Önce
Kıbrıslılık teriminden ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak istiyorum.
Bilindiği gibi bu terimin Kıbrıs siyasal sahnesine çıkışı 1927 yılı başında
olmuştur. Zamanın İngiliz sömürge valisi Ronald Storrs, hükümet dairelerindeki
resmi işlemlerde, itibar kırıcı olarak gördüğü “native” (yerli) kelimesi yerine
“Cypriot” (Kıbrıslı) kelimersinin kullanılmasını istemiştir. Valinin esas
amacı, o sıralarda Kıbrıs’ta yükselmekte olan Yunan milliyetçiliğini depolitize
etmekti. Zamanın İngiltere Sömürgeler Bakanı Amery de, Kıbrıs’taki Rum
okullarında milliyetçiliğin yayılmasını önlemek için “Cypriot patriotism”
(Kıbrıslı yurtseverlik) konusunun daha çok öğretilmesi doğrultusunda çaba
gösterilmesini istemişti. Hatta o yıllarda Yunan bayrağının Kıbrıslı Rumlar
tarafından kullanılmaması için iki aslanlı sömürge armasından oluşan bir Kıbrıs
bayrağının hazırlanması bile önerilmişti.
Öte
yandan Kıbrıs Rum milliyetçileri, “dar bir Kıbrıs milliyetçiliği”, “bir
Kıbrıslılık bilinci yaratılmaya çalışılıyor” diyerek bu çabalara karşı ilk
tepkiyi göstermişlerdi. 1926 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Komünist Partisi
(KKK) ise, bu “Kıbrıs yurtseverliği”ne sahip çıkmış ve siyasal çalışmalarını bu
doğrultuda yürütmeye başlamıştı. Ne var ki Kıbrıs Rum milliyetçilerinin enosis
taleplerini bastırmak için “Kıbrıslılık” kavramını öne çıkartmak isteyen İngiliz
sömürgecileri, bunun güçlenmekte olan KKP’nin de desteğini kazanarak, Kıbrıs’ın
emperyalizmin ve sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtaıılarak, bir bağımsızlık
hareketine dönüşebileceği endişesine kapılmış ve Kıbrıslılık görüşünü teşvik
etmekten derhal vazgeçmişlerdi. Bunun yerine, Kıbrıs’ta Yunan ve Türk
milliyetçiliklerinin, Yunan ve Türk konsolosları aracılığıyla körüklenip, boy
atmasına güya seyğrci kalan İngiliz yöneticiler, bir yandan KKP üzerine 1033
yılında yasak koyarken, öte yandan da olası bir Türk-Rum ortak cephesinin,
milliyetçiliklerin çatıştığı bir ortamda yeşermemesi için ellerinden gelen
çabayı göstereceklerdi.
İngiliz
sömürge yöneticilerinin korkulu rüyası, Kıbrıslılık kavramının Kıbrıs Rum veya
Türk milliyetçiliğinin önüne geçmesiydi. Bunun temelini oluşturacak olan
Kavanin meclisi’ndeki Rum-Türk işbirliği ve ortak çalışmasıydı. Meclis dışında
gelişen bazı olaylar da yöneticileri tedirgin etmekteydi. Şubat 1931’de
gözlemlenen Rumca “Eleftheria” gazetesi ile Türkçe “Söz” gazetesinin uyumlu ve
birbirini destekleyen yayınları, Yorgo Hacıpavlu ile Necati Bey’in seçim
toplantılarında Rumlarla Türklerin birbirleriyle kaynaşmalarını, Evkaf Müdürü
ve İngiliz yönetiminin sadık adamı olan Münir Bey’in aleyhtarı Avukat Mehmet
Rifat Efendi’nin Masum Millet gazetesinde çıkan toplumlararası dostluk ve
Türk-Yunan yakınlaşmasını destekleyen yayınlarının “Foni dis Kipru”, “Alithia”
gibi Rumca gazetelerde onay görüp iktibas edilmesi ilk akla gelen olaylardır.
Kapitalist
dünyadaki ekonomik bunalımın en yoğun olduğu Ekim 1931’de İngiliz sömürge
yönetimi, Kavanin Meclisi’nde Türk üye Necati Özkan’ın Rumlarla birlikte
olumsuz oy kullanması sonucu reddedilen vergi yasalarını zorla uygulamak
isteyince, Rumlar ayaklanmıştı. Bunun üzerine Kavanin Meclisi kapatılmış ve
1941 yılına kadar sürtecek bir baskı döneminin valisi Richmond Palmer, 23 Ekim
1936 tarihli gizli raporunda şöyle diyordu:
“Bizim
Kıbrıs’ta gelecekte de bir siyasal rahatlığımızın olabilmesi için, adanın
yönetimi istisnalara da yer verecek bölgeler temeli üzerinde sürdürülmelidir.
Böylece, Kıbrıs ulusçuluğu kavramı, -ki, enosis aşınmış bir değer durumuna
geldiğinde, bu yeni kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- münkün olduğunca
uzak bir geleceğe itilip, kazanlıkta bırakılabilecektir. Şimdi bu kavram,
neredeyse hiç yaşanmıyor. Kıbrıslılar, ya kendi bölgelerinin “ulusçuları”, ya
da Rum veya Türklerdir.”
Bugün
yıl 1989. Aradan 50 yıl geçmiştir. 1960 yılında Kıbrıs Cumhurşyetidevletinin
kurulması ile başlayan Tür-Rum ortak yönetimi, 1963 yılı sonunda, ortak bir
Kıbrıslılık bilincinin oluşturulamaması nedeniyle bozulmuştur. Sonunda 1974’ün
sıvcak yazı yaşanmıştır. İşte o zaman enosisin aşınmış bir değer durumuna
geldiği görülerek, yeni bir kavram olan Kıbrıslılık yeniden gündeme gelmiştir.
Ocak
1975’de bir grup Kıbrıslı tarafından yayımlanan bildiride şöyle denmekteydi:
“Son
ayların acılı günlerinden şu gerçekleri öğrenmeliyiz: Bu adada yaşayan Rum,
Türk , Ermeni, Maronit olarak bizler, gerçekte Kıbrıslılığımızı saptayan, ortak
çıkar ve hedeflere sahibiz. Yalnız bizler, bu adanın sakinleri olarak,
birbirimizi anlayabilir, çıkarlarımızı koruyabiliriz. Bugünkü durumun en önemli
nedeni, iki büyük toplumun tam bir ayrılık içinde yaşayarak, yek diğerine karşı
yanlış inanç ve düşünce beslemeleri, yek diğeriyle temastan kaçınlamarı ve
toplumsal yapının ayrımcı ilkelere dayanmasıdır. Hangi milliyete mensup
olduğumuzu ve kültürel bağlarımızı unutmamakla beraber, hayata tek bir halk
kitlesi olarak bakmalıyız. Herşeyden önce Kıbrıslı olarak düşünmeli, sonra Rum
veya Türk olarak. Bu güzel adamızın yeniden mutluluk ve refaha ulaşması için bu
şarttır.”
İşte bu
grubun ardısıra toplantıları ve sistematik tartışmaları sonunda 19 Mart 1975’de
“Yeni Kıbrıs Derneği” oluşturuldu. Derneğin temel ilşkeleri arasında şunlar yer
alıyordu:
-Kıbrıslıların
aralarındaki doğal ve yapay farklara rağmen, yalnız kendilerinin anlayıp,
koruyabildiği ve Kıbrıslı olarak kimliklerini belirleyen ortak nitelikleri,
sorunları, çıkar ve gayeleri vardır.
- İki
toplum arasında geçmişte hakim olan yanlış fikirler ve Kıbrıslı topluluğun ülkü
ve gayelerinin belirlenmesindeki ayırıcı yönelişler, ülkemizin bugün içinde
bulunduğu feci durumun başlıca nedenlerindendir.
- Her
Kıbrıslının ulusal kökenine mutlak saygının yanısıra, ulusal köekni ülkenin
kültürel yaşamının her alanında çok şekilli ve yaratıcı bir biçimde oluşması ve
kalkınmasına katkıda bulunabilecek olumlu bir faktör olarak
değerlendirilmektedir; yeter ki bu unsur Kıbrıslıların ortak vatanlarına
bağlılık duygularını azaltmasın.”
İşte
bizim anladığımız Kıbrıslılık da bu paraleldedir. Tüm Kıbrıslılar için yeni bir
Kıbrıs’ın kurulması zaamnının gelip çattığını belirten Yeni Kıbrıs Derneği, tüm
Kıbrıslıların vatanlarına karşı gurur, sevgi ve bağlılık duygularını
güçlendirmek, ayrıca barışçı ve dempokratik bir topluluk halinde yine
birleşmesini sağlamak yönünde çabalarda bulunmayı amaçlamıştı. “Bu amaçların
Kıbrıslıların ulusal kökenlerine, geleneklerine ve kültürel başarılarına bağlı
ve saygılı kalmalarına hiçbir şekilde engel olmayacağına inanıyoruz” diyen yeni
Kıbrıs Derneği, kuruluşundan bir süre sonra Kıbrıs Cumhurşyeti bayrağının Rum
Milli Muhafız Ordusu tarafından Yunan bayrağına ek olarak kullanılmasını
sağlamış, Kıbrıs Rum şovenizmine karşı yönelttiği eleştiriler, giriştiği
tartışmalar ve yaptığı toplantılarla şimşekleri üzerine çekmiştir. Kıbrıslılık
bilincinin geliştirilmesi doğrultusundaki görüşlerin siyasal bir ideoloji
halinde partileşmemiş olması yüzünden, Yeni Kıbrıs Derneği’nin Kıbrıs Rum
toplumu içindeki etkinlikleri, bir aydın hareketi olarak sürdürülmektedir.
Kıbrıs
Türk toplumu içinde ise, Kıbrıslılık düşüncesini ilk defa siyasal olarak
gündeme getiren, 1960-63 yılları arasında yayımlanan “Cumhuriyet” gazetesi
olmuştur. “Kıbrıs’ın istiklaliyeti, herhangi bir millete veya devlete ilhak
edilmesi değil, Kıbrıs’ın Kıbrılılar tarafından idare edilmesi demektir” diye
yazan bu gazetenin yayımcıları Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet adlı
Kıbrıslı Türk avukatlar, “yazıları ve eylemleri, Rumların gayretlerine hizmet
ettiği” gerekçesiyle “eğer bu kişiler ulusal mücadelemizin varlığına
inanmıyorlarsa, susturulmalıdırlar” talimatı sonucu 23 Nisan 1962 gecesi
katledilmişlerdi.
1974
sonrası askeri eylemler de-fakto durum ve kuzeyde toplanan Kıbrıslı Türklerin
Türkiye ile başlayan daha sıkı ilişkileri, Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini
yönetme doğrultusundaki istemlerini daha da güncelleştirmişti. 1978 yılında
yayımlanmaya başlayan Söz gazetesi, TC yöneticilerinin Kıbrıslı Türklerin iç
işlerine karışmalarını eleştiren kararlı bir politika izlemeye başlar.
Özellikle Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası bu politikanın en önde gelen
savunucusu olur. Buna paralel olarak ekonomi ve politika yanında, Türkiye
kültürünün de yoğun etkisi altına giren Kıbrıslı Türkler, kendi özgün Kibrıslı
kimliklerini saptama, ona sahip çıkma ve geliştirme mücadelesini başlatırlar.
Halk Sanatları Derneği’nin Ekim 1982’de düzenlediği “Arayış Folklor Sergisi”,
Şubat 1983’de 200’ü aşkın kişinin katılımıyla gerçekleşen “Kültür-Sanat Danışma
Toplantıları”, aynı ayın sonunda Has-Der’in düzenlediği 1. Halkbilim
Sempozyumu, çeşitli gazetelerde çıkan geçmiş kültürel birikimimizle ilgili
tanıtma ve araştırma yazıları, Güzelyurt Sanat Derneği’nin Ağustos 1986’da
Türkiyeli aydınların katılımıyla gerçekleştirdiği “Kimlik arayışında kültürel
ve sanatsal gelişmenin önemi” konulu sempozyum örnek olarak verilebilecek
etkinliklerdir.
Görüldüğü
gibi Kıbrıs Türk aydınlarının “biz kimiz?” diye soru sorarak, Kıbrıs Türk
kimliğini belirleme yönünde yaptığı çalışmalar, daha çok kültürel mirasın araştırılması
ve ona ilişkin değerlerin belirlenmesi şeklinde olmuştur.
Bilindiği
gibi ulusal bilincin oluşmasında en önemli bileşenler kültürel miras, bilimsel
miras ve edebi mirastır. Ulusal bilincin gelişmesi ise, her ülkenin özel
koşulları ve her halkın sosyal ve tarihsel koşullarına bağlı olarak
belirlenmektedir. Bu durumda siyasal çalışmada ve ulusal bilincin gelişmesinde
rol oynayan “mirasımız nedir?” sorusunun yanıtı verilmelidir. İşçi sınıfı
bilimine göre, kültürel miras, geçmiş nesillerin günümüze bıraktıkları maddi ve
entellektüel kazanımlardır. Bu mirasın günümüz yaşamındaki önemi ve kullanılışı
ise bir ölçüttür. Kültürel kimlik arayışında genellikle tarihsel mirasa ilişkin
“değer”lerin sürekli olarak yeniden üretilmesi ve genç nesillere kazandırılması
gerekmektedir. Bu noktada bilim ve kültür adamlarının bu araştırma ve yaratma
konusunda sorumluluk üstlenmeleri beklenir. Ülkemiz örneğinde Kıbrıslı Türk ve
Rumların ortak Kıbrıslılık bilincinin, ortak siyasal hedefler doğrultusunda
geliştirilmesi çalışmalarına paralel olarak, ortak kültürel mirasın da korunup
geliştirilmesi gerekmektedir. Kıbrıslı kimlik için, Kıbrıslı Türk kimliğinin
değerlerinin belirlenmesi ve geliştirilmesi önem kazanmaktadır. Aksi takdirde
Kıbrıslı Rum kimlik içinde erime söz konusu olabilir. Dikkat edilmesi gerekn
bir başka husus Türk ve Yunan kültürleri içinde erimemek için yerelliğin önde
tutularak, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum kültürlerinin genç nedillere
tanıtılmasıdır. Bu şekilde bir taraftan kültürde ve sanatta çeşitlilik korunurken,
öte taraftan da Kıbrıs kültürünün birliği sağlanabilir. Burada da devlete büyük
görevler düşmektedir. Çünkü devletin sınıf karakteri, etnik ve ulusal bilinç
süreçlerinin şekillenmesinde ve akılında önemli rol oynar.
Bilindiği
gibi Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisi (AKEL), son zamanlara kadar Kıbrıs’ta
iki ayrı etnik ulusal toplumun varlığını kabul etmemiş ve Kıbrıslılık
bilincinin yaratılmasına yönelik çalışmaları desteklememeiştir. Kıbrıslı Türk
ve Rum emekçiler arasında enosis poltikası yüzünden yaratılan ayrılık, ortak
bir siyasal bilincin gelişmesini engellemiştir. Bunda Kıbrıs Rum burjuvazisi
kadar, AKEL’in de soruımluluğu vardır. İşçilerin birliği ve halkların
kardeşliğini hedefleyen bir Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi, günümüz koşullarında
her zamankinden daha fazla önem kazanmaktadır. Kıbrıslı Türk kimliğinin eriyip
yok olmamasının tek çaresi, Kıbrıs yurtseverliğine enternasyonalist bir
bilinçle sahip çıkmaktır. Gerek Türk, gerekse Rum işçi sınıfı sosyalistlerinin
görevi, bu yolda örgütlü mücadele ile bu bilincin geliştirilip
yaygınlaştırılmasını sağlamak ve onu iktidara getirmektir.
(Işık Kitabevi’nin 22 Haziran 1989 akşamı düzenlediği
açık oturumda Ahmet Cavit An tarafından sunulan bu bildiri, Özgürlük dergisinde -Sayı:35,
Kasım 1989- yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder