30 Mart 2017 Perşembe

AYRILMA KARARINA BİR YAKLAŞIM


Kıbrıs’ta yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum arasında var olan ve kökü İngiliz sömürge yönetimi dönemine dayanan milliyetler sorununun, Kıbrıslı Türk ilerici aydınlar arasında tartışılmaya başlanması, önceleri işçi sınıfı partisinin Kıbrıs Türk toplumuna ayrılma dahil, kendi kaderini tayin hakkını tanıması şeklinde başlamışsa da, daha sonra 1974 sonrasının bölünmüşlüğü kalıcılaştıracak çözüm şekillerini benimseme yönünde gelişmiştir.
Oysa Doç.Dr.Sevin Toluner, “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk” adlı kitabında “Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devletinin kurulması” istemlerini 1970 tarihli “Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca Devletlerarası Dostane İlişkiler ve İşbirliğiyle İlgili Milletlerarası Hukuk Prensiplerine Dair Bildiri” ve halkların kendi kaderini tayin etme hakkı açısından şöyle değerlendirmişti:
“Ancak, Türk toplumu, bu görüşü,  bağımsız bir devletin kurulabilmesi için  gerekli olan maddi unsurları, -bir ülke parçası üzerinde devamlı ve etkin bir kontrol icra eden hükümeti-, Türk silahlı harekatları sonucunda, yani bir dış yardımla gerçekleştirebilmiştir. Bu silahlı harekata ve bu silahlı harekatlar sonucunda gerçekleştirilmiş olan fiili duruma meşruiyet kazandıran esaslar ise, daha önce de belirttiğimiz gibi tek taraflı olarak hukuki status quo’nun değiştirilmesi hakkını sağlamaz. Bu fiili durumu, Kıbrıs devleti ülkesinde ayrı bir Bağımsız devletin kurulması yolunda bir aşama olarak değerlendirme, bu esasları çerçevesi dışına çıkmak anlamına geleceği kadar, Bildiri’nin sekizinci paragrafında yer alan devletlerin milli birliği ve ülke bütünlüğüne saygı gösterilmesi yükümüne aykırı olacağı için, “self determinasyon” hakkı ile ilgili esaslar çerçevesinde de haklı gösterilemez.” (agy, İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Yayını, 1977, s.423)

AYRI DEVLET İLANI
Hatırlanacağı gibi Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’nin 17 Haziran 1983 tarihinde kabul ettiği Kıbrıs Türklerinin “self determinasyon” hakkına ilişkin karar, 15 Kasım 1983 günü, bütün siyasi parti temsilcilerinin oybirliği ile “ayrılma” yönünde kullanılmış ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin denetimi altında bulunan bölgede “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ilan edilmişti. 1974 yılı sonrasında Kıbrıs Türklerinin toplanmış oldukları Kuzey Kıbrıs’ta ayrı bir devlet ilanına uzun yıllar karşı çıkmış olan örgütlü sol politik güçlerin ayrılma kararını “isteksiz” de olsa onaylamaları, en başta kendi parti üyeleri arasında olmak üzere, Rum toplumu içinde de hayret uyandırmıştı. Böylece aralarında etnik-ulusal bilincin uyanış ve gelişmesi açısından 100 yıldan fazla bir fark bulunan Kıbrıs Türk ve Rum burjuvazileri, adanın kuzey ve güneyinde iki ayrı devlet olarak karşı karşıya geliyordu. İngiliz ve Amerikan emperyalizminin çeyrek yüzyıldır, Kıbrıs adasını bölmeye yönelik planları defacto olarak gerçekleştikten sonra, sorun işi dejure olarak taraflara kabul ettirmeye kalmıştı.

AYRILIĞIN KÖKENİ
Tarafların 1960 yılında enosis ve taksim hedeflerinden sözde vazgeçmeleriyle oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti, adadaki Türk ve Rum egemen çevreleri arasında özellikle 1878’den bu yana süregelen temsiliyet mücadelesi ile anayasal sorunlara kalıcı bir çözüm getirememiş ve bu yüzden yönetimdeki işbirliği ancak 3 yıl sürdürülebilmişti. Kıbrıs Türk ve Rum burjuvazilerinin emperyalist dış güçlerce körüklenen “anavatan”larla birleşme politikası ve yerli işbirlikçilerinin karşılıklı hazırlıkları, bu birlikte yönetme deneyimini başarısızlıkla sonuçlandırmıştı. Üç garantör ülke olan İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin yetkililerince hazırlanan Kıbrıs Anayasasının birliği değil, ayrılığı körükleyen ikili yapısı da bunda etkili olmuştu.
Öte yandan Kıbrıs’ın işçi sınıfı partisinin sınırlı da olsa bağımsızlığını kazanmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni NATO üyesi olan Yunanistan’a bağlamayı hedefleyen siyasi programı, Kıbrıslı Türk ve Rum emekçilerinin sınıf temelinde örgütlenmesine zarar veriyordu. Sorun sadece emperyalizmin Kıbrıs’tan tamamiyle elini çekmesi sorunu değildi. Doğu Akdeniz’de stratejik bir konuma sahip olan Kıbrıs adası üzerinde iki ana etnik-ulusal toplum arasında var olan anlaşmazlığı çözümleyebilmek için öncelikle, emperyalizmin müdahalesi ile toplumlararası anlaşmazlığın kökenleri arasında bir ayrım yapmak gerekiyordu. Çünkü tarih, bir ülkede politik güçler kutuplaşmaya başlayıp, ekonomik ve politik bağımsızlık için verilen mücadele keskinleştiği zaman, ülkede işçi sınıfı ideolojisi ve proletarya enternasyonalizmi temelinde doğru bir milliyetler politikasının geliştirilmesinin, hem kaçınılmaz, hem de çok önemli bir sorun olduğunu öğretiyordu. Özellikle nüfusun birden fazla etnik unsurdan oluştuğu ülkelerde, devletin bağımsızlık ve egemenliğinin kazanılması, güvence altına alınması ve geliştirilmesi, içteki milliyetler sorununun çözümlenmesi ile yakından ilişkiliydi ve bu sorun, sadece ekonomik, sosyal , politik ve kültürel içerik temelinde çözümlenebilirdi. (Bak. Kubitschek, H-D/Tim, K.’in “Asya ve Afrika’da uluslaşma, çok uluslu devletler ve milliyetler politikası” adlı makaleleri, Kapitalist Olmayan Kalkınma Yolu adlı ortak kitaptan, Berlin 1972, s.363-376)

DOĞRU BİR MİLLİYETLER POLİTİKASININ YOKLUĞU
Bilindiği gibi bu ülkelerdeki milliyetler politikası, nüfusun etnik bileşimi, etnik süreçlerin karakteri, maddi olanaklar vb gibi objektif koşullar ile devlette iktidar sorununun çözümlenmesi, politik iktidarın karakter ve şekilleri, sosyal örgütlenmenin anayasal şeklinin nasıl olacağı sorunu, iç ve dış politika, egemen olan ideolojinin rolü vb. gibi subjektif etkenlere bağlıdır. (agy) Bütün bunlara bağlı olarak, her ülkenin işçi sınıfı partisinin milliyetler politikasında da şekil ve yöntemler açısından birçok farklılıklar ve hatta bazı hatalar görülebilmektedir.
Nitekim AKEL yöneticilerinden Yorgo Savvidis, 24 Aralık 1984 tarihli Kıbrıs Postası gazetesine verdiği bir demeçte “Enosis’i AKEL’in programına koymak gerçekten büyük bir hata idi” diyerek, geç de olsa bu hatalı politikayı kabul etmiştir.
Ülke içinde var olan milliyetler sorununun çözümlenmesinde, özellikle Asya ve Afrika’daki devrimci demokratlar, ulusal-devrimci hareketler ve bilimsel sosyalizm partilerinin ana görevi, Leninci milliyetler politikasının ana taleplerini ve Sovyetler Birliği ile diğer sosyalist devletlerin deneyimlerini yaratıcı bir şekilde, kopyacılığa kaçmadan kendi ülkelerindeki somut koşullara uygulamaktır.
Yukarıda sözkonusu edilen Asya ve Afrika’daki ülkelerin çoğunda, sömürge yönetimi döneminde uygulanan milliyetler politikası, sorunların çözümünü engellemiş ve devletleşme, Kıbrıs’ta olduğu gibi, uluslaşmanın konsolidasyonundan önce gerçekleşerek, bağımsız ulus temeline dayanmadan elde edilmiştir.
Bilindiği gibi, ulusların oluşması, kendine özgü yasallığı olan evrensel bir süreçtir ve bunun özgüllüğü, tarihsel, etnik, dilsel vb. başlangıç koşullarına, günün sosyo-ekonomik gelişme sorunlarına ve iç politika ile uluslararası plandaki güçler dengesine bağlıdır. Ulusların oluşması süreci genellikle birçok geçici zorlukları da beraberinde getirir ve emperyalizm, bu zorluklardan yararlanarak sorunları yokuşa sürmekten geri durmaz. Ama tarihsel deneyim yine göstermiştir ki, ulusal ve dilsel farklılıklar, burjuva sosyologları ve yazarlarının öne sürdükleri gibi tayin edici öneme sahip değillerdir. Esas olan, ulusal ve uluslararası sınıf mücadelesi ve özellikle emperyalizmin yeni sömürgeci faaliyetleridir. (agy)
Kıbrıs sorununun bugün içinde bulunduğu aşamaya bu çerçevede baktığımız zaman, özellikle 1974 sonrasının Kıbrıs Türk toplumunda etnik ve ulusal (toplumsal anlamda) bilincin gelişmesinde görülen bazı hareketlenmeleri, Kıbrıs Türk Ulusunun oluştuğu şeklinde değerlendirmenin aceleci ve yanlış bir tutum olduğu ortaya çıkar.

HALK TOPLULUĞU-ULUS FARKI
Herhangi bir halk topluluğunu veya milliyeti, ulus olmaktan ayıran fark, toplumdaki üretici güçlerin özellikle kapitalizm koşulları altında, henüz daha düşük bir gelişme düzeyinde olması ve iç-dış ilişkilerde iş bölümü derecesinin de az gelişmiş olması ile belirlenir. Çağdaş kapitalist halk topluluklarında dil ve toprak birliği, ekonomik, politik ve kültürel hayat birliği ve etnik bilincin var olması, kural olarak bir ulusal dönüşme için yetersiz kalmaktadır. Ayrıca çoğu kez, “kendi başına ulusal bir varlık olma” yeteneği hiç uyanmamıştır. Bunun kısmen uyanmaya başladığı yerlerde bile, ulusal bir gelişmenin oluşması için gerekli ön koşullar her zaman yoktur. Bir başka deyişle, ayrı bir ulus oluşturma faktörlerinden biri olan “kendi başına ulusal varlığını sürdürebilme” olanağı, pratik gereklilik açısından bulunmamaktadır. (Bak.Fedosseyev, P.N. ortak kitap: Leninizm ve Günümüzde Ulusal Sorun, Moskova, 1974, s.54-55)

KIBRIS SORUNUNUN ÖZGÜNLÜĞÜ
Kıbrıs Türk toplumunun, 1974 öncesinde ayrı bir toprak parçası üzerinde yaşamamakta oluşu ve ayrı bir ulus oluşturmamasına bakmaksızın, kendi kaderini tayin hakkına sahip olması, onun bu hakkı mutlaka ayrılma yönünde kullanmasını gerektirmez. Bu hakkın, Kıbrıs Rum toplumu tarafından tanınmış olması halinde bile, işçi sınıfı hareketinin Kıbrıs Türk toplumunun ayrılmasını mutlaka onaylamasını gerektirmez. Çünkü özgül bir durumda belli bir ulusun veya ulusal topluluğun (milliyetin) ayrılmasına ilişkin tavrın belirlenmesinde parti, söz konusu ulusal hareketin hedeflerini de hesaba katmak zorundadır. Çünkü bu hareket, emperyalizmi zayıflatıp, ondan kurtulmaktan çok, onu güçlendirme ve korumaya yönelik olabilir. Nitekim Lenin, “kendi başına devletlerin yaratılması, bazen emperyalizmin güçlendirilmesi anlamına gelir” diye yazmaktadır. (Bak. Bütün Eserleri, Cilt:11, s.351)
Kendi kaderini tayin hakkının şu veya bu şekilde uygulanmasındaki amacın proletaryanın sınıf mücadelesindeki genel çıkarlarına bağımlı olması gerektiği şeklindeki dialektik ve sınıfsal yaklaşım, milliyetlerin çıkarları ile tam bir uyum içindedir. Bazılarının öne sürdüklerinin aksine ulusal kurtuluş, ayrı ulusal devletin kurulması ile eşdeğer değildir. Ayrılma, her zaman ulusun veya ulusal topluluğun çıkarına uygun değildir, ne de her zaman ulusal veya toplumsal kurtuluş ile eşanlamlıdır. Hatta Lenin birçok kereler, bir ulusun politik olarak ayrılmasının, ayrılınan ülkenin sosyal yapı olarak sosyalist olması halinde (ki Kıbrıs somutunda Güney Kıbrıs, uluslararası sorunlarda bağlantısızlık politikasına bağlı ve sosyalist ülkelerin yanında yer almaktadır), ayrılan ülkenin emperyalist güçler tarafından esaretine yol açabileceği uyarısını yapmıştır. (KKTC’nin NATO üyesi TC’ye ekonomi dahil her yönden bağımlı olmasını hatırlayalım.” Zaten bir ulusun gerçek ekonomik ve kültürel ilerlemesi, ancak emperyalizmden ekonomik bağımsızlık temeli üzerinde olasıdır. (Bak. Zenushkina I., Sovyet Milliyetler Politikası ve Burjuva Tarihçileri, Moskova 1976, s.123)

SONUÇ
Tarihsel deneyim göstermiştir ki ayrılma, her zaman ve her türlü araçla, bir veya diğer halkın gerçek çıkarlarıyla bağdaşmaz. Bir ülkeyi küçük ve ekonomik yönden zayıf devletçiklere bölmekle, onun sosyal ve ekonomik gelişmesine engel konmuş olur. Hele bu Kıbrıs gibi küçücük bir ada olursa. Küçük, ekonomik ve politik yönden zayıf devletlerin varlığı ise, ancak bunu kendi çıkarlarına uygun gören emperyalist ve yeni sömürgeci çevrelere hizmet eder.

("Ertan Yüksel" imzasıyla, Ortam, 27 ve 29 Aralık 1984, Ayrıca kitap içinde Ahmet An, Küçük Adada Büyük Oyunlar, NK Yayınları, İstanbul, Mart 2004, s.14-18)     



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder