17 Haziran 2020 Çarşamba

KIBRISLI KİMLİK


Alternatif Yazın’ın 8. sayısında yer alan Derviş Okan’ın “Kimlik Arayışı” başlıklı yazısında dile getirilen bazı görüşlerin daha da açılması ve yanlış anlamalara engel olunması için kısa da olsa bazı noktalara değinmek ihtiyacını duydum:

“Tüm ilerici görüntüsüne rağmen aslında tutucu ve gerici olan Kıbrıslılık Kimliği” tanımlaması, bana göre yanlış bir saptamadır. Burada kastedilen belli siyasi parti mensuplarının hatalı yaklaşımları ise, bu açıkça ortaya konmalıdır. Yoksa, bu konuda daha önce makaleler yazmış bağımsız bir kişi olarak bana söz düşmektedir ve tartışmayı zenginleştirmek istiyorum.

Kıbrıs adasının ayrı tarih ve coğrafyasından kaynaklanan, kendisine ait bir Kıbrıslı kimliği yani onu diğer yerlerden ayrı kılan özellikleri bulunduğu tartışılmazdır. Ama bu kimliğin, gerek kendi içinde yaşayan etnik-ulusal toplumlar arasında, gerekse dıştaki başka kimliklerle benzeşen ve ayrışan yanları olduğu da kabul edilmelidir.

Kimlik sorunu tartışılırken, kişisel ve toplumsal kimlik ayrımı, ya da siyasal ve kültürel kimlik ayrımı birbirine karıştırılmamalıdır. Kaldı ki sınıfsal kimlik tamamen, ayrı bir kategoriyi oluşturmaktadır. O nedenle Derviş Okan’ın da değindiği ilkel, feodal ve kapitalist dönemlere ait kimlikler incelenirken, her dönemin kimlik özellikleri, o dönemim verili koşulları içinde değerlendirilmelidir ve olumlu özellikler, yeni kimlik içine alınıp, yeniden yoğrulmalıdır.

Kimliğin bir ifade aracı olan sanatın üretilmesinde, ilk basamak olarak sanatçının kendi kişisel kimliğini belirlemesi ve ondan hareketle evrensel kimliği yakalaması gerekmektedir. Geçmiş dönemlere ait kimlik özellikleri reddedilerek, yeni kimlikler oluşturulamaz. Kıbrıs’ın geçmiş tarihi, onun kültürünü oluşturmaktadır. O nedenle bir sanatçının veya yazarın, kişisel ve toplumsal bir tarih bilincine sahip olması zorunludur. Kişisel kimliğin oluşmasında tarih bilincinin önemi büyüktür. Aydınların, içinden çıktıkları toplumun bellekleri olmaları gerektiği de unutulmamalıdır. Tarih kültürümüzün altında Kıbrıs'ın coğrafyası yatmaktadır.

Geçmiş dönemlerdeki kimliğimiz, özellikle 1974’den sonra Türkiye’den yoğun olarak aktarılan siyasal ve kültürel kimlikle bir çatışmaya girmiştir. Türkiye kültürü ile Kıbrıs Türk kültürünün bu yakın ilişkisi sonucu, kendi kültürümüz ve kimliğimiz değişime uğramakta ve hatta bütünüyle kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Var olan Kıbrıslı kimliğimiz mi korunup geliştirilecek, yoksa Türkiyeli kimliğin bir parçası haline mi geleceğiz?

İşte esas sorun, öncelikle kendi tarih ve coğrafyamızdan kaynaklanan Kıbrıslı kimliğimize sahip çıkmak ve onu yitirmeden, dinamik bir yapı içinde evrenselleştirebilmektir. Sınıf mücadelesinin yükseldiği oranda, bu kimliğin sınıfsal karakteri kendini gösterecektir.

Konuyla ilgili diğer makalelerim:
1. Kültürel geçmişimizin araştırılması ve kültürel kimlik tartışmaları, Kıbrıs Postası gazetesi, 4 ve 5 Nisan 1988
2. “Edebiyatta Kıbrıslı Türk Kimliği” kitabının eleştirisi, Kıbrıs Postası gazetesi, 19 Haziran 1988
3. Kıbrıslı’nın Kimliği, Görüş dergisi (İstanbul), Ekim 1989
4. Kıbrıslılık ve Kıbrıs Türk Kimliği, Özgürlük dergisi, Kasım 1989
5. Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi üzerine notlar (46 yazılık dizi), ilk 4 yazı Söz gazetesinde (23 Ekim-4 Aralık 1987), diğerleri haftalık Demokrat gazetesinde (4 Ocak-22 Kasım 1989) yayımlanmıştır.

(Alternatif Yazın’da yer verilmeyen bu yazı, haftalık Yeniçağ gazetesinin 29 Ağustos 1994 tarihli nüshasında yayımlandı.)

KIBRIS’TA SEÇİMLER


23 Mayıs 1976 günü, Kıbrıs’ın Türk bölgelerinde 23 yıldan bu yana ilk defa olarak yerel seçimlere gidildi. 11 yerleşim bölgesinde belediye başkanlığı ve belediye meclisi üyeleri, 15 köyde inkişaf encümeni başkanı ve üyeleri ve yüzü aşkın bölgede muhtarlık ve ihtiyar heyeti üyeleri seçildi.

1953 yılından beridir atama yolu ile yönetilen yerel organlar, genellikle liderliğe yakın bir politika gütmekte idi. Halkımız üzerinde uyguladığı baskı ve tehdit rejimi ile demokratik gelişmeyi engellemek isteyen Denktaş ve çevresi, son Birleşmiş Milletler yenilgisinden sonra yerel ve genel seçimleri yapmaya mecbur oldu. Oysa anayasaya göre seçimlerin 17 Aralık 1975’de yapılması gerekiyordu. Kurucu Meclis’te yapılan çetin tartışmalardan sonra, muhalefetin karşı oy kullanmasına rağmen, UBP iktidarının oylarıyla kabul edilen “1976 Seçim ve Halkoylaması Yasası”nın bazı maddeleri, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmişse de anti-demokratik yapısı değiştirilemedi.

Geçtiğimiz ay içinde yapılan yerel seçimlere dört siyasi parti ve bağımsız adaylar katıldı… İşbirlikçi burjuvazinin politik örgütü olan Ulusal Birlik Partisi’nin Lefkoşa belediye başkanlığı için gösterdiği adayın eski bir TMT üyesi olması, gerek iktidar partisi içinde, gerekse halk arasında tepkiyle karşılandı; eski bir sancaktar olan Türkiye uyruklu Halkçı Parti adayı ile birlikte büyük bir yenilgiye uğradı. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin desteklediği Toplumcu Kurtuluş Partisi adayının Lefkoşa belediye başkanlığını açık farkla kazanması, muhalif güçlerin iktidara en büyük darbeyi indirmesini sağladı. Girne belediye başkanlığını muhalif bağımsız bir aday kazanırken, Omorfo’daki CTP adayı, başkanlığı 60 oyla kaybetti. Lapta’da seçim sonuçlarına yapılan itiraz üzerine yeniden değerlendirilen oylar, UBP adayını 9 oyla geçen bağımsız adayın belediye başkanı olmasını sağladı. Lefke’de ise muhalefetin desteklediği bağımsız aday, iktidar adayına karşı, belediye meclisi üyeleri ile birlikte %95 bir çoğunluk elde ederek, oylamayı kazandı. Üç bölgedeki belediye başkanlıkları da muhalif adayın bulunmaması üzerine seçimsiz olarak UBP tarafından alındı.

Bu duruma göre, belediye seçimlerinde kullanılan toplam oyların %67.5’i muhalif adaylara verilmiş, iktidardaki UBP’nin adayları ancak %32.5 oy toplayabilmiştir. Üç kaza merkezinden ikisinde belediye başkanlıklarını muhalefet adayları açık farkla kazanırken, UBP sadece Mağusa’da başarı gösterebilmiştir. 26 Mayıs 1976 tarihli Halkın Sesi gazetesinde çıkan ve seçimler sırasında iktidar partisi UBP’nin birçok baskı ve oyun tertiplediğini belirten yazıda şöyle denilmektedir: UBP tek başarıyı Mağusa’da gösterdi. Onun nedenlerini çok iyi biliyoruz, fakat yasalara saygılı kişiler olarak susuyoruz.”

1958’lerden beri toplumumuzun başına iktidar kesilen ve çeşitli baskı, tehdit ve yıldırma yöntemleri ile ayakta kalmayı başaracağını sanan Denktaş ve çevresi, yerel seçimlerde uğradıkları yenilginin 20 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde tekrarlanmaması için çaba harcamaktadır.

Emperyalizm ve NATO’nun adamızı bölme planları uğruna yerinden yurdundan edilen göçmenlerimiz, “UBP’ye oy vermeyen köylerde, köylülere dağıtılan topraklar, bahçeler, verilen traktörler geri alınacak” tehdidi ile kandırılmak isteniyor. “Türkiye bizi tutuyor, toplumu bizden başkasının yönetmesini istemiyor, biz seçilmezsek yardımı kesecek” şeklindeki propaganda da işbirlikçi burjuvazinin telaşını dile getirmektedir.

Oysa geniş halk yığınları, işçi, köylü, kamı görevlisi ve demokrat aydınlar arasında gittikçe gelişen muhalefet, ilerici siyasi partilerde örgütlenmekte, devrimci sendikalarda ve demokratik kuruluşlarda toplanmaya devam etmektedirler.

Önümüzdeki ay yapılacak olan devlet başkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde, halktan yana demokratik adayların işbaşına getirilmesi, seçim yasasındaki engellemelere rağmen muhalefetin göstereceği güçbirliğine bağlıdır. 20 yıla yakın bir süredir halkımızı felaketten felakete sürükleyen, Kıbrıs’ın bağımsız, egemen, toprağı bütün, yabancı üs ve askerlerden arınmış bir barış adası olmasını istemeyen emperyalizmin işbirlikçilerine hayır diyoruz. Demokrasinin zaferi yakındır.

(imzasız, Demokrasi Bülteni, Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği Yayın organı, Sayı:26, Mayıs 1976, Londra)

TOPLUMUMUZUN DURUMU VE YENİ SEÇİM YASASI



1974 Temmuz’unda meydana gelen olaylar sonucu yeni bir değişim sürecine giren toplumumuz, bugün sosyal, politik ve ekonomik yönden birçok bunalımlar içinde bulunmaktadır. Yıllardır baskı altında tutulmuş olan halk yığınları, bir yandan sürüklendikleri sefalet ve yoksulluğun sorumlularını daha iyi tanırken, öte yandan da hızlı bir örgütlenme aşamasına girmektedir.

Emperyalizmin taksim planları uğruna, evinden, tarlasından sökülen onbinlerce yurttaşımız, kendi yurtlarında göçmen durumuna getirildiler. Halkımız, işsizlik, pahalılık, kaçakçılık ve hırsızlığın egemen olduğu bir düzende yaşamaya zorlanmaktadır. Gün geçtikçe artan hoşnutsuzluk, muhalif basında çıkan eleştiri yazıları ve okuyucu mektuplarında, demokratik kuruluşların çeşitli bildirilerinde, işçilerin grev, iş yavaşlatma ve boykot eylemlerinde dile getiriliyor. Eski toplum lideri Dr. Küçük, 3 Şubat 1976 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yayımlanan yazısında şöyle diyor: “İnkar edilemeyecek hakikatler var ortada. Büyük bir sefalet ve yoksulluğun derinliklerine her gün biraz daha gömülüyor, biraz daha toplum parçalara ayrılıyor. Elli bin göçmenden yüzde 10’unu imtiyazlı sınıf arasına alacak olursak, yüzde 90’ı hiç de beklediklerini bulamamışlardır… Yaklaşan seçimlerde koltuklarını kaybetme endişesi içinde olan bazı bakanların sağa sola dağıttıkları para, ganimet eşyaların kaç yüzbinlerin üstünde olduğunu görmeyen, bilmeyen yoktur.”

Son 20 yıldan beri emperyalizmin çıkarları doğrultusunda hareket etmekte ısrar eden Kıbrıs Türk liderliğinin, halkımız üzerinde uyguladığı baskı, terör ve sindirme politikasına dur demek, işbirlikçi Denktaş iktidarını seçimle işbaşından atmak ve toplumumuzda demokratik bir ortamın kurulmasını sağlamak için vermekte olduğumuz mücadele, günümüzde yeni boyutlara ulaşmış bulunuyor.

Gelişen halk muhalefeti ve iflas eden “Milli Birlik” aldatmacası karşısında ne yapacağını şaşıran Denktaş ve çevresi, halk oylamasının öngördüğü seçimleri önce ertelemek istemiş, daha sonra da getirdiği anti-demokratik yasa önerisi ile seçimlerden, kendi dar çevresinin diktatörlüğünü pekiştirmeyi amaçladığını ortaya koymuştur.

Bugüne kadar, Toplumumuzda demokratik bir seçim yapılmamıştır. Yıllardır Toplumu yönetenler, her defasında seçimsiz olarak işbaşına gelmişlerdir. İngiliz-Amerikan emperyalizminin Kıbrıs halkına düşman politikalarının ateşli savunucusu olmuşlardır. Bu süre içinde, adamızda Toplumlararası barış ve işbirliğinden yana olanlar, yurdun gerçek çıkarlarını dile getiren yurtseverleri faşist yeraltı örgütlerinin kanlı saldırılarına, baskılarına maruz kalmışlar, katledilmişlerdir. Emperyalizmin Kıbrıs halkını bölmek ve adadaki anti-emperyalist hareketi parçalamak politikasına alet olan gerici çevreler, şovenist ve taksimci görüşlere karşı çıkan demokratlara ölüm, tehdit ve terör uygulamıştır. Söz, düşünce ve örgütlenme özgürlükleri halkın elinden alınmış, toplumun her alanda demokratik gelişmesi engellenmiştir.

Bugün büyük bir hızla artan örgütlenme, halkımızın demokrasi mücadelesinde önemli bir gelişmedir. Kurulan siyasi partiler, ilerici işçi sendikaları ve meslek kuruluşları, işbirlikçi sermaye ile Denktaş iktidarına zor günler yaşatmaktadırlar.

Kurucu Meclis’e getirilen ve uyanan halk muhalefetini bastırmak, halktan yana temsilcilerin Meclise girmesini önlemeyi amaçlayan “1976 Seçim ve Halk Oylaması Yasa Önerisi”nin özelliklerine değinmeden önce, Kıbrıslı Türkler arasında siyasi örgütlenme ve seçimler konusuna kısaca göz atmakta yarar vardır.

Bilindiği gibi toplumumuzda ilk siyasal örgütlenme, İngiliz sömürge yönetiminin 1931-43 döneminde uyguladığı sert tedbirlerin gevşetilmesi ve Belediye Meclisi üyelerinin halk tarafından seçilmesine izin verilmesinden sonra gerçekleşmiştir.

“İngilizci” ve “Milliyetçi” olarak iki grup halinde seçimlere katılan Türk adaylar, sonradan birleşerek 1943 yılında “Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu”nu (KATAK) kurdular. Kıbrıs’taki Türklerin azınlık haklarını korumak amacıyla kurulan örgütten ayrılan Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşları, Kıbrıs Türk Milli Halk Partisi’ni oluşturdu. 1949 yılında, bütün milliyetçi siyasi gruplar, “Kıbrıs Türk Milli Birliği” adı altında toplanarak, sosyal ve mesleki kuruluşlar da “Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu” denen tek bir merkeze bağlandı.

İngiliz emperyalizminin Kıbrıs halkını bölme ve ajanları eliyle birbirine kırdırma politikasına karşı çıkan Federasyon Başkanı Faiz Kaymak’ın yerine Ekim 1957’de Sömürge Yönetimi başsavcı yardımcısı Rauf Denktaş getirildi. Kıbrıs’ta toplumlararası anlaşmazlıkları körükleyen ve emperyalizmin amaçlarına hizmet eden, faşist EOKA örgütünün Türkler arasındaki paraleli olan Türk Mukavemet Teşkilatı, Denktaş’ın öncülüğü ile kuruldu. Emperyalizmin “Ya Taksim, Ya Ölüm” politikasına karşı çıkanlara hayat hakkı tanınmadı. Muhalif sesler en vahşi yöntemlerle susturuldu.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile 1960 yılında yapılan ilk genel seçimlerde, yine halktan yana hiçbir adaya seçilme ve söz hakkı verilmedi. Ne parti programı, ne de parti örgütü olan “Milli Birlik”çiler, tek liste ile seçimlere katılarak imtiyazlı sınıfa mensup adaylarını halka zorla seçtirdiler. Dr. Küçük Cumhurbaşkanı yardımcılığına, Rauf Denktaş da Türk Cemaat Meclisi Başkanlığına “rakipsiz aday” olarak getirildiler. Liderliğin diğer ileri gelenlerine de bakanlık koltukları dağıtıldı. Dr. Küçük 1968 yılında yapılan Cumhurbaşkanı yardımcılığı seçimlerinde, rakip adayın çekilmesinin sağlanması ile seçimsiz olarak iktidarına devam etti. 1970 Temmuz’unda Rum Toplumunun genel seçimlere gitmesi üzerine, Türk liderliği de Temsilciler Meclisi ve Cemaat Meclisi üyelikleri için göstermelik bir seçim yapmak zorunda kaldı. Faşist yeraltı örgütünün desteklediği “Ulusal dayanışma Programı” şemsiyesi altında yine milli bütünlüğün bozulmaması gerekçesi ardında tek liste ile seçimlere gidildi. Türkiye’de 12 Mart faşizminin yoğunlaştığı günlerde Dr. Küçük’ü adaylıktan vazgeçtiren ve ikinci adayı da tehdit ve silah zoru ile geri çekilmek zorunda bırakan Türkiye ve Kıbrıs’taki gerici çevreler, 1973 Şubat’ında Denktaş’ın Cumhurbaşkanı Yardımcılığı koltuğuna seçim yapılmadan oturmasını sağladılar.

Tekrar günümüze dönecek olursak, 1974 Temmuz’undan sonra meydana gelen olayların Toplumumuza özgürlükler açısından hiçbir değişiklik getirmediğini görürüz. Binlerce can ve milyonlarca lira mal kaybına yolaçan ve yıllardır izlenmekte olan Taksimci politikanın, halkımıza bir yarar sağlamadığı somutta yaşanmıştır. Bugün taksim edilmiş olan Kıbrıs’ta, toplumumuz yine özgür değildir. Kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin getirdiği yeni anayasa, Kurucu Meclis’teki demokratların güçbirliği sonucu birçok maddelerinin değiştirilmiş olmasına rağmen, anti-demokratik niteliğini korumaktadır.

Bu anayasanın kabulünden sonraki altı ay içinde yapılması öngörülen genel seçimler henüz yapılmamıştır. “Olağanüstü durum” gerekçesi ile geçen Aralık ayının ilk yarısında süresiz olarak ertelenmişti. Şimdi Meclise sunulan ve üzerinde çetin tartışmaların sürdürüldüğü “1976 Seçim ve Halk Oylaması Yasa Önerisi”, geç de olsa toplumumuzun bir seçim ortamına gireceğini göstermektedir. Ne yazık ki, iktidardaki dar bir zümrenin tek parti diktatörlüğünü getirmeyi amaçlayan yasa önerisi, adamız ve toplum gerçeklerine uymamaktadır. Her konuda olduğu gibi seçim konusunda da Türkiye’deki uygulamalar kopya edilmektedir. Üç küçük seçim bölgesinde 40 milletvekilliği için yarışacak olan siyasi partilerle bağımsızların, oyların yüksek derecede değerlendirilmesini sağlayan nisbi temsil sistemi yerine, mutlak çoğunluk sistemine göre seçime katılmaları istenmektedir. Bu duruma göre, oyların en az %34’ünü alan bir parti, o bölgedeki tüm milletvekilliği sandalyelerini ele geçirebilecektir. Bağımsız adayların veya partilerin birleşerek ortak liste yapmaları önlenmekte, kamu görevlilerinin aday olabilmeleri için görevlerinden istifaları veya başka bir seçim bölgesinden aday olmaları şartı getirilmektedir. Böylelikle çalışanların büyük bir kısmını oluşturan memur ve öğretmenlerin seçime katılması engellenmek isteniyor. Bu ise anayasa ile verilmiş olan seçme ve seçilme özgürlüğüne ters düşen bir durum yaratmaktadır. Öte yandan görev alanı geniş olan bakanlık genel müdürleri, müfettişler gibi büyük memurlar istifa kaydının dışında tutularak, iktidarın dümen suyunda gitmeleri garantiye bağlanmıştır. Bilinçlenme düzeyi yüksek olan yüksek öğrenim gençliğine de oy hakkı tanınmamaktadır.

İktidardaki Ulusal Birlik Partisi’nin güçlü ve istikrarlı hükümet çıkarma gerekçesi ile hazırladığı seçim yasasının demokratikleştirilmeden Kurucu Meclis’ten geçmesi, son yıllarda çok sınırlı olsa da elde edilen hak ve özgürlüklerin kullanılamayacağı yeni bir ortamı getirecektir.

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde egemen olan Kıbrıs Türk Burjuvazisi oldukça güçsüzdür, gelişebilmesi için emekçi halkı ezmek zorundadır. Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesi ile yaratılan duruma dayanarak, güçlenebileceğini hesaplamaktadır. “Milli dava”, “milli bütünlüğün korunması” gibi sözlerle halkımız üzerinde yıllardır uyguladığı baskı ve terör rejimini yasallaştırmak istiyor. UBP Meclis grubu sözcüsünün “Seçimleri mutlaka biz kazanacağız” şeklindeki sözleri bunu kanıtlamaktadır.

İşbirlikçi Denktaş iktidarının beş yıl daha Toplum yönetimine egemen olmasını amaçlayan seçim ve halk oylaması yasasına karşı çıkalım. Demokratik ve ilerici güçlere düşen görev, bu doğrultuda bir kamuoyu oluşturulmasını sağlamaktır. Emperyalizme ve faşizme karşı verilecek olan örgütlü mücadele ancak demokratik ve ilerici güçlerin işbirliği ve dayanışması ile gerçekleştirilebilir. Toplumumuzda demokratik bir yönetimin işbaşına getirilmesi, Kıbrıs sorununun anti-emperyalist, adil ve barışçı bir çözüme ulaşmasına da yardımcı olacaktır. 

(imzasız, Demokrasi Bülteni, Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği Yayın organı, Sayı:23, Şubat 1976, Londra)