneyim göstermiştir ki ayrılma, her
zaman ve her türlü araçla, bir veya diğer halkın gerçek çıkarlarıyla bağdaşmaz.
Bir ülkeyi küçük ve ekonomik yönden zayıf devletçiklere bölmekle, onun sosyal
ve ekonomik gelişmesine engel konmuş olur. Hele bu Kıbrıs gibi küçücük bir ada
olursa. Küçük, ekonomik ve politik yönden zayıf devletlerin varlığı ise, ancak
bunu kendi çıkarlarına uygun gören emperyalist ve yeni sömürgeci çevrelere hizmet
eder.
("Ertan Yüksel" imzasıyla, Ortam, 27 ve 29 Aralık 1984, Ayrıca kitap içinde Ahmet An, Küçük Adada
Büyük Oyunlar, NK Yayınları, İstanbul, Mart 2004, s.14-18)