Kıbrıslı Rum arkadaşım Hristos Çattalos’un, Berlin’den gelen gazeteci kızı ile birlikte Avrupa gazetesinin bürosunu ziyaret ettiği tarih, 29 Temmuz 2003 idi. Hristos’u, 1970’li yılların sonunda Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki eğitimin sırasında tanımıştım. Aradan geçen bunca yıldan sonra, onunla buluşmak ve Denktaş aleyhtarı hareketin gittikçe güçlendiği bir sırada meydana gelen sıcak gelişmeleri onunla konuşmak, benim için güzel bir şanstı.
Çattalos bana o gün, AKEL’in Kıbrıslı Türk faal üyesi olan Derviş Ali Kavazoğlu ile iki Kıbrıslı avukat Ahmet Gürkan (38) ve Ayhan Hikmet(35)’in kendi aracılığı ile temasta olduğunu ilk kez konuşmamız sırasında söyledi. Temas, 16 Ağustos 1960’da, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Bağımsızlık Günü’nde yayına geçen “Cumhuriyet” gazetesinin çıkmasından önce başlamış ve onların, Cumhuriyeti kuran iki toplum arasındaki dostluk ve işbirliğini tahrip etmek amacıyla Bayraktar Camii’ni bombalama emrini kimin verdiğini açıklayacaklarını gazetelerinde duyurdukları gün olan 23 Nisan 1962’de, Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT tarafından iki avukatın öldürülmesine kadar devam etmişti. Bombalama ve avukatların öldürülmesi, dış güçlerin taksim planlarına göre yapılmıştı.
O gün Çattalos ile yaptığım sohbette bir önemli ayrıntı
daha öğrendim: Gürkan ile Hikmet, vahşi şekilde öldürülmeselerdi, kısa bir süre
sonra, AKEL üyesi olacaklardı ve bu, benim için yeni bir bilgi idi. O nedenle,
Kıbrıslı Türk arkadaşım İbrahim Aziz’e, ortak arkadaşımız Hristos Çattalos ile
ayrıntılı bir söyleşi yapmasını istemeye karar verdim. Süreç böyle başlamıştı
ve İbrahim’in, Kavazoğlu’nun arkadaşlarından Leonidas Pafidis ile yaptığı başka
bir kısa söyleşi eşliğinde, bu kitabı yayımlaması için aradan sekiz yıl geçti.
Kitaba bir de giriş yazısı yazdı ki, ona dileride değineceğim. Kitap, Bayraktar
Camisinin bombalanması ile ilgili Araştırma Komitesi tarafından yapılmış
sorgulamadan bazı ilginç alıntılarla sonlanmaktadır.
Daha önce Hristakis Vanezos’un anılarında (Türkçe
baskısı 2009’da yayımlandı), Kavazoğlu ile iki avukat Ahmet Gürkan ve Ayhan
Hikmet arasında 1961 sonbaharında yer alan bir toplantının, kendi aracılığıyla
düzenlenmiş olduğunu okumuştuk (s.18). Şimdi de Çattalos, bu toplantılar
hakkında bize daha geniş bilgiler vermektedir. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum
anti-emperyalist ilerici güçlerin işbirliğine ilgi duyanlar için, bu kitapta
birçok bilgi yer almaktadır ve bunlar, Çattalos’un açıklamaları ile ilk kez gün
ışığına çıkmıştır. Ona çok müteşekkiriz.
Bildiğim kadarıyla, daha önce de, iki avukatın AKEL
üyeliği ile ilgili bazı atıflar yapılmıştı. İlki, AKEL Genel Sekreteri müteveffa
Ezekias Papayuannu tarafından Mayıs 1978’deki 14. Parti Kongresi sırasında
söylenmiştir. İkincisi de, 1986’daki AKEL Kongresi’ne katılmış olan Kıbrıslı
Türk bir delege tarafından, AKEL’in Kıbrıslı Türk üyeleri olarak Ahmet Sadi, Fazıl Önder, Ahmet Yahya, Ayhan
Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan ve Derviş Ali Kavazoğlu’nun adları verilmiştir.
Bunların dışında, iki avukatın Kıbrıs Türk toplumu içinde AKEL üyeleri olarak
yasadışı bir şekilde çalıştıklarına ilişkin, herhangi bir yazılı veya sözlü
kanıt bulunmamaktadır.
Çattalos’un anlatımında, Kavazoğlu ile iki avukat
arasındaki ilişkilerin gelişmesini okuduk, ama Kavazoğlu’nun önerisinin parti
tarafından onaylanması ardından, avukatların AKEL üyesi olup olmadıkları
belirgin değildir. Belki de haftalık “Cumhuriyet” gazetesinin yayımlanması ve
“Kıbrıs Türk Halk Partisi”nin kurulması için yaptıkları işbirliği, onların
parti üyeliğine giden yolu açmıştır ve 23 Nisan 1962’de her ikisinin de
öldürülmesi yüzünden, bu üyelik gerçekleştirilememiştir. Bu konuda AKEL’den
gelecek daha fazla resmi kanıta ihtiyacımız vardır. Çünkü iki avukatın
yakınları bile, bu üyelikten haberdar değildir.
Gürkan, Hikmet ve Kavazoğlu, yeni Cumhuriyet’e
gerçekten inanmaktaydılar ve bunu, hayatlarıyla ödediler. Bu öncülerin siyasal
deneyiminden aldığımız ders, bize şunu göstermektedir: Kıbrıs işçi sınıfı,
Kıbrıs’ın içinde ve dışındaki taksimci güçlere karşı, ortak enternasyonalist
bir cephe kuramadığı takdirde, adamızdaki etnik-ulusal sorunun kalıcı bir
çözümü olmayacaktır.
Kitabı okuduktan sonra, aşağıdaki diğer başka
görüşlerime dikkati çekmek istiyorum:- Söyleşiler
bittiği zaman, İbrahim bana, Aydın Hikmet’ten kardeşinin biyografisini
yazmasını istediğini söylemişti. Benden de, Ahmet Gürkan’ın biyografisini
yazmamı istedi. Aydın, kardeşinin biyografisini, önce 29 Kasım 2008
tarihli Afrika gazetesinde yayımladı ve bunun biraz kısaltılmış bir şekli,
şimdi bu kitapta yer almaktadır. Ben de, Gürkan’ın 1946’dan 1962’ye kadar
geçen süre içinde yaptığı gazetecilik ve siyasal çalışmalar ile ilgili
altı sayfalık bir araştırma yazısı hazırladım, ama herhangi bir yerde
yayımlatmadım. Bu araştırma yazımın, İbrahim tarafından orijinal uzunluğunun
üçte biri kadar kısaltılarak ve benim adımdan hiç söz edilmeyerek, İbrahim
Aziz imzasıyla, “intihal” şeklinde yayımlandığını hayretle gördüm. Dahası,
kitabın Türkçe metninin gözden geçirilmesi için, kendisi ile birlikte
sekiz saatımı da harcamıştım.
- Kitapta
ayrıca, yine İbrahim Aziz tarafından kaleme alınmış olan “Derviş Ali
Kavazoğlu” başlıklı bölümde, bazı olgusal hatalar ve yanlış
değerlendirmeler de buldum.
“Emekçi” gazetesi, İngiliz
sömürge yönetimi tarafından “sol hareketin Kıbrıslı Türk toplumu arasında
yayılmasını önlemek ve durdurmek amacıyla” kapatılmamıştı. Kapatılma nedeni,
Kıbrıs Türk lideri ve Halkın Sesi gazetesinin sahibi Dr. Küçük tarafından açılmış
olan, bir zem ve kadih davasıydı. Emekçi, “Küçük bir köpek aranıyor” başlıklı
bir ilan yayımlamıştı! Mahkemedeki davayı kaybetti ve ceza olarak 150 Kıbrıs
Lirası ödeyerek, Dr.Küçük’ten özür dilemeye mahkum edildi. Gazeteyi
çıkaranların bunu ödeyecek kadar paraları olmadığı için, Emekçi yaymını
durdurmak zorunda kaldı.
- İngiliz
Sömürge Yönetimi tarafından Aralık 1955’de kapatılan gazete “Haravgi”
değil, “Neos Demokratis” gazetesiydi.
- Kavazoğlu
öldürüldüğü zaman, Türkiye’deki bazı köylerde ayaklanmalar yoktu ki, o da
Castro ve Che Guevara’yı örnek alarak benzer eylemler tasarlasın. Burası,
bazı gençlik liderleri tarafından Türkiye’de bir dizi gerilla faaliyetinin
başlatıldığı 1970’li yılların olayları ile karıştırılmıştır.
- Yazar şöyle
demektedir: “Marksist ideoloji ve sınıfsal mücadele yolunda olan Kavazoğlu
ve arkadaşları, Atatürkçülüğe sığınarak mücadele vermek zorunda
kalmışlardı.” Oysa, iki avukat, ideolojik olarak sosyal demokrattılar ve
bu, onların bütün makalelerinde görülebilmektedir. Cumhuriyet gazetesinin
ikinci sayısında yer alan başyazıda, Kıbrıslı Türk işçilerin bir süre önce
komünist olmakla suçlandıklarından şikayet edilmekte ve bu durum, tüyler
ürpertici bir suçlama olarak tanımlanmaktadır! Haftalık Cumhuriyet
gazetesinin 89 sayısının hiçbirinde, herhangi Marksist bir ideolojinin
propagandası yapılmamş, ama işçi ve köylülerin hakları, milliyetçi Atatürk
ideolojisi çizgisinde savunulmuştur. (Ayrıca bkz. “Yolumuz ve İdealimiz”,
16 Ağustos 1960, Sayı:1) Gazete, Türkiye’deki 27 Mayıs 1960 cuntasının
askeri liderlerini de desteklemekten çok memnundu.
- Yazar,
Kavazoğlu’nun Cumhuriyet gazetesini perde gerisinden yönetmeye çalıştığını
söylemektedir. Bana göre bu, bir abartmadır. Kavazoğlu’nun iki avukat ile
işbirliği yaptığı aşikârdır, tıpkı Dr. İhsan Ali ile avukatların işbirliği
yaptığı gibi. Benim bilgime göre, özellikle Ahmet Gürkan, perde gerisinden
yönetilecek bir kişiliğe sahip değildi.
- Yazar, 1958 kuşağı Kıbrıslı Türk AKEL
üyelerinin lideri olan Kavazoğlu’nun, AKEL tarafından neden harcandığını
araştırma ve irdelemeyi daha sonraya bıraktığını yazmaktadır (s.14). Daha
sonra, Dipnot 9’da, Kostas Mişauli’nin, birlikte pusuya düşürülerek
öldürüldükleri yere, AKEL liderlerinin talebi üzerine, Kavazoğlu ile
birlikte gittiğini yazmaktadır.
- Yazar,
AKEL’in enosisi desteklemesi yüzünden, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı
Türklerin bir tek ortak Marksist partisi olamadığını ve AKEL ile kardeş
olacak ayrı ilerici bir parti kurmayı deneyen Kavazoğlu’nun, kendisi ve
kendisi ile birlikte AKEL’e bağlı olan Kıbrıs Türk solunu tümüyle harcamış
olduğunu öne sürmektedir. (bkz.s.25)
Hristakis Vanezos’un Derviş Ali Kavazoğlu ile ilgili kitabında sorduğu sorular ile son vermek istiyorum: “AKEL Merkez Kurulu’nun ihmalleri var mıydı? Olay, Parti Yönetimi’nin dikkatsizliği ve hatalarıyla mı gerçekleşti? Acaba onların izni olmadan kendi başına mı bu ilişkilere girişmişti? Hatta AKEL yönetiminin desteklediği Enosis politikası onu yavaş yavaş partiye yabancılaştırmaya sürüklemiş ve onu, eylemlerini kendi kişisel ilişkilerinde temellendirmeye mi sevk etmişti? Bu sorular hâlâ daha boşlukta sallanıyor ve uzun bir süre de öyle kalacaklar. Yalnızca AKEL Merkez Kurulu bu sorulara tam bir şeffaflıkla yanıt verebilir. Bu da gerçek bir politik erdem gerektirir, böylece her iki kesimdeki Kıbrıslılar da gerçeği öğrenmiş olur.” (s.41)
(Bu yazı ilk
defa Rumca olarak “Politis” gazetesinin 22 Ağustos 2011 tarihli nüshasında, daha
sonra da Türkçe olarak Yeni Düzen gazetesinin 5 Şubat 2012 tarihli nüshasında
yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder