1974 olaylarından sonra iki toplumdan gelen sıradan Kıbrıslıların ilk buluşması, BM Barış Gücü’nün Nobel Barış Ödülü’nü alması dolayısıyla, Lefkoşa’daki Ledra Palas Otel’de 24 Ekim 1988 günü düzenlenen törende gerçekleşti. İkinci kitlesel buluşma ise, yine aynı otelin bahçesinde 16 Nisan 1989’da Uluslararası Öğrenci Birliği tarafından örgütlendi. Her iki toplantıya yaklaşık 100 kadar Kıbrıslı Türk izin alıp katıldı ve Kıbrıslı Rum yurttaşlarıyla görüş alış verişinde bulunma olanağını buldu.
10 Mayıs 1989’da ilk defa Prag’da buluşan Kıbrıslı
Türk ve Kıbrıslı Rum siyasal parti yetkilileri, 10 ve 17 Haziran 1989’da Ledra
Palas Otel’de buluşarak, günümüze kadar gelen aylık toplantılarının temelini
attılar.
TEMAS GRUBU’NUN KURULMASI
“Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu” adı
verilen ortak bir siyasal hareket ise, önce Mart 1989’da Batı Berlin’de, daha
sonra da Lefkoşa’daki ara bölgede, 24 Eylül 1989’da Ledra Palas Otel’de
toplandı. Bu örgütlenme, ilerici Kıbrıslı Rum ve Türklerin, Türk yeraltı örgütü
TMT’nin 1958’deki tedhiş dalgasından sonra, ilk defa gerçekleşiyordu. Temel
ilkelerimizi ve görüşlerimizi kamuoylarımıza duyurduk ve sonra da, “Kıbrıs’ta
federalizm” konusu üzerine hazırlanmış olan her iki taraftan yazılı bildirileri
tartışmak üzere buluştuk. “Bağımsız Kıbrıs” konusunu inceleyecek zamanımız
olmadı ve Ledra Palas’ta ancak üç defa toplanabildik.
18 Aralık 1989’da 12 Kıbrıslı Türk ve 34 Kıbrıslı
Rum hekimle birlikte Kıbrıslı Tıbbi Profesyonellerin İşbirliği Komitesi’ni
oluşturduk. 15 Ocak 1990 günü 4 Kıbrıslı Rum hekim arkadaş, Lefkoşa Türk Devlet
Hastanesini ziyaret etti. Ama Şubat 1990’da Leymosun’da yapılan Uluslararası
Kanser Sempozyumuna Kıbrıslı Türk hekimlerin katılmasına izin verilmedi.
ETKİNLİKLER
Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu olarak,
birçok siyasal, kültürel, tıbbi ve sosyal toplantı düzenledik. Örneğin Kıbrıslı
Türk muhalif liderler Alpay Durduran, Mustafa Akıncı ve Özker Özgür, Lefkoşa’daki
Mağusa Kapısı Kültür Merkezi’nde düzenlediğimiz üç ayrı etkinlikte, ilk defa
Kıbrıslı Rum dinleyicilere hitap etme olanağını buldular. Ama bu ortak
etkinliklerden en çok ses getireni, Aziz Nesin’in Kıbrıs Yazarlar Birliği’nin
çağrısı ile 17-19 Aralık 1990 tarihlerinde Lefkoşa’yı ziyaret etmesi ve kuzeye
geçerek Saray Otel’de iki defa halka açık toplantı düzenlemesiydi.
Kıbrıs Türk liderliği, gerçek federal sistemin ilkeleri
hakkında kamuoyunu aydınlatma çalışmalarımıza karşıydı. Bir süre sonra geçiş
izinlerimizi vermemeye başladılar.
ATAKOL’U ZİYARET
6 Mayıs 1991’de Temas Grubu Hareketimizden 4 kişilik
bir heyet, resmi olarak geçiş izinlerini veren sorumlu dairenin bağlı olduğu
Dışişleri Bakanı Kenan Atakol’u ziyaret etti. Bakan bize, Kıbrıslı Rum yurttaşlarımızla
her buluştuğumuzda, Kıbrıs Rum basınının bizim, “işgal altındaki bölge”den
geldiğimizi yazdığını ve bizim de “işgal” altında yaşamadığımıza dair bir şey
söylemediğimizi ifade etti. Ben, Atakol’a Hareketin Kıbrıslı Türk koordinatörü
olarak “işgal” değerlendirmesini, Kıbrıs’ta bir gerçek olarak kabul ettiğimi
söyledim. Biz o gün Bakanlık’tan ayrıldıktan sonra, Kenan Atakol, bu olayı Rauf
Denktaş’a rapor etti. Denktaş da “Türk Barış Kuvvetleri”nin komutanına bir
mektup yazarak, bana ve o ziyarette bana eşlik eden diğer üç kişiye asla geçiş
izni verilmemesini bildirdi.
İLK BAŞVURU
13 Mayıs 1991’de Bağımsız ve Federal Kıbrıs için
Temas Grubu Hareketi’nin Kıbrıslı Türkler Komitesi, Strazburg’daki Avrupa
Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’na, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “Kıbrıs Türk
makamları” aleyhine bir şikayette bulundu. Bu başvuru, Kıbrıs Türk liderliğini
öfkelendirdi ve basında bize karşı tepki koydu. Komisyon, Kıbrıs hükümetinin
“Sözleşme’nin 1. maddesine göre, Kıbrıs’ın kuzeyindeki Kıbrıs Türk makamlarının
eylemlerinden sorumlu tutulamayacağı”na karar verdi ve başvurumuzu kabul
edilemez bulduğunu açıkladı. (Başvuru No.18270/92, Ahmet Cavit An ve diğerleri,
Kıbrıs’a karşı, 8 Aralık 1991)
RESMİ MAKAMLARLA YAZIŞMALAR
3 Şubat 1992 tarihli ve “KKTC Sağlık Bakanlığı”ndan
aldığım bir yanıt mektubunda, “KKTC Bakanlar Kurulu tarafından alınmış ve benim
Kıbrıslı Rumlarla temasımı yasaklayan bir karar”ın bulunduğu bana bildirildi.
7 Mayıs 1992’de, KKTC Başbakanı’na bir mektup
yazarak, yukarıda sözü edilen mektuptaki Bakanlar Kurulu kararının içeriği
hakkında bana bilgi verilmesini talep ettim. Ama hiçbir yanıt almadım.
29 Mayıs 1992’de Türkiye Dışişleri Bakanlığına bir
protesto mektubu gönderdim, o da yanıtsız kaldı. 18 Mayıs 1994’de “KKTC
Dışişleri ve Savunma Bakanlığı, Konsolosluk ve Azınlık İşleri Dairesi”nden
aldığım bir mektupta, 19 Nisan 1994 tarihli izin talebinin bana verilmeme
gerekçesi olarak, “Güney’de bulunduğum zaman “devlet aleyhinde propaganda
yaptığım” için “güvenlik nedenleri ve kamu yararı” gerekçesiyle bana izin
verilmediği bildirildi.
İKİNCİ BAŞVURU
24 Eylül 1989 ile 8 Eylül 1992 tarihleri arasında,
ben, hem kendi adıma, hem de Hareket’in Kıbrıslı Türk üyeleri adına, Dışişleri
Bakanlığı’na 87 defa başvurarak, “Yeşil Hat”tı geçip Ledra Palas Otel’e veya
Lefkoşa’nın Kıbrıs Rum kesimine geçmek için izin istedim. Sadece 15 defa olumlu
yanıt alabildim.
Reddedilen başvurular arasında, 9 Mayıs 1992’de
Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nda BM Barış Gücü tarafından düzenlenen “Bahar
Şenliği” ve 29 Haziran 1992’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin örgütlediği
iki toplumlu tıbbi seminere katılmam da vardı. Ayrıca, 17 ve 24 Mayıs 1992’de,
aynı makamlar, Hareketimiz tarafından Lefkoşa’nın kuzeyinde düzenlenen bir
toplantıya Kıbrıslı Rumların katılması için izin vermeyi reddetti.
BM Göçmenler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından
düzenlenen iki toplumlu tıbbi seminerlere başvuran bütün hekimler
gidebiliyorken, sadece bana izin verilmiyordu. Siyasal görüşlerim nedeniyle
ayrımcılığa tabi tutuluyordum. Bu şekilde 5 tıbbi seminere katılmam engellendi.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’na bu durumları şikayet etmek için bir
yol bulmaktan başka bir şansım kalmamıştı.
İşte AİHK’una ikinci başvuruyu 8 Eylül 1992’de mesleki
gelişmeme engel olunması nedeniyle yaptım. (Başvuru No.20652/92) O sıralar Rum
kesiminde, özel geçiş izni almış 1,500'den fazla Kıbrıslı Türk çalışmaktaydı.
Ben de Lefkoşa'nın Rum kesimindeki bir özel hastanede iş bulmuştum ve zamanın
ABD Büyükelçisi Robert Lamb'ın da aracı olmasına rağmen, askeri ve sivil
makamlar bana çalışma ve geçiş izni vermediler. Bana karşı uygulanan bu
ayrımcılık, 1993 yılında yayımlanan ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Kongre Dış
İşleri Komitesi'ne sunduğu yıllık raporda da yer aldı.
Öte yandan da 1993 yılından başlayarak, ABD
Büyükelçiliğinin himayesinde düzenlenen “Conflict Resolution” (Uyuşmazlıkların
Çözümü) gruplarının toplantılarına katılan yüzlerce Kıbrıslı Türke, sürekli
geçiş izinleri sağlanmaktaydı. Ama onların temaslarına da Aralık 1997'den
itibaren yasak kondu.
Benim Komisyon’a başvurma nedenlerimden ilki, örgütlenme
özgürlüğü üzerineydi. Seyahat özgürlüğü anlamında bir başvuruda bulunmadım. Zira
bildiğim kadarıyla Türkiye, henüz seyahat özgürlüğü ile ilgili maddeyi imzalamış
değildi.
İkinci başvurma nedenim, yerli hukuk yollarını
sonuna kadar kullanmış olmamdı. Buradaki Dışişleri Bakanlığı ile Sağlık
Bakanlığı’ndan sonra, Başbakanlık’a da başvuruda bulundum. O sıralarda Özker
Özgür Başbakan Yardımcısı’ydı ve ona yazdığım mektupta, Bakanlar Kurulu’nun
aldığı kararla ilgili bana bilgi verilmesini talep ettiğimde de hiçbir yanıt
almadım. Bilahare Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’e yazdığım mektuplar
var. Bunlara da yanıt almadığım için yerli hukuk yollarının sonuna kadar
kullanıldığı kararına varıldı ve doğrudan mahkemeye yapılan başvurum uygun
görüldü. Zaten başvurunun önce haklı veya haksız olduğuna karar verilir,
başvuru kabul edilir, ikinci aşamada başvurunun niteliği üzerinde görüşme
yapılarak kişinin ne derecede zarar gördüğü konusunda veya özgürlüğünün ne
derecede kısıtlandığı doğrultusunda karara varılır.
Kıbrıs Rum toplumundaki gelişmeleri kitle iletişim
araçlarından her gün izlediğim için, Kıbrıs’taki İnsan Haklarının Korunması
için Uluslararası Dernek adlı kuruluşa bir mektup yazarak, yardım istemeye
karar verdim. Şikayetimi Strazburg’a iletmeme yardımcı oldular ve ikinci
davamın avukatı olan İngiltere’deki Leicester Üniversitesi Uluslararası Hukuk
Profesörü Malcolm Shaw’u buldular.
Kıbrıslı Türk avukatlar, bu tür konulara ilgi
göstermediklerinden ve Türkiye’ye karşı bir dava açmaya cesaret edebilen bir
Kıbrıslı Türk avukat bulamadığımdan, bu yolu seçmiştim. İlk davadaki Kıbrıslı
Türk avukatımız (Ergin Ulunay), kendisinin, üyesi olduğu Lefkoşa Baro
Konseyi’nden gelen mesleki ve psikolojik baskı altında bulunduğunu bana
söylemişti. Tek oy farkıyla (4’e karşı 3 oyla) Baro’nun Disiplin Kurulu
tarafından cezalandırılmaktan kurtulmuştu.
Komisyon’a başvurduğumun açıklanması akabinde yazılı
bir tehdit mektubu aldım. Bütün temaslarımın kamuoyuna açık olmasına inandığım
için basına hep bilgi verirdim. Bildirileri, haberleri, tartışmaları, gerek
Yenidüzen gazetesinde, gerekse diğer yayın organlarında o dönemde hep yayınlatmıştık.
İşyerimin kapısı altından atılan tehdit mektubunu da kamuoyuna duyurmuştum.
İmzasız bir mektuptu; akan suları geri döndüremeyeceğimi söyleyen, bu konularda
daha fazla ısrarlı olmamam konusunda tehditkâr bir mektuptu, onu da kamuoyuna
duyurmuştum. Onun dışında belki bir-iki defa da telefonda sövme almıştım.
İngiltere’deki avukatım vasıtasıyla işlemleri izleyebildim.
Tabii başvuru yapıldıktan sonra bir süre beklemeye alındı. O dönemde komisyon
vardı, Mahkeme henüz kurulmamıştı. Önce Titina Loizidu davasının sonucu
beklendi. Loizidu davasında Kuzey Kıbrıs’taki yönetimin Türkiye’nin bir alt
yapı yönetimi olduğu kararına varıldıktan sonra, bizim başvurumuzun daha güçlü
bir şekilde kabul edileceğine inancımız arttı.
DAVANIN SONUCU
Yaptığım 2. başvuru ile ilgili karar, 20 Şubat
2003’de açıklandı. AİHM, Türkiye’yi işgal gücü olarak suçlu buldu ve bana
15,000 Avro manevi tazminat ve 4,715 Avro da yargı masrafı olmak üzere toplam
19 bin 715 Avro ödeme cezasına çarptırdı.
Mahkemede Türkiye adına savunma yapan KKTC eski
başsavcılarından Zaim Necatigil, 2005 yılında Ankara’da yayımladığı “Kıbrıs
uyuşmazlığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kıskacında Türkiye: Avrupa İnsan
Hakları Komisyonu ve Mahkemesi'nde Kıbrıs Rum yönetimi ve Kıbrıslı Rumlar
tarafından Türkiye aleyhine getirilen davalar” başlıklı kitabında şöyle
yazmaktadır:
“Yeşil Hat”taki kapıların 23 Nisan 2003 tarihinde
açılmasına Djavit An başvurusunda AİHM’nin 20 Şubat 2003 tarihinde vermiş
olduğu hükmün büyük etkisi olmuştur. Kapıların bu hükümden sonra açılmasını bir
rastlantı olarak görmek mümkün değildir.”(s.189)
Radikal gazetesi, Ledra Palas barikatının geçişlere
açılmasından bir hafta sonra, 30 Nisan 2003’de şu haberi verdi:
“KKTC ve Rum Kesimi'ne göre, geçişin serbest
bırakıldığı 23 Nisan'dan pazartesi akşamına dek, kuzeye geçen Rumların sayısı
80 bini, güneye geçen Türklerin sayısı 30 bini bulurken, Rumlar KKTC
ekonomisine pazartesi akşamına dek 2.5 milyon dolar (4.2 trilyon TL) girdi
sağladı.”
3 Nisan 2008’de Lefkoşa’daki Ledra Sokağı (Lokmacı)
geçiş kapısının açılması ile 1974’den beri teması kesilmiş olan Lefkoşa’nın Rum
ve Türk çarşıları da birbiriyle birleşmiş oldu.
TAK ajansının 28 Nisan 2023 tarihli bir haberinde
ise, kapılarının geçişlere açıldığı 23 Nisan 2003’ten bu yana geçen 20 yıllık
süre içinde, kara sınır kapılarından 141 milyon kadar giriş-çıkış işlemi
yapıldığı açıklandı. Başta ticaret, eğitim, sağlık ve turizm olmak üzere sosyal
ve ekonomik yaşamın birçok alanında gelişen toplumlararası karşılıklı ilişkiler
sayesinde Kıbrıslılar arasında barış ve anlayış ortamına katkılar sağlanmış
oldu. Ortak siyasal örgütlenmenin hala daha gerçekleştirilememiş olması ise
beni en çok üzen konudur.
Dikkatiniz için teşekkür ederim.
(30 Ocak 2025 akşamı KTOEÖS Lokalinde Kıbrıs Türk
İnsan Hakları Vakfı tarafından düzenlenen “Temel Haklar ile İlgili Stratejik
Davalar ve Dünyayı Değiştiren Davalar” konulu etkinlikte okuduğum metin.)