4 Mart 2015 Çarşamba

25. YILDÖNÜMÜNDE KIBRIS’LA İLGİLİ LONDRA KONFERANSI VE BAZI GERÇEKLER

Başlarken:
            Ortam gazetesinin 15 ile 19 Ağustos 1985 tarihleri arasındaki sayılarında yayımlanan “16 Ağustos’un 25. Yıldönümü” başlıklı yazı dizimizde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açan “bağımsızlık” fikrinin ilk kez nasıl ortaya çıktığını sizlere aktarmıştık. Bu yeni yazı dizisinde ise, yine 25. yıldönümünü yaşadığımız bir başka olayı, 16 Ocak 1964’de İngiliz metropolünde toplanan Kıbrıs ile ilgili Londra Konferansını ele alacağız.
            Bilindiği gibi bu konferansta NATO ülkeleri, bağlantısız bir ülke olan Kıbrıs’ta başlatılan toplumlararası çatışmaları durdurmak gerekçesiyle, adaya NATO’ya bağlı askeri birliklerin gönderilerek Kıbrıs’ın NATO tarafından işgalini öngören bir planı zorla kabul ettirmek istemişlerdi. Kıbrıs hükümetinin kararlı tutumuyla bu plan reddedilmiş ve konu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne aktarılarak adaya BM Barış Gücü’nün gelmesi sağlamıştı.
            Yapılan görüşmelerde tarafların savundukları bugünkü görüşler ile 25 yıl önceki görüşleri arasında benzerlikler dikkat çekicidir. Uluslararası hukuka ilişkin bazı temel ilkelerin, hangi çevrelerce savunulduğu ve hangi çevrelerce de çiğnenmek istendiği ortaya çıkmaktadır.
            Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygı göstermeyip, onun bağlantısız bir ülke olarak bölge barışına hizmet etmesini sindiremeyen çevrelerin, bu konferansta adayı nasıl NATO’nun bir sıçrama tahtası olarak kullanmak istediklerine de değinilerek, özellikle taksim politikasının köklü geçmişine ışık tutulmaktadır. Londra Konferansı tutanaklarından ve Güvenlik Konseyi belgelerinden verilecek konuşmalarda, tarafların neleri savundukları anlatılacaktır. Tarafların 25 yıl önceki görüşlerinin aktarılmasıyla, günümüzdeki anlaşmazlık konularına ışık tutulacağına inanıyoruz.

KONFERANS GİRİŞİMİ BRİTANYA’DAN GELİYOR
            15 Ocak 1964’de Londra’da toplanan Kıbrıs sorunu ile ilgili konferans, 1959 tarihli Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç garantör ülkesinden biri olan Büyük Britanya’nın girişimiyle toplanmıştı. Konferansın başkanlığını, toplantının yapılmasında önemli bir rol oynamış bulunan İngiliz Uluslar Topluluğu ile ilişkilerden sorumlu zamanın Devlet Bakanı Duncan Sandys yapıyordu. Konferansa üç garantör ülke olan Britanya, Yunanistan ve Türkiye ile Kıbrıs’ta yaşayan iki toplumun temsilcileri katılıyordu. Türk heyetinde yer alan kişiler şunlardı: Feridun Cemal Erkin, Zeki Kuneralp, Haluk Bayülken, T.Tuluy, Suat Bilge, Turgut Sunalp ve Erdem Ernay.
           Kıbrıs heyeti ise şu kişilerden oluşmuştu: S.Kipriyanu, C.Tornaritis, A.G.Soteriadis, G.Kleridis, T.Papadopulos, S.Sulyoti, P.Kakoyannis, P.Paşalidis, Frank Soskice, R.Denktaş, O.Örek, Halit Ali Riza.
          Konferansın amacı, Aralık 1963’te çıkan toplumlararası çatışmalardan doğan sorunlara bir çare bulmak ve anayasal konuları tartışmaktı.
            Konferans çalışmalarına geçmezden önce, Kıbrıs’taki trajik olayları ve onu izleyen İngiliz hükümetinin konferansı toplanması girişimine yol açan nedenlere kısaca göz atalım.

TOPLUMLARARASI ÇATIŞMALARA YOL AÇAN NEDENLER:
            Aralık 1963’de Kıbrıs’taki trajik olaylara yol açan üç temel neden şunlardı:
1- Gerek Türk, gerekse Rum liderliklerinin taksim ve enosis emellerini gerçekleştirmediği için benimsemeden imzaladıkları Zürih ve Londra Anlaşmalarının eksiklikleri ve Kıbrıs Anayasasının iki toplum arasında ana sürtüşme kaynağı olan anti-demokratik yapısı ve işleyemez durumda olan maddeleri,
2- Kıbrıs Rum liderliğinin yeni kurulan devlete tamamen sahip çıkmak yerine, onu Yunanistan’a bağlanma (enosis) yolunda ara bir aşama olarak görmesi,
3- Kıbrıs Türk liderliğinin de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı olumsuz tutumu, onun bağlantısız dış politikasına karşı çıkması ve adanın taksim edilmesi doğrultusundaki istemini terk etmeyerek gizli ve açık çalışmalarını sürdürmesi.
            Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk başkanı seçilen Makaryos, Şubat 1959’da katılması için çağrıldığı Lancaster House’daki konferansta, Zürih’te Yunan ve Türk hükümetlerince üzerinde anlaşmaya varılan ve İngiliz hükümetince benimsenen Anlaşmanın bazı noktalarına kesin olarak karşı çıktığı ve hoşnutsuzluğunu sert bir şekilde ifade ettiğini 30 Kasım 1963’de verdiği bir demeçte belirttiği gibi açıklamıştı. Anlaşmanın en azından bazı noktalarını değiştirmek için çok çaba sarf etmiş, ama bunu başaramamıştı. Ya anlaşmayı olduğu gibi imzalayacak, ya da çıkabilecek bütün acı sonuçlarına katlanarak reddedecekti. O koşullar altında anlaşmayı imzalamaktan başka seçeneği yoktu. 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti işlemeyen bir anayasanın yükü ile ilan edilirken, İngiliz Guardian gazetesi bunu “içinde bir çıkmazı barındıran sistem” olarak tanımlamıştı. 

ANAYASANIN “KENDİNE ÖZGÜ” YANLARI
            Oluşturulan Kıbrıs hükümeti üç yıl boyunca anayasal çerçeve içinde çalışma çabası gösterirken, anayasanın bazı maddelerinin işlemezliği ortaya çıktı. Devletin rahat işleyişi ve gelişmesini engelleyen maddelerin en azından bazılarının değiştirilmesi gerektiği, üç yıllık bir deneyimden sonra açık-seçik ortaya çıktı. Anayasadaki birçok “sui generis” (kendine özgü) maddelerin uluslararası kabul gören demokratik ilkelere ters düşmekte olduğu ve Kıbrıslı Rumlarla Türkler arasında sürtüşme kaynağı oluşturduğu yaygın bir kanıydı.
            Anayasanın bazı maddelerinin yarattığı sonuçlardan biri de, Kıbrıslı Rumlarla Türklerin anlayış ve dostluk havasında işbirliği yapmasını önlemek, aralarındaki ilişkileri bozmak ve onları birbirine yakınlaştırmak yerine, daha da uzaklaşmalarına yol açmak ve bir bütün olarak Kıbrıs halkının refahına zarar vermekti.
            Hükümetin çabalarına rağmen, Kıbrıs Türk liderliğinin bütün eylemleri, devletin rahat çalışmasını engellemeye yönelik olup, anayasanın ayrılıkçı unsurlarını vurgulayarak, tam bir bölünmeye güden yolu açmaya yönelikti. Bu konu üzerinde kısaca durmakta yarar vardır.

KIBRIS TÜRK LİDERLİĞİ ANLAŞMAYI BENİMSEMEMİŞTİ
            Ocak 1964’de ele geçirilen ve 18 Şubat 1964’de BM Güvenlik Konseyi’nin yaptığı toplantıya sunulan Kıbrıs Türk liderliğinin bir raporunda şu görüşler yer alıyordu:
            “Biz Zürih ve Londra Anlaşmalarını geçici bir dönem için kabul ettik ve bu nedenle onları imzaladık. Eğer bir geçici dönem için olmasalardı, yani nihai bir çözüm olsalardı, bu anlaşmaları kabul etmeyecektik. İki toplum arasındaki anlaşmazlıkları bir süre daha uzatarak, BM’den adanın taksim edilmesini isteyecektik. Bizim için Zürih Anlaşmasını nihai bir çözüm olarak kabul etmek, adadaki Türk unsurunun yok olmasına neden olmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle TC hükümetiyle o zaman varılan anlaşmaya göre, geçici bir dönem için, nihai amacımızı gerçekleştirmemiz için bize, mümkün olan en fazla miktarda ekonomik ve diğer yardım sağlanacaktır. Geçici hükümetimizin başkanı Gürsel Paşa ile yaptığımız ilk temaslar sırasında aynı şeyler üzerinde anlaşmaya varıldığını ve bize bu Anlaşmaların hem Türkiye, hem de bizim için ara bir aşamadan başka bir şey olmadığı mümkün olan en kesin bir yoldan duyurulduğunu belirtmek gerekir.”

“AYRI BELEDİYELER İSTEMEK TAKSİMCİLİKTİR”
            Aynı raporda, Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikasına karşı çıkan demokratlarla ilgili olarak da, şu görüşlere yer veriliyordu:
            “Ayrı belediyeler sorunu, ayrılacak olan toplumun rejim temelini oluşturmaktadır. Bu ayrılma Türkler için maddi yönden kötü ve çok pahalı bir proje olmasına rağmen, yine de her ne pahasına olursa olsun ilerletilmesi gerekir. Bugünkü muhalefet (Ahmet Gürkan ile Ayhan Hikmet’in çıkarmakta olduğu Cumhuriyet gazetesi çevresinde toplanan demokratların muhalefeti kastediliyor. E.Y.) bu ayrılığı mümkün olduğu kadar engellemeye ve belediyeleri birleştirmeye çalışmaktadır. Onlar, belediyelerin ayrılması nedeniyle sınırlı sayıda insanın zarar gördüğünü ve bedeline bakılmaksızın Rumlarla birlikte davranılmasını savunmaktadır. Muhaliflerden Gürkan ile Hikmet, yabancı gazete muhabirlerine belediyelerin birleştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu ve Denktaş ile Küçük’ün ayrı belediyeler isteme nedeninin, taksim davasını ilerletmek olduğunu söylemişlerdir.”     
            Raporun daha sonraki bölümünde şöyle denmektedir:
           
LİDERLİK: “MUHALİFLER SUSTURULMALIDIR.”
            “Önümüzde açık duran ve görebildiğimiz tek yol vardır, o da şudur:
            a) Ada çapında bir inancı ve kanaati propaganda edip, nesilden nesile iletmek. Bu inanç ve kanaat, genç veya yaşlı her Türkü, Anlaşmaların geçici bir durum olduğu ve toplumumuzun ayrı bir rejim oluşturması gerektiği gerçeği ve bu gerçeğin haklılığına inandırmak gerekmektedir.
            b) Ayrı bir toplum olarak rejimimizin yıkılması için çaba göstermekte olan Rumların her türlü gayretine azami derecede tepki göstermek.
            c) Ulusal mücadeleyi propaganda ve yayınlarıyla boşa çıkartanları tutup, engellemek ve Türk toplumu içindeki muhalefet üyelerine, eylemlerinin ulusal mücadelede esaslı bir hata oluşturduğunu kabul ettirmek.”
            Raporda bundan sonra şu görüşe yer verilmekteydi:
            “Yazıları ve eylemleri, Rumların amaçlarına hizmet eden Gürkan ve Hikmet durdurulmalıdır ve eğer bu kişiler ulusal mücadelemizin varlığı inanmıyorlarsa, susturulmalıdır!” (Nitekim adada Türk-Rum işbirliğini ve Cumhuriyetin yaşatılmasını isteyen Cumhuriyet gazetesinin bu iki yayımcısı ve yazarı A.Gürkan ile A.Hikmet, 23 Nisan 1962 akşamı canice öldürülecek ve raporda istendiği şekilde susturulacaklardı!)

14 EYLÜL 1963 TARİHLİ RAPOR: “AYRI DEVLET İLAN EDİLECEK”
            BM Güvenlik Konseyi’nin 18 Şubat 1964 günkü oturumuna sunulan ve Kıbrıslı Türk liderlerce imzalanmış bulunan bir diğer rapor ise daha sonraki bir tarihi, 14 Eylül 1963’ü taşımaktaydı. Aralık 1963 olaylarından sadece üç ay önce kaleme alınan bu raporda ise şöyle denmekteydi:
            “Anayasanın Rumlar tarafından resmen feshedilmesi halinde veya anayasanın değiştirilmesi teşebbüsü yapılması durumunda, bizim görüşümüze göre, Türk toplumunun yapacağı tek şey vardır: Kaderini kendi eline alacak ve anlaşmalar dışında bağımsız bir Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilan edecektir!
            Böylesi bir planın uygulanmasının başarısı, Türk toplumunun, birçok iç ve dış faktörün desteğini sağlamasını isteyen çok zorlu bir mücadele vermesinin gerektirecektir. Şüphesiz, anavatan Türkiye’nin maddi ve manevi desteği, dış faktörlerin en önemli olanıdır. Gerçekten de Kıbrıs Türklerinin anavatanının kararlı ve sürekli desteğini önceden sağlamadan bugünkü koşullarda mücadele edebilmesi imkansızdır. Bu nedenle ayrıntılı bir plana dayanan eylem doğrultusu hakkında anavatanla önceden anlaşmaya varmamız mutlaka gereklidir. Makaryos henüz anlaşmaları feshetme veya değiştirme doğrultusunda ciddi çabalara girişmemiştir. Bu nedenle önümüzde böylesi bir planı hazırlamak için zamanımız vardır ve bundan yararlanmalıyız.”

“ÇARPIŞMALAR BAŞLAYINCA TÜRKLER BİR BÖLGEYE TOPLANACAK”
            Kıbrıs Türk liderliğinin bu raporunu BM Güvenlik Konseyi toplantısında okuyan zamanın Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Spiros Kipriyanu, sözlerine devamla, bütün raporu okumak istemediğini, çünkü bütün eylem planında yer alan ayrıntıların o aşamada açıklanmamasından yana olduğunu belirterek, bir başka paragrafta yer alan şu bölüme geçmişti:
            “Ekonomik, askeri ve moral açıdan kelimenin tam anlamıyla hazır olduğu zaman Türk toplumu, anayasal bunalımın ortaya çıkmasıyla kendine sunulacak olan olanağı kullanacak, başarı sağlamak için harekete geçecektir. Kuşkusuz Türk toplumunun bu planı Rumların güçlü karşı tepkisine yol açacaktır, onların misillemeleriyle karşılanacaktır. Bu karşı önlemlerin Rumlarca alınması, sonucu tayin edecek olan toplumlararası çarpışmayla sonuçlanacaktır. Çarpışmalar başlayınca, ada çapında dağınık halde bulunan Türk toplumu, zorla bir bölgeye toplanacak ve o bölgeyi savunmak zorunda kalacaktır. Bu bölgenin yeri, uzmanlarca hazırlanacak olan stratejik plana bağlı olacaktır. Çarpışmaların başlamasından önce Türk toplumu gerekli levazımata, yiyecek stoğuna ve anavatanla bağlarını güçlendirecek ayrıntılı planlara sahip olmalıdır.”

HEM TÜRKLERİN, HEM DE RUMLARIN PLANLARI HAZIRDI
            Bu konuyla ilgili olarak İngiliz yazar H.D.Purcell’in değerlendirmelerini de aktarmak gerekmektedir. Purcell, 1969 yılında Londra’da “Nations of the Modern World” dizisi içinde yayımlanan “Cyprus” adlı kitabında, gerek Rum, gerekse Türk tarafının, toplumlararası ilişkilerin bozulması halinde uygulanmak üzere “beklenmedik hâl planları” bulunduğundan hiç şüphe olmadığını yazmaktadır:
            “Rumlar 2 Mart 1964’de yayımlanan “Cyprus Bulletin”de, 14 Eylül 1963 tarihini taşıyan ve hem Küçük, hem de Denktaş’ın imzalarını taşıdığı öne sürülen ve “bir Türk Bakan’ın bürosunda bulunduğu” söylenen bir belgeyi yayımladılar. Belgede “Engel kaldırılırsa, yasak olana dönüş” ilkesi gereğince, anayasanın Rumlar tarafından tek taraflı olarak feshedilmesi halinde taksim’in gündeme geleceği yazılıydı. Bütün bu söylenenler, Türkiye’nin çarpışmaların başlamasından yedi buçuk ay sonraya kadar müdahale etmediğini göz önünde bulundurulursa, yeterince akla yakın gelmektedir. Ama çarpışmaların ciddi olarak başlamasına kadar, yani Türklerin kendilerini tehdit altında hissetmek için makul bir nedenleri bulununcaya kadar, dağınık olarak yaşadıkları bölgelerden başka bir yere herhangi bir kitlesel göç yapmadıkları bilinmektedir. Sonunda TMT, iyi silahlanmış Rum çetelerinin her tarafta ortaya çıkması ile hayret içinde kalmamıştı. Çünkü Türklerin, güçlendirilmiş mevzileri hazır durumdaydı. Ama çoğu kez sadece av tüfekleriyle silahlanmış olan ve kendi kesimlerinin ele geçirilerek etkisizleştirilmelerine engel olmada tayin edici bir rol oynayan sıradan Türklerin güçlü direnişi olmasaydı, bu mevziler belki de Rumlarca ele geçirilecekti.”

MAKARYOS’UN DÖRT AŞAMALI PLANI
            Purcell daha sonra, Kıbrıs Türk liderliğinin karşı-propagandasına temel oluşturmuş bulunan Rum liderliğinin Akritas Planı’na değinir:
            “Rumların beklenmedik hal planı hakkında elde daha çok bilgi vardır. Çünkü çok gizli olan bu belgenin bazı bölümleri, Grivas yanlısı Patris gazetesinde 21 Nisan 1966 günü yayımlanmıştır. Belgenin yayımlanmasındaki amaç, bu işin örgütleyicileri olan “Akritas” (Yorgacis), Kliridis ve Papadopulos’un ne kadar yeteneksiz kişiler olduklarını ortaya koymaktı. Varlığından söz edilen Türk belgesi gibi bu belge de, tarafsız bir araştırma amacıyla (tam metin olarak) elde edilememiş, ama Türk belgesinin aksine Rum belgesi, hazırlayanların kendi toplumundan kişiler tarafından yayımlanmıştır. Bir de, belgenin tam metni kamuoyunun malı haline gelecek olursa, bazı bölümlerinin açıklanmamış olmasının daha yararlı olacağı sanılmaktadır. Ayrıca bu belgenin Makaryos tarafından onaylandığı anlaşılmaktadır. Ama kendisi henüz bunu kabul etmemiş değildir. Son olarak bu plan, Yunanlı korgeneral Karayannis tarafından Ethnikos Kiryx adlı gazeteye verilen 15 Haziran 1965 tarihli demeçte de açıklandığı gibi, Makaryos’un planının 4 aşamasına da uymaktadır:
1. Anayasanın olumsuz kısımlarını değiştirmek
2. Uluslararası anlaşmaları feshetmek                       
3. Davayı, kendi kaderini tayin hakkı açısından yeniden savunmak
4. Bir plebisit yoluyla enosis’i gerçekleştirmek
            Kıbrıs Rumlarının beklenmedik hâl planının özellikle bir bölümü geniş bir şekilde aktarılmalıdır. Çünkü ilk olarak, planın gerisinde yatan temel ilkeyi ortaya koymaktadır. İkinci olarak çok zeki, biraz da Makyavelist bir düşünce şeklinin söz konusu olduğunu göstermektedir. (Ama bu sanıldığı gibi Yorgacis’e ait değildir.) Üçüncü olarak da “dünya kamuoyu”nun (yani uluslararası basının) Filistin’deki siyonist yayılmacılık karşısında uyguladığı çifte standardın ne kadar önemli olduğunu gösterdiği için aktarılmalıdır. Üstesinden gelinemeyecek olarak tanımlanan tek tehlikenin Türkiye’nin askeri müdahalesi olduğunu belirten belge şöyle devam etmektedir:
            “Son zamanlarda birçok benzeri olayın tarihi bize göstermektedir ki, yasal olarak affedilmiş bile olsa hiçbir müdahale olayında, müdahaleyi yapan ne BM, ne de diğer güçler tarafından saldırılan tarafın zararına önemli tavizler vermeden saldırgan taraf geri çektirilememiştir. Süveyş’e İsrail tarafından yapılan saldırı olayında bile, ki BM’in hemen bütün üyeleri tarafından kınanmış ve Rusya, olaya müdahale tehdidinde bulunmuştur, İsrail geri çektirilmiştir, ama bir taviz olarak Kızıl Deniz’e bakan Eilat limanını elinde tutmayı sürdürmüştür.” İsrail’in Eilat’ı 1949’da BM’in 14 Ekim 1948 tarihli kararına ters düşecek şekilde ve ateş-kes hattının ötesine ilerlememe konusunda verdiği ciddi sözü çiğneyerek ele geçirdiği de söylenmelidir. (Haziran 1967’de aynı tipte bir örnek yaşanmış, BM ateş-kesi yürürlüğe girmezden önce ve sonraki süre içinde ustaca zaman kazanılmıştı.)

ENOSİS’TEN ÖNCE ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ
            Kıbrıslı Rumların gizli belgesinde daha sonra, Türkiye’ye müdahale etmesi için iyi bir gerekçe verecek olan, enosisi ilan etmekten çok, anayasanın değiştirilmesinin planlandığı belirtilmektedir. (Lüksemburg Radyosu ile 13 Mayıs 1965’de bir söyleşi yapan Makaryos, Yunan hükümetinin tavsiyesi üzerine, enosis’e giden yolda geçici olacak bir dönemi kabul etmeye zorlandığını açıklayacaktı.) Belgede devamla, Kıbrıs Türk toplumunun, anayasa değiştirildikten sonra olay ve çatışma çıkartmaya çalışacağı tahmininde bulunulmakta, böylece Rumları paniğe sevketmeye çalışarak, “geniş bölgeleri” ele geçirebileceklerini, bu nedenle hükümetin “karşı saldırısı”nın derhal ve güçlü bir şekilde yapılması gerektiği belirtilmektedir: “Bir veya iki gün içinde duruma hakim olabilirsek, dış müdahale mümkün, muhtemel veya haklı olmayacaktır.” Bir başka nokta ise şuydu: “Kışkırtma olmaksızın Türklere karşı katliam veya saldırıya girişmeye niyetli değiliz.”  Nedeni ise müdahale için hiçbir gerekçe sunmamaktır. Değinilen kışkırtma, Makaryos’un önerilerinin Türkler tarafından açıkça reddedilmesiydi. Çünkü daha sonra Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu’nun resmen komutanı olan General Karayannis şöyle yazmıştı: “Türkler anayasa değişikliğine karşı çıktıkları zaman, Başpiskopos Makaryos planını uygulamaya koydu ve Rum saldırısı Aralık 1963’de başladı. Rumlar, bir karışıklık durumunda Türkleri ezip geçmek için hazırlıklıydılar ve böyle yapmaya da teşebbüs ettiler, ama öyle anlaşılıyor ki yer alan mezalim, gerçek planın bir parçası değildi.” (H.D.Purcell, Cyprus, London 1969, s.321-323)

MAKARYOS’UN 13 MADDELİK ÖNERİLERİ
            Yeniden konumuza dönmezden önce, Cumhurbaşkanı Makaryos’un 30 Kasım 1963’de Yardımcısı Dr.Küçük’e sunduğu 13 maddelik “Devletin rahat çalışmasını sağlamak ve toplumsal sürtüşmenin belli bazı nedenlerini ortadan kaldırmak için önerilen önlemler” başlıklı önerilerini kısaca özetlemekte yarar vardır: Madde 1 ve 9, ordu konusunda meydana gelen açmazı kırmaya yönelikti. Madde 10,12 kamu hizmetine yapılan memur tayinlerinde ortaya çıkan sorunlara ilişkindi. Madde 6, kasabalardaki etnik ayrılığı önlemek, Madde 5 ise vergi yasasının geçmesini engelleyen Kıbrıslı Türkleri etkisiz bırakmak içindi.
            Kıbrıs’taki İngiliz Yüksek Komiserinin bilgisi dahilinde hazırlanan Makaryos’un 13 maddelik önerileri, ayrıca Yunanistan, Türkiye ve Britanya hükümetlerine de sunulmuştu. Makaryos amacının, “Türk toplumunu herhangi yasal hakları ve çıkarlarından, ya da eksiksiz güvencelerden mahrum kılmak olmadığını, ancak dostça bir anlaşmaya ulaşmak için Kıbrıs Türk liderleriyle görüşmelerin başlatılması” olduğunu söylemekteydi. Ne var ki, 6 Aralık 1963 günü toplanan Türkiye Bakanlar Kurulu, daha Kıbrıslı Türkler önerilerle ilgili yanıtlarını hazırlamaya vakit bulmadan, Makaryos’un önerilerini reddetti. Türk hükümetinin bu eylemi, Kıbrıs’taki durumun karışmasına yol açtı ve 1963 yılı Noel’inin trajik olaylarıyla sonuçlandı.

BRİTANYA KIBRIS KONUSUNDA LONDRA’DA BİR KONFERANS YAPILMASINI ÖNERİYOR
            1963 bunalımı Lefkoşa’daki “yeşil hat”tın çizilmesine yol açarken, adanın böylece bölünmesi fikrinin de önceden planlanmış olduğu ortaya çıkıyordu.
            28 Aralık 1963 günü İngiliz Uluslar Topluluğu’ndan sorumlu Devlet Bakanı Duncan Sandys Kıbrıs’a geldi. Ziyaretinin amacı, adadaki trajik olaylardan sonra meydana gelen durumu görüşmek için, her iki toplumun 15 Ocak 1964’de Londra’da başlayacak olan bir konferansa katılmaları için onlara çağrıyı iletmekti.
            Konferansın toplanmasına ilişkin öneri Ankara ve Atina tarafından derhal kabul edilirken, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makaryos önce bu fikri reddetti ve BM’e gitmek istedi. Ama sonunda konferansın toplanması konusunda anlaştı.
            3 Ocak 1964 günü bir basın toplantısından konuşan Makaryos şöyle diyordu: “Kıbrıs sorununun çeşitli yönlerinin aşamalar halinde ele alınmaması, aksine bu sorunun bir bütün olarak yeniden değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Konferansta bütün ümitlere rağmen Kıbrıs sorununun adil bir çözüm üretilmezse, biz bu çözümü elimizdeki bütün barışçı araçları kullanarak aramaya kararlıyız. Londra Konferansındaki hedefimiz, gerçekten bağımsız ve birleştirilmiş, dış müdahale ve karışmanın herhangi bir şeklinden arındırılmış bir devlet yaratmak olacaktır. İşte tam da bu nedenledir ki, Garanti ve İttifak Anlaşmalarının feshedilmesi gerekmektedir. Kıbrıs Türklerini azınlık haklarından mahrum bırakmak istemiyoruz. Aksine onların bu haklarını güvence altına almak istiyoruz. Ama diğer bütün açılardan Kıbrıs devleti, demokratik bir anayasaya dayanmalıdır.
           
DR.KÜÇÜK: “BİZ AYRI BİR DEVLET OLUŞTURMAK İSTİYORUZ”
             Öte yandan Kıbrıs Türk liderliği, Kıbrıs’ın taksim edilmesi fikrini ilerletmekteydi. Çarpışmaların başlamasından hemen sonra ve taksim planı uyarınca Dr.Küçük, 30 Aralık 1963 günü “Anayasanın öldüğünü” ve kendisini artık Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görmediğini, kendisi ile Kıbrıslı Türk bakanların hükümet toplantılarına katılmayı reddettiklerini açıkladı. Türk liderliği ayrıca, Kıbrıslı Türk devlet memurlarını görevlerine gitmeyerek, Türk denetimi altındaki bölgelerde paralel hizmetler oluşturmaya zorladı.
            Kıbrıs Türk gazetesi Bozkurt, 2 Ocak 1964 günkü sayısında şöyle yazıyordu: “Kıbrıs için en iyi çözüm şekli taksimdir. Alınması gereken önlemlerin biri de Kıbrıs’taki Türk ordusunun güçlendirilmesidir.”
            Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr.Küçük, 10 Ocak 1964 tarihli Fransız Le Monde gazetesinde, muhabire “35. enlemin Kıbrıs’ın taksimi için ideal çizgi olacağını söyleyerek, Girne ve Mağusa limanları da içinde adanın kuzey yarısının Kıbrıslı Türklere verilmesini istiyordu. Dr.Küçük, şunları ekliyordu: “Biz ayrı bir devlet oluşturmak istiyoruz. Rum-Türk karma köyler artık var olamaz. Yurttaşlarım, Rum komşularının tedhişi altında yaşamaktadır. Kıbrıs Türkleri bir azınlık değildir. Kendi dili, dini ve gelenekleri olan bir halktır. Bu adada Rumlar kadar bizim de hakkımız vardır.”
            Dr.Küçük devamla, öngörülen yeni devletin bağımsız mı kalacağı, yoksa Türkiye ile mi birleşeceğinin kararlaştırılacağını söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Biz, ayrı bir yönetimin oluşturulması için şimdiden ileri adım atmaktayız. Kendi polisimize ve iletişim olanaklarımıza sahibiz. Londra Konferansından sonra, kendi özerklik bölgemizi genişleteceğiz. Bizim açımızdan Başpiskopos Makaryos’un hükümeti artık yoktur.” Küçük, sözlerini şöyle bağlamıştı: “Türkiye, Garanti Anlaşması gereğince bizi kurtarmak için mutlaka müdahale edecektir!”
           
YUNANİSTAN’DAKİ DURUM
            O sıralarda Yunanistan’da parlamentoya dayalı bir hükümet yoktu. Seçimlerin yenileceği açıklanmış ve Saray’a bağlı kişilerden oluşan bir seçim hükümeti oluşturulmuştu. Yannis Paraskevopulos Başbakan, Ksantopulos Palamas da Dışişleri Bakanıydı ve herhangi bir kamusal yetkiye sahip olmadıkları halde, görüşmelerin yapılmasında ısrar ediyorlardı. Atina’daki seçim hükümetinin duruma nasıl baktığını, Yunanistan Dışişleri Bakanı tarafından Cumhuriyet gazetesine verilen ve Atina’daki Vima gazetesi tarafından da aktarılan (24 Ocak 1964) şu söyleşi ortaya koymaktadır: “Kıbrıs sorununun BM’e götürülmesi ne Yunanistan’ın, ne de Türkiye’nin yararınadır. Yunanistan ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta toprak iddiaları yoktur. Hem Balkanların ve Orta Doğu’nun savunma sistemi, hem de Kuzey’den gelen ortak tehdide karşı oluşturulan cephe, her iki ülkenin arasında kurulmuştur.”

LONDRA KONFERANSI’NIN ÇALIŞMALARI
            Kıbrıs’la ilgili Londra -Konferansı, yukarıda sözü edilen havada ve Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale edeceği tehditleri altında 15 Ocak 1964 günü başladı.

15 OCAK 1964 GÜNÜ MARLBOROUGH HOUSE’DA YAPILAN İLK TOPLANTI
            İngiliz Uluslar Topluluğu ile ilişkilerden sorumlu olan zamanın Devlet Bakanı Duncan Sandys’in açılış konuşması:
            Sandys, toplantının Kıbrıs’taki trajik olayların gölgesi altında yapıldığını ve Britanya’nın Kıbrıs’taki farklı soydan toplumlar arasında artan düşmanlık duygularını görmekten derin bir huzursuzluk duyduğunu söyledi. Ayrıca, çarpışma başladığı zaman Britanya’nın bir iç savaşa yol açılacağı ve Türkiye ile Yunanistan’ın bu çatışmaya karışabilecekleri olasılığı karşısında endişeyle dolu olduğunu belirtti.
            1960 Anlaşması uyarınca, Kıbrıs’ta düzenin yeniden sağlanması görevi ile 3 hafta önce oluşturulan Ortak Askeri Güç’e değinen Sandys, Britanya’nın bu görev için 2,500’den fazla asker sağladığını, bu askerlerin her iki toplumun da güven ve iyi niyetine sahip olduğu için barışı koruma görevinde başarılı olduğunu söyledi. Britanya’nın belirsiz bir süre Kıbrıs’ta bir polis gibi davranamayacağına işaret ederek, İngiliz askerlerinin karışıklıklara yol açan sorunlara şerefli ve işleyebilir bir çözüm bulunana kadar görevlerini yapacaklarını ifade etti. Konferansın başarısızlığa mahkum olduğuna ilişkin yaygın inanışa değinen Sandys şöyle konuştu:
            “Burada, Londra’da yapılan görüşmeler eğer başarısızlıkla sonuçlanırsa, bu durum her iki tarafı da kaçınılmaz olarak kendi çözümlerini zorla kabul ettirme yönüne itecek bir ümitsizlik duygusu yaratacaktır. Eğer çarpışmalar ikinci bir kez başlayacak olursa, onları durdurmak son defa olduğundan daha zor olacaktır ve Kıbrıs bir kez daha, birkaç hafta önce çok zor savuşturulan iç ve dış bütün tehlikelerle yüzyüze kalacaktır. Başarısızlık olasılığı, uzun uzadıya düşünülecek kadar çok acıdır.”
            Duncan Sandys konuşmasının sonunda, bir çözüme ulaşmanın aşırı derecede çok zor bir görev olduğunu söyleyerek, her heyetin önemli bir katkıda bulunması gerektiğini ve bir çözüm şeklini bulmalarının zorunlu olduğunu vurguladı.
           
MARLBOROUGH HOUSE’DA 16 OCAK 1964 GÜNÜ YAPILAN İKİNCİ TOPLANTI
AÇILIŞ KONUŞMALARI
            Zamanın Türkiye Dışişleri Bakanı F.C.Erkin’in konuşması:
            Erkin, uzun konuşmasında daha çok Kıbrıs’ın coğrafik konumu ve ada nüfusunun bileşimi üzerinde durdu. Kıbrıs’ın stratejik önemine değinerek, “adanın Türkiye için hayati öneminin sadece adada bir Türk toplumunun bulunmasına bağlı olmadığını, ayrıca jeo-stratejik önemini de göz önünde bulundurduklarını” vurguladı. Kıbrıs’ın coğrafik olarak Anadolu yarımadasının bir uzantısı olduğunu da belirterek, stratejik öneminin şu sözlerle değerlendirilmesi gerektiğini söyledi:
            “İlk olarak, ada Doğu Akdeniz’de yeterince büyük ve uygun bir yerde bulunması nedeniyle kullanışlı bir üs oluşturmaktadır ve Doğu Akdeniz’de denetimi sağlamaktadır. İlerleyen dünya stratejisi göz önünde tutulursa, Türkiye, Batı ve hatta Atlantik bölgesi içinde yer alan bir ülkedir. Gerçekten de Türkiye’nin lojistiği, Atlantik’ten Doğu Akdeniz’e doğru gelen ve Güney Anadolu limanlarına bağlanan deniz iletişim yollarıyla yakından ilişkilidir. Bütün bu tedarik yolları, Türkiye’nin güney sahillerinden sadece 40 mil uzakta olan Kıbrıs adasının denetimi altındadır. Öte yandan Kıbrıs, Orta Doğu ve Balkanlardan Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika yönünde kullanılabilecek olan Türkiye’nin ve ardından Batı’nın savunma sisteminin gerisinde bir dayanak noktası oluşturmaktadır. Adanın jeo-stratejik konumu nedeniyle Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin savunması birlikte düşünülmelidir. Dahası, Doğu Akdeniz’in savunması açısından Kıbrıs, Türkiye ve NATO bağlamında, Türkiye ile Yunanistan’ın savunma sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Bu olgunun doğal sonucu olarak Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında bir İttifak Anlaşması bağlanması ve adanın savunmasının güvence altına alınması gerekmektedir.”
            Erkin, nüfusun bileşimi hakkında konuşurken de, Kıbrıs’ta homojen bir halkın, ya da ulusun bulunmadığını, ama komşu iki ülkenin Yunanistan ve Türkiye’den ayrı olarak gelişmiş ve onların birer parçası olan Rum ve Türk toplumlarından oluşan iki ana toplumun bulunduğunu söyledi. İki topluma sadece sayısal bir konu ve bir çoğunluk-azınlık açısından bakılamayacağını belirten Türkiye Dışişleri Bakanı, adada sadece homojen bir etnik grup varmışçasına davranıp, bu görüşten hareketle bir siyasal rejimi göz önünde bulundurmanın olanaksız olduğunu ekledi. Daha sonra Zürih ve Londra Anlaşmalarına değinerek şöyle konuştu:
            “Anlaşmalar, komşu ülkelerin parçaları olan ada halkları arasında ilişkiler oluşturmuştur.” Erkin, Kıbrıs’ın iç statüsüyle ilgili olarak da Anayasanın iki toplum esasına dayalı bir çeşit federal devlet kurduğunu ve Kıbrıs’ın uluslararası statüsü ile ilgili olarak da, sözleşmeyi imzalayan güçlerden ikisinin kendi toplumlarının ada üzerinde var olma haklarını elde ettiklerini ve 3. gücün, Batı’nın yararına olan stratejik görevleri yerine getirmek için askeri üsler elde ettiğini söylemiştir. Garanti ve İttifak Anlaşmaları ile bu amaçlara ulaşıldığını ifade eden Erkin, Kıbrıs devletinin bu anlaşmaların çevresi dışında düşünülmesinin olası olmadığını sözlerine ekledi.
            Daha sonra uzun uzadıya Kıbrıslı Rumların Zürih ve Londra Anlaşmalarını uygulamadıklarını, bu anlaşmalara karşı bir kampanya yürüttüklerini ve anayasayı kötülediklerini kanıtlamaya çalıştı. Sonunda da Kıbrıslı Türklerin, Rumlar tarafından nazarı itibara alınmadıklarını belirterek, Rumların Aralık 1963 olaylarından sorumlu olduğunu öne sürdü.

ZAMANIN YUNANİSTAN DIŞİŞLERİ BAKANI C.PALAMAS’IN KONUŞMASI:
               Palamas, Kıbrıs’taki trajik olaylara değinerek “Yunanistan’ın Türk dostlarından geniş askeri önlemleriyle karşı karşıya kaldığını vurguladı; Yunan basını ve kamuoyundan ağır baskı görmesine rağmen, Yunanistan’ın kendini büyük ölçüde frenlediğini söyledi. Kıbrıs anayasasıyla ilgili olarak anayasanın işlemez durumda olduğunun kanıtlandığını belirten Palamas, iki toplumun makul bir oranda katılacağı birleşik bir devlet oluşturmak yerine, anayasanın iki farklı ve muhalif siyasal faktörden oluşan bir karışım ortaya çıkardığını vurgulayarak şöyle dedi:
            “Şimdi gördüğümüz gibi, anayasanın esas eksikliği, ayrımcı önlemlerle birleşik bir devlet oluşturmayı hedeflemiş olmasıdır. Çoğunluk, engellenmiş olma duyguları beslemekte olup, herhangi önemli bir girişimi sürekli olarak azınlığın karşı çıkmasına maruz kalmaktadır.”
            Palamas devamla, Başpiskopos Makaryos’un anayasanın işleyebilir hale gelmesi için bazı noktalarını değiştirme önerisi sunma girişiminde bulunduğuna değinerek, bunun iyi niyetle ve yasal yoldan yapıldığını, ama ne yazık ki, önerinin Türk tarafınca derhal reddedildiğini söyledi. Üçlü Garanti Anlaşmasıyla ilgili olarak da anlaşmanın amacının, Kıbrıs’ın asla bir tehlike veya hatta Türkiye’nin güvenliği için potansiyel bir tehdit oluşturmayacağına ilişkin olarak Türk ulusuna etkin bir güvence vermek olduğunu belirtti. Yunanistan Dışişleri Bakanı ayrıca, adadaki Yunan ve Türk alaylarının şiddet olaylarının patlak vermesini önleyemediğini, ama aksine Yunan ve Türk güçleri arasında doğrudan bir çatışma tehlikesi yarattığını vurguladı. Palamas şunları ekledi: “Aynı şekilde Garanti Anlaşması, tek yanlı müdahale olasılığının varlığına atıf yaptığından, Yunanistan ile Türkiye arasında her an tutuşabilecek yeni bir cephe açmaktadır.” Palamas, son olarak da soruna bulunacak gelecekteki çözümde aşağıdaki temel noktaların göz önünde bulundurulmasına dikkat çekti:
      “a) Eğer makul bir eşgüdüme varılamazsa, Kıbrıs’taki iki toplumun çıkarları bütün diğer tarafların çıkarları üzerinde tutulmalıdır.  
       b) Kıbrıs uluslararası planda bağımsız bir devlet olarak tanınmıştır ve Kıbrıs’ın bağımsızlığı korunmalıdır.
      c) Barış içinde bir arada var olma ve iki toplum arasında işbirliği, anayasal sorunların kalıcı bir çözüme vardırılmasına olanak sağlayacak tek temeldir.
       d) Türk toplumu bir azınlık olarak zırhlı güvenceler sağlama hakkına sahiptir.       
       e) Herhangi bir çözümde, Hür Dünya’nın ve NATO topluluğunun çıkarlarına yeterince önem verilmelidir.
           
RAUF DENKTAŞ’IN KONUŞMASI: “TAKSİM İSTİYORUZ”
            Denktaş, Kıbrıs Türk heyetinin konferansa şu düşüncelerle gittiğini söyledi:
            “İlk olarak Kıbrıs’taki trajik olaylarla yaratılan sorunlara bir çözüm bulunmalıdır ve böylesi olayların yeniden çıkmasını önleyecek tatmin edici bir çözüm şekli üzerinde çalışılmalıdır.
            İkinci olarak, Kıbrıs Türk toplumu, kendi sorunlarıyla Rum toplumunun sorunları birbirinden ayrı tutulması ve karıştırılmaması için tamamen tatmin edilmelidir.”
            Denktaş daha sonra, Türk tarafının anayasada değişiklik için Rumların yaptığı önerileri reddettiğini, çünkü bunlarla, bütün Türk haklarını gasbetme ve enosis’e yol açmanın hedeflendiğini söyledi. Denktaş, “Bütün karışıklığın kökü, anayasanın kendisi değil, Rumların anayasayı uygulamak istememe kararıdır” dedi.
            Türk toplumunun haklarının Kıbrıslı Rumlarca çiğnendiğini öne süren Denktaş, Kıbrıs’taki trajik olaylardan ve Kıbrıs Türklerine karşı yapılan mezalimden Rumların sorumlu olduğunu söyledi. Konferansta Kıbrıslı Türklerin “daha gerçekçi ve etkin garantiler aramakta olduklarını” ifade eden Denktaş, şu noktaya işaret etti:
            “İsimler veya tanımlamalar veya başka bir şey üzerinde ısrar etmiyoruz. Biz yazılı söz veya anlaşmalara güvenmiyoruz.”
            Daha sonra iki toplumun bir arada var olmasının olanaklı olmadığını kanıtlamaya çaba gösteren Denktaş, iki toplumun yanyana, iyi komşular olarak yaşayabilecekleri bir çözümün bulunması gerektiğini söyledi. “Aralarındaki bütün fiziksel ilişkilerin kaldırılarak” iki toplumun ayrılmasını talep eden Denktaş, böylece can ve malın kutsallığı, insan onuru, haysiyet ve adaletin, her ne pahasına olursa olsun iki toplum için ayrı ayrı sağlanması gerektiğini söyledi. İlk adım olarak Kıbrıs Türklerinin başka bölgelere aktarılmasını ve “mal mübadelesi veya tazmini”ni sağlayacak bir mekanizmanın kurulmasını öneren Denktaş, devamla ayrılma önerisini tekrarladı:
            “İki toplumun tamamen fiziksel ayrılığı gerçekleştirilmelidir. Bundan sonra her iki toplum da üzerinde anlaşılacak siyasal çerçevede iyi komşular olarak Kıbrıs’ta yanyana yaşamayı deruhte etmelidirler. Bu ayrılma ilkesi esastır. Mutlak surette yaşamsal ve ivedi olup, gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Türklerin can ve mallarının güvenliği için güvenlik duygusunun tam olarak yerleşmesi için artırılmalıdır... İngiliz Uluslar Topluluğunun veya BM’in vereceği bir garanti, Türk toplumu için güvence oluşturmamaktadır.”
            Denktaş konuşmasının sonunda şöyle dedi:
            “Taksime giden herhangi bir çözümü bulmak, ya da başka bir çözüm bulunmazsa, taksim için tam olarak ilerlemek gerektiği konusunda karar vermemiz zamanı gelmiştir.”

ZAMANIN KIBRIS TEMSİLCİLER MECLİSİ BAŞKANI G.KLERİDİS’İN KONUŞMASI:
            “Kıbrıs Rum heyetinin amacı, çeşitli sorunlara yapıcı bir biçimde yaklaşmaktadır” diyerek, sözlerine başlayan Kliridis, buna rağmen bazı temel ilkelerde uzlaşma olamayacağını ve görüşlerini değiştirmeyeceklerini vurguladı. “Kıbrıs’ın egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması, temel ilkelerden biridir. Aynı derecede temel olan bir başka ilke, gerçek bağımsızlık durumu, konferanstan çıkacak bir meziyet olmalı ve Kıbrıs halkı böylece kendi sorunlarına kendisi hakim olmalıdır” diye konuşan Kleridis, şöyle devam etti:
            “Kıbrıslı Rumlar, Cumhuriyetin bütün yurttaşları için, insan haklarını tanıyan evrensel maddelerin anayasaya eklenmesini arzulamaktadır, ama her topluma ayrı ayrı hakların verileceği herhangi bir sistemi kabul etmeye hazır değildirler. Değerli zamanımızı karşılıklı şikayetlerle harcayarak, olmuş olaylarla ilgili olarak suçun yükünü bir taraftan öteki tarafa atmaya çalışmak, yapıcı bir yaklaşım olmayacaktır.” Erkin ve Denktaş’ın yaptıklarının aksine (konuşmalarının uzun bir kısmını ayrıntılı olarak Kıbrıs Rum tarafını suçlamaya ayırmışlardı), Kleridis, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr.Küçük tarafından TC Dışişleri Bakanı Erkin’in yanında 9 Ocak 1963’de verdiği bir demeci okuyarak, Denktaş’ın Türk gençlerini Kıbrıs’ı Türk yapmak için mücadeleyi sürdürmeye teşvik eden sözlerini aktardı. Kleridis, “Türk tarafı silahlıydı ve çarpışmaya hazırdı” dedi. Dr.Küçük, adı geçen demecinde şöyle konuşmuştu: “Kıbrıs Türkleri yeni bir bağımsızlık mücadelesi vermek zorundadır ve artan yardım, kendi özgürlüğümüz ve barışın korunması için bir mücadele vermemizi sağlamaktadır.”
            Anayasanın Kıbrıs Türk toplumuna verdiği haklara değinen Kleridis, bu hakların sadece aşırı haklar olmadığını, ayrıca devletin çalışmasını önlemek için kullanıldığını ve ülkenin ekonomik yıkımın eşiğine gelerek, gelişmeyi engellediğini söyledi.
            Son olarak Kıbrıs Rum heyetinin eskiden ne olduğuna ilişkin ayrıntıya girmeyeceğini, ama geleceği güvence altına almak için ne yapılması gerektiği konusuyla ilgilenilmesi gerektiğini belirtti.

ZAMANIN KIBRIS DIŞİŞLERİ BAKANI S.KİPRİYANU’NUN KONUŞMASI:
            Kipriyanu sözlerine başlarken, Kıbrıs’taki trajik olayların nedenlerinin anayasa ve anlaşmalarda bulunmadığını söyledi. Kıbrıs anayasasının sadece işleyemez ve antidemokratik unsurlar içermekle kalmayıp, ayrıca esas özelliğinin, ana sürtüşme kaynağını oluşturmuş olan halkı bölmesi olduğunu vurgulayarak, şunları ekledi:
            “Bu tamamiyle işlemez olan ayrılık teorisinin uygulanmasından çok şey öğrendiğimize inanıyorum. Yine aynı hatayı yapmayalım. Eğer bütün Kıbrıs halkı için mutluluk ve refahın güvence altına alınması isteniyorsa, bunun için gerekli olan koşulları yaratmak bizim görevimizdir ve bu, toplumların ayrılmasıyla sağlanamaz. Aksine toptan ve tamamen bir işbirliği ve birleşme ile sağlanır.
            Hem tecrübe, hem de gerçekçilik bize göstermiştir ki, Yunanistan ve Türkiye ile bağlanan ve kabul edilemez unsurlar içeren Kıbrıs Anlaşmalarının mutlaka feshedilmesi kaçınılmazdır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağı bütün, bağımsız ve egemen bir devlet olarak, uluslararası tanınan ve kabul gören demokratik ilkelere dayalı, herhangi bir dış müdahale, karışma veya bağımlılık olmaksızın bir anayasaya sahip olma hakkı vardır. Bütün yurttaşların temel insan hakları tamamiyle korunmalıdır.”
            Kipriyanu son olarak, Erkin’in öne sürdüğü bazı noktalara değinerek, Kıbrıs hükümetinin önceden hazırlanmış bir planı olduğu yolundaki suçlamayı reddetti ve diğer heyetler ve özellikle Erkin’in, Türkiye hükümetinin nihayet Anlaşmaya uygun olarak tek yanlı eyleme başvurmaya karar verdiği şeklindeki ifadelerine yanıt vermek istediğini söyledi.
            Yeniden söz alan Erkin, yaptığı ikinci konuşmada Sandys ile tamamen uyuştuğunu söyleyerek, eğer ikinci bir defa bir çatışma çıkarsa, Kıbrıs’ın yeniden dış istila tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını belirtti.

16 OCAK 1964’DE MARLBOROUGH HOUSE’DA YAPILAN ALT KOMİTE TOPLANTISI
            Bu toplantıda hem Kıbrıs Rum, hem de Kıbrıs Türk heyetleri Duncan Sandys’in başkanlığında yer almışlardı. Bu görüşmeler esnasında Türk tarafı, Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin, Anayasa, İttifak ve Garanti Anlaşmaları üzerinde herhangi bir tartışmanın başlamasından önce, derhal dikkat merkezine getirilmesi gerektiğini belirtti. Türk nüfusun güvenliğini sağlamanın tek yolunun, iki toplumun fiziksel olarak ayrılması olduğunu öne sürdü. Tecrit edilmiş köylerde veya karma köylerde yaşayan Türklerin, tamamen Türklerle meskûn köylerin yanına yerleştirilmesi için nüfus aktarması ve değiş-tokuş yapılmasını istedi. Ayrıca malların değişimi ve tazmini konularının da düzenlenmesini isteyen Türk heyeti, nüfusun yeniden yerleştirilmesi sorununda bir anlaşmaya varılmadan, anayasal konuyu görüşmeye hazır olmadığını söyledi.

DENKTAŞ VE HALİT ALİ RİZA ARASINDA GÖRÜŞ AYRILIĞI
            Denktaş ile Halit Ali Riza arasında ayrı bölgelere nüfus kaydırılması konusunda görüş ayrılığı vardı. Denktaş, Türklerden oluşan birkaç bölgenin yaratılmasından yana iken, Ali Riza bütün Türklerin bir bölgeye toplanmasını ve buradaki Rumların dışarıya çıkarılmasının daha iyi olacağını savunuyordu. Halit Ali Riza, Türk bölgesinin bağımsız bir Kıbrıs içinde kendi ayrı hükümeti ile ayrı bir devlet olmasını isterken, oluşturulacak bu iki ayrı devletin merkezde bir çeşit eşgüdüm organı bulunmasını öneriyordu. (25 yıl sonraki Türk görüşüyle olan bu benzerlik çok ilginç değil mi?)

SANDYS: “TÜRK TARAFININ İSTEĞİ TAKSİMDİR”
            İngiliz Bakan Sandys, kendi görüşüne göre bunun taksim olduğunu belirtti. Kıbrıs Rum heyeti ise Türk önerisini baştan reddetti ve ayrıntılı olarak verilen gerekçeler ve rakamlar ışığında nüfus aktarması ile ayrı bölgeler oluşturmanın imkansız olduğunu açıkladı.
            Kıbrıs Türk heyetinin görüşüne göre, Kıbrıs’ta Yunan ve Türk askeri birliklerinin bulundurulması konusunda varılacak anlaşma ne olursa olsun, Türk askerlerinin sayısı artırılmalı ve Türk birlikleri, karışıklık çıkma olasılığı olan bölgelerde üslenmeliydi.
            Kıbrıs Rum delegesi, Garanti ve İttifak Anlaşmasının olması veya Kıbrıs’ta Yunan veya Türk askerlerinin üslendirilmesini gerektiren bir ilke üzerine temellendirilecek herhangi bir çözümü kabul etmeyeceklerini belirtti. Kıbrıs Rum heyeti, Sandys’in Türklerin fiziksel güvenliği ile ilgili olarak güven yaratmak için ne önereceklerini sorduğu zaman, Türk tarafının ayrılıkçı yapıda siyasal haklar elde etmek için kendi fiziksel güvenliklerinden endişe eder gibi göründüğünü belirtti. Kleridis, Kıbrıslı Rumların güvenlik güçlerinin eylemlerini gözlemlemek için sınırlı bir süre Kıbrıs’ta örneğin BM gözlemcileri gibi yabancı gözlemcilerin bulundurulabileceğini düşünmeye hazır olduklarını sözlerine ekledi.
            Sandys, adadaki Yunan ve Türk askeri birliklerinin geri çekilmesi için bir miktar uluslararası askeri gücün Kıbrıs’ta üslenmesinin düşünülmesi gerekebileceğini ve bunun bir ara dönem için geçici bir önlem olarak düşünüldüğünü söyledi. Türk tarafı bu öneriyi, derhal reddetti. Yunanistan’ın kendi birliklerini artırmak istememesi halinde endişe etmeyeceklerini vurgulayan Türk tarafı, Kıbrıs’ta Türk varlığının artırılması talebini yineledi.

TÜRKLER TARAFINDAN ÖNERİLEN ÇÖZÜM TEK YOL DEĞİL
            Sandys kendi görüşlerini şöyle özetledi:
            “Bana öyle geliyor ki, Türklerin fiziksel güvenlikleri için bazı düzenlemeler yapmalıyız. Hepimiz de Kıbrıs’ın birleşik bir ülke ve tek bir yönetimle varlığını sürdürmesini olanaklı kılacak bir çözüm şekli bulmak istiyoruz. Güvenlik sorununun önemli olduğunu kabul ediyorum, ama Türkler tarafından önerilen çözümün tek yol olduğunu sanmıyorum.”
            Sandys, geçici bazı adımların atılması gerektiğini söyleyerek, Kıbrıs’ın bir güven ortamı yaratılmasına yardımcı olmak için geçici bir süre bir çeşit uluslararası polis gücüne çağrı yapmasını önerdi. Yedek güvenlik gücü olan Yunan ve Türk ordularının Kıbrıs’taki birliklerini bu iş için düşünmediğini, “ama son çıkanlar gibi çatışmaları durdurmak için yeterli gücü olan başka birlikleri” düşündüğünü söyledi. Anlaşma için ortak bir zemin bulmanın olası olmadığı belirgin olunca, Duncan Sandys toplantıyı 20 Ocak gününe erteledi. Böylece önce Yunan, sonra da Türk heyetiyle Chequers Malikanesi’nde yapılacak ilk özel görüşmeler için zaman ayrılmış olacaktı.

CHEQUERS’TE SANDYS İLE KIBRIS RUM HEYETİ ARASINDA 17 VE 18 OCAK 1964’DE YAPILAN TOPLANTI
            Sandys, toplantının başında kendi görüşüne göre, Türklerin fiziksel güvenliklerine ilişkin endişelerini tatmin edecek bazı önlemlerin alınması gerektiğini söyleyerek, ondan sonra anayasal ve diğer konular üzerinde anlaşma  sağlamasının daha kolay olacağını belirtti.
            Kıbrıs Rum heyeti, önce Kıbrıs’ın yeni anayasasının tartışılması gerektiğini ve sürtüşmenin nedenlerinin, yani anayasanın işleyememezliği ve ayrılıkçı eğilimlerin ortadan kaldırılması halinde, herhangi bir özel güvenlik düzenlemesine gitme ihtiyacı kalmayacağını söyledi.
            Sandys ise, belirli bir süre için bazı özel güvenlik önlemlerinin alınmasının gerekli olduğuna inandığını belirtti ve şunları önerdi. “Devletin normal polislik görevi, geçmişte olduğu gibi Kıbrıs Rumları ve Türklerden oluşan karma polis gücüyle sağlanmalıdır. Ama güven yeniden sağlanıncaya kadar, belirli bir süre toplumlararası çatışma durumları için, ayaklanmalara karşı koyacak bir birlik gibi çalışacak küçük uluslararası bir polis gücünün bulundurulması gerekecektir.”
            Sandys devamla, kendi görüşüne göre, Kıbrıs hükümetinin Kıbrıs’ta belirli bir süre için yukarıda tanımladığı gibi küçük bir polis gücünün üslendirilmesi konusunda anlaşmaya istekli olması halinde, İttifak ve Garanti Anlaşmalarından kurtulması ve Yunan ve Türk alaylarının uzaklaştırılmasının daha kolay başarılabileceğini söyledi. Bu gücün Kıbrıs’ta ciddi bir karışıklık çıkması halinde, dış güçlerle güçlendirilmesinin mümkün olması gerektiğini de sözlerine ekledi.
           
SANDYS: “KIBRIS NATO’YA KATILSIN”
            Sandys’e göre, eğer Kıbrıs NATO’ya katılırsa, Yunanistan ve Türkiye dışındaki NATO üyesi ülkelerce, bu sözü edilen küçük polis gücünün güçlendirilmesi için düzenlemeler yapılabilecekti: “Bu güce katılacak askerler, NATO’ya üye ülkelerin askerlerinin sayısal gücüne göre oranlama temelinde saptanacaktır. Eğer Kıbrıs NATO’ya katılacaksa, Kıbrıs’ın stratejik önemi hakkındaki Türkiye’nin gerekçeleri artık geçerli olmayacak. Çünkü Kıbrıs’ın savunması, NATO’nun bir sorunu olacak ve dolayısıyla Türkiye’nin iletişim hatları tehdit altında kalmayacak.”

KIBRIS RUM HEYETİ KIBRIS’IN NATO’YA KATILMASI ÖNERİSİNİ REDDETTİ
       Kıbrıs Rum heyeti Sandys’e verdiği yanıtta, Kıbrıs’ın NATO’ya katılması önerisini kabul edemeyeceklerini söyleyerek, Türkiye’nin bir NATO ülkesi olarak Kıbrıs’la ilgili konularda NATO konseyinde önemli ağırlık koyacağını belirtti. Heyet, ciddi bir uluslararası bunalım halinde, Türkiye’nin büyük bir olasılıkla NATO bloğuna en yakın askeri güç olarak Kıbrıs’ta asker üslendirmek isteyeceğine dikkat çekti. Kıbrıs Rum heyeti, Kıbrıs’ta küçük bir uluslararası polis gücünün üslenmesini düşünebileceklerini belirterek, ancak bunun Cumhuriyet hükümetinin yönetiminde çalışmasını ve güven sağlanana kadar sadece sınırlı bir süre kabul edileceğini söyledi. Ama böylesi bir gücün NATO ile hiçbir bağlantısının olmaması gerektiğini vurguladı. Sandys’in nüfusun yer değiştirmesi ve içinde Türklerin kendilerini emin hissedeceği bölgeler oluşturulmasına ilişkin Türk önerisi hakkındaki sorusuna verilen yanıtta, Kıbrıs Rum heyeti, ayrıntılı bir şekilde Kıbrıs’taki gerçekleri ve rakamları vererek, sorunun birçok pratik zorlukları olduğunu ve gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunu açıkladı. Nüfusun fiziksel olarak ayrılması mümkün olsa bile, siyasal açıdan bunun tamamen kabul edilemez olduğunu açıklıkla ortaya koydu. Kıbrıs Rum tarafı, Türk tarafının nüfusun ayrılmasının mutlak surette zorunlu olduğunu öne sürerek nihai hedef olan Rumlarla Türklerin iki bölgeye ayrılmasını ve böylece adanın taksimine doğru bir aşama daha yaklaşılmış olacağını vurguladı. Karma köylerdeki Türklerin, buralardan ayrılmaları için liderlikçe emir verildiğine ve hatta tehdit edildiklerine dikkat çeken heyet, bu tehditlere rağmen birçok Türk nüfusun evlerini terk etmeyi reddettiğini ifade etti.
            Kıbrıs Rum heyeti daha sonra anayasa konusundaki görüşlerini anlattı. Bütün yurttaşların eşit haklara sahip olduğu, bağımsız, egemen, birleşik bir devlet istediklerini vurguladı. Parlamentonun yasama organına üyelerin seçiliş biçimiyle ilgili olarak da, iki toplum arasında hiçbir ayrılık yaratmayan bir sistemin getirilmesi niyetinde olduklarını belirtti. Türklerin ortak seçim listesinden seçilmiş olmaları halinde, Türk nüfusuyla orantılı olacak sayıda sandalyeye sahip olacaklarını söyleyen Kıbrıs Rum heyeti, din, eğitim ve kültürel konularla ilgili olarak, Kıbrıs Türk toplumuna özerklik verme yollarını aramaya hazır olduklarını açıkladı.

KIBRIS RUM VE TÜRK ÖNERİLERİ - TARTIŞMA İÇİN UZLAŞMA ÖNERİLERİ
            Sandys ile iki heyetin ayrı ayrı yaptıkları özel görüşmelerden sonra, anlaşma için henüz ortak bir zeminin bulunmadığı görüldü. Aslında 20 Ocak günü yapılan toplantıda Kıbrıs sorunu tartışılmamıştı. Bu arada Kıbrıs Rum heyeti ile Kıbrıs Türk heyeti, Sandys’e kendi önerilerini ayrı ayrı sundular ve Sandys, her iki heyete kendi uzlaşma önerilerini tartışılmak üzere iletti. Kıbrıs Rum heyeti adil bir çözüm arayışı ve katkıda bulunmak çabasıyla 21 Ocak‘ta Sandys’e bir andırı göndererek, sorunun bazı yönlerine ilişkin olarak kendi görüşlerini açıkladı.
  
KIBRIS RUM TARAFININ ÖNERİLERİ
1. Devlet bağımsız, birleşik ve bütün bir devlet olacaktır.
2. Bütün yasama gücü, ortak seçim listesi ve genel oyla seçilecek olan parlamentoya verilecektir.
3. Yürütme gücü, parlamentoya sorumlu olan bir Bakanlar Kurulu’na ait olacaktır.
4. Yargı gücü, bağımsız ve birleşik bir yargı organına verilecektir.
5. Evrensel olarak kabul görmüş Roma Sözleşmesi gibi İnsan Hakları anayasaya eklenecektir. Bunlar, parlamentonun belirlenecek bir çoğunluğu dışında değiştirilemeyecektir.
6. Türkler din, eğitim ve kültür konularında kendi kendilerini yöneteceklerdir.
7. İnsan haklarının zedelendiğine ilişkin iddialarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bir uluslararası organa başvuruda bulunma hakkı olacaktır.
8. Türklerin parlamento ve kamu hizmetinde temsiliyetini sağlamak için düzenlemeler yapılacaktır.
9. Garanti ve İttifak Anlaşması yürürlükten kaldırılacaktır.

KIBRIS TÜRK TARAFININ ÖNERİLERİ
1. Yönetimsel ve siyasal yapı, coğrafik yönden ayrılmış, iki toplum kavramı temeline dayandırılmalıdır.
2. Nüfus aktarması yapılacaktır. Bunun amacı, Türk nüfusun hepsini veya çoğunu tek bir veya mümkünse iki büyük bölgede, Rum nüfusu da adanın geri kalan bölgelerinde toplamak olacaktır. (Bu çözümle 35 bin kadar Rum ile 45 bin kadar Türkün zorla yer değiştireceği tahmin edilmektedir.)
3. İttifak ve Garanti Anlaşmaları korunmalıdır.

TARTIŞMA TEMELİ OLUŞTURMAK İÇİN UZLAŞMA ÖNERİLERİ
1. Jandarma ile Kıbrıslı Rum ve Türklerden oluşan Kıbrıs Sivil Polis Gücü yeniden oluşturulacak ve suçların önlenmesi ve diğer normal polis görevlerinin yerine getirilmesinden sorumlu olacaktır. Geçici bir dönem için bazı eski İngiliz sömürge yetkilileri, bazı danışma ve denetim görevleri için atanmalıdır. Güveni yeniden sağlamak için, eski İngiliz sömürge yetkililerinin de katılacağı bağımsız bir Polis Hizmet Komisyonu kurulmalıdır.
2. Toplumlararası şiddet olaylarını önlemekten sorumlu olacak uluslararası bir barış gücü bulunacaktır. Bu güç iki unsurdan oluşmalıdır:
a) Kıbrıs’ta üslendirilecek olan ve diğer ülkelerin askerlerinden oluşacak olan orta boyda bir askeri birlik
b) İhtiyaç halinde dıştan sağlanacak destek birlikleri
Uluslararası Askeri Güç Komutanı, barışı korumak için gerekli bütün eylemlerde bulunmak için başka bir makama başvurmaksızın yetkili kılınacak.
3. Nüfusun gönüllü olarak aktarılmasına yardımcı olmak için bir plan hazırlanacak. Amaç, olabildiğince karma köyleri azaltıp, ortadan kaldırmak olacaktır. (Karma köylerde azınlık olarak yaşamakta olan Türklerin sayısı 4,700 kadardır.)
4. Yönetimin sınırları ve polisiye görevler, uygulanabilen yerlerde öyle bir şekilde çizilmelidir ki, bir grup Rum köyü bir arada, bir grup Türk köyü de bir arada bulunsun.
5. Türk temsiliyetini garanti edecek şekilde, Başkanlık sistemi yerine parlamenter sistem benimsenmelidir. Her iki toplumun desteğini sağlayacak adaylara kolaylık sağlayacak bir seçim sisteminin hazırlanması konusu görüşülmelidir.
6. Parlamentodaki temsiliyet için, şimdiki 70:30 oranı ve diğer konular aynen kalmalıdır.
7. Yasama organına karşı sorumlu bir Bakanlar Kurulu olmalıdır.
8. Anayasa Mahkemesinin çalışmasının iyileştirilmesi için yöntemler bulunması ve Yüksek Mahkeme ile birleştirilmesinin istenilirliği konusunda görüşmeler yapılmalıdır.
9. Anayasal konularda Kıbrıs içinde bir mahkemeye son başvuru hakkı olmalıdır.
10. Son karışıklıklarla ilgili bütün eylemleri kapsayan genel bir af çıkartılmalıdır.
11. Karışıklıklar sırasında kayıp ve zarara uğrayanlar için genel bütçeden finanse edilmek üzere makul bir tazminat planı hazırlanmalıdır.
12. Toplumsal haklar ve güvenceler yeniden gözden geçirilmeli ve gerektiği hallerde daha etkinleştirmek için önlemler alınmalıdır.

MARLBOROUGH HOUSE’DA SANDYS İLE KIBRIS RUM HEYETİ ARASINDA 31 OCAK 1964 GÜNÜ YAPILAN TOPLANTI
            “Uzlaşma önerileri”ni içeren belge üzerinde bir anlaşmaya varılamaması üzerine Sandys, Kıbrıs’ta bir Barış Gücü oluşturulması için öneriler hazırladı. 31 Ocak 1964 günü bu önerilerini bütün ilgili taraflara, Yunan, Türk ve Kıbrıs hükümetlerine ve iki Kıbrıs heyetine resmen sundu. Bu önerilerin “Kıbrıs sorununa bir çözüm şekli bulmak için yapılan görüşmeler sürerken” geçici bir önlem olarak kabul edilmesini istedi.
            Sandys, önerilerin 31 Ocak 1964’de Marlborough House’da yapılan toplantıda zamanın Kıbrıs Dışişleri Bakanı Spiros Kipriyanu’ya ve Kıbrıs Rum heyetine sundu.

SANDYS’İN ÖNERİLERİ
            Sandys, toplantıda konferansın çok yavaş ilerlediğini söyleyerek “bütün aldığı raporların Kıbrıs’ta gerginliğin arttığını ve bunun, daha fazla kan dökülmesine yol açıp Türkiye’nin müdahalesine bir gerekçe hazırlayabileceğini gösterdiğine” dikkati çekti. Devamla, en iyi şeyin Kıbrıs’taki sorunların çözümü üzerindeki görüşmeler sürerken, dış müdahaleyi önlemek için bir barış gücünün kurulması olduğunu söyledi. Sandys, böylesi bir güç için iki olası kaynağın söz konusu olduğunu belirterek, birinin BM, diğerinin de NATO diye bilinen grup olduğunu ama NATO’nun kendisini demek istemediğini” açıkladı. Bir BM gücünün gönderilmesi olasılığını dikkatlice düşündüğünü, ayrıca Kıbrıs Rum heyetinin bir “İngiliz Uluslar Topluluğu Gücü”nün oluşturulması önerisini de değerlendirdiğini, ama “büyük zorluklar sezdiğini” söyleyerek, böylesi bir gücün oluşturulmasının imkansız olduğunu göstermek için birçok nedenler öne sürdü.

KIBRIS’TA İNGİLİZ KOMUTANIN YÖNETECEĞİ 10 BİN KİŞİLİK NATO BİRLİĞİ
            Sandys, daha sonra 17 Ocak 1964’de Chequers’de yapılan toplantıda önerdiği temel üzerindeki önerilerini sundu ve şöyle konuştu:
            “Bazı çekincelerle şu sonuca vardık ki, eğer askerlerin İngilizleri de içeren ve Kıbrıs halkı gibi benzer bir halktan oluşmasını istiyorsak, böylesi bir güç için Batı Avrupa ve ABD dışında bakılacak başka bir yer yoktur. ABD’ye konu açıldı ve çok isteksiz davrandı. Bazı zorluklarla onları bu birliğe katılmaya ikna ettik. Ancak konuyla doğrudan ilgili ülkeler, yani garantör güçler ve Kıbrıs hükümeti, buna onay vermelidir ve gücün yapacağı işin değmesi için yeterli katkının sağlanması gerekir. Karışıklık çıkarmak isteyen herhangi bir kimseye, bunu boş yere yapacağını açıklıkla belirtecek kadar yeterince büyük bir askeri güce, caydırıcı bir güce ihtiyacımız vardır. Biz halen Kıbrıs’ta bulunmakta olan Yunan ve Türk alaylarına ek olarak 10 bin kişilik bir birlik düşünüyoruz. Bu alayların sayısında herhangi bir artış olmaması görüşünü benimsemiş bulunuyoruz. Birliğin komutanı bir İngiliz subayı olmalı, çünkü hâlâ daha Kıbrıs’ta en çok sayıda asker bulunduran bizleriz.

SİYASAL YÖNLENDİRME LONDRA’DA YAPILACAK
            Bu birliğin komutanı, daha çok siyasal yönlendiricilik olarak danışma koşullarına sahip olmalı. Genel siyasal yönlendiricilik, Londra’daki bir komiteden gelebilir ve günlük yönlendirme de hemen hemen şimdiki İrtibat Komitesi’nin çalışma hattı doğrultusunda Lefkoşa’daki bir komiteden yapılabilir.
          Garantör ülkeler, birlik Kıbrıs’ta iken müdahale yetkisini kullanmamayı taahhüt etmelidirler. Bu nedenle garantör ülkelerin taahhüt edecekleri koşullardan biri, Garanti Anlaşması tahtında haklarını kullanmama olabilir. Biz ilgili ülkelere üç ay süreyle barışa katkıda bulunan birliklerini çekmemelerini rica ediyoruz. Üç ay içinde her şeyin halledileceği gibi bir hayale kapılmış değilim, ama önemli olan bütün bu süreci başlatmış olmaktır.

İKİ TARAF ARASINDA MESAFE ÇOK BÜYÜK
      Bu konferansın belirsiz bir süre devam etmesinden yana olamayız kanısındayız ve bu çok ağır arabuluculuk görevi için gerekli olacak zamanı veremem. İki yaklaşım arasında çok büyük bir mesafe vardır. Bu nedenle önerdiğimiz şey, tarafların bir arabulucunun atanmasına onay vermeleri ve ona görevinde yardım etme konusunda anlaşmaları gerektiğidir. “Arabulucu”dan kastımız, bir “hakem” değildir ve kimse de arabulucunun önerebileceklerini önceden kabul etmek zorunda değildir. Arabulucunun görevi, bir anlaşmaya ulaşmada iki tarafa yardım etmek olacaktır. Her iki tarafın da güvenini kazanmış önemli bir kişi bulmak ve iki toplumu bir araya getirmeye çabalamak amacımız olmalıdır.
            Biz şimdi bu önerileri Yunan ve Türk hükümetlerine resmen iletmiş bulunuyoruz. Onaylarını aldığımız zaman, Kıbrıs hükümetine de resmen sunacağız ve onların da onayını aldığımız vakit, eğer alabilirsek, asker verecek olan diğer ülkelere yaklaşmaya başlayacağız. Ortaya çıkarılacak herhangi bir soruyu açıklamak amacıyla Başpiskopos Makaryos ve Dr.Küçük’e önerileri aktarması için (özel temsilci) Pickard’ı görevlendirdik.”

KIBRIS RUM TARAFININ NATO ASKERİ GÜCÜ ÖNERİSİNE TEPKİSİ
        Öneri hakkında görüş bildiren Kıbrıs Rum tarafı, öneriye ilişkin birçok itirazları bulunduğunu söyleyerek, bütün önerinin Kıbrıs’ın yabancı bir askeri birlik tarafından işgali anlamına geldiğini vurguladı. Kıbrıs Rum tarafı özellikle şunları belirtti:
         1. Amacının ne olduğu bilinmeyen ve üzerinde Kıbrıs hükümetinin herhangi bir denetimi olmayacak olan bir askeri gücün Kıbrıs’a yerleştirilmesi ilkesinin kabul edilmesi istenmektedir.
       2. “Londra’daki bir komitenin yönlendiriciliği” konusuyla ilgili olarak heyete hiçbir şey söylenmemiştir. Hatta bu komitenin kimlerden oluşacağı dahi bilinmemektedir.
      3. Heyet, Güvenlik Konseyi’nden hiç söz edilmemesine dikkati çekerek, ihtiyacı duyulan şeyin, Kıbrıs’taki normal koşulları yeniden sağlamak ve Kıbrıs’ı dıştan yapılacak bir saldırıya karşı korumak için bir miktar askeri güç olduğunu vurguladı. “Bu gücün etkin olabilmesi için, uluslararası bir güç olması ve yetkisini Güvenlik Konseyi’nden alması ve ona karşı sorumlu olması gerekmektedir” diye ekledi.
         4. Üç garantör ülkenin, askeri güç Kıbrıs’ta iken anlaşma tahtındaki müdahale hakkını kullanmamayı taahhüt etmelerini isteme önerisi, tamamiyle kabul edilemez bir husustur. Öneriye göre, garantör ülkelerin böyle bir hakları var kabul ediliyor -oysa ki yoktur- ve söz konusu süre sonunda Kıbrıs’a müdahale edebilecekleri öngörülmektedir. Bu, Güvenlik Konseyi’ne getirilmesi gereken önemli bir konudur. Aksi takdirde BM Kuruluş Bildirgesi’ne karşı davranılmış olacaktır.
         5. Kıbrıs Rum heyeti ayrıca, anlaşmanın açık ihlâli demek olan adanın taksim edilmesini savunan ve teşvik eden Türkiye ile Garanti Anlaşması gereği birlikte davranması gereken Britanya ile Yunanistan’ın bunu nasıl gerçekleştireceklerini anlamanın zor olduğuna dikkat çekti.

SANDYS’İN YANITLARI
            Sandys, Kıbrıs Rum tarafının öne sürülen yukarıdaki hususlara ilişkin olarak şu yanıtları verdi:
            1. Askeri gücün amacı, barışı korumaktır ve soruna çözüm arama görüşmeleri sürerken, istikrarlı bir durum yaratmaya yardımcı olacaktır.
            2. Askeri güç, yetkisini Kıbrıs hükümeti de içinde ilgili hükümetlerden alacaktır. Kıbrıs hükümeti arzu ederse, yapılmasını istediği şeyler için istekte bulunabilecektir.
        3. Güvenlik Konseyi ile en yakın temas sağlanacak ve bir gözlemci, ne yapıldığına ilişkin olarak Güvenlik Konseyi’ne rapor sunabilecektir.
            4. “Müdahale” ille de “silahlı müdahale” anlamına gelmemektedir. Anlaşmaya göre, garantör güçlerin gerçekte sahip oldukları haklar anlamındadır.
            5. BM Bildirgesine ters düşme diye bir şey söz konusu değildir. Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir askeri güç oluşturup oluşturmayacağı bile emin olmayabilir. Çünkü Güvenlik Konseyi’nde Kıbrıs’ta her şeyin toz-duman olmasını görmekten mutlu olacak ülkeler vardır. Eğer üç garantör ülke bu öneriyi kabul ederse, resmi olarak diğerlerine de sunulacaktır.

TÜRKLERİN MÜDAHALE TEHDİTLERİ 
            Bu arada Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahaleye yönelik tehditlerinde artış görüldü. Türkiye Başbakanı 26 Ocak 1964’de şöyle konuşmuştu:
            “Kıbrıs’ta federal bir devlet istiyoruz ve eğer bunu elde edemezsek, taksim isteyeceğiz.” (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için başka bir çalışmamıza başvurulabilir: “Kıbrıs’ın taksimi kastedilerek federasyon tezinin Türk görüşü olarak ilk defa öne sürülüşü ve Sovyetler Birliği’nin federasyon anlayışı”, Söz dergisi, Sayı:14, 17 Ocak 1986’dan başlayan 6 bölümlük dizi)
          Türkiye Dışişleri Bakanı 28 Ocak 1964’de Londra’da “Türkiye’nin ilke olarak Kıbrıs Konferansından çekilme kararı aldığını” açıkladı. Aynı gün Türk Başbakanı İsmet İnönü, ABD Elçisine şöyle demişti:
        “Kıbrıslı Türklerin haklarıyla ilgili olarak garantileri güvence altına almak için ABD’nin müdahale etmesini istedim. Aksi takdirde Türkiye, şiddet olayları yeniden başlar başlamaz tek taraflı olarak eyleme geçecektir.”
           
MAKARYOS: “NATO ASKERİ YERİNE BM ASKERİ”
        Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makaryos ise 30 Ocak 1964’de verdiği bir demeçte şu hususları vurguluyordu:
       “Adadaki Rum ve Türkler arasında çıkabilecek olan çatışmaları önlemek amacıyla Kıbrıs’ın NATO veya herhangi diğer ülkelerden askeri birliklerin yerleştirilmesi, hiç de gerekli değildir. Sanıyorum ki, aksine, Kıbrıs’ta bu birliklerin varlığı, durumu karmaşıklaştıracak ve belki de birçok serüvenlere yol açacaktır. Türkiye, eğer Kıbrıslı Türklerin kışkırtıcı eylem ve huzursuzluk çıkarmaları için sürekli bir teşvik oluşturan Kıbrıs’a müdahale etme tehditlerini durdurursa, adadaki iç sükûnete ve normal duruma dönüşe büyük bir katkıda bulunabilir.
       Adada askeri birliklerin bulunması isteniyorsa, bu birlikler BM askeri birlikleri olmalıdır ve ana amacı dış müdahaleyi def etmek olmalıdır.”

BRİTANYA VE ABD HÜKÜMETLERİNİN ORTAK ÖNERİSİ
       ABD Dışişleri Bakanlığı, başlangıçta ABD’nin Kıbrıs sorununun çözümlenmesi görüşmelerine katılmaya karar verdiğini yalanlamışsa da, aslında Duncan Sandys tarafından sunulan öneriler bir İngiliz-Amerikan planıydı. Bu planın hazırlanmasında öncü rol, birkaç gün sonra başarısız bir şekilde bu planı kabul ettirmeye çalışan, zamanın ABD Dışişleri Bakanı George Ball tarafından oynanmıştı.
       İngiliz-Amerikan önerilerinin resmi metni, Cumhurbaşkanı Makaryos’a 31 Ocak 1964 günü Britanya’nın özel temsilcisi Cyril Pickard tarafından resmen sunulmuştu. İngiliz-Amerikan önerilerinin kabul edilemez olarak nitelenen özelliği, adanın yabancı bir askeri birlik tarafından işgali ile sonuçlanacağının açık olmasıydı. Öneriler 4 Şubat 1964 günü Makaryos tarafından resmen reddedildi. Makaryos, Başkanlık Sarayı’nda ayrı ayrı görüştüğü İngiliz ve Amerikan temsilcileri Pickard ve Wilkins’e yanıtını iletti.

MAKARYOS: “NATO BİRLİĞİNİ KABUL ETMEMİZ İÇİN BÜYÜK BASKILAR YAPILMIŞTI”
        Makaryos, 27 Ocak 1977 tarihinde Başkanlık Sarayı’nda Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada, İngiliz-Amerikan önerilerini o zaman reddetmesine değinerek şöyle konuşmuştu:
      “Kıbrıs Türk isyanının ve Aralık 1963’ün kanlı olaylarının başlamasından sonra, barışın yeniden kurulması için NATO ülkelerinden oluşacak askeri bir birliğin Kıbrıs’a gönderilmesi önerisinin kabul edilmesi için, özellikle Ocak 1964’deki Londra Konferansı sırasında birçok yerden Kıbrıs hükümetine büyük baskılar yapılmıştı. Türk askeri müdahalesinin gerçekleşmesi olasılığını gözardı etmemiş olmakla beraber bu öneriyi kabul etmedik ve reddettik. O zaman neler olduğu ve bir ültimaton şeklinde Kıbrıs’a karşı her yönden yapılan Türk istila tehditleri hakkında çok az şey bilinmektedir.”

KIBRIS DIŞİŞLERİ BAKANI KİPRİYANU’NUN KONSEY’DEKİ KONUŞMASI
     Öte yandan 18 Şubat 1964 tarihli BM Güvenlik Konseyi toplantısında Kıbrıs sorunu görüşülürken zamanın Kıbrıs Dışişleri Bakanı Spiros Kipriyanu’nun yaptığı konuşma içinde Kıbrıs’la ilgili Londra Konferansı hakkında ayrıntılı bir rapor yer almıştı. Kipriyanu şöyle konuşmuştu:
      “O konferansa katılmayı kabul etmiştik. Çünkü konferanstan çıkacak sonuç hakkında hiç de iyimser olmadığımız gerçeğine rağmen, herhangi başka bir eyleme geçmezden önce, taraflar arasında dostça bir çözümün bulunması için bütün olasılıkların denenmesinin, BM Bildirgesi tahtında bizim görevimiz olduğuna inanmıştık. İnanıyoruz ki Londra Konferansı sırasında mümkün olan en fazla sabrı gösterdik ve konferansın en sonuna kadar, karşı tarafın zihninde mantığın hakim gelmesini ümitle bekledik. Bizim tavrımız bağımsız Kıbrıs devletinin temellerini güçlendirmek gerektiği şeklinde iken, öteki tarafın tavrı bu temelleri yıkmak şeklindeydi. Londra Konferansı sürerken, saldırı tehdidi de devam etti. Türkiye’nin güney sahillerinde Türk askeri birliklerinin toplanması ve Türk donanmasının İskenderun açıklarında hareket etmesi sürdürülüyordu. Birden fazla defa, belli bir noktada gerilemezsek görüşmelerin kesileceği ve sonucunda, Kıbrıs’ın Türkiye tarafından istila edileceğini bize anlatılmak istendi. Bu baskılar ışığında Londra Konferansından çekip gitmekle makul olmayan bir davranış içine girmiş olmayacaktık. Bu Konsey’de temsil edilen herhangi bir ülkenin hükümetinin, ülkesinin sürekli olarak istila edilmesi tehdidi altında görüşmeleri sürdürmeye razı olacağına inanmak istemiyorum. Bununla beraber biz bir anlaşmaya varılması için elimizden geleni yapma doğrultusundaki samimi arzumuza uygun olarak konferansı terk etmeme kararını almıştık.
      Şüpheye yer bırakmayacak şekilde o kadar çok kanıt vardır ki, Türkiye, Londra Konferansı sırasında Kıbrıs’a askeri bir saldırıda bulunma fikrini terk etmemişti. Aksine, Kıbrıs’a yönelik sahillerinde savaş gemisi ile askeri birliklerinin toplaşmasını artırmış ve saldırı tehditleri yapmayı sürdürmüştür. Londra Konferansı’nın başarısızlığa uğramasından sonra saldırı hazırlıkları hızlandırılmış ve tehditler yenilenmiştir.”

YA NATO ASKERİ, YA İŞGAL
       Kipriyanu, Güvenlik Konseyi’ndeki konuşmasında daha sonra Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal hazırlıklarını kanıtlayan bazı raporlardan söz ederek, konuşmasını şöyle devam etti:
       “Londra’da bir siyasal çözüme varılmasının olası olmadığının anlaşılması üzerine, Konferans Başkanı dikkatini, halen yapılmış olan barışı korumaya yönelik düzenlemelerin yerini, uluslararası bir askeri gücün almasına çevirdi. Aslında zamanın çoğu, bu konuda tartışmakla harcanmıştır. Birkaç haftalık tartışmadan sonra ortaya çıkmıştı ki, askeri güç sorunu konusunda anlaşmaya varılamayacaktı. Ama bu uluslararası bir gücün Kıbrıs’a gönderilmesi konusundaki bir anlaşamamazlık değildi. Karşı tarafın bizim uluslararası bir güce ilişkin görüşümüzü niçin kabul etmediğinin nedenlerine girmek istemiyorum. Sadece bu konuda Konsey’e görüşlerimizi belirtmek istiyorum.”

ÖTEKİ TARAFLAR İNGİLİZ-AMERİKAN ÖNERİLERİNİ KABUL ETMİŞTİ
         Yukarıda belirtildiği gibi, Kıbrıs hükümeti İngiliz-Amerikan önerilerini reddetmişti. Ama Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği bu önerileri kabul ediyordu. Paraskevopulos başkanlığındaki zamanın Yunan hükümeti, İngiliz-Amerikan önerisine verdiği resmi yanıtta, öneriyi “ilke olarak” kabul ettiğini belirterek, onları koşul olarak öne sürmeden bazı küçük öneme haiz noktaları ileri sürmüştü.
          Paraskevopulos, Başkan Makaryos’un belirttiğinin aksine 7 Mart 1966’da yaptığı bir açıklamada, kendisi başkanlığındaki zamanın Yunan hükümetinin İngiliz-Amerikan önerisini reddettiğini söylemişti. Bunun üzerine başka bir seçeneği olmayan Makaryos, gerçeği kanıtlamak üzere 9 Mart 1966’da bir açıklama yaparak, Yunan hükümetinin yanıtını kamuoyunun bilgisine sundu. Makaryos verdiği demeçte, diğer şeyler yanında şöyle diyordu: “Birleşik Krallık ve ABD’nin önerilerine ilişkin metin ile Yunan hükümetinin yanıtını içeren metin arasında yapılan bir kıyaslamada, Paraskevopulos başkanlığındaki Yunan hükümetinin Kıbrıs’ta bir NATO gücü oluşturulması, NATO’ya üye ülkelerden bir arabulucu atanması ve Londra’daki NATO üyesi ülkelerin büyükelçilerinden oluşan bir Hükümetlerarası Komite’nin kurulması önerilerini kabul ettiği açıkça görülmektedir. Sadece bir koşul olarak öne sürülmeden, Kıbrıs’ın bu komitede temsil edilmesinin istendiği gözlemlenmiştir.”

YENİ İNGİLİZ-AMERİKAN PLANI
         13 Şubat 1964’de zamanın Amerikan Dışişleri Bakanı George Ball Kıbrıs’a geldi ve Kıbrıs’ta uluslararası askeri bir güç yerleştirilmesine ilişkin, gözden geçirilmiş İngiliz-Amerikan planını beraberinde getirdi. Yeni öneriler, Kıbrıs’ın NATO birliklerince işgaline yol açacak olan ilk önerilerden pek farklı değildi. Planda, ayrıca özünde Kıbrıs hükümetinin yerini alacak kadar yetkileri bulunacak olan Hükümetlerarası Komite’nin kurulması öngörülüyordu.
            Yeni plan, kesinlikle kabul edilemez durumdaydı ve Makaryos, Ball ile yaptığı iki günlük tartışmadan sonra planı reddetti.
            Ball, Kıbrıs’tan ayrılırken hava alanında gazetecilere şöyle konuştu:
            “Sanıyorum ki, her iki tarafın görüşlerini daha iyi anlamış olarak ayrılıyoruz. Hükümetim açısından biz, Kıbrıs’ta barış ve düzenin yeniden sağlanması ve çözüm koşullarının yaratılması yollarını aramayı terk etmedik.”
           
MAKARYOS: “KIBRIS HÜKÜMETİ VE DEVLETİ FESHEDİLMEK İSTENİYOR”
            Bu planla ilgili olarak 27 Ocak 1971’de konuşan Başpiskopos Makaryos şöyle demişti:
           “George Ball Kıbrıs’a gelirken NATO ülkelerinden oluşacak bir barış gücünün Kıbrıs’a müdahalesiyle ilgili yeni bir plan getirmişti. Onunla iki gün süren görüşmelerimiz oldu. Bu planın kabul edilmesi için üzerimize dayanılmaz baskılar uygulandı. Plan özünde Kıbrıs hükümetinin yerini alacak kadar geniş yetkileri olacak olan bir Hükümetlerarası Komite’nin kurulması koşulunu içeriyordu. Plan bizim kararlı direnişimizle karşılaştı. Ve inanıyorum ki, bizim olumsuz yanıtımız, ulusal açıdan doğruydu. Devletin bir çeşit feshedilmesi böylece önlenmiş oldu. Akabinde Güvenlik Konseyi’ne yaptığımız başvuru sonunda Kıbrıs sorunu BM örgütünün çerçevesine girdi ve BM Barış Gücü Mart 1964’de Kıbrıs’a gönderildi.

KIBRIS BM’E BAŞVURUYOR
            Kıbrıs’la ilgili Londra Konferansının başarısızlıkla sonuçlanması ve kabul edilemez İngiliz-Amerikan önerilerinin reddedilmesi, Kıbrıs hükümetine BM Güvenlik Konseyine başvurmaktan başka seçenek bırakmamıştı. Aslında Kıbrıs hükümetinin temsilcileri New York’a giderek başvuruyu yapmaya hazırlanıyorlardı. Bu hazırlıklar sürerken Britanya, Kıbrıs hükümetinin hayretine yol açacak şekilde 15 Şubat 1964’de Konsey’in daha erken bir toplantı yapması için başvurduğunu açıkladı. Böylece Kıbrıs hükümetinin başvurusunun saf dışı bırakılması amaçlanıyordu. Bu arada Cumhurbaşkanı Makaryos, BM’deki Kıbrıs Daimi Temsilcisi Rossidis’e emir vererek, adanın Türkiye tarafından yakında işgal edileceğine ilişkin açık tehditleri görüşmek üzere ivedi olarak toplanmasını istedi ve Kıbrıs’ın Güvenlik Konseyi’ne bu başvurusunun bir sonucu olarak Kıbrıs sorunu BM çerçevesine alındı. Bu görüşmelerin ardından BM Barış Gücü, Mart 1964’de Kıbrıs’a gönderildi. Haziran 1964’de sayıları 6411 olan BM Barış Gücü askerleri, halen 2124 kişilik olup, Britanya (741), Kanada (575), Avusturya (410), Danimarka (341), İsveç (42), İrlanda (8) ve Finlandiya (7)’nın katkılarıyla görevini sürdürmektedir.
            1963 Aralık ayında başlayan toplumlararası anlaşmazlık, 1974 Temmuz’unda Türkiye’nin askeri müdahalesi ardından adanın taksim edilmesi ile yeni boyutlar kazanmıştır. Taraflar arasındaki barış görüşmeleri ise halen BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Temsilcisinin gözetiminde sürdürülmektedir.

(Ortam, 31 Ocak-14 Şubat 1989 - Buradaki orijinal metin, o zaman gazete tarafından yapılan bazı küçük değişikliklerle “Ertan Yüksel” adı altında yazı dizisi olarak yayımlanmıştı.)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder