Tarih göstermiştir ki, bir ülkede politik güçler
kutuplaşmaya başlayıp, ekonomik ve politik bağımsızlık için verilen mücadele
keskinleşirse, o ülkede doğru bir ulusal politikanın geliştirilmesi çok önemli
bir konu olmaktadır. Nüfusu birden fazla etnik unsuru bir arada barındıran
ülkelerde, devletin bağımsızlık ve egemenliğinin kazanılması, güvence altına
alınması ve geliştirilmesi, içteki etnik-ulusal toplumlar arasındaki
milliyetler sorununun çözümlenmesi ile yakından ilişkilidir.
Etnik sorunları olan her ülkenin, kendi somut
tarihsel koşulları tarafından belirlenen kendine özgü hedefleri olması doğaldır
ve her ülke, bu sorunların çeşitli yönleriyle ilgilenirken, kendine uygun şekil
ve yöntemleri aramaktadır. Ama, ülke içindeki çeşitli milliyet ve azınlıklara
ait olan ve o ülkenin sosyal-tarihsel gelişmesinin bir ürünü olan sorunların
ancak ekonomik, sosyal, politik ve kültürel bir içerik temelinde
çözümlenebildiği akıldan çıkarılmamalıdır.
SÖMÜRGE DÖNEMİNDEKİ DURUM
Sömürge döneminde uygulanan milliyetler politikası,
çoğu kez sorunların çözümünü engelleyici bir yapı göstermiştir. Sömürgeciler,
alışılmış olduğu gibi her zaman, etnik-ulusal veya dinsel ayrılıkları körükleyerek,
tek ve güçlü bir kurtuluş hareketinin oluşmasını önlemeye, ya da durdurmaya
çabalamışlardır. Asya ve Afrika ülkelerindeki milliyetler ve azınlıklar için
tipik olan, bunlar arasında büyük sosyal ve ekonomik farklılıkların olmasıdır.
Günümüzde ise bu sosyal-ekonomik farklılaşma süreci, çok hızlı bir gelişme
göstermektedir. Burada dikkat edilmesi gereken, uzlaşmaz sınıflı toplum
koşullarında, iş bölümünün etnik yapı ile bağlantılı olarak geliştiği ve
böylece, ekonominin belli dallarının belirli bir milliyetin elinde bulunabilmesidir.
Sömürge döneminde uygulanan milliyetler politikasının önemli bir yanı da,
ulusal azınlıklara mensup kişilerin, askerlik ve polislik hizmetlerinde
eğitilmeleri ve öteki toplumlara karşı kullanılmalarıdır.
Etnik toplumlara farklı davranma ilkesi, bir yandan
objektif tarihsel koşullara bağlı iken, öte yandan da –ki bu onların
milliyetler politikası için tipikti- sömürgeci güçler, mümkün olan en az
personel ve maddi olanakla, sömürge sistemine en yüksek etkinlik sağlamayı
amaçlıyordu. Var olan eski yönetim yapılarına dayanmak, en can alıcı unsuru
oluşturuyordu. Bu yapılar, ya sömürge politikasının hedeflerine uygun olarak
kullanılıyor, ya da bu amaçlara ters geliyorsa, ortadan kaldırılıyordu. Diğer
bir temel uygulama da, sömürge hükümetlerinin olanağı varsa ve rejimin varlığı
içim bir tehlike oluşturmuyorsa, yerli yönetim katmanlarından olan yardımcı
güçlere veya geleneksel sosyal, politik veya dinsel kurumlara sarılması
şeklindeydi. Böylece çağdışı, kapitalizm öncesi ilişkilere dayanan sosyal yapılar
korunmakta ve sömürgenin egemenlik aygıtına bunlar da çekilerek, kısmen de olsa
bu yapı güçlendirilmekteydi. Bir başka deyişle, sömürge yönetimleri, sadece var
olan kurumları kullanmakla kalmayıp, daha önce egemen olan sınıf ve katmanların
temsilcilerini de sömürge hizmetine koşuyorlardı.
Sömürgeciliğin milliyetler politikasının ana silahı,
ülkede yaratılan politik ve yönetimsel ayrılıktı. Bunun sayesinde, milliyetler
arasında yüzyıllarca var olan eski politik, ekonomik, kültürel ve diğer bağlar
koparılıyor veya daha da gelişmeleri zedeleniyordu. Sömürgeci güçler, ulusal
bütünleşmeyi teşvik etmek için hiç bir şey yapmadıkları bir yana, aksine ulusal
hareketi bölmeyi amaçlayan yakıcı bir politika uygulamaktaydılar.
ULUSLAŞMA OLMADAN DEVLETLEŞME
Unutulmaması gereken bir diğer nokta, bağımsızlığını
kazanan birçok Asya ve Afrika ülkesinde devletleşmenin, Avrupa’dakinden farklı
olarak, uluslaşmanın konsolidasyonundan önce gerçekleşmiş olmasıdır. Bilindiği
gibi ulusların oluşması, kendine özgü yasallığı olan evrensel bir süreçtir.
Bunun özgüllüğü, tarihsel, etnik, dilsel ve benzer başlangıç koşullarına, günün
sosyal-ekonomik gelişme sorunlarına ve iç politikadaki güçler ile uluslararası
plandaki güçler dengesine bağlıdır.
Ulusların oluşması sürecinin genellikle birçok
geçici zorlukları da beraberinde getirmesi, emperyalizmin ve yeni
sömürgeciliğin işine yaramıştır. Ama tarihsel tecrübeler göstermiştir ki,
ulusal ve dilsel farklılıklar, burjuva yazarlarının öne sürdükleri gibi
belirleyici bir öneme sahip değillerdir. Esas olan, ulusal ve uluslararası
sınıf mücadelesi ve özellikle emperyalizmin yeni sömürgeci faaliyetleridir.
Bütün eski sömürgelerde, ulusal direniş ile
sömürgeyle ilgili milliyetler politikası arasında yakın bir bağlantı
bulunmaktaydı. Sömürgeci güçler, milliyetler politikasına ilişkin
düzenlemelerini, sömürge aleyhtarı mücadele ve ulusal kurtuluş hareketinin şekillenmesinin
ilerlediği ölçüde yoğunlaştırmaktaydılar. Sömürgeciler, zaman olarak aynı
dönemlere uyacak şekilde, anti-emperyalist birlik cephesini zayıflatmak ve
kendi durumlarını daha başka biçimlerde korumak amacıyla, büyük ölçüde ulusal
farklılık ve zıtlıklara dayanan, federasyon ve özerklik gibi özel düzenlemeler
getirmeye çalışmışlardır. Örneğin 1945 Mayıs’ında İngiltere’nin yayımladığı
Beyaz Kitap’ta, bir geçiş döneminden sonra İngiliz Uluslar Topluluğu’na bağlı
sömürgelerde “self-government” uygulaması öngörülmüştü. Ama ulusal azınlıkların
bulunduğu yöreler, bu kapsam dışında tutulmuştu.
Bu dönemde bir rastlantı olmayacak şekilde, bilimsel
araştırmalarda önemli bir artış olmuştu. Bu etnolojik araştırmalarda sömürgeci
politikaların hedefleri gizlenmemekteydi. Fransızca “coutumiers”lerin çoğu ve
“adatrecht” diye adlandırılan Hollandaca çalışmalar hep bu dönemde
hazırlanmışlardır.
OBJEKTİF VE SUBJEKTİF FAKTÖRLER
Genç Asya ve Afrika ülkelerinin çoğunda, içteki
ulusal sorunlar henüz çözümlenmemiştir. Milliyetler sorununun kesin çözümü,
ancak sosyalist toplumun o ülkelerde inşası ile olasıdır. Ancak sosyalizmin
getirdiği olanaklarla bu sorunun otomatikman çözüleceği sanılmamalıdır.
Özgürlüğüne yeni kavuşmuş genç ülkelerdeki milliyetler politikası, nüfusun
etnik bileşimi, etnik süreçlerin karakteri, maddi olanaklar ve benzer objektif
faktörler ile devlette iktidar sorununun
çözümlenmesi, politik iktidarın karakter ve şekilleri, iç ve dış politikada
egemen olan ideolojinin rolü ve benzer subjektif faktörlere bağlıdır. Bütün
bunlara bağlı olarak, milliyetler politikası şekil ve yöntemler açısından her
ülkede birçok farklılıkları gerektirmektedir.
İçteki milliyetler sorunlarını çözümlemede Asya ve
Afrika’daki devrimci demokratlar, ulusal-devrimci hareketler ve bilimsel-sosyalist
partilerin ana görevi, Leninist milliyetler politikasının ana taleplerini ve
Sovyetler Birliği ile diğer sosyalist ülkelerin tecrübelerini, kendi
ülkelerindeki somut koşullarda uygulamaktadır. Bu genç devletlerde
ilerici-demokrat partiler, aslında daha çok, ekonomik ve politik yönden en çok
gelişmiş olan milliyete mensup kişilerden oluşmakta olup, bu kişiler, partiler
içerisinde kısmen kendi milliyetlerinden oluşan fraksiyonları geliştirirler. Bu
nedenle etnik topluluklar içindeki destekleri de, buna bağlı olarak büyük
farklar gösterebilir. Kapitalist olmayan ve sosyalist olan gelişme yolu için
belirleyici olan, ulusal azınlık ve az gelişmiş milliyetten gelen kadroların,
egemen milliyet ilericileri tarafından bilinçli olarak teşvik edilmesi ve
onların politik çalışmalara daha geniş katılımlarının sağlanmasıdır.
Milliyetler sorununun bütün farklı yönleri,
halkların yaşamında büyük öneme haiz olduğundan, bunların doğru bir biçimde
irdelenmesi, gerekli strateji ve taktiğin hazırlanması açısından zorunludur.
Sınıfsal, sosyal ve politik olarak belirlenen faktörlerin, çoğu kez
etnik-ulusal olanla yakından ilişkili olup, birbirini karşılıklı olarak
etkilemekte olduğu unutulmamalıdır. Bu ülkelerdeki sorunlar irdelenirken,
emperyalist dış karışma ile çatışmaların asıl iç kökleri ve nedenleri, bu arada
etnik faktörlerin katkısı arasında fark gözetilmesi gerekmektedir. Burada şu da
vurgulanmalıdır ki, özellikle Afrika’da bir devlet içindeki sömürge dönemindeki
ulusal sorun ile uluslar veya etnik gruplar arası ilişkilerle ilgili sorunlar
yanında, sosyal, ekonomik, kültürel ve politik gelişme süreci boyunca ortaya
çıkan etnogenez, halk toplulukları ve ulusların oluşumu sorunları vardır ve bu
sorunlar, eski Rusya’nın kenar bölgelerindeki sorunlardan çok daha fazla bir
öneme haizdir.
ARTIŞ GÖSTEREN ARAŞTIRMALAR
Sovyet etnografisinde etnik-ulusal süreçlerin
araştırılması, 1960’lı yıllardan beridir artan bir dikkat çekmektedir.
Özellikle Bromlej ve Kozlov, bu konularda önemli çalışmalar yapmışlardır.
Çeşitli etnik süreçler için şimdiye kadar genel olarak kabul edilen,
hazırlanmış bir tipoloji yoktur. Bu sadece bilimsel teorik bir sorun olmayıp,
ayrıca günümüzdeki etnik-ulusal gelişmelerin bütün fenomenlerini analitik ve
prognostik olarak araştırmamızı zorlaştırmaktadır.
R.İsmagilova, “Günümüz Tropik Afrikasında Etnik
Sorunlar” adlı kitabında (Moskova, 1978), haklı olarak birçok Afrika devletinde,
toplumsal yeniden düzenleme süreci içinde milliyetler sorununun rolü ve önemine
gereken ağırlığın verilmediğini vurgulamaktadır. Bir çok Afrikalı lider, daha
son zamanlara kadar ülkelerinde etnik sorunların varlığını inkar ederek, ulusal
birliğin sağlanmış olduğunu öne sürüyorlardı. Bazıları da etnik sorunlardan,
sadece etnik gruplar arasındaki düşmanlığı anlamaktaydı. Başkaları ise, tek tek
halkların gelişme düzeyindeki gerçek eşitsizliği ortadan kaldırmak için somut
programlar hazırlanmasında, etnik-ulusal soruna gerekli önem vermemekteydi.
Ulusal sorun, çoğunlukla dar anlamda kavranmış ve sosyal-ekonomik süreçlerle
olan bağlantısına bakılmamıştı.
A.Reguşev ise “Etnik zıtlıklar ve kalkınma yolu ile
mücadele – Doğu Afrika ülkelerinden örnekler” (Moskova, 1971) adlı
çalışmasında, etnik faktörlerin ilerici güçlerin etkinliğini aşırı derecede
zorlaştırdığına dikkat çekmektedir. “İlerici güçlerin etnik sorunlara
gerektiğince önem vermemeleri, etnik grupların ilerici rejimlere bile karşı
koymalarını mümkün kılmaktadır” diyen Reguşev, ilerici bir yönelim için bir
ülkedeki bütün etnik grupların ilgili güçlerinin harekete geçirilmesinin
zorunlu olduğuna parmak basmaktadır.
Milliyetler sorunu, bir ülke halkının özgürlük ve
daha fazla gelişmesi için uygun iç ve dış koşulların yaratılması mücadelesi ile
halklar arasında eşit ve dostça ilişkiler kurulması sürecinde ortaya çıkan
politik, ekonomik, ideolojik, hukuki ve diğer sorunları içeren büyük bir
kompleks oluşturmaktadır. Bu nedenle milliyetler sorunu, her zaman toplumun
sosyal-ekonomik gelişmesinin ana sorunu olup, tarihsel gelişmenin farklı
aşamalarında çeşitli içerik ve öneme haizdir. Etnik sorunların araştırılması,
hem milliyetler sorununa ilişkin ilke ve programların hazırlanmasında, hem de
etnik gruplar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine yönelik somut
önlemlerin alınmasında yardımcı olmaktadır.
ÇÖZÜMDE DEVLETİN ÖNEMLİ ROLÜ
Etnik-ulusal sorunlar ile anlaşmazlıkların
çözümünde, devletin ve genel olarak subjektif faktörün rolü artmaktadır.
Özellikle sosyalizme yönelmiş genç devletlerde, bilimsel temele dayanan,
gerçekçi, ayakları yere basan bir politika ve devlet hukukuna ilişkin bir
konsepsiyon gerekmektedir. Bu olmadan, giderek artan bir bilinçle tüm toplumsal
yönetimi ve planlamayı gerçekleştirmek olası değildir. Burjuva siyaset
bilimcisi Emerson bile, uluslaşma sürecinde okul ve eğitim sistemi, tarih ve
gelenek, dil, din, ekonomik ve sosyal gelişme, ordunun rolü yanında, devletin
tavrı ve etkinliğinin önemini vurgulamaktadır. Çünkü devlet iktidarının karakteri,
onun milliyetler politikasının karakterini belirlemektedir.
PARTİNİN ROLÜ
Politikanın toplumsallaşması ve ulusal bütünleşmede
partinin rolü de çok önemlidir. Bir sıra Afrika ülkesinde partiler, ulusal
bütünleşme (entegrasyon) sürecinde merkezi bir rol oynamışlardır. Bazı
Güneydoğu Asya ülkelerinde ise, alınan önlemler ile milliyetler politikasına
ilişkin parti programı, milliyetlerin yasal statüsü, devletler hukukuna göre
entegrasyonların şekli, sosyal-ekonomik yapıların değişimleri, kültür, dil ve
diğer özel sorunları kapsamaktadır. Böylece dolaylı olarak hükümet
politikasının, bütün devlete ait planlama, sanayileşme, yasa çıkarıcı kararlar
gibi diğer yönleri oluşturulmaktadır.
Genç ülkelerde proleter bir hareketin gelişmesi, Marksist
grupların ve partilerin kurulması için, etnik-ulusal sorunlarda açık ve
inandırıcı bir politikanın yaşamsal ve temel bir önemi vardır. Hangi etnik
topluluğa mensup olduğuna bakılmaksızın, bütün ilerici ve devrimci güçleri
birleştirmede bu bir önkoşuldur. Öte yandan böylece etnik-ulusal
anlaşmazlıkların ayrı tutulması ile onların sosyal, ekonomik ve politik
köklerine inilmesi için uygun olan önkoşullar hazırlanmış olur. İlerici,
demokrat ve proleter sınıf güçlerinin kendi sosyal, ekonomik ve politik
durumlarının gerçek bilincine varmaları, onların gerçeklere uygun bir sınıf
bilinci kazanmalarını hızlandırır.
Hedeflerin belirlenmesi, burada kullanılacak araç ve
yöntemlerin saptanması, milliyetler politikasının programının ana
bileşenleridir. Ayrıca eğer bir ülkede resmi bir milliyetler politikası
konsepsiyonu yoksa, o devletin milliyetler politikası karakterize edilmemiş
demektir. Ne olursa olsun, ilkesel olarak program ile onun gerçekten
uygulanması arasında bir ayrım gözetilmemelidir. Milliyetler politikasının bu
her iki düzeydeki yansımaları, onun özelliklerini belirleyen kriterlerdir.
Gerçekleştirilmesinin ölçüsü, ya da çapı, uygulamanın programla uyuşmasında ve
elde edilen sonuçlarda görülür. Bu şekilde milliyetler politikasının tek tek
uygulanıp uygulanmadığı anlaşılmış olur. Çoğu kez her iki düzeyin
karşılaştırılmasıyla çelişkilerin varlığı ortaya çıkar. Daha doğrusu,
uygulamadaki sapmalar ve kapatılamaz çelişkiler, ya da milliyetler politikasına
ilişkin programın bilinçli olarak yanlış uygulanması söz konusu olabilir. O
zaman da bir bir şu konulara dikkat etmek gerekir:
1. Resmi
açıklama ile milliyetler politikasının gerçek uygulaması arasındaki uyumsuzluk
2. Milliyetler
politikasının var olan politik sistemle uyuşmazlığı
3. Gerçek
ilişkilerin, özellikle milliyetler sorununun yanlış değerlendirilmesi
4. Var
olan önkoşullarda hiç veya henüz gerçekleşmeyecek görevler veya hedeflerin
varlığı
5. Uzun
erimli görevlerin üstesinden gelinmesinde, zaman faktörüne önem vermeme
Milliyetler politikasına ilişkin konsepsiyonun
verdiği sonuçlar, bu ilkelerin o ülkenin özgül koşullarında yaratıcı olarak
kullanılıp, gerçekleştirilmesi ne kadar başarılı olmuşsa, ona göre
değerlendirilir. Uygun milliyetler politikasının çeşitli kavram ve önlemlerle
desteklenmesi, uygun objektif önkoşullarda sosyalist toplumun kurulmasında
görülür. Buna karşılık, kapitalist rekabet koşullarında, milliyetler arasındaki
farklı etnik gelişmeler, artan sosyal çatışma ve yarış sonucu olumsuz, ayırıcı,
bütünleştirmeyici yönlere götürür. Bununla bağlantılı olarak egemen milliyetin,
milliyetçiliği, şovenizmi, ulusal yabancılaşma gibi belirtiler ortaya çıkar.
Örneğin Ho Chi Minh, Vietnam Emekçilerinin Partisi’nin 1951 yılına ait
programında milliyetler politikasına ilişkin olarak saptadığı hem hatalı
eğitimlere, hem de sağ ve sol sapmalara dikkat çekmişti. Çünkü yapılan
yanlışlıklar, sonradan etnik çoğunluğun şovenizmine, ulusal azınlıkların da
milliyetçiliğine yol açabilmektedir. Bu nedenle bu tür eğilimlere karşı
mücadele edilmelidir. Vietnam Emekçilerinin Partisi, aynı zamanda Vietnam’daki
milliyetlerin hak ve sorumluluklarındaki eşitliğini, onların silahlı direnişte
ve devletin kuruluşundaki birliğini ve karşılıklı dayanışmalarını vurgulamıştı.
Programda, Vietnam’daki milliyetleri birbirinden ayırmak için yapılacak bütün
çabalar ile dar görüşlü milliyetçilik mahkum edilmekteydi. Azınlıkların
hükümete katılacağı ve yaşam koşullarının iyileştirileceği, her alanda
kendilerine yardım edileceği garantisi veriliyordu. Eğitimde kendi dillerini
kullanma hakkı tanınıyordu. Bu milliyetler politikasının en önemli unsurları
1951’de Viet Minh ile birleşen Ulusal Birlik Cephesi (Lien Viet) programına
alınmış ve 1953’deki Milliyetler Politikası üzerine Deklerasyon’da toparlanmıştı.
DEMOKRATİK MİLLİYETLER POLİTİKASININ ANA ÖZELLİKLERİ
Bir ülkede
birden fazla etnik toplumun bulunması halinde, o ülkenin ulusal çıkarları (ülke
çıkarları anlamında) yanında, her etnik grubun kendi çıkarlarının da bulunduğu
göz ardı edilmemelidir. Ekonomik ve sosyal kalkınma programlarının hazırlanması
ve uygulanması sırasında, etnik nihilizme kapılma ve ayrı halkların
ihtiyaçlarını görmezlikten gelme, milliyetçilik ve şovenizmin gerici şekilleri
gibi, sadece etnik gruplar arasındaki ilişkilerin gelişmesine muazzam zararlar
yapmakla kalmayıp, ayrıca ulusal ve sosyal kurtuluş hareketini de
geciktirebilir.
Lenin, London Observer ile Manchester Guardian
gazetelerinin muhabiri Michael Farbman ile 1922 yılında yaptığı bir söyleşide
şöyle demişti: “Karşılıklı güvensizlik ile anlaşmazlık temelini ortadan
kaldırmak, ancak çeşitli ulusların çıkarlarına çok titiz bir şekilde dikkat
göstermekle sağlanır.”
Demokratik milliyetler politikasının ana özellikleri
belirlenirken, bölgenin olduğu gibi, tek tek ülkelerin de somut tarihsel ve
ulusal koşullarına özen gösterilmesi gerekmektedir. Ülke içindeki ulusal
hareketteki farklı sosyal ve siyasal gelişmişlik düzeyi ve en önemlisi öncü güç
olan parti, milliyetler politikasıyla ilgili programın hem çapını ve
hedeflerini, hem de tek tek taleplerin içeriğini belirlemektedir. Bu
politikanın ana taleplerinin başında şunlar gelmektedir:
1. Ulusal
baskının, eşitsizliğin ve ayrıcalıkların her çeşidinin ortadan kaldırılması. Bu
ve bununla ilgili olan aşağıdaki talep, demokratik milliyetler politikasının
temelidir. “Başka halkı baskı altında tutan halk, kendi kendisini
özgürleştiremez” belgisinin derin anlamından bu sonuç çıkmaktadır. Başkasını
baskı altında tutmaya yarayan güç, sonunda daima kendi kendisine karşı da
yönelir. (Engels, Göçmen Literatürü, s.527)
2. Bütün
etnik toplulukların hukuki ve gerçek eşitliğinin sınırsız olarak sağlanması,
gerçekten eşit tutulmaları. Bir başka deyişle bunların sosyal-ekonomik
ilerlemeye tam olarak katılmalarının sağlanması.
3. Bir
devletteki bütün milliyetlerden devrimci güçlerin yakınlaşıp, ortak örgütlerde
birleşmesi, birlik ve dayanışma göstermeleri. (Programlarda bu gerçeklik, özel
bir talep olarak görünmemeli, milliyet politikasının uygulanmasında
güçlendirilmelidir.)
4. Milliyet
ve ulusal azınlıkların, her düzeydeki hükümet gücüne katılması, devletin
birliğini tehlikeye atmayacak şekilde özerk bölgelerin oluşturulması
5. Ulusal
özellik ve duygulara saygı, milliyetçilik ve şovenizme karşı mücadele
6. Olumlu
ulusal geleneklerin korunup geliştirilmesi
7. İleri-gelişmiş
milliyetlerin, geri kalmış milliyet ve ulusal azınlıklara yardım etmesi
8. Az
gelişmiş milliyet ve ulusal azınlıklar arasında kadroların yetiştirilmesi ve
eğitilmesi
En
sonda yazılmış olmasına bakılmaksızın, bu görev tabii ki en sona
bırakılmamalıdır. Burada diğer milliyetlerden kişilerin, kendi kadroları
eğitilene kadar ötekilere yardımcı olmalarının zorunlu olduğuna da dikkat
çekilmelidir. Eğitilecekler arasında yöneticiler, diğer uzmanlar ve aydınlar
anlaşılmalıdır.
Ancak
bu temel talepleri içeren bir demokratik milliyetler politikası ile milliyet ve
ulusal azınlıkların kendi kaderlerini tayin etme hakları gerçekleşebilir.
İkinci Dünya Savaşından sonra bağımsız devlet olma ve buna bağlı olarak
sömürgeci “anavatan”lardan ayrılma gerçekleştiği için, bu talepler, ulusların
kendi kaderini tayin hakkına içerik olarak uygun düşmektedir. Bu arada özel
tarihsel ve yerel koşulları gözeten özerkliğin farklı şekilleri ortaya
çıkabilir, ya da uygun koşullarda devletin federatif bir yapıda kurulmasına yol
açabilir. Devlet yapısında uygulanan demokratik merkeziyetçilik ile yerel
özerklik veya yerel özyönetim birbirini dışlamaz, aksine birbirini
bütünleştirir. Ancak gerici Asya ve Afrika ülkelerindeki rejimler, demokrasi
için gerekli olan politik ve sosyal temellerin çok az gelişmiş olması yüzünden,
bu taleplerin gerçekleştirilmesi yolunda büyük bir engel oluşturmaktadırlar. Bu
ülkelerdeki devrimci demokrasi için talepler, milliyetler sorununun çözümünde
rol oynamaktadır.
LENİN’İN
KONUYA BAKIŞI
Sovyetler
Birliği’nin kurucusu olan V.Lenin, ulusal azınlıkların haklarının korunmasına
büyük önem vermekteydi. 1913 yılında hazırlanan Rusya Sosyal Demokrat İşçi
Partisi Merkez Komitesi’nin bir kararında şöyle denmekteydi:
“Sömürü,
zenginleşme ve herkesin herkese karşı mücadelesi üzerine kurulmuş olan
kapitalist toplumda ulusal barış ne kadar olanaklı ise, buna ancak tutarlı ve
güçlü, demokratik ve cumhuriyetçi bir devlet düzeninde erişilebilir. Bu
devlette, bütün ulusların ve dillerin tam eşitliği güvence altına alınır ve
hiçbir zorunlu devlet dili saptanmaz. İlgili yöre halkına, kullanılan bütün
dillerde ders veren okullar açma garantisi verilir ve Anayasa’ya temel bir
kural konarak bununla, bir veya diğer ulusa tanınmış ayrıcalıkların ve bir
ulusal azınlığın haklarına karşı her türlü davranışın herkes için ve her zaman
yasadışı olduğu belirtilir. Burada özellikle gerekli olan, geniş bir bölgesel
özerklik ve tamamen demokratik yerel özyönetimdir. Bu da, nüfusun ulusal
bileşimi, ekonomik ve yaşam ilişkileri vb temelinde, sınırlarını yerel halkın
kendisinin belirleyeceği, kendi kendini yöneten özerk bölgelerle
gerçekleşecektir.” (Lenin, Ulusal Sorun Üzerine Karar, Bütün Eserleri, Cilt:19,
s.420, Berlin 1962)
Lenin
yine 1913 yılında yayımladığı “Ulusal Sorun Üzerine Tezler”inde bütün ulusal
azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin olarak, bütün ülkelerde geçerli
olacak bir yasanın çıkarılmasını istemişti. Bu yasa, bir ulusal azınlığın
kendine ulusal ayrıcalık yaratma veya başka bir ulusal azınlığın haklarını
daraltmaya yönelik her önleme karşı kapıyı kapatacaktı. (Bütün Eserleri,
Cilt:19, s.236)
Lenin’in
bu önerisi üzerine sonunda, demokratik bir devlet yapısının oluşturulması başta
olmak üzere, önemli talepleri içeren, “Ulusların eşit hakka sahip olması ve
ulusal azınlıkların haklarını savunmaya ilişkin yasa taslağı hazırlanmıştı.
(Lenin, S. G. Schaumian’a Mektup, Bütün Eserleri, Cilt:35, s.117 vd)
Bu
talepler arasında şunlar da vardı:
1. İlgili
halk tarafından, nüfusun ekonomik talepleri ve ulusal bileşimine uygun olarak
yönetimsel-bölgesel bölümlerin yaratılması
2. Genel,
doğrudan, eşit ve gizli oyla, nisbi temsil esasına dayanan yerel özyönetimler
3. Nüfusun
özel ulusal bileşimine göre, özerkliğin sağlanması (özerkliğin yetkileri,
merkezi parlamento tarafından saptanmalıdır)
4. Ulus
ve dillere ilişkin bütün imtiyaz veya ayrımcılığın ortadan kaldırılması.
Azınlıkların kendi dillerini konuşma ve kendi dillerinde öğrenim görme hakkı
5. Azınlıkların
kendi güçleri oranında, kültürel amaçlı mali fonlara katılmaları
6. Ulusal
bileşimi tam olarak saptamak için düzenli nüfus sayımlarının yapılması (Lenin,
Bütün Eserleri, Cilt:20, s.280 vd)
Yararlanılan Kaynaklar:
1. K.
Hutschenreuter, Sahra Afrikasında etnik-ulusal süreçler ve devletleşme:
Uluslaşma ve devlet kuruluşu arasındaki ilişkilerin teorik yönleri. Doçentlik
Tezi, Leipzig 1975
2. R.
İsmagilova, Günümüz Tropik Afrikasında etnik sorunlar çözümlenebilir mi? Moskova
1978
3. H-D.
Kubitscheck-K. Timm, “Asya ve Afrika’da ulusların oluşması, çok uluslu
devletler ve milliyetler politikası” başlıklı çalışma, Kapitalist olmayan
kalkınma yolu-“Teori ve pratikte güncel sorunlar” adlı ortak kitap içinde
(s.363-376), Berlin 1972
(Ertan Yüksel imzasıyla, Özgürlük dergisi, Mayıs
1989, Sayı:33)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder