16 Kasım 2024 Cumartesi

Kıbrıs sorununda hedeflenen federal çözüme ne kadar yakınız?

Bu yıl, Kıbrıs sorununda hedeflenen federal çözümden neden uzak olduğumuza değinmek istiyorum. İsterseniz önce, Kıbrıslı Türklerin ayrı devlet isteğinin geçmişine bir bakalım.

Bilindiği gibi 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üniter yapıdaki anayasası, uygulamada bazı güçlüklerle karşılaştı ve Cumhurbaşkanı Makarios’un 30 Kasım 1963’de açıkladığı 13 maddelik değişiklik önerileri ardından, bu öneriler Kıbrıslı Türklere sadece azınlık hakları vereceği gerekçesiyle, Kıbrıs Türk liderliğinden önce, Türkiye tarafından reddedildi ve 21 Aralık 1963’de toplumlararası çatışmalar başladı.  

Dr. Küçük, 30 Aralık 1963 günü “Anayasanın öldüğünü” ve kendisini artık Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görmediğini, kendisi ile Kıbrıslı Türk bakanların hükümet toplantılarına katılmayı reddettiklerini açıkladı. Türk liderliği ayrıca, Kıbrıslı Türk devlet memurlarını görevlerine gitmeyerek, Türk denetimi altındaki bölgelerde paralel hizmetler oluşturmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Küçük, 10 Ocak 1964 tarihli Fransız Le Monde gazetesinde, muhabire “35. enlemin Kıbrıs’ın taksimi için ideal çizgi olacağını söyleyerek, Girne ve Mağusa limanları da içinde adanın kuzey yarısının Kıbrıslı Türklere verilmesini istiyordu. Dr. Küçük, şunları ekliyordu: “Biz ayrı bir devlet oluşturmak istiyoruz. Rum-Türk karma köyler artık var olamaz. Yurttaşlarım, Rum komşularının tedhişi altında yaşamaktadır. Kıbrıs Türkleri bir azınlık değildir. Kendi dili, dini ve gelenekleri olan bir halktır. Bu adada Rumlar kadar bizim de hakkımız vardır.”

Başkan Makarios, 1964 yazında Cenevre’de ABD’li temsilci Acheson’un sunduğu ve Karpaz yarımadasında Türkiye’ye (NATO’ya) askeri bir üs verilmesi koşuluyla adanın Yunanistan’a bağlanması önerisini reddetti. 

Türkiye adına görüşmelere katılan Prof. Nihat Erim, anılarında şunları yazdı:

“General Turgut Sunalp, askeri bakımdan Karpas Yarımadasından daha büyük bir bölgeye ihtiyacı anlattı. Magosa körfezi kuzeyinde Boğaz’dan, Akantu bölgesi çizgisini, Mr. Acheson ve Amerikalı subaylar kabul ettiler. Kıbrıs’ın yüzölçümü 3572 mil karedir. Kabul edilen sınır ile bunun 300-350 mil karesi Türklere verilen bölge olacaktı, yani adanın yaklaşık olarak % 11’i... Ayrıca en az 5 Türk kanton bölgesi olacaktı. Böylece Türkler Ada’nın %25-30’unda söz sahibi olacaktı.” (Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.374)

Başbakan İsmet İnönü’nün 8 Eylül 1964’de TBMM’de söylediği şu çok önemli sözler, Türk tarafının ta baştan beri Kıbrıs için yapılacak yeni bir anayasadan neyi algıladığını açıkça göstermektedir: “Muahede hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık.”

TOPLUMLARARASI YENİ ANAYASA GÖRÜŞMELERİ (1968-1974)

Haziran 1968’de başlatılan toplumlararası görüşmelerde oluşturulacak olan yeni anayasa “üniter bir devlet”i esas almaktaydı. Kıbrıslı Türk görüşmeci Rauf Denktaş’ın, anayasal konularda çeşitli tavizler verdiği ve % 30 olan devletteki toplumsal temsiliyet oranının %20’ye indirilmesini kabul ettiği kayıtlara geçmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı Makarios, bu tavizler karşılığında Kıbrıslı Türklere adanın belli bölgelerinde toplanarak oluşturdukları ve ada toprağının %3’üne karşılık gelen kendi bölgelerine özerklik vermeyi reddetti. Çünkü bunun ileride adanın taksimine yol açabileceğini düşünmekteydi.

Anılarında bu konulara ayrıntılarıyla yer vermiş olan Kıbrıslı Rum görüşmeci Glafkos Kleridis, 10 Nisan 1973’de Makarios’la hem enosis'i, hem de taksim’i yasaklayan 1960 Anayasası'nın 185. maddesinin yeni Anayasa'ya dahil edilmesi konusunu görüşürken, Makarios’un Yunanistan ve Türkiye bir protokolle bu yasakları kabul etmeden “enosisi dışlayan hiçbir Anayasa’yı tekrar imzalamayacağını söylediğini yazdı. (Kıbrıs: İfadem, Cilt: 3, Lefkoşa 1990, s.270)  

Toplumlararası görüşmelerin, Başbakanı Ecevit'in 2 Nisan 1974'te Rauf Denktaş'la görüşmesinin ardından Kıbrıs sorununa federal bir çözüm önermesiyle sona erdiği bilinmektedir.    

4-7 Haziran 1971'de Lizbon'daki NATO toplantısı sırasında Yunanistan temsilcisi Hristos Palamas ile Türkiye temsilcisi Osman Olcay'ın, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başkanı Makarios'tan kurtulup, "çifte enosis" ilan etme doğrultusunda bir plan hazırladıkları da kayda geçmiştir. İşte bu plan, 15 ve 20 Temmuz 1974’deki çifte ihanet marifetiyle uygulandı ve adamız iki bölgeye taksim edildi.  

FEDERAL ANAYASA GÖRÜŞMELERİ (1977-2017) SONUNDA KUZEYDE YAPILAN ANNAN PLANI OYLAMASININ DEĞERLENDİRİLMESİ

1977 ve 1979’daki doruk anlaşmalarından sonra, toplumlararası görüşmelerin “federal bir devlet” temelinde sürdürülmesi kararlaştırıldı. Çeşitli aşamalardan geçen bu süreç, 24 Nisan 2004’de BM Genel Sekreteri’nin adıyla anılan “Annan Planı”nın tarafların onayına sunulmasıyla sona erdi.  

Bu çözüm planı, adanın her iki bölgesinde yapılan referandumlarda, Türk tarafında % 64,91 oranında kabul görürken, Rum tarafında % 75,38 oranında reddedildiğinden uygulanamadı ve ortadan kalktı. Aslında AB ve ABD’nin desteklediği bu plan, Kıbrıs’taki İngiliz üslerine dokunmazken, kuzeydeki ayrılıkçı yapının tanınmasını öngörüyordu. Öte yandan, 1974’den beri adanın TC işgali altındaki bölgesine, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi hilafına taşınan yerleşimcilerin de referandumda oy kullanmasına karşı çıkılmaması dikkat çekiciydi.

Taksim çizgisinin kuzeyinde yapılan referandumda çıkan %65’e yakın olumlu oy oranı, uzun yıllar gerek Kıbrıs Türk tarafı, gerekse Türkiye tarafından abartılarak, yanlış yorumlandı. Oysa Kıbrıs Sosyal Araştırmalar Merkezi (SOAR) Direktörü Kudret Akay tarafından, 4-11 Haziran 2003 tarihleri arasında 960 kişi arasında yapılan anketin sonuçları bir yeniden birleşmeyi vadetmiyordu ve şöyle özetlenmekteydi:

“Evet” oyu kullanan kuzeydeki seçmenlerin görüşleri:

1.%69,7'si, kendi devletlerinin uluslararası alanda tanınacağına inanmakta ve olumlu bir gidişat öngörüyordu.

2.% 67,3’ü AB üyeliğini desteklemekteydi.

3. %66,1'i ayrı bir egemenlikten yanaydı.

4. %58,5'i, kullanmakta oldukları toprakların sahipliğinin yasal açıdan kendilerine geçeceğine inanmaktaydı.

5. %57.7’si, KKTC’nin uluslararası alanda tanınan bir devletin bir parçası olacağını düşünmekteydi.

6. Kıbrıslı Rumlarla birlikte ortak bir devleti düşünenler, “evet” oyu kullananların %33.7’si kadardı.

7. “Anayurdumun yeniden birleşmesi için “evet” dedim” diyenler, sadece %28.1 oranındaydı.

“Hayır” oyu kullanan kuzeydeki seçmenlerinin görüşleri:

1.% 54,3’ü “vatan yapılan topraklar”ı geri vermek istemiyordu.

2.% 44’ü Türkiye üye olmadan AB'ye girmek istemiyordu.

3. %36,5'i Kıbrıslı Rumlarla ortaklığa karşıydı.

4. %29,2'si yeni mülkiyet ilişkilerinden olumsuz etkileneceğine inanmaktaydı.

5. %27,3’ü toprak ayarlamalarından olumsuz etkileneceğine inanmaktaydı.

6. %19,2'si uluslararası alanda tanınan ve kendilerine ait bir devletin olmayacağını düşünüyordu.  (Radikal gazetesi, İstanbul, 30 Temmuz 2004)

Bütün bu cevaplardan açıkça görüleceği gibi, ankete katılanların çoğunluğu “vatan”, “toprak” ve “Türkiye” ile ilgili milliyetçi duygularla hareket etmekte ve TC’nin himayesindeki ayrılıkçı “KKTC” devletçiğinin, AB üyeliği ile birlikte tanınacağına inanmaktaydı.

SON GÖRÜŞME TURLARININ VARDIĞI NOKTA

Eylül 2008’de başlayan Talat-Hristofyas görüşmeleri, 2010’da Eroğlu’nun başkan seçilmesiyle 2013’e kadar sürdü. 2013’de Anastasiadis seçildi, ama görüşmeler ancak bir yıl sonra, iki liderin 11 Şubat 2014’de mutabakata varmasıyla başlayabildi. 2015’de görevi Akıncı devraldı. Anastasiadis ile Ocak 2017’de Mont Pelerin’de ve Haziran 2017'de Crans Montana’da yapılan görüşmelerde önemli yakınlaşmalar sağladı.

Aradan geçen 50 yıl içinde Kıbrıs sorununda Türk tarafının federasyon derken, adanın ve Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin taksimini istediği, verilen yüzlerce federasyon yanlısı demece rağmen, olayları yakından izleyen siyasal gözlemcilerce bilinmektedir. Nitekim Kıbrıs Cumhurbaşkanı Vasiliu, BBC’ye verdiği bir demeçte açık konuşmuş ve Kıbrıs Türk tarafının çözüm önerilerinin farklı bir algılamaya dayandığımı söylemişti: “Biz bir federasyonu konuşmaktayız, ama tek bir ülke için federasyon. Kıbrıs Türk önerileri, iki ayrı ülkeyi, iki bağımsız devleti konuşmamızı istemektedir. Bu temel üzerinde konuşamayız.” (Cyprus Mail, 5.3.1989)

İşte toplumlararası görüşmelerdeki tıkanıklıklar, bu anlayış farkı yüzündendir. Türkiye’nin 1974 yazında “bozulan Kıbrıs’taki anayasal düzeni yeniden sağlamak” gerekçesiyle yaptığı askeri müdahale sırasında söylenenler ile sonradan gerçekleştirilenler arasındaki çelişkiler ortadadır. Kaldı ki 1960’da üç garantör ülke tarafından imzalanan anlaşma hilafına, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğü korunamamış ve adanın kuzeyinde kalan %36’lık toprak parçası, 50 yıldır etnik temizlik ve askeri işgale maruz kalmaktadır.

Rauf Denktaş’ın resmi olarak ilk defa konfederasyondan, 9 Temmuz 1983 günü KTFD Meclisinde yaptığı Devlet Başkanlığı andı konuşmasında söz ettiğini belirtmeliyiz. Ama ondan sonra da Türk tarafı yeni federal anayasa için görüşmelere her oturduğunda, içten olmadığını her türlü davranış ve demeçleriyle kanıtlamıştır. Oysa uluslararası hukukun yıllardır belirlenmiş bazı ilkeleri ve kavramları vardır. Bunlar algılanmadan politika yapılamaz. Bunlara kişilerin yorumlarına göre farklı anlamlar yüklenemez. Taksim yerine federasyon, konfederasyon yerine federasyon yorumu yapılamaz.

TAKSİM ÇİZGİSİNİN HER İKİ YANINDA YAPILAN BAŞKANLIK SEÇİMLERİNDEKİ FEDERALİST ADAYLAR

Bilindiği gibi 7 Temmuz 2017’de İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yeniden kesintiye uğradı. Federal anayasa hemen hemen bitmiş ve en son “Güvenlik” başlığı görüşülürken, anlaşmazlık baş gösterdi ve ardından Türk tarafı BM parametrelerinden uzaklaşarak “iki ayrı devlet” politikasına yöneldi.  

11 Ekim 2020’de işgal altındaki bölgede yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turuna katılan ve Kıbrıs sorununun federal bir anayasa ile çözümlenmesinden yana olan adaylardan, bağımsız aday Mustafa Akıncı 35,053 oy alırken (%29.84), CTP adayı Tufan Erhürman 24,008 oy aldı (%21.67). Halkın Partisi Genel Başkanlığından istifa etmiş bağımsız aday Kudret Özersay ise 6,574 oy (%5.74) alabilmişti.

Bir hafta sonra 18 Ekim 2020’de yapılan 2. Turda federal çözüm yanlılarının tek adayı olarak yarışan Mustafa Akıncı, 62,910 oy (%48.31) topladı. Ama kazanan, işgal gücü Türkiye’nin yeni politikası “iki ayrı devlet”i savunan Ersin Tatar oldu. 67.322 oy (%51.69) ile seçilen Tatar ile seçimi kaybeden Akıncı arasındaki oy farkı, sadece 4,412 idi. Federal çözüm yanlıları, Türkiye’nin işgal bölgesinde yapılan bu seçimlere müdahale ettiğine ilişkin bir rapor yayımlandı. Seçimlere katılmayanların oranı %32.71 idi.

12 Şubat 2023 tarihinde taksim çizgisinin güneyinde yapılan Başkanlık seçimlerinde federal çözüm yanlılarının adayı olan Mavroyannis’in aldığı oy ise 189,335 (%48.03) idi, ama yarışı 204,867 oy ile (%51.97) Hristodulidis kazandı. Burada kazanan ve kaybeden aday arasındaki oy farkı 15,532 oy iken, seçimlere katılmayanların oranı %27.55 idi.

Rakamlardan da görüleceği gibi, her iki tarafta federalist oylar %48’i bulurken,  ne yazık ki ortak federal bir Kıbrıs cephesi kurulamamıştır. Çünkü her iki ..taraftaki federalistler arasında bir fikir birliği yoktur. Crans Montana’da üzerinde yakınlaşma sağlanmış konuları içeren bir özet, ne AKEL, ne de CTP tarafından hazırlanmamıştır. Toplumlar bu konuda aydınlatılmış değildir.

ADANIN FEDERAL BİRLİĞİNDEN YANA OLAN KIBRISLI TÜRKLERİN ORANI NE KADAR?

Avrupa Parlamentosu’na gönderilecek olan Kıbrıslı temsilciler için 9 Haziran 2024 tarihinde yapılan seçimler için Kıbrıs Cumhuriyeti makamları tarafından yapılan açıklamaya göre, seçmen olmaya hak kazanmış 18 yaş üzerindeki kayıtlı Kıbrıslı Türk sayısı 104,118 idi. Bunlardan 103,281’i adanın işgal altındaki kuzey bölgesinde, 837’si de güneyinde ikamet etmekteydi.

Bu arada Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğine sahip Kıbrıslı Türk sayısının 110,734 olduğunu ve bunlardan 83,950’sinin pasaport aldığını da hatırlatalım.  (Fileleftheros, 1 Nisan 2018)

Avrupa Parlamentosu seçimlerine, ada çapındaki seçmenlerin genel katılım oranı %58.86 idi. 104,118 kayıtlı Kıbrıslı Türk seçmenden sadece 5,676’sının (toplam seçmen sayısının %6.8’sı) oy kullanmış olması düşündürücüdür. TC işgali altındaki kuzeyden gelip oy kullananların sayısı ise 5,523 idi.

O zaman sormak gerek: Adanın yeni federal bir anayasa çerçevesinde yeniden birleşmesinden yana olan kuzeydeki federalist aday Mustafa Akıncı’ya oy vermiş 62,910 Kıbrıslı Türk seçmen, neden AP seçimlerine katılmaktan geri durdu? Federal çözümden yana olduğunu söyleyen CTP’ye ilk turda verilen oyların 34,008 olduğunu yukarıda belirtmiştik. Demek ki onlar da samimi bir şekilde federal bir birleşmeden yana değildirler.

Kıbrıslı Rum toplumu içinde federal çözüm yanlılarının samimiyeti ise, Kıbrıslı Türk federalistler ile ortak bir siyasi cephe kurma yönündeki isteksizlik ile değerlendirilebilir.

Kıbrıslı Türk toplumu ile Kıbrıslı Rum toplumu arasındaki taksim çizgisinin geçiş noktalarıyla aralandığı 23 Nisan 2003’den bu yana geçen süre içinde, tüm Kıbrıslıların federal birliği için mücadele edecek siyasal güçler, ne yazık ki henüz ortak siyasi bir program çerçevesinde örgütlenememiştir ve Kıbrıs sorununda hedeflenen federal çözümün çok uzağındayız.

(Lefkoşa’daki Dayanışma Evi’nde 18 Kasım 2024 günü “Sol ve Kıbrıs Sorunu” Grubu tarafından düzenlenen 6. Yıllık Konferans’ta okundu.)

 

18 Ekim 2024 Cuma

İşgal altındaki bölgedeki yeni tarih kitaplarında milliyetçilik öne çıkacak

13 Eylül 2021-Kıbrıs Radyo Yayın Kurumu (KRYK)

Rumcadan Çeviren: Vula Harana

Dünkü Haravgi gazetesinde “İşgal altındaki bölgedeki yeni tarih kitaplarında milliyetçilik öne çıkacak” başlığı altında Kıbrıslı Türk analizci Ahmet Cavit An’la yapılmış bir söyleşi yer alıyordu. Kostas Pitsilludis imzalı röportaj yazısını aktarıyoruz:

Başlık: “İşgal altındaki bölgedeki yeni tarih kitaplarında milliyetçilik öne çıkacak”

Gazete Ahmet An’ın “İslamcı faşist bir çizgide… İki devlet çözümü desteklenecek – Kıbrıs Rum tarafını düşman gösterecekler” sözlerini alt başlık olarak vurguluyor. Şöyle yazıyor:

Çocuk doktoru ve Kıbrıs, politika konulu 24 kitabın yazarı Dr. Ahmet Cavit An 11 Temmuz 2021’de federasyon taraftarları listesinde adı geçtiği için Türkiye’ye girişine izin verilmemişti. An yeni tarih kitaplarının “iki devlet”liliğin yerleşmesine çalışacağına vurgu yaptı.

“Tüm okul kitapları Türkiye’den getiriliyor. 2000’li yıllara kadar sadece tarih kitapları Kıbrıs’ta yazılıyordu. Yazarı Vehbi Zeki Serter’di. Serter milliyetçi bir öğretmen ve daha sonraki dönemlerde UBP üyesiydi” diyen Ahmet Cavit, Serter’in kitapları’nın 30 yıl boyunca okullarda okutulduğunu vurguladı. Kitaplar etno-santrik Türk milliyetçi çizgide yazılmıştı, “Kıbrıs Türk toplumunun “milli hedefini” resmileştiriyordu ve “öteki” toplumun legalitesini inkâr ediyordu.

“Annan planı çalkantılı tartışmalarının ardından CTP’nin iktidara gelmesi ve yeni eğitim bakanının görevi devralmasıyla birlikte yeni öğretim teknikleri temelinde çok yönlü perspektifler ve eleştirel düşünce ışığında tarih kitaplarının yeniden yazılmasına karar verildiğini” söyleyen Ahmet Cavit An şöyle vurguladı: “Yeni, resimli kitaplar eski etno-santrik yaklaşımdan çok uzaklar. Yeni pedagojik metotlar izliyor ve toplumsal tarihe odaklanıyor. Kıbrıs tarihini ve Kıbrıslı Türklerin tarihini ele alan kitapların yanısıra o dönemde ülke coğrafyası gibi başka yerli kitaplar da yazıldı ve okullarda okutulmaya başlandı. Ancak 2009 Haziran’ında UBP yeniden iktidara geldiğinde bunlar kenara atıldı, zira “milli kimliğimizden uzak” olduklarına karar verilmişti.”

UBP’nin Türkiyeli ve Kıbrıslı Türk öğretmenlerden oluşan yeni bir komite kurduğunu ve yeni kitaplar hazırlattığını söyleyen Ahmet Cavit, bunun, ortaokul ve liselerde okutulan kitaplarda yapılan üçüncü değişiklik olacağını ve İslamcı faşist bir perspektife sahip olup Kıbrıs Rum tarafını tekrardan düşman olarak yansıtacaklarının kesin olduğunu vurgulayarak şöyle dedi:

“Yeni kitaplar eskiden de olduğu gibi “iki devlet” politikasını öne çıkaracak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin özgür bölgesini ve Kıbrıs Rum toplumunu olası düşman olarak gösterecekler.”

Ahmet Cavit An, “Yeni tarih kitaplarının Kıbrıs Türk Sağının (UBP, DP vs.) ve Türkiye Hükümetinin öne çıkardığı geniş çerçeve dâhilinde yer aldığını düşünüyor musunuz sorusuna, “Elbette” cevabını verdi. “Erdoğan’ın talebi sonucunda 11 Ağustos’ta Girne’de düzenlenen “Kıbrıs Türk tarihi ve eğitimi” konulu panelde “Tarihin geleceğe yönelik değerlere dayalı bir kimlik oluşturulması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bilinmeyen Kıbrıs tarihinin öne çıkarılması doğrultusunda bir araç olarak kullanılması gerektiği” belirtildi. Panelde yer alan çeşitli konuşmacılar “Kıbrıslı Türklerin adaya 450 yıl önce ayak basan Osmanlının torunları olduğunu” söyledi. Sanki ondan öncesi yokmuş ve adamızda ondan önce başka toplumlar yaşamamışmış gibi.”

Ahmet Cavit şöyle devam etti:

“Türkiye’nin ajandasında, 1974’ten bu yana, adamızın kuzeyinin “Türkleştirilmesi” var. Türkiye Hükümetleri Kıbrıslı Türkleri hep “daha fazla Türk ve daha fazla Müslüman” yapmaya çalıştı. AKP iktidarı döneminde bu politik çizgide daha da yoğunlaşıldı. Öte yandan bu doğrultuda yarım asırdır adada yaşayan Anadolulu yerleşimcileri ve çocuklarını hedef alıyorlar. Onlara KKTC vatandaşlığı verdiler ve sayıca onlardan daha az olan Kıbrıslı Türklerle birlikte oy kullandırıyorlar.”

Son olarak Ahmet Cavit “Seçimlerin ikinci turunda Tatar’ın 4.412 oy farkla kazandığı ve bu oyların yerleşimcilerin yoğunluklu yaşadığı Mağusa ve Trikomo bölgelerinden geldiği biliniyor” dedi.

22 Ağustos 2024 Perşembe

Dr. Hasan Tahsin Gözmen'in “Bladan’dan Batum’a” başlıklı hatıraları

Benim Dr. Tahsin Gözmen adıyla ilk tanışmam, 1953 yılında ölen dayım ve matbaacı M. Akif’in Birlik Matbaası çalışanlarından Ahmet Nidai Özan’ın kütüphanesinden bize kalan “Müstacel Tababet” adlı bir kitapla oldu. Sonradan Gözmen soyadını alacak olan Dr. H. Tahsin Salih imzasıyla, 1931 yılında Birlik Matbaası’nda 537 sayfalık bir kitap olarak basılan bu eserin tanıtımını, Mart 1987’de hem Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği’nin her yıl çıkardığı dergide (Sayı:21, 14 Mart 1987) , hem de Yeni Kıbrıs adlı aylık dergide (Mart 1987) basılan makalem ile yapmıştım. Aynı makale, 1999’da basılan “Kıbrıs Türk Kültürü Üzerine Yazılar” ve 2014’de 2. Basımı yapılan “Tıp Alanındaki İlk Kıbrıslı Türkler” başlıklı kitaplarımda da yer almıştı. Dr. Hasan Tahsin Gözmen’in yaşamöyküsüne ilişkin üç sayfalık biyografik bilgiler ise, 2002’de Ankara’da basılan “Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler (1782-1899)” kitabımda özetlenmişti (s. 401-404).   

Daha sonra yaptığım Kıbrıs Türk basını taramalarında rastladığım bir haber, yine benim Dr. Tahsin Gözmen tarafından hazırlanan başka eserleri de aramama yol açtı. Kasım 1957’de Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu tarafından yayımlanan bir duyuruda, “Kıbrıs Türklerinin sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesi” adı altında Türkçe ve İngilizce bir kitap yayımlama fikrinde olduğu belirtilmekte ve yazılar gönderilmesi istenmekteydi. Kitap yayımlandıktan sonra Federasyon yararına satışa çıkarılacaktı.

20 Şubat 1958 tarihli Halkın Sesi gazetesinde ise şu bilgi var: “Pek değerli göz doktorumuz Dr. Tahsin Gözmen’in göndermiş olduğu yazı, muhteviyatı ve uzunluğu dolayısıyla hazırlanmakta olan “Sosyal Tarih”imize ayrılmıştır. Esaslı bir tetkik ve uzun bir tecrübeye dayanan bu yazıyı –SOSYAL TARİH-imizde bekleyiniz.”

1997’de ilk basımı yapılan “Kıbrıs’ta Türkçe Basılmış Kitaplar Listesi” adlı kitabımı hazırlarken, bu başlıkla yayımlanmış bir kitaba rastlamamıştım. Girne’deki Milli Arşiv’deki “Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu” dosyasında da böyle bir çalışmanın bulunmadığını öğrendim.  

2014 yılı Nisan ayında, Kıbrıs gazetesinde çıkan bir söyleşiden hareketle, önce Sarper Gözmen’e, daha sonra da onun babası ve Dr. Tahsin Gözmen’in İsviçre’de yaşayan oğlu diş hekimi Soyer Gözmen’e ulaştım ve babasının yazdığı bu “Sosyal Tarih” adlı çalışmayı sordum. İlk defa duyuyordu. Tahsin Bey’in evinde daktilo edilmiş 2. bir kopya varsaydı, belki de evin boşaltılması sırasında büyük ihtimalle çöpe atılmıştı. Soyer Gözmen, babasının çocukluğundan başlayarak 1975 yılına kadar olan yaşamını anlatan ve kendi el yazısıyla yazıp, çeşitli orijinal belgelerle süslediği 325 sayfalık iki hatıra defterinin, abisi Turhan Gözmen’in ölümünden sonra, kendisine intikal ettiğini söyledi. Bu çok güzel bir haberdi. Ona yazdığım mektupta şöyle demiştim: “İnşallah bir gün elinizdeki 325 sayfalık ve belgelerle süslü “Hatıralar”ı, toplumsal bir sorumluluk ve kadirbilirlik olarak yayımlayıp, toplumumuza kazandırırsınız. Bunu sizden talep ve rica ediyorum! (…) Bu hatıraların yayımlanması, çok değerli bilgilerin toplum tarafından öğrenilmesine yarayacak ve belki de bazı bilinmeyenlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.”

Bu haberleşmeden 10 yıl sonra bile olsa, Soyer Gözmen arkadaşımızın babasının, Mayıs 1975’e kadar kaleme aldığı hatıralarını “Bladan’dan Batum”a adıyla yayımlamış olması ve kendi hatıralarını da onun ölüm yılı olan 1983’e kadar eklemesi beni hayli sevindirdi. İmzalayarak üç gün önce bana verdiği 480 sayfalık bu hatıraları, büyük bir ilgiyle ve bazı satırların altını çizerek okudum.   

Fotoğraf ve belgelerle 480 sayfa tutan hatıraların 1.Bölümünde (1891-1920) Tahsin Bey’in Kıbrıs’taki çocukluğu ile Türkiye’deki tıp eğitimi ve 1. Dünya Savaşı-Kurtuluş Savaşı sırasındaki yaşamı anlatılırken, 2. Bölümde (1920-1953) ülkesine geri dönerek, bir hekim olarak yaptığı görevler ve yaşamından kesitler anlatılmaktadır. Bunların içinde en önemlisi, körlüğe yol açan bir bulaşıcı hastalık olan Trahom ile mücadelede yaptığı çalışmalardır.

1950 yılında 25 yıllık hükümet doktorluğundan sonra emekli olan Dr. Tahsin Gözmen’i bu defa sosyal ve siyasal yaşam içindeki gönüllü hizmetleriyle tanıyoruz. 3. Bölüm (1953-1961), Kıbrıs Türk toplumundaki insan ilişkileri açısından da birçok ilginç gözlemi bize aktarır. Lefkoşa Türk Bankası’nın Yönetim Kurulunda önce üye, sonra başkan olarak 1972 yılına kadar görev yapar. Çetinkaya Türk Spor Kulübü’nün başkanı olarak kulüp binasının yapımında katkıları olur. 1953’de başladığı Lefkoşa Belediye Meclisi üyeliğini, 1958 yılına kadar sürdürür. 16 Haziran 1958’de kurulan Lefkoşa Türk Belediyesi’nin onursal başkanlığını üstlenir ve 16 Ekim 1961’deki istifasına kadar yürütür. Bu arada 1956’da kurulan Atatürk Enstitüsü’nün de yöneticiliğini yapar.  

1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması üzerine Kıbrıs Türk liderliği tarafından Kıbrıslı Türk bakanların ve milletvekillerinin seçimiyle ilgili gözlemleri çok ibret vericidir.       

Dr. Küçük’ün Evkaf Yüksek Meclisi Başkanı bulunduğu sırada Kuruçeşme Apartmanı, İşhanı ve daha sonra Saray Otel gibi büyük üç inşaatın belediye inşaat ruhsatlarının alınmadan inşaat işlerinin tamamlandığını belirten Dr. Tahsin Gözmen, Evkaf’ın Lefkoşa Türk Belediyesini tanımayarak ne harç ve ne de vergi verdiğini yazar. Adadaki ayrı Kıbrıs Türk belediyelerinin Türk Cemaat Meclisi’ne bağlanmasından sonra da, bazı Kıbrıslı Türk kişi ve kurumların belediye vergilerini vermekten kaçındıkları ve liderliğin bundaki rolüne değinir.

Babasının anılarını topluma kazandıran oğul Soyer Gözmen’in kitabın sonunda yer verdiği “Penceremden Milliyetçilik ve Son Söz” başlıklı yazısı ise okuyuculara günümüz için de bir yol göstermektedir. Dr. Tahsin Gözmen “hiçbir koşulda feragat etmediği demokratik, hakçı ve sorgulayıcı yapısı sebebi ile dokuz köyden kovulmuş olması bile onu kıramamıştır” diye yazan Soyer Gözmen, şu sözlerle babası ile ilgili kişisel görüşlerini özetlemektedir: “Bir toplum kurtarıcısı, bir toplum kahramanı olmasa da prensiplerinin kendinden sonraki nesillere örnek olabileceğine inanıyorum.”

(21 Ağustos 2024 akşamı, Lefkoşa Türk Belediyesi’nin Merkez adlı salonunda yapılan kitabın tanıtım toplantısında yaptığım konuşma.) 

22 Nisan 2024 Pazartesi

ADADA KIBRISLI RUMLAR İLE KIBRISLI TÜRKLERİN BİRLİKTE VAROLUŞLARINI SAVUNAN TEK GAZETE OLARAK “CUMHURİYET”İN BU KONUDAKİ YAYINLARI (1960-1962)

“Cumhuriyet” gazetesi, Kıbrıs adasında İngiliz sömürge yönetiminin sona erdiği ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak kurulduğu tarih olan 16 Ağustos 1960 günü ilk sayısını yayımlamıştı.

Gazetenin yayımlanmış 89 sayısının gözden geçirilmesi, bize Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk iki yılı hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. Ama biz bu bildiride, sadece gazetenin, yayım süreci boyunca Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının işbirliği ve birlikte varoluş sorunlarını nasıl ele aldığını örneklerle belirtmeye çalışacağız.

Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin birlikte yöneteceği Kıbrıs Cumhuriyeti devletine inanmış bir grup Kıbrıslı Türk aydın tarafından çıkarılan bu haftalık gazetenin sürekli yazarları arasında şu isimler vardı:

“Cumhuriyet” imzalı başyazılar, önceki yıllarda gazete yazarlığı yapmış olan Ahmet Muzaffer Gürkan tarafından kaleme alınırken, onun gibi sonradan avukat olan Ayhan M. Hikmet ise “İktisadi Davalarımız” köşesinde, daha çok Kıbrıs Türk toplumunda işsizlik, köylünün durumu ve diğer ekonomik sorunları incelemekteydi. Ahmet M. Gürkan’ın kardeşi olan diş hekimi Haşmet Muzaffer Gürkan, 2. sayfadaki “Düşünceler” köşesinde yazarken, “İlhan Gündüz” takma adıyla da “Panorama” başlıklı haftalık haber özetleri ve yorumları hazırlamaktaydı. Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarına muhalefeti ile bilinen Dr. İhsan Ali de “Cumhuriyet” gazetesinde yazanlar arasındaydı. 3. Sayfadaki “Çalışma Hayatımız” köşesi, sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu tarafından hazırlanmakta, ama imzası kullanılmamaktaydı. Aynı sayfada “Haftanın gazetelerinden” köşesinde ise, Kıbrıs Rum basınından haberler aktarılmaktaydı.

GAZETENİN YOLU VE ÜLKÜSÜ

Lefkoşa’nın Türk kesimindeki M. Fikri Matbaasında 4 sayfa ve tabloid boyda basılan “Cumhuriyet” gazetesi, 16 Ağustos 1960 tarihli ilk sayısında, ön sayfada yayımlanan “Yolumuz ve Ülkümüz” başlıklı ve “Cumhuriyet” imzalı başyazısında, gazetenin, yıllardan beri Kıbrıs Türk toplumu için küçümsenmeyecek bir boşluğu doldurmak ve bağımsız bir Türk gazetesinin eksikliğini tamamlamak için yayım hayatına atıldığını belirtilmekte ve şöyle denmekteydi:

“Kıbrıs Cumhuriyetinin ilanı gibi tarihi bir hadiseyle yaşıt olarak yayım hayatına atılan “Cumhuriyet” büyük Atatürkün “Yurtta sulh cihanda sulh” prensibine ayak uyduracak ve yurdumuzun, Kıbrısımızın, Akdeniz’de barışın en güzel bir örneğini vermesi için yayım yoluyla gayret sarf edecektir.” Nitekim “Yurtta sulh cihanda sulh” sözleri, gazetenin başlığı altında sürekli olarak yer almıştı. 

Aynı başyazının devamında şu ideolojik yayın ilkeleri dikkati çekmekteydi: “Gazetemiz, Kıbrıs Türk köylüsünün ve işçisinin haklarını daimi surette savunacak, köylümüzün ve işçimizin daha iyi hayat şartlarına kavuşması için gayret sarfedecektir.”

Gazetenin 14 Ağustos 1961 tarihli nüshasında yer alan “İki yıldönümü” başlıklı ve “Cumhuriyet” imzalı başyazıda, bir yıllık deneyim şöyle özetlenmekteydi:

“Biz öyle inanıyoruz ki iki toplumun karşılıklı saygıya dayanan işbirliği zihniyetiyle hareket etmesi, memleketimizde huzur ve asayişin hüküm sürmesi ve Kıbrıs’ın ekonomisinin planlanması halinde iktisadi buhrana çare bulunabilir. Gazetemiz, daha iyi günler görmekliğimiz ümidiyle, bütün yurttaşlara Cumhuriyetin yıldönümünü kutlar.”

Haşmet M. Gürkan, aynı tarihli gazetede “Bağımsızlık Günü” başlıklı makalesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıldönümü kutlamalarının yapılmayacağı yönündeki açıklamalara değindikten sonra “Bağımsızlığının yıldönümünü kutlamıyan memleket olur mu?” sorusunu sormaktaydı. Daha sonra Cumhuriyet hükümetinin bir yıllık icraatındaki olumsuzlukları şöyle dile getirmekteydi: “Yüzde 30-70 nisbetinin tatbiki veya belediyelerin taksimi gibi problemlerin çözümünde tatminkar ilerlemeler elde edilmemesi, iç huzuru iyice sarsan asayişsizlik olaylarının önlenememesi işsizlikle iktisadi krize çareler bulunmaması gibi hususlar, bir yıllık icraatın başarısız yönleridir.”

BASININ SORUMLULUĞU

“Cumhuriyet” gazetesi, Kıbrıs Türk basınında olduğu gibi, Kıbrıs Rum basınında çıkan ve iki toplumun arasını bozmaya yönelik yazıları da eleştirmekteydi. Örneğin 13 Eylül 1960 tarihli gazetede (Sayı:5) yer alan “Yıkıcı Münakaşalar” başlıklı başyazıda şöyle deniyordu: 

“Gerek Türk, gerek Elen gazetelerinin bazıları, Kıbrıs Cumhuriyeti genç bünyesini yıpratabilecek bir mahiyet arzeden bazı müfrit yazılara maalesef yer vermektedirler. Bu, genç Cumhuriyetimizin geleceği bakımından makul düşünen her Kıbrıslıyı üzse gerektirir. Bu üzüntüyü endişe haline getirmemek için her iki esas cemaate mensup sorumlu şahsiyetlerin bir araya gelerek, gerilen sinirlerin yatıştırıcı yola yönelen bir işbirliği programı üzerinde anlaşmaları icab etmektedir. Çünkü her geçen gün sinirler biraz daha gerilmekte ve iki esas cemaat arasındaki duygu ve düşünce farkı gittikçe artmaktadır.

Mazideki kara günlerin geri gelmesini asla istemiyen vatandaşlar olarak biz öyle inanıyoruz ki, her iki cemaatin de aşırı milli duygulardan ve birbirine karşı yersiz nefretten vazgeçmesi zamanı çoktan gelip geçmiştir. Genç Kıbrıs cumhuriyetinin vatandaşları olarak yeni devletimize karşı mesuliyetli bir yolda yürümez isek mazinin karanlık uçurumuna tekrar düşebilir ve bugün Kongo’yu kemiren kangren olmuş yara genç Kıbrıs Cumhuriyetinin bünyesini de kemirebilir. 

Her Kıbrıslıya düşen vazife aşırı duyguları bir yana bırakarak, maziyi unutup bu güzel vatanın iktisaden kalkınması yolunda gayret sarfetmek ve halen bize uzatılan Birleşmiş Milletlerin yardım elini olgun vatandaşlar olarak sıkmaktır. En acil davamız adamızın iktisadi buhrandan kurtulmasıdır. Şövenizme germi vermek değil!”

MUHALEFET PARTİSİ DE KURULUYOR

Cumhuriyet gazetesinin 3 Ekim 1960 tarihli (Sayı:8) nüshasının manşetinde şu haber yer almaktaydı: “Kıbrıs Türk Halk Partisinin dünkü toplantısı. Toplantıya her sınıf halktan iştirak oldu. Gürsel’e ve İnönü’ye devrimlere bağlılık mesajları gönderildi.” Haberde, partinin kuruluş toplantısında Genel Sekreterliğe Avukat Ahmet Muzaffer Gürkan’ın seçildiği duyurulmaktaydı. “Kıbrıs Türk Halk Partisinin halkımıza seslenişi” başlıklı ve 2 Ekim 1960 tarihli bildirisinde ise “İç siyaset” başlığı altında, “Zürih ve Londra anlaşmalarının bir neticesi olan Kıbrıs Cumhuriyetine ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının lafzına ve ruhuna bağlılığımızı da belirtmek iç siyaset alanındaki tutumumuz bakımından esastır” denmekteydi.

Aynı tarihli gazetenin başyazısı da “Demokrasiye doğru” başlığı altında şunları yazmaktaydı: “Geçen Salı günü Limasolda kurulduğunu ve dünkü Pazar günü Lefkoşa’da teşkilatlanıldığını memnuniyetle öğrendiğimiz KIBRIS TÜRK HALK PARTİSİ halkımızın bağrından doğmuş ana murakabe veyahut –halk deyimiyle- ana muhalefet partisidir.”

“CUMHURİYET”İN BİTMEYEN UYARILARI

14 Kasım 1960 tarihli “Cumhuriyet”in manşetinde ise şu uyarı vardı: “Cemaatlararası çarpışmalardan fayda umanlara ihtar… Şöven Neşriyata artık son verilmelidir”

Manşetin altında şu görüşlere yer veriliyordu: “Son günlerde her iki tarafın bazı yazarları tarafından, bütün Kıbrıs halkının menfaatlerine zarar getiren şöven neşriyata hız verilmiştir. Bilindiği gibi bu neşriyata hız verilmesinin sebebi, yabancı memleketlerin bazı siyasi çevreleri tarafından ortaya bir “Kıbrıs Milleti” atılmış olmasıdır. Bu neşriyat yekdiğerinin milliyetine küfredecek derecede ileri götürülmüştür. Türkiye Hükümeti Dışişleri sözcüsünün de yapmış olduğu beyanata göre, Kıbrısta Türk ve Rum cemaati arasındaki ahengi ve karşılıklı itimat havasını bulandıracak bu kabil neşriyat zararlıdır ve iki cemaat arasında yeni bir çarpışma zemini hazırlayacak derecede tehlikelidir.

(…) Kıbrıs  Anayasasında Kıbrıs Türklerinin Türklüğünü ve Kıbrıs Rumlarının Elenliğini inkar eden bir madde yoktur. Kıbrıs Cumhuriyeti iki milli cemaattan teşekkül etmiş bütün bir devlettir. Ortada mevcut olan Kıbrıs Milleti değil, Kıbrıs Devletidir. Çok milletli bir devlet tarihte ilk defa görülmüş değildir. Türk olsun, Rum olsun basına ve mesuliyetli çevrelere düşen vatani ve milli vazife, Kıbrıs Cumhuriyetini yaşatmak ve tekamül ettirmektir.”

“ENOSİS VE TAKSİM ÜLKÜLERİ TERKEDİLMELİ”

“Cumhuriyet” gazetesi daha ilk sayılarından başlayarak, sürekli olarak adanın bütünlüğünü ve kurulan yeni devletin devamını savunmuş ve her iki toplum liderliğinin savunduğu enosis ve taksim ülkülerine karşı çıkmıştı.

23 Ağustos 1960 tarihli (Sayı:2) Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Anayasa üzerine etüdler: Kıbrısın Bütünlüğü” başlıklı makalenin girişinde, Zürih ve Londra anlaşmasında yer alan şu önemli madde aktarılmaktaydı: “Cumhuriyetin ülkesi bir bütün olup parçalanamaz. Kıbrısın tamamen veya kısmen herhangi bir devletle birleşmesi veya ayrılığı güden bir bağımsızlık konu haricidir.”

Makale, bu maddenin şu gerçeği haykırdığını belirterek şöyle sonlanmaktadır:

“Yeni bir devre giren bu memlekette artık, iki cemaat bir arada yaşayamaz gibi müfrit fikirlere yer yoktur. Ayrılmaz bir bütün olan bu vatan topraklarında iki cemaat yekdiğerinin hususi sahadaki haklarına hürmet ederek ve umumi sahada yardımlaşarak, işbirliği yaparak, dostluğunu fazla perçinleştirerek, daha demokratik ve daha müreffeh bir hayata doğru büyün adımlarla ilerleyeceklerdir.”

 “VATANDAŞIN ÖDEVİ”

“Vatandaşın Ödevi” başlıklı ve 5 Haziran 1961 tarihli gazetede yer alan başyazıda şöyle deniyor:

“Biz öyle inanıyoruz ki adamızda huzur ve sükun kökleşince ve cemaatlerarası münasebetler tamamen normalleşince Kıbrıs anlaşmalarının tatbikince rastlanacak pürüzler ortadan kalkacaktır. Bununla beraber şimdiki halde ada statüsünde herhangi bir değişiklikten dem vurmak ve daha da ileri giderek, taksim ve enosis gibi iki ayrı kutuptaki statülerin özlemini belirtmek ne Kıbrıs halkının ve ne de Türkiye ve Yunanistanın menfaatlerine hizmet sayılabilir.

Bu gibi aşırı özlemlerin belirtilmesi ancak ve yalnız Kıbrıs halkının düşmanı olan bazı yabancı devletlerin sinsi ve bozguncu maksatlarına hizmet edebilir. Bu böyle bilinmeli ve her Kıbrıs vatandaşı Cumhuriyet rejimi çerçevesindeki sorumluluğunu kavrıyarak, yıkıcı ve ayırıcı özlemleri belirtmekten daima sakınmalıdır.”

 Aynı tarihli gazetede bu başyazının yanında yer alan “Kıbrıs’ın İstikbali” başlıklı yazıda ise şu uyarılar yer almaktaydı:

“Hayat pratik sahada isbat etmiştir ki, güzel yurdumuz –Akdenizin İncisi- Kıbrıs’ın istiklali, Kıbrısta yaşayan iki esaslı toplumun –Türk ve Rum halkının- karşılıklı anlayış ve hürmete dayanan samimi iş birliğine bağlıdır. (…)

Bütün ilgili tarafların imzasını taşıyan Anayasasıyle de reddedilen Enosis ve Taksim hülya ve hayallerine artık bir son verilmelidir. Tarihi olaylar da isbat etmiştir ki, bu iki parola, iki cemaat arasında sadece husumet, kin ve kanlı hadiseler yaratmaktan öteye geçmemektedir.”

“KIBRIS KIBRISLILARINDIR”

2 Ocak 1961 tarihli (Sayı: 21) Cumhuriyet’te çıkan “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” başlıklı yazıda ise adanın bağımsızlığının formülü şöyle verilmekteydi:

“(…) Vatanını ve milletini seven her Kıbrıslı Türk ve Ruma düşen vazife, yek diğerinin haklarına hürmet etmek, hür Kıbrısın yaşamasını ve tekamül etmesini sağlamak, cemaatlerini daha demokratik, daha müreffeh, daha mesut ve sulhçu bir hayata ulaştırmak için bütün gücüyle çalışmaktır. Bunun aksini iddia etmek –bizim fikrimizce- gerçeği görmemek, gerçeği anlamamak veya maksatlı olarak gerçeğe göz yummak demektir.

Kısaca Kıbrısın istiklaliyeti, her hangi bir millete veya devlete ilhak edilmesi değil, Kıbrısın Kıbrıslılar tarafından idare edilmesi demektir. Kaldı ki bu, esas prensip olarak, Kıbrıs Anayasasına da geçirilmiş ve ilgililer tarafından imzalanmıştır.”

ANAYASAL SORUNLAR

Kıbrıs Anayasasının uygulanması sırasında ortaya çıkan sorunlar, “Cumhuriyet” gazetesi yazarları tarafından objektif bir şekilde ve sağduyu ile değerlendirilmişti. 3 Nisan 1961 tarihli gazetenin (Sayı:34) manşeti şöyleydi: “Vergi Kanunu Tasarısı Meclisten geçmedi.”

Haberin ayrıntısında Lefkoşa’da  yüzde 70-30 nisbetiyle Belediyeler meselesinin bir an önce hallini isteyen gençlerin  yaptığı nümayişten söz edilmekte ve “Berberoğlu Meclis Grubundan istifa etti” haberi şu gerekçesiyle verilmekteydi:

“Meclisteki Türk grubunun grup müzakerelerindeki tutumuyla müzakerelerde takip ettiği sistemi beğenmediği ve grubun hala bir tüzüğü olmadığı keyfiyetini tasvip etmediğinden Meclis Grubundan istifa etmiştir.”

“BAŞKANIN SÖZLERİ ÜZERİNE”

8 Mayıs 1961 tarihli “Cumhuriyet”deki (Sayı:39), “Düşünceler” köşesi yazarı Haşmet M. Gürkan, “Başkanın Sözleri Üzerine” başlığı altında şunları yazmıştı:

“Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios, bir müddet önce yabancı bir gazeteciye verdiği bir mülakatta Kıbrıstaki toplumlararası durumun realist bir tablosunu çizmiştir. Kıbrıs’ta bir nevi ırk ayrılığı olduğunu, Rumlarla Türklerin ne sosyal, ne de ticari bakımlardan kaynaşmadıklarını belirten başkan, “Olağanüstü Durum” zamanında başlıyan bu halin, gerek Rum ve gerekse Türk olarak Kıbrıs halkının, zamanla, artık yeni bir halk olduklarını anlamalarıyle düzeleceğini ümit ettiğini söylemiştir.

Cumhurbaşkanı acı bir gerçeği ifade ediyor. Olağanüstü durum günlerine kadar Kıbrıs’ta Rumlarla Türkler arasındaki münasebetler normaldi. Geri hiçbir zaman arada sosyal bir kaynaşma olmamıştı, lakin o günlerde normal vatandaşlık münasebetlerinin vardığı seviye, bu gün için ideal denecek derecedeydi.

Aradan geçenlerin üzerinde durmakta fayda yok. Önemli olan Kıbrısın bu yeni devrinde yeni bir hayat başlatabilmektir. Cumhuriyet hükümeti bu bakımdan özel çabalara girişmek zorundadır. Düşüncemizce bu gün için yapılacak şeylerin başında, tartışma konusu olan meselelerin yani Anayasanın henüz uygulanmamış bazı maddelerinin öncelikle uygulanmasının sağlanması gelmelidir. Böylelikle kolayca tartışma ve huzursuzluk konusu olan meseleler ortadan kalkacaktır. (…) Devlet kendini halka sevdiren, benimseten teşebbüslere girsin, Türküyle Rumuyla bütün Kıbrıslılar müşterek devletlerinin pratik faydalarını görsünler, o zaman kim dinler politikayı ayağa düşürmekte fayda uman politikacıları. Kim kulak asar tahriklere, kışkırtmalara.”

GAZETECİLERİN ORTAK ÇALIŞMALARI

“Cumhuriyet” gazetesi, Kıbrıs’ta Rumca ve Türkçe yayın yapan gazetelerin iki toplum arasındaki ilişkileri bozacak yayınlarını eleştirirken, her iki tarafın gazetecilerinin de işbirliği yapmasından yana bir politika izlemekteydi.

Örneğin 23 Ocak 1961 tarihli (Sayı:24) nüshasındaki manşet haberi şöyle idi:

“Cemaatlararası münasebetlerde müsbet adımlar. Türk ve Rum gazeteciler müşterek toplantı yaptı. Dr. Küçük’ün beyanatı iyi karşılandı.” Haberde, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün Lübnan ziyareti dönüşü, oradaki cemaatlerin işbirliğini örnek göstermesi takdir edilmekteydi.

15 Mayıs 1961 tarihli (Sayı:40) gazetede ise Kıbrıslı Rum ve Türk gazeteciler heyetinin, 17 Mayıs günü Kıbrıs’tan uçakla Ankara’ya hareket edecekleri duyurulmaktaydı. Habere göre gazeteciler, Türkiye’de 12 gün kalıp temaslar yapacak, İstanbul ve İzmir de ziyaret edilecek, daha sonra 29 Mayıs’ta Atina’ya geçecek olan heyet, bir de Batı Trakya gezisi yapacaktı. Adaya dönüş ise 10 Haziran’da olacaktı. Haberde, geziye Cumhuriyet gazetesi adına Haşmet M. Gürkan’ın katılacağı belirtilmekteydi.

Haşmet M. Gürkan, bu gezilerle ilgili izlenimlerini, 5 Haziran 1961 tarihli gazetedeki (Sayı:43) “Düşünceler” köşesinde, “Bir “iyi niyet” gezisinden notlar:1” başlığı altında anlatmaya başlamış ve 24 Temmuz’a kadar 8 yazı halinde sürdürmüştü. Gürkan, ilk yazısında “Birlikte yaşamak lüzumu” başlığı altında, Kıbrıslı gazetecilerle Selim Sarper’in yaptığı konuşmaya değinerek, izlenimlerini şu ara başlıklarla aktarmıştı: Birlikte yaşamak, Yıkmak kolay, yapmak zor ve Askıdaki meseleler.

Gürkan bu yazıda ayrıca, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk gazetecilerin “Müşterek beyanname”sini de yayınlayarak, şu ortak dileği alıntılamıştı: “Yeni kurulan devletlerde vukuu tabii olan müşküller bulunmakla beraber, karşılıklı anlayış ve iyi niyetin kısa zamanda bunları telafi edeceğine eminiz.”

Türkiye ve Yunanistan’a yapılan bu gezilere şu gazetelerden temsilciler katılmıştı: Bozkurt, Fileleftheros, Kypros, Cumhuriyet, Haravghi, Phos, Nacak, Mahi, Halkın Sesi.

19 Haziran 1961 tarihli gazetede ise, 3 Haziran Cumartesi günü Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni ziyaret eden Cumhurbaşkanı Makarios ile birlikte Kahire’ye giden Kıbrıs basın heyetinde Cumhuriyet gazetesini temsil eden Ayhan M. Hikmet, “Birleşik Arab Cumhuriyeti Gezisinden Notlar” başlığı altındaki izlenimlerini 3 Temmuz’a kadar 3 yazıda anlatmıştı.

DR. İHSAN ALİ’NİN UYARILARI

“Cumhuriyet”in yazarları arasında yer alan Dr. İhsan Ali, gazetenin 20 Şubat 1961 tarihli (Sayı:28) nüshasının ön sayfasındaki sağ alt köşede yer alan “Rum vatandaşlarımız realiteye dayanan bir siyaset takip etmelidir” başlıklı yazısında, bazı Kıbrıslı Rum politikacıların, Kıbrıs Rum basınına verdikleri demeçleri eleştirmiş ve şöyle yazmıştı:

“Olan olmuştur; kurulan bu Cumhuriyet bir ucube da olsa Türk, Rum bu adada yaşayan herkese düşen vazife onu yaşatmaktır. Her ferdin Kıbrıslı zihniyeti ile hareket ederek memleketin terakki ve tealisine çalışması lazımdır. Başka hülyalar arkasında koşmak ancak huzursuzluğu ve düzensizliği intaç eder. Halbuki iki unsur arasında meydana gelen buz yığınlarının erimesi ancak yine bu iki unsurun birbirine karşı yaklaşmaları ve eski dostluğu ihya etmeleri ile mümkün olabilir. Bunun için de karşılıklı iyi niyet esastır. Yalnız bir taraflı fedakarlık ve taviz beklenemez elbette. (…)

Dr. İhsan Ali, gazetenin 21 Ağustos 1961 tarihli sayısında yer alan “Memleketteki Siyasi Huzursuzluk” başlıklı yazısında, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum basınının ülkedeki siyasi huzursuzluğu körüklememesi gerektiği üzerinde duruyor ve şunları yazıyordu:

“Bir müddetten beri Türk ve Rum basını adeta düello halindedir. Ne gariptir ki aradaki gergin durum, yapılan iyi niyet gezilerinden sonra daha da kötü bir hal almıştır… Uygunsuz ve münasebetsiz polemiklerle umumi bir huzursuzluk yaratmak bu memlekete hiçbir fayda sağlamaz… Bu gidişata bir son verilmesi için Türk, Rum elele vererek çalışmak icabeder. (...) Aynı zamanda her iki tarafın şövenistleri ve demagogları bu memleketin menfaatı namına artık susmalıdırlar. Enosis ile Taksim her iki taraf için artık bir hayal olmuştur. Kıbrıs’ta asırlarca dost ve kardeş olarak yaşamış iki unsurun bundan böyle de aynı şekilde yaşamamaları için bir sebep yoktur…

Netice itibarıyle, memleketteki siyasi huzursuzluğu gidermek için Enosis ile Taksim tezlerinin bir tarafa bırakılması ve iktidardakilerin ise tehdit ve tedhişi önlemeleri ve vatandaşlara partizanca muamelede bulunmak gibi hareketlerden vazgeçmeleri şarttır.”

TÜRKÇE’YE ÖNEM VERİLMESİ

Sayı:26, 6 Şubat 1961 tarihli (Sayı:26) Cumhuriyet’in ön sayfasında yer alan “Haftanın Konusu: Televizyon üzerine” başlıklı yazıda, Haşmet M. Gürkan, radyoda olduğu gibi, televizyonda da ayrı bir “Türkçe Yayın Müdürlüğü” kurulması gerektiğini vurgulamakta ve “Türkçe programların ıslahı ve kaliteli bir seviyeye yükseltilmesi için galiba başka çıkar yol yoktur” demekteydi

5 Mart 1962 tarihli gazetenin 4. Sayfasındaki “Zoraki Türkçe” başlıklı yazıda ise, resmi gazetenin Türkçeye gerekli saygıyı göstermediğinden şikayetle, 1 Mart tarihli sayıda yer alan bir kanun metnindeki Türk hukuk diline ve dolayısıyla Türkçeye uymayan kelimelerin kullanıldığı belirtilmekte ve “kanun metinleri, açık ve kesin ifadeler taşımalıdır” vurgusu yapılmaktaydı. Yazı şu uyarıda bulunulmaktaydı: “Dilin en iyi şekliyle yazılmasına dikkat edilmediği için kanun diye Türkçe gramer hatalarıyla dolu metinler yayınlanmaktadır… Dilimize daha fazla saygısızlıkta bulunmalarını önlemek zamanı gelmiştir.”

“BASININ VAZİFESİ”

Cumhuriyet gazetesinin 2 Ekim 1961 tarihli sayısında Ayhan Hikmet’in “Basının Vazifesi” başlıklı yazısında, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum basını “tahrikten uzak yayın yapmaya” çağrılmaktaydı. Ayhan Hikmet yazısında şu görüşlere yer veriyordu:

“Memleketin geleceği için Türküyle Rumuyla bütün Kıbrıs basınına büyük vazifeler düşmektedir: Memlekete sulh ve sükûnu getirecek, iktisadi kalkınmaya giden yolu açacak, sefaletin ortadan kalkmasında en büyük hizmeti geçecek olan basındır. Bugün Türk veya Rum olsun her Kıbrıslı, fakir veya zengin, genç veya ihtiyar olsun, bu vazifeyi basından beklemektedir.

Bugün biz bütün samimiyetimiz ve hüsnüniyetimizle Türk ve Rum bütün yerli basına dostluk münasebetleri kurmaları için sesleniyoruz ve daha evvel varılan anlaşmalar çerçevesi içinde, her türlü tahrikten uzak olarak, memleketin ve toplumların yüksek menfaatlerini göz önünde bulundurarak yayım yapmıya devam ediyoruz. Yurdumuzun menfaati bizden bunu beklemektedir.”

Gazetenin 16 Ekim 1961 tarihli manşeti ise şöyleydi: “Toplumlararası münasebetler baltalanmamalıdır. Anlaşmazlık ve gerginlik konuları ilkin yetkililerce ele alınmalıdır.”

23 Ekim 1961 tarihli gazetenin manşetinde ise şu uyarılar vardı: “Türk semti diğer unsurlardan tecrit edilmemelidir. Haklarımızı taşkınlıkla değil, vakarla savunmasını bilelim.” Haberde Dr. Küçük’ün Rum esnafın Lefkoşa merkez çarşısına dönmesi çağrısı yer alırken, Denktaş’ın demeci sonrasında Bozkurt’un “dönerlerse ciddi olaylar çıkar” diye yazması eleştirilmekteydi. Manşetteki haber şu dilekle sona ermekteydi: “Türk semtlerinin eskisi gibi muhtelif unsurların kaynaştığı ve alış verişin ideal bir seviyeye yükseldiği bölgeler haline tekrar gelmesi temin edilmiş olur.”

Aynı tarihli Cumhuriyet’teki bu manşet haberin altındaki başlık ise şöyle idi: “Cemaatimiz yeni maceralara mı sürükleniyor? Zürih ve Londra Anlaşmalarını yıkmak toplumumuzun mahvı demektir.” Haberde ise üç Kıbrıslı Türk bakanın, üst düzey memurlarıyla bir önceki hafta içinde toplantı yayıp, Kıbrıslı Rum amir ve bakanları dinlememelerini, bir nevi sivil itaatsizlik kampanyası başlatılması gerektiğini telkin ettikleri belirtilerek, “Şimdilik sağduyu üstün geldi” görüşü dile getirilmekteydi.

KIBRIS RUM BASININA UYARILAR

6 Kasım 1961 tarihli Cumhuriyet’te yer alan “Eleftheria’nın Garip Tutumu” başlıklı bir yorumda, bu gazetenin Yunan genel seçimlerinden sonra KR halkının Yunan iktidar ve muhalefeti ile birlikte “acaip Zürih ve Londra anlaşmasının “adalet ve ahlak” esaslarına göre yeniden gözden geçirilmesini hedefleyen bir dış politika gütmelerini isteyen bir yorum yazdığı belirtilerek, şöyle denmekteydi: “Bugün bunun yapılmasını isteyen fanatik çevreler yarın anlaşmaların feshini de isteyebilirler. Zürih anlaşmasının kusursuz olduğunu iddia edecek değiliz. Ama bu anlaşmanın Kıbrıs’a önce barış, sonra da bağımsızlık sağladığı bir gerçektir. Daha sonra yapılan Londra anlaşması ve hazırlanan anayasa, Kıbrıs’taki iki esas topluma, elele vererek, sahibi bulundukları topraklar üzerinde kendi başına buyruk bir devlet kurmak imkanı sağlamıştır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir yıllık mazisi, çeşitli dahili ve harici menfi tesirlere, telkin ve tahriklere rağmen, Cumhuriyetin yaşama kabiliyeti olduğunu göstermiştir. Cumhuriyetin yaşamasına uygun ortamı sağlayan Zürih anlaşmasıydı.”

Yorum yazısı, Eleftheria gazetesine “menfi neşriyattan vazgeçmelidir” diyerek, şöyle sonlanmaktaydı: “Barışın geç geldiği bu güzel topraklarda yeniden ıstıraplı, karanlık devirlerin başlamasını istemiyenlerin, sadece barış karakterine dahi bakarak, Zürih anlaşmasına saygı duyması gerekmektedir.”

13 Kasım 1961 tarihli (Sayı:66) Cumhuriyet’te de Kıbrıs Rum gazetelerine eleştiriler şu başlıklar altında sürdürülür: “Kül eşeleme Mahi”, “Eleftheria buna ne der”, “Onlara gelince” (Eleftheria’nın yazısına), “Gerçeklerle uzlaşmıyan görüşler” (Kypros’un yazısına).

20 Kasım 1961 tarihli gazetenin manşeti ise şöyle: “Dr. Spiridakis’e halisane tavsiyemiz, siyasi başarı uğruna memleketin havasını bulandırmamaktır. Rum Cemaat Meclisini savunurken, anlaşmalara saldırmak, siyasi olgunlukla bağdaşamaz.”

TEMSİLCİLER MECLİSİ’NDEKİ KRİZ

Cumhuriyet’in 25 Aralık 1961 tarihli manşeti ise “Gelir Vergisi Kanun Tasarısı geçirilemedi” şeklindeydi ve şu uyarı yapılmaktaydı: “Kıbrıs Türk ve Rum halkı iktisadi kriz ile pençeleşirken, Temsilciler Meclisi üyeleri siyasi kriz yaratma yoluna gitmemelidir. Siyasi mevki sahiplerinden beklenen itidalle hareket etmektir. Cumhurbaşkanı Yardımcısının beyanatının ruhu, hükümet sorumlularına örnek olabilecek mahiyettedir.

Peşinen şunu belirtelim ki, bugünkü siyasi kriz, bir taraftan “Türklerin her isteğine evet mi diyeceğiz” kompleksi içinde bulunan bir kısım şöven düşünceli Rum mebuslarıyla, öte taraftan Cumhuriyet rejiminin normal çalışmasını köstekleyici fikir ve icraatlarıyla tanınmış çevrelerin direktifi ile hareket eden bazı Türk üyelerinin inatçı tutumları neticesidir. Ne kadar acıdır ki, yapıcı fikir ve icraatıyla tanınmış Türk üyelerinden Berberoğlu’nun gayretleri dahi bu inatçı tutuma tesir edememiştir. (…) Bu hatalar zincirine daha büyük bir halka ekliyen, elbette ki Rum muhalefet partisinin organı olan “Ethniki” gazetesinin şövenistçe kaleme alınan makaleleridir.”

1 Ocak 1962 tarihli (Sayı:73) gazetenin manşeti de “Gelir Vergisi Tasarısının geçmemesinin yarattığı acaip durum” şeklinde olup, şu uyarı yapılmaktaydı: “Hükümet mekanizması aksayacağı gibi vatandaş çifte vergi ödeyecektir. Temsilciler Meclisi üyelerini halka karşı olan ödevlerini ifaya davet ederiz.”

Cumhuriyet gazetesi, 8 Ocak 1962 tarihli (Sayı:74) nüshasında şu manşeti kullanmıştı: “Cumhurbaşkanının sözlerine hissiyat değil mantık hakim olmalıdır… Kıbrıs basını memleket davalarına ciddiyetle eğilmelidir.”

Haberde Makarios’un dini bir kurum toplantısında yaptığı konuşmada, Kıbrıs Anlaşmalarının, zafere bir sıçrama tahtası olduğundan ve anayasayı değiştirmeye çalışacağından söz ettiği ve bundan sonra işçi sendikalarının BM’e telgraf göndererek, yüzde 70-30 nisbetinin yeniden gözden geçirilmesini talep etmelerine zemin hazırladığı belirtilmekteydi. Gazete haberini şu sözlerle sonlandırmaktaydı: “Genel efkara müspet yönde ışık tutmakla görevli olan Kıbrıs basınına düşen vazife, yurdumuzdaki huzursuzluğu körükleyici her türlü neşriyattan sakınmaktır.”

12 Şubat 1962 tarihli Cumhuriyet’te yer alan “Yorgacis’in affolunmaz gafı” başlıklı yazıda, İçişleri Bakanı’nın Limasol’daki bir açılış töreninde Kıbrıs Türk toplumunun duygularını incitici ve Türk ulusu hakkında ithamlarla dolu bir söylev verdiği duyurulurken, gazetenin bir hafta sonraki sayısında Haşmet M. Gürkan, “Bıkıp usandık” başlıklı köşe yazısında şu uyarıyı yapmaktaydı: “Sorumlu makamlardaki politikacılar söz düellosunu bir yana bıraksınlar, meseleleri masa başında çözsünler.”

Aynı gazetede yer alan “Asayişsizlik önlenmelidir” başlıklı haberde ise şu uyarılar yapılmıştı: “Alış-veriş yapmak için Rum mahallelerine giden bazı Türk seyyar satıcıların bir kısım Rum gençleri tarafından tahkir edilerek kovuldukları haber verilmektedir… Polis Kumandanı ve İçişleri Bakanı bu haberleri tekzip etmedi, yoksa aciz mi polis?”

Cumhuriyet gazetesinin 19 Şubat 1962 tarihli nüshasında yer alan “Dr. Küçük’ün Anayasa mahkemesine müracaatı münasebetiyle” başlıklı yazıda şöyle denilmekteydi:

“Kıbrıs’ın dış siyaseti ile ilgili birçok meselelerde, gerek kendisine, gerekse Türk bakanlarına söz hakkı tanınmadığını ileri sürerek Yüksek Anayasa Mahkemesine müracaatta bulunmuştur. Cumhuriyet hükümetindeki Türk yetkilileri baştan savmakla cemaatlerarası münasebetlerin gelişmesine hizmet edilemez.”

 12 Mart 1962 tarihli gazetenin manşeti ise şöyle: “Cumhurbaşkanı Makarios ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı tekrar görüşecekler. Toplumlar arası yakınlaşma bazı hürriyetlerin kısılması pahasına mı gerçekleşiyor?

Haber şöyle devam ediyor:“Makarios ve Küçük’ün bir hafta önce yaptıkları görüşmede, toplumlararası yakınlaşmayı güden ilk görüşme idi. Bu hafta tekrar buluşarak, iki toplum arasında askıda kalan bazı meseleleri etraflıca gözden geçirecekler.”

Haberin sonunda yine bir uyarı var : “Toplumlararası huzuru, yurttaşların fikir ve söz hürriyetleri pahasına ele edilmesi yurt için asla bir kazanç sayılamaz.”

Cumhuriyet gazetesinin 26 Mart 1962 tarihli nüshasında şu haber önemli haber var: “Bayraktar ve Ömerge camilerine yapılan tecavüz neticesi, Bayraktar’ın kabri tahrip edildi, minareye önemli hasar oldu. Menfur tecavüzü şiddetle telin ederiz.” Haber şöyle sonlanmaktaydı: “İki cemaat arasındaki münasebetlerin müspet yönde inkişafını özliyen bir gazete olarak, toplumlararası münasebetlere bir suikast teşkil eden bu tecavüzleri yaratan karıştırıcı zihniyeti şiddetle telin ederiz.”

GAZETE VE YAZARLARINA YAPILAN BASKILAR, TEHDİTLER

Cumhuriyet gazetesinin 18 Eylül 1961 tarihli sayısında ön sayfadan yayımlanan “Baskıcılar ve İdealistler” başlıklı ve herhangi bir imza kullanılmayan yazıda, gazetenin dağıtımına ve fikirlerin paylaşılmasına engel olunmak istendiği belirtilmekteydi. Kıbrıs Türk liderliğinin sesi Nacak gazetesinin yaptığı yayınların kastedildiği ilgili paragraftaki ifadeler şöyleydi: “Malûm ve mahut baskıcı ve tedhişçi çevreler ‘Cumhuriyet’ aleyhine yeni bir kampanya başlattılar. Bunların gayesi Cumhuriyet’in okunmasını, tevziini, yazdığı fikirlerin yayılmasını her ne pahasına olursa olsun önlemektir.”

Gazetenin 1 Ocak 1962 (Sayı:73) tarihli manşetinin altında “Vatandaş uyanık ol: Tethiş Kol geziyor” başlığı altında Avukat Ayhan Hikmet’in 28 Aralık gecesi arabasına hasar verilmek istendiği kaydedildi. 2. sayfada ise Ayhan Hikmet’in “Faşizme giden yol” başlıklı yazısı yer aldı.

9 Nisan 1962 tarihli Cumhuriyet’te “Müfritler Yüzünden” başlıklı makalesinde Haşmet M. Gürkan, şunları yazdı: “Her iki tarafta da müfrit elemanların olduğu gerçeğini gören ve bir önceden memleket ve toplum menfaatları uğruna bunlarla bir mücadeleye girişen bir gazete olarak Sayın Cumhurbaşkanının (bir İstanbul Gazetesine verdiği demeç) teşhisine işaret etmek isteriz.”

İKİ AVUKAT ÖLDÜRÜLEREK, MUHALEFET SUSTURULUYOR

Cumhuriyet, Ömerge ve Bayraktar Camilerine konan bombalarla ilgili olarak 23 Nisan 1962 tarihli (Sayı:89) son nüshasında “Vatandaş bildiğini söylesin” başlığı altında şu çağrıda bulunmuştu: “Bu olaylar hakkında bilgisi olan vatandaşların hiç çekinmeden Tahkikat Komisyonlarına bildirmesi memleketimizin selameti ve adamızda huzurun kökleşmesi bakımından elzemdir.”

Aynı gazetede yer alan “Nacak’a hatırlatırız ki” başlıklı yazıda ise şöyle denmekteydi: “Evet tekrar ediyoruz: Bomba hadiselerinin sorumlusu alçak, adi ve satılmış herifin kim olduğunu aklı selim sahibi herkes tahmin etmiştir. Bu alçağın, bu satılmışın yüzündeki maskenin indirileceği gün yakındır. Ve o gün geldiğinde bu alçakça bomba hadiselerinden dolayı Türk toplumunun sorumlu tutulamıyacağını kat’iyetle ifade edebilecek olan yine biz olacağız.”

Bu satırların gazetede yer aldığı günün gecesinde, önce saat 20:30 sıralarında arabasıyla evinin önüne gelen Ahmet Gürkan otomatik silahla vurularak öldürülür. Daha sonra, gecenin ilerleyen saatlerinde, saat 01:45 sularında Ayhan Hikmet, evindeki yatağında, karısının gözleri önünde av tüfeği ile vurularak öldürülür. Bundan sonra Kıbrıs Türk toplumu içinde var olan muhalif sesler, derin bir sessizliğe gömülecektir!

 

(Bu bildiri, Kıbrıs Tarih Çalışmaları Derneği’nin, Kıbrıs Üniversitesi’nin Tarih ve Arkeoloji Bölümü ve Lefkoşa Üniversitesi’nin Hukuk Bölümünün işbirliği ile, Lefkoşa’da 1-2 Aralık 2023 tarihinde, Kıbrıs Araştırma Merkezi’nin müteveffa Başkanı Kostas Kyrris (1927-2009)’in anısına düzenlediği, “Kıbrıs’ta Rumlar ile Türklerin birlikte var olma dönemi (1960-1963)” konulu uluslararası konferansta İngilizce olarak okunmuştur.)


14 Ekim 2023 Cumartesi

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KIBRIS SOLU’NUN ORTAK EYLEM SORUNSALI

Kıbrıs Solu’ndan söz ederken önce, bundan neyi kastettiğimizi açıklamalıyız. Kıbrıslı Rum yazar Kiriyakos Cambazis, “Bir Mitin ifşası” adlı kitabında Kıbrıs Rum toplumunun milliyetçi liderliğinin “yayılmacı” bir anlayışla Kıbrıslı Türkleri, “Kıbrıs halkı” tanımına dahil etmediği vurgulamaktadır. Bu durumda Kıbrıs halkı, sadece adada yaşayan çoğunluktaki Rum toplumundan oluşacağından, onların Yunanistan’la birleşme talepleriyle uyuşmayan Kıbrıs Türk toplumunun da dışlanmış olması, siyasal bütünlük açısından bir zorunluluk olmaktadır.

AKEL VE AZINLIKLARIN DIŞLANMASI

Cambazis, 1926’da kurulan ve milliyetçilerin Enosis hedefine karşı politika geliştiren Kıbrıs Komünist Partisi (KKP)’nin, adanın tam bağımsızlığını kendine ana hedef olarak koyduğunu ve bunun sadece iki cemaatin ortak mücadelesiyle başarılabileceğini savunduğunu yazmaktadır (Lefkoşa 2013, s.55).

Oysa KKP’nin yerini alan ve “Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisi” olarak kendini tanımlayan AKEL’in liderliği ise, milliyetçi Kıbrıs Rum liderliği gibi “Kıbrıs halkı = Kıbrıs Rum toplumu” tanımını benimsemekte ve başta Kıbrıs Türk toplumu olmak üzere Maronit, Ermeni, Latin gibi diğer dini grupları da ortak siyasal mücadeleden dışlamaktaydı.

Kitabında AKEL’in Enosis politikasını ve Kıbrıslı Türklere yaklaşımındaki hatalarını eleştiren üyelerin varlığı ve görüşleri hakkında bizlere bilgiler de veren Cambazis, partinin “Neos Dimokratis” adlı dergisinde yer alan ve AKEL  Politbüro üyesi ve Kıbrıs Türk toplumundan sorumlu Pavlakis Yorgiyu’nun kaleme aldığı “AKEL ve Azınlıklar” başlıklı bir makalesinde (Sayı:12, 1954, s.294-297) şunları yazdığını aktarmaktadır:

“AKEL, hem Rum halkını mücadelenin zorluklarıyla ilgili eğitmemiş, hem de azınlıkların rolünü küçümsemiştir. Bu sebeple de hiçbir zaman azınlıklara hitap etmemiş, onları hiç aydınlatmamış ve mücadeleye çağırmamıştır... Ayrıca Türk azınlığın ilerici partimiz tarafından yok sayılması, ya da küçümsenmesi bu şovenizmin bariz bir ifadesinden başka bir şey değildir.” (s.31)

Cambazis,  bu alıntıyla ilgili dipnotunda ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Alıntıda sözü geçen küçümseme, emekçi toplantılarında ve parti belgelerinde Türk dilinin kullanılmaması ile sınırlıdır. Tabii, dilsel iletişim temel bir etken teşkil etse de, tek etken değildir. Kıbrıslı Türk emekçilerin tepkisi, AKEL’in destek verdiği ilhak siyasetiyle ilgiliydi. AKEL yönetimiyse, bunu, dilden ötürü tezlerini açıklamasının mümkün olmadığı şeklinde yorumluyor ve altta yatan sebepleri incelemeyi reddediyordu.” (s.31)

Ben de, “Sol ve Kıbrıs Sorunu” grubunun daha önce düzenlemiş olduğu toplantılarda, 2018’de “Kıbrıs’ta Ortak Sınıfsal Mücadelede Dil Sorunu (1924-1954) ve 2020’de de  “Kıbrıslı Rumların Enosis Sorunu ve Kıbrıslı Türklerle Siyasal İşbirliği (1902-1941” başlıklı bildirilerimde bu konulara değinmiştim.

ENOSİS’TEN FEDERASYON’A

AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Kıbrıslı Türk gazetecilerle 1989’da yaptığı bir basın toplantısında, enosis konusuyla ilgili olarak kendisine yöneltilen bir soruyu şöyle yanıtlamıştı:

“Şimdiki programımız 1962’de onaylandı ve hâlâ değişmedi. O zaman hedef tam bağımsızlıktı. O günün koşullarında Türkler dağınıktı ve federasyon için koşullar yoktu. 1974’den sonra iki ayrı bölge ve federasyon için koşullar oluştu. Bizce çözümde Türkler Kuzeyde, Rumlar Güneyde yaşamalı ve Türkler Kuzeyde çoğunlukta olmalı. Bütün bu görüşler yenidir ve doğal olarak 1962 koşullarında öngörülemezdi. Programımızda değişiklik yapılması gerekir. O program bugün geçerli değildir. Geçerli olan 1974’den sonra alınan parti kararlarıdır. Şimdi gündemde olan federasyondur ve enosis ve taksim ebedi olarak gömülmelidir. Enosis’ten boşandık, enosis artık gömüldü.” (Halkın Sesi, 19-23 Nisan 1989)

13 Ekim 2000 akşamı AKEL’in düzenlediği bir etkinlikte konuşan Parti Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Kıbrıs'ın uzun yıllar ve çetin mücadeleler sonucu bağımsızlığını kazandığını, bu mücadelede halkın çoğunluğunun yer aldığını, ancak iç cephede bazı hatalar olduğunu ve Kıbrıs Türk faktörüne gereken dikkatin verilmediğini söyledi (Kıbrıs gazetesi, 16 Ekim 2000).

Kıbrıs Rum solu’nun en büyük partisi olan AKEL’in Kıbrıs Türk toplumunu dışlayan politikası hakkında Hristofyas'ın yaptığı bu önemli saptama, bana 1952 yılında “Demokratis” gazetesinde çıkan bir makaleyi anımsatmış ve “Yusuf Aydın” takma adıyla kaleme aldığım, “AKEL ve Kıbrıs Türk Faktörü” başlıklı bir makalede, şu önemli noktayı bir kez daha vurgulama ihtiyacını hissetmiştim:

“Ama ne yazık ki, Kıbrıs işçi sınıfının partisi olmakla övünen AKEL'in bizzat kendisi, Kıbrıs Türk faktörüne gereken dikkati hâlâ daha vermemektedir.” (Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:58, Kasım-Aralık 2000)

Yakıcılığını yitirmeyen bu konuya parmak basan ve yarım yüzyıl önce konuya gereken dikkatin verilmesini isteyen bu tarihsel makale, AKEL’in yayın organı “Demokratis”ten alınarak, 19 Mart 1952 tarihli Halkın Sesi gazetesinde de Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştı. “Kıbrıs Halkının Kurtuluş Mücadelesi. (Yazan: G.İoannidi, K.Koliyannis, P.Rusu, Çeviren: K.Muhtaroğlu) =Türk Azınlığı=" başlıklı bu makalede diğer şeyler yanında şöyle denmekteydi:

“AKEL Türk azınlığına, Yunanistan'la ilhakta temin edilecek müstakil idarenin Kıbrıs Türklerine bol otonomi, Milli, Dil, Siyasi, Dini ve sairde gelişme sağlayacağını veciz ve hassas kelimelerle açıklamalıdır. AKEL eğer Türk azınlığı işçisini de, siyasi sahada ve teşkilat olarak nüfuz edip kazanmaya muvaffak olmadıkça, Kıbrıs halkının mücadele partisi lideri olmayacaktır.”

Mart 1952’de Demokratis’te çıkan bu uyarıların haklılığı o zaman kabul edilmiş ki, PEO, Kasım 1952’de Kıbrıslı Türk üyeleri için ayrı bir Türk Dairesi kurdu. AKEL’in de ayrı bir Türk Bürosu kurduğu haberi, 1954 yılı Haziran ayı içinde Kıbrıs Türk basınında yer aldı. Halka dağıtılan “AKEL Türk Kolu Dairesi” imzalı ilk bildiri ise, 20 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi gazetesinde tam metin olarak yayımlandı. (A.An, Kıbrıslı Türklerde Sınıf Sendikacılığından Etnik Sendikacılığa Geçiş ve İşçi Muhalefeti, Lefkoşa, 2005, s.208-212)

Cambazis, kitabında AKEL’in savunduğu Enosis konusu hakkında Türk üyelerin tutumuna ilişkin olarak şunları yazmaktadır: “Maalesef, AKEL yönetiminin parti üyesi Türkleri de bilgilendirdiğine veya bilgilendirmişse bile, bu üyelerin tepkisinin nasıl olduğuna dair herhangi yazılı bir belge bulunmamaktadır.” (s.25)

Ben de “İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri-1958’e Kadar Emek Hareketinde Kıbrıslı Türkler” başlıklı kitabımda (Khora Yayınları, Lefkoşa Ocak 2011), önemli ve hassas olan AKEL’in Enosis politikası ve Kıbrıslı Türkler konusuna da yer vermek istemiş, fakat sadece elde edebildiğimiz iki anektodu aktarmıştım. (s.141)

FEDERAL DEVLET

1974 yazındaki faşist Yunan darbesi ve onun ardından Türkiye tarafından adanın taksimi, AKEL dahil Kıbrıs Rum liderliğini federasyon modelini kabul etmeye zorladı. 1965’de SSCB’nin “federal devlet şekli de düşünülebilir” görüşü ile ters düşen AKEL, şimdi hangi gerekçelerle bu modeli kabul etmekteydi?

Bu satırların yazarı olarak ben de, dünyaya işçi sınıfının dünya görüşü çerçevesinde bakmaya başladığım zamandan beri, kafamı kurcalayan birtakım soruları, sempati duyduğum AKEL liderliğine sormayı çok istiyordum. Nitekim, AKEL’e ilettiğim 20 Aralık 1977 tarihli bir mektupta, daha önce parti tarafından şiddetle karşı çıkılan federal çözüm şeklinin kabul edilme nedenlerinin açıklanması talep etmiş ve şu soruları sormuştum:

“AKEL’in 14. Genel Kurulu’ndan önce, Kıbrıslı Türklerle ilgili teorik ve örgütsel sorunlar için bir konferans toplanması yararlı olmayacak mı? Kıbrıs’ta  etnik-siyasal bir bütünleşmenin geleceği nasıl olacaktır?”

Ne yazık ki bu öneriye yanıt bile verilmedi ve “Kıbrıslı Türklere yaklaşım ve milliyetler sorunu” kanayan bir yara olarak iki toplumun ilişkilerinin düzelmesini engellemeye devam etti.

KIBRISLI TÜRKLERLE RUMLARIN ORTAK CEPHESİ

24 Şubat 1989 tarihli AKEL Merkez Komitesi Plenum Toplantısında alınmış olan aşağıdaki karar, bugün de güncelliğini korumaktadır:

“Savaşımımızın utkuya ulaşması ve Kıbrıs’ın kurtuluşu hususunun bir diğer önkoşulu, Kıbrıslı Türklerle Rumların ortak cephesidir. AKEL’e göre bugün, ortak savaşım cephesinin kurulmasının gerçekleştirilmesi görüşü olgunlaşmaktadır. Kıbrıs Rum tarafında ortak bir savaşım vermenin gerekliliği daha geniş halk tabakaları tarafından benimsenmekte, kabul edilmektedir. (...) Kıbrıs Rum toplumu içerisinde geniş bir saygınlığı olan, Türk toplumu içerisinde de saygınlığı olan AKEL, tekrar yakınlaşma ve ortak bir cephe kurma görüşünü pratiğe indirgemek için inisiyatif koyacaktır. Bu görev, hiç de kolay değildir. Kıbrıslı Türk vatandaşlarımızla arzu edilen düzeyde bir görüş birliğine varmak için birçok hususlar vardır ki, tartışılmalı, aydınlığa kavuşturulmalıdır.”

Mayıs 2005’de kaleme aldığım “AKEL’in 80. Yıl Tezlerinin düşündürdükleri” başlıklı yazı dizisinde şunları dile getirmiştim:

“23 Nisan 2003 tarihinde, Kıbrıs Türk tarafının yeşil hattın iki yanına karşılıklı serbest geçişlere sınırlı da olsa izin vermesinden sonra, AKEL’in yeniden yakınlaşma politikasında yeni açılımlara tanık olamadık. İlginçtir, Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu’nun Kıbrıslı Türk Koordinatörü Ahmet An tarafından, Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemen güç olan Türkiye’ye karşı açılan dava, 12 yıllık bir bekleme süresinden sonra 20 Şubat 2003’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazanıldı ve ana konusu, “örgütlenme özgürlüğü”nün engellemesiydi.   

“Bu özgürlüğün elde edilmesinden sonraki ilk ay içinde AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas’a yönelttiğimiz “AKEL’in 1974’de temasların artık olası olmadığı gerekçesiyle kapattığı Türk Bürosu’nun ne zaman açılacağı”na yönelik sorumuza, “yoldaşların güvenliği” gerekçesiyle olumsuz bir yanıt almamız, verilmesi gereken mücadelenin ne kadar zor olacağının bir işaretiydi. Kaldı ki 2 Aralık 1974 ile 4 Kasım 2003 tarihleri arasında partiye ulaştırılan ve Kıbrıslı Türklerle ilgili teorik ve örgütsel sorunlara yönelik görüş talep eden 30’a yakın mektubun da yanıtsız bırakıldığı bilinmektedir. 

Başka AKEL’cilerle yaptığımız görüşmelerde bize söylenen bir başka gerekçe de şöyleydi: “Kıbrıslı Türk ilerici partiler, AKEL’in ayrı bir Türk kolu kurmasına karşıdır. Kuzeyde halen var olan ilerici partilerin desteklenmesi yeterlidir.”

Oysa bildiğimiz kadarıyla bu destek, zaten yıllardır, her yıl düzenlenen dayanışma piyangolarının biletlerinden satın alma şeklinde sürdürülmektedir. Ne yazık ki parti politikasına “hiçbir eleştiri getirmeden sahip çıkan” kesimler de, “AKEL’in kuyruğuna takılı maşrapa olmamak” için verilen mücadeleler yüzünden, sıfıra sıfır, elde sıfır bir sonuç elde etmektedirler! Bir başka deyişle, bir zamanların “acente”leri, sadece “kötü bir kopya”ya dönüşmüş bulunmaktadır!

Kapıların açılmasından bu yana, AKEL, taksim çizgisinin kuzeyinde Kıbrıslı Türkler için henüz herhangi bir siyasal toplantı düzenlememiştir. CTP ile birlikte oluşturulan ortak komisyonların, nedeni ne olursa olsun çalışmaması bir başka olumsuzluktur. Özellikle Annan Planı’nın oylanması sırasında, AKEL’in “güçlü bir evet için hayır” demesi, Kıbrıs Türk toplumu içinde AKEL’e karşı var olan sempati duygularının yitip gitmesine yol açmıştır. Partinin, federal çözümü benimsemiş olmasına karşın, gerek kendi üyelerini, gerekse genel olarak Kıbrıs Rum toplumunu federal devletin ne olup, ne olmadığı ve iktidarın paylaşılması konularında yeterince aydınlatmadığı ortaya çıkmıştır. (…)

KIBRIS TÜRK SOLCULARLA MÜCADELE BİRLİĞİ YOK

AKEL, gerek yüksek öğrenim gençliğinin sol ideoloji ile yakından ilgilendiği 1968 yılından sonra, gerekse 1974’deki darbe ve işgalin yarattığı olağanüstü koşullarda,  tam da yol gösterici bir Türk Bürosuna gereksinim duyulduğu bir zamanda, Kıbrıslı Türklerden uzak durmayı yeğlemiştir.

Hele Türk Bürosu’nu kapatmakla büyük bir hata yapmış ve yeni koşullarda Kıbrıslı Türk emekçilerin, milliyetçi Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarına karşı enternasyonalist bir politikayla donanmasını sağlayacak bir önderlikten yoksun kalmasına neden olmuştur. Örgütlenme konusunda yapılan bu yaşamsal hataya, 80. yıl tezlerinde değinilmemesi önemli bir eksikliktir.” (Bu eleştiri yazıları, 15-22 Mayıs 2005 tarihleri arasında Afrika gazetesinde yayımlanmıştır.)

EMPERYALİZM KIBRIS SOLU’NUN BİRLİĞİNİ İSTEMİYOR

ABD’de her yıl yayımlanmakta olan “Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı” adlı kitabın 1990 Yıllığı’nda, Kıbrıs Türk soluna ilişkin şu değerlendirme yer almaktadır:

“Eğer Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyi bir gün “Federal Cumhuriyet”te yeniden birleşecek olursa, her iki toplumdaki sol kanat partilerinin birleşik oy gücünün, bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların çoğunluğunu sağlayabileceği tahmin edilebilir.”

İlk defa 1989 Yıllığı’nda dile getirilen ve bir yıl sonra daha açık bir şekilde formüle edilen Amerikan emperyalizminin bu korkusu, ABD’nin neden iki devletli ve adanın taksimine dayanan bir konfederal çözüm peşinde koştuğunu açıklamaktadır. Ayrıca İngiliz ve Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi olagelmiş olan Kıbrıs Türk liderliğinin de “Rum düşmanlığı” ve “toplumların temas ettirilmemesi” politikasının nedenini ortaya çıkarmaktadır. (A.An, ABD’nin Kıbrıs Türk Soluna Bakışı, Sosyalist Gözlem, Ekim 1993, Sayı:5)

1991 Yıllığı’nda ise şu değerlendirme yapılmaktadır:

“AKEL’in Kıbrıs Türk toplumu içinde yasaklanmış olmamasına karşın, parti, “yeşil hat” üzerinden temas sağlamanın zorluğu yüzünden, kuzeyde aktif olmamayı seçmiş bulunuyor.

Kıbrıslı Türkler arasında üç tane sol kanat partisi vardır: CTP, TKP ve YKP... Üç sol kanat partisi de, Kıbrıs sorunu için federal çözümü savunmakta ve buna ulaşmada toplumlararası yakınlaşmanın bir araç olduğuna inanmaktadır. CTP liderine göre, “üç sol kanat partisi de, kendi kendilerine özgüdürler ve hiç biri de Kıbrıs’ın güneyinde veya dünyanın herhangi bir yerindeki her hangi bir partiyi kopya etmemektedirler.” (6 Kasım 1990’da Özker Özgür ile yazar Thomas W. Adams’ın yaptığı kişisel iletişimden öğrenilmiştir.)”

KIBRISLI TÜRKLERİN SOLCU PARTİLERİ

Adanın 1974 Temmuz’undaki olaylar ardından taksim edilmesi ardından kuzeyde toplanan Kıbrıslı Türkler, çeşitli siyasal partiler, sendikalar ve birlikler oluşturdular. Bunların sol kesimde anılanlarının verdikleri mücadeleler, başarıları ve hataları ile bilinmektedir. Günümüzde Kıbrıs Türk solunu siyasal planda temsil etmekte olan partiler şunlardır:

1970 yılı sonunda kurulup, sol sosyal demokrat bir çizgiyi uzun yıllar savunan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), bugün liberal bir politikayı benimsemiştir. CTP’nin eski sol çizgisini, bir ölçüde Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) devralmıştır. YKP, Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP)’den kopan sol kanat tarafından 1989’da kurulmuştur. Özker Özgür ile birlikte CTP’den ayrılanlar, 1998’de YKP ile birleşerek Yurtsever Birlik Hareketi (YBH)’ni oluşturmuş, ama sonradan ayrılıp, 2002’de Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP)’ni kurmuşlardır. Sağ sosyal demokrat görüşteki Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP), 1976’da kurulan TKP’nin günümüzdeki devamı olup, kendini yeniden üretemediğinden gelişememektedir. 

Bu dört siyasal partinin üye ve yandaşlarının bir kısmı, işçi, öğretmen ve diğer memur sendikalarında o görüşlerin izdüşümlerini oluşturmaktadır. Bu yapılanmalardan bağımsız, siyasal bir görüş sahibi olan Kıbrıs Türk solunun diğer unsurları, dönem dönem bazı yayın organlarında veya kendi dergi veya gazetelerinde düşüncelerini aktarabilmekte, ya da belli dar arkadaş grupları şeklinde varlıklarını sürdürmektedirler. “Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek” dergisi çevresinin 2002’de kurduğu Kıbrıs Sosyalist Partisi ile “Baraka Kültür Derneği” çevresinin 2018’de kurduğu Bağımsızlık Yolu örnek olarak verilebilir.

Birkaç istisna dışında bütün bu örgütlenmelerin, TMT’nin 1958’de uyguladığı kanlı tedhiş ve baskıyla susturulmuş olan Kıbrıs Türk solunun birikime sahip çıkmaması, dikkate değer bir husustur. Bugünkü politikalarını, eski sol geleneğin hata ve sevabıyla savunduğu ilkelere dayandırmayan bu partiler, Kıbrıs Türk toplumuna, içine düşürüldüğü siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel çıkmazdan çıkış yolunu da açıkça gösterememekte, son çözümlemede onu, çaresiz bırakıp erimeye terk etmektedirler.

Kıbrıs Rum kesimindeki siyasal partilerin hemen hepsi de, adanın taksimine karşı olup, Kıbrıs sorununun iki toplumlu, iki kesimli federal bir devlet yapısıyla çözümlenmesini ve adada 49 yıldan beri askeri güçle dayatılan oldu-bittilere bir son verilmesini talep etmektedir. Kıbrıs Rum solunun örgütlü en büyük partisi olan AKEL’in son başkanlık seçimlerindeki adayının, %48 oranında oy topladığını hatırlatalım.

GÜNÜMÜZDEKİ ENGELLER

Kıbrıs Türk liderliğinin taksimci ve ayrılıkçı politikalarına karşı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden federal bir çatı altında örgütlenmesi ve adamız üzerinde yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum olan Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında dostluk ve işbirliğinin yeniden kurulması için güçlerini birleştirmesi gereken Kıbrıs Türk ve Rum solu, bir an önce yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. Bağımsız ve federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne giden yoldaki zorlukların aşılması için, sahte solculardan arınmak ve mücadeleyi yeni baştan örgütlemek artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.

Federal çözümü savunanlar, her iki taraftaki seçmenlerin %48'ini oluşturmasına rağmen, ne yazık ki birleşik bir federal devlet hedefinden uzağız. Her iki taraftaki federalist başkan adayları olan Akıncı ile Mavroyannis, şeçimleri kazanamamalarının ardından siyasetten istifa ettiler. Zaten Crans Montana'daki toplumlararası müzakerelerin çökmesinden sonra, Kıbrıs Türk tarafı federal bir çözüm için temel alınan BM parametrelerini terk ederek, “iki ayrı devlet” politikasını savunmaya başladı.

Oysa şimdi, federal anayasasının imza aşamasına geldiği birleşik bir Kıbrıs için savaşmak amacıyla, bir tüm-Kıbrıs Federalistler Cephesi kurmanın tam  zamanıdır. Bu mücadelede, federal çözüm yanlısı görünüp de, konfederal çözümü veya nihai taksimi destekleyenlerin deşifre edilmesi kaçınılmazdır. Burada kastettiğimiz, CTP’nin sözde federalist politikasıdır. "Federalist" olduğunu söyleyen CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, bu doğrultudaki çözüm mücadelesini sürdürmeyerek, meydanı ayrılıkçılara bırakmıştır.

Aynı Erhürman, Birleşik Kıbrıs - İki toplumlu Barış İnisiyatifi’nin CTP, TDP, DİSİ ve AKEL liderleri ile 11 Şubat 2019’da Lefkoşa’daki ara bölgede gerçekleştirdiği “İki Toplumlu Tartışma Paneli”nde, KTOEÖS Başkanı Selma Eylem’in “Kıbrıs’ın kuzeyi bugün TC’nin arka bahçesi haline getirilmiştir” şeklinde özetlenecek konuşmasını, “KKTC Başbakanı olmasam bile, bütünüyle reddederim” diyerek, anlatılanlara katılmadığını açıklaması, CTP’nin izlediği ve işgalci ülkeyi suçlamama politikasının en açık kanıtıdır.

Ayrıca 28 Mayıs 2022'de, CTP Kadın Örgütü'nün 10. Olağan Kurultayı'na katılan POGO Kadın Hareketi Genel Sekreteri Skevi Koukouma’nın konuşmasından sonra söz alan Erhürman, Koukouma’nın “Burada yaptığı konuşmada kullandığı bazı terimleri CTP olarak kabul etmediğimizi bizim işgâl altındaki bölge terminolojisini reddettiğimizi açık bir şekilde söylemek yükümlülüğü ve sorumluluğu altındayım" diyerek, yeniden tekrarlamıştır.

Federal çözüm yanlılarının seçim başarısızlığının altında yatan en önemli etken, işgalci gücün müdahaleleri yanında, buralara aktarılan ve "yurttaş yapılmış" nüfusun, Meclis’te sandalye elde etme yarışında oy deposu olarak kullanılmasıdır.

İşgali ve işgalciyi gizleyerek yapılan günübirlik hükümet eleştirileri, "biz daha iyi işbirliği yaparız"dan öteye bir amaca hizmet etmemektedir. Federal Kıbrıs'tan yana olan çözüm güçleri toparlanıp, bir araya gelerek, Kıbrıs Rum kesimindeki federalistler ile bir an önce ORTAK SİYASAL bir platformda buluşmanın yollarını aramalıdır! Sadece ortak bildiriler yayımlamak yetmiyor, uluslararası topluma sesimizi duyurmalıyız!

(14 Ekim 2023 tarihinde Lefkoşa’daki ara bölgedeki “Dayanışma Evi”nde “Sol ve Kıbrıs Sorunu” adlı kuruluş tarafından düzenlenen “Kıbrıs Solu’nun Ortak Eylemi” konusunun işlendiği 5. Yıllık Konferans’a sunulan ve zaman darlığı nedeniyle sadece son iki başlığı okunan bildirinin tam metni)