4 Şubat 2015 Çarşamba

16 AĞUSTOS’UN 25. YILDÖNÜMÜ


Adamızın İngiliz sömürge yönetiminden kurtuluşunun üzerinden tam 25 yıl geçti. Kıbrıs tarihinde yepyeni bir dönemin başladığı bu gün, ne yazık ki ne Kıbrıslı Türkler, ne de Kıbrıslı Rumlar tarafından anımsanmaktadır. Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş gününü 1 Ekim’e alarak, resmi törenleri bu tarihte yaparken, Türkler ise daha başka kutlama günlerini benimsemiş bulunmaktadırlar.
Biz bu derlemede, 1950’li yıllarda tarafların enosis ve taksim tezlerini en ateşli bir şekilde savundukları bir sırada gündeme getirilen ve sonunda taraflarca uzlaşma formülü olarak kabul edilen “bağımsızlık” fikrinin ilk kez nasıl ortaya çıktığını ve o dönemde bu konuda yapılan değerlendirmeleri sizlere aktarmayı uygun bulduk. Günümüze ışık tutacağına inanıyoruz.

KIBRIS SORUNU BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE
“Yunanistan, Kıbrıs sorununu ilk kez 16 Ağustos 1954 tarihli mektubu ile “Halkların eşit hakları ve self-determinasyon prensibinin Birleşmiş Milletler’in himayesi altında Kıbrıs Halkına uygulanması” isteği biçiminde Birleşmiş Milletler’e sunmuştur.
24 Eylül 1954 günü BM’in 9. Genel Kurul toplantısında konuşan Hindistan temsilcisi V. K. Krishna Menon’a göre, tartışılması gereken sorun, bir ülke devri sorunu değil, Kıbrıs’ın BAĞIMSIZLIĞI ve bunun gerçekleştirilmesi olmalıydı.
Kıbrıs sorununun BM’de tartışıldığı bu ilk toplantıya ilişkin olarak belirtilmesi gereken bir başka önemli nokta da şudur: Yunanistan’ın Kıbrıs Rum toplumunun görüşünü benimseyerek, sorunu Kıbrıs adına BM’e getirmesi, Kıbrıs Türk toplumu tarafından BM’de protesto edilmiştir. Kıbrıs Müftülüğünün Genel Sekreterliğe yolladığı 30 Ekim 1954 tarihli mektupta, bir ülkenin statüsünün saptanmasında esas alınması gereken tek unsurun o ülke halkının çoğunluğunun iradesi olamayacağı; çoğunluk gibi azınlığın da kendi ülkesinde barış ve güvenlik içinde yaşamağa hakkı olduğu ve bunun bizzat demokrasi prensibinin bir gereği olduğu; sadece Rumca konuşan halk tarafından benimsenen enosis’in Adadaki azınlıkların haklarını doğrudan doğruya etkilemesi nedeniyle kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Böylece Kıbrıs Türk toplumu, 1882 tarihinden itibaren sürdürdüğü enosis karşısında olan tutumuyla tutarlı olarak, Kıbrıs için bu tür bir çözümü tanımayacağını dünya kamuoyuna da açıkça duyurmak olanağını kazanmıştır.” (Doç. Dr. Sevin Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk, İstanbul 1977, s.55-57)

SELF-DETERMİNASYON HAKKI BAĞIMSIZ BİR DEVLETİN KURULMASI YOLUNDA KULLANILABİLİR
“BM’in 11. Genel Kurul Toplantısında 13 Şubat 1957 günü konuşan Hindistan Savunma Bakanı ve Hindistan Delegasyonu Başkanı V. K. Krishna Menon, Siyasi Komisyona sunduğu karar tasarısıyla ilgili olarak söz alırken, delegasyonun Kıbrıs sorununa yaklaşımında şu inançtan hareket edildiğini belirtti: “Sorun Kıbrıs ulusunun sorunudur. Sadece ada halkını ilgilendirmekte olup, bu halkın, adanın toprak bütünlüğünün korunduğu koşullar altında, bağımsızlığa kavuşma hakkıyla ilgilidir. Birçok Kıbrıslının Elence konuşması, onların Yunan olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde ABD’nin İngilizce konuşan yurttaşları da Britanyalı değildir. Kıbrıslı Rumların, bağımsızlığın tek çözüm şekli olduğunu anlayacaklarını ümit ederim. Hindistan Kıbrıs’ı, üzerinde yaşayan ve ulus olmaya, bağımsızlığa kavuşmaya hakkı olan halkların özyurdu olarak kabul etmektedir.” ( Stephen G.Xydis, Cyprus-Conflict and Conciliation, 1954-1958, Ohio 1967, s.595)
***
“11. Genel Kurul’un 18 Şubat 1957 tarihli oturumunda söz alan Yugoslavya temsilcisinin görüşüne göre, Ada üzerinde egemenlik sorununu düzenleyen bir andlaşmanın bulunması ve İngiltere ile Türkiye’nin ileri sürüdükleri stratejik nedenler, Ada halkına “self-determinasyon” hakkının tanınmasını önleyen unsurlar değildir. Sömürge idaresinin temelinde, çok kez, bir andlaşma vardır ve bu husus, Şart hükümlerinin uygulanmasını engellememelidir. Bir ülke halkının “self-determinasyon” hakkını kullanma biçimi, önemli değildir. Bu hak, bağımsız bir devletin kurulması yolunda kullanılacağı gibi, bir başka devlet ile birleşmek yolunda da kullanılabilir. Kıbrıs uyuşmazlığında çözümlenmesi gereken asıl sorun, azınlıkta bulunan Türk toplumunun çıkarlarının korunmasıdır ki, bu da, yeterli ve kesin olarak saptanmış garantiler verilmek suretiyle gerçekleştirilebilir.
“Self-determinasyon” hakkının bir başka devlet ile birleşmek yolunda da kullanılabileceği görüşü, bazı devletler tarafından, örneğin İngiliz Commonwealth’i üyelerinden Hindistan ve Seylan ile İzlanda tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Bu devletlere göre, amaç, Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olmasıdır. Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi veya Yunanistan ve Türkiye arasında taksimi, maça aykırı olur. Romanya ve Bolivya, ayrıca, halkın içiçe yaşamakta olması nedeniyle Adanın taksiminin pratik bir çözüm olmadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir.” (S.Toluner, agy, s.58-59)
***
“Krishna Menon, Yunanistan Dışişleri bakanı Stefanopulos’la yaptığı bir özel görüşmede BM’in sömürgecilikten kurtulma için bir araç olduğunu, ama bir devletten ötekine toprak transferi için uygun olmadığına ilişkin görüşünü ifade ederek, bu nedenle sadece Kıbrıs’a bağımsızlık getirecek bir öneriyi destekleyeceklerini bildirmişti.” (S. G. Xydis, agy, s.595)

HİNDİSTAN’A GÖRE ENOSİS VE TAKSİM’İN ANLAMI
“Büyük Britanya, Türkiye ve Yunanistan ile onlara “sempati besleyen” ülkelerin Kıbrıslıların kendi kaderlerini tayin hakkına ilişkin görüşlerinden ayrı olarak, Kıbrıslıların bu hakkının içeriği hakkında üçüncü görüş, BM’in 11. Dönem toplantısında (1956/57) ortaya atıldı. Bu görüşe göre, Kıbrıslıların kaderlerini tayin hakkının içeriği, ancak bağımsızlık olabilirdi. Bu içeriğe ilişkin olasılıklar arasında “bağımsızlık” yorumu, ilk kez 10. Dönem toplantısında Hindistan tarafından ifade edilmişti. Gerçi o toplantıda Haiti ve Kolombiya temsilcileri, Kıbrıs sorununun bu yüzden kendi kaderini tayin hakkı sorunu olarak ele alınamayacağını, çünkü Kıbrıslıların bağımsızlık için mücadele etmediklerini söylemişlerdi, ama bu ifadeler ile Hindistan’ın 10. Ve 11. Dönem toplantılarında söyledikleri tamamen farklı karaktere sahipti.
Hindistan temsilcisi Menon’a göre, bağımsızlığın kazanılmasıyla Kıbrıs sömürge statüsünden çıkarken, “enosis veya “taksim” çözümlerinde “kimlik ve toprak bütünlüğü”ne dikkat dikkat edilmesi gerekiyordu: “Halk ancak bu koşullar sağlanırsa özgür ve bağımsız bir ulus olarak yaşayabilecektir. Enosis kimliğin kaybı, taksim ise toprak bütünlüğünün kaybı anlamına gelecektir.” (11. Dönem Toplantısı tutanaklarından aktaran Ingeborg Nikitopulos, Birleşmiş Milletler’de kendi kaderini tayin hakkı sorununun bazı yönleri – Kıbrıs ve Porto Riko üzerine örnek araştırması – Doktora Tezi, Heidelberg, 1970, s.262) 
***
“Onbirinci Genel Kurul Toplantısında, ilgili Birinci Komiteye beş karar tasarısı sunulmuştur… Kıbrıs Adasının, hangi biçimde olursa olsun bir başka devletle birleşmesini reddeden ve bağımsız bir devletin kurulmasında direnen Hindistan tarafından, ilgili bütün çıkarları bağdaştırabilecek gerçek bir çözüm olarak sunulan, 22 Şubat 1957 tarihli karar tasarısı, diğer tasarılar üzerinde oylama yapılmaksızın oylanmış ve 76 olumlu ve 2 çekimser oyla kabul edilmiştir… Bu karar tasarısı, BM Genel Kurulu’nun 26 Şubat 1957 tarihli oturumunda, 57 olumlu ve 1 çekimser oyla, aynen kabul edilmiş ve BM kararı niteliğini kazanmıştır.
BM’de Türkiye, bu kararı bu konuda yapılmış olan tartışmaları, Türkiye’nin Kıbrıs uyuşmazlığında taraf olma sıfatının tanınması, Kıbrıs Türk toplumunun eşit hak sahibi bir birim olarak tanınması ve teyidi, doğrudan veya dolaylı bir enosis tezinin reddi olarak yorumlanmıştır.” (S.Toluner, agy, s.60-61)) 
12 Aralık 1957 günü BM Siyasi Komitede konuşan K.Menon şöyle diyordu: “İzlanda’nın nüfusu 166 bin’di. Kıbrıs’ın nüfusu da yarım milyon. Eğer İzlanda BM’in bir üyesi olabilmişse ve etkin katkılarda bulunuyorsa, benzeri bir başka ülkenin de üye olmaması için hiçbir neden yoktur… Biz Kıbrıs halkının bağımsızlığını ve BM’e üye olacak egemen bir devlet olma hakkını gönülden savunuyoruz.” (aktaran Xydis, agy, s.469)

ZÜRİH’E DOĞRU
“Burada bir başka noktaya değinmek gerekiyor: “Birleşmiş Milletler Asemblesi’nde 1957’deki karar kabul edildikten sonra, Nassau’da Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Eisenhower ile İngiltere Başbakanı Macmillan arasında önemli bir buluşma oldu. Bu buluşmada iki devlet, dünya meselelerine ortak bakışlar tespit ederken, Kıbrıs meselesine de değindiler. Kıbrıs meselesinde o ana kadar İngiltere’nin güttüğü politikayı Amerika’nın da beğendiği söylenmekle beraber, bundan böyle ise NATO içinde de önem verilmesini kabul ettiler.  Görünüş odur ki, bu tarihten sonra gerek NATO, gerekse ABD Kıbrıs davasıyle daha yakından ilgilendiler. Nassau toplantısı 20-24 Mart 1958 arasında olmuştu. Yine Nassau toplantısında, Kıbrıs meselesinin bundan sonra Türk ve Yunan hükümetleri arasında doğrudan doğruya bir anlaşma sağlayacak şekilde yürütülmesi de kararlaştırılmıştı.” (Nihat Erim, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara (1975), s.77)
***
“İngiltere’nin yeni planı, Türkiye ve Yunanistan’a bildirildiği zaman” aynı şekilde planı NATO Konseyine de sunmuş ve Konseyde bu konuda müzakerelere başlanmıştı. Bu müzakerelerde özellikle Genel Sekreter Spaak’ın üzerinde durduğu nokta, Kıbrıs meselesinin NATO’nun aracılığı ve üçlü görüşmeler yoluyla çözümlenmesi idi…
Nihayet, İngiltere Başbakanı Macmillan yeni Kıbrıs planını 19 Haziran (1958) günü Avam Kamarasında açıklamıştır. İngiltere’nin “Ortaklık Planı” (Partnership) dediği yeni plan, şu veya bu şekilde taksimi benimsemiş değildi ve esas itibarile 7 yıllık bir muhtariyet prensibini kabul etmişti… 7 yıllık muhtariyet devresinden sonra Adanın nihai beynelmilel statüsü hakkında herhangi bir formül tespit etmeyen Başbakan Macmillan, “İngiltere Hükümeti, beynelmilel vecibelerini yerine getirmek için gerekli üslerle bazı vasıtalardan faydalanmak hakkını mahfuz tutmak şartile, devamlı bir tesviyeye yardım etmek için, Ada üzerinde hükümranlığını Yunan ve Türk müttefikler ise paylaşmaya hazır olacaktır diyordu.” (Dr.Fahir Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi 1954-1959, Ankara 1963, s.460-461)
“İngiltere’nin 19 Haziran 1958 planı Yunanistan tarafından reddedilmiştir.  Yunanistan’ın bu reddinin dayandığı sebeplerin başında, Adanın statüsünün İngiltere ile Kıbrıs halkının temsilcileri arasında yapılan görüşmelerle tespit edilmemiş olması, Adanın idaresine Türkiye’nin de katılması, muhtariyet rejiminde çoğunluk prensibinin gözönüne alınmamış olması ve Adanın nihai statüsünün tayini konusunda da tek taraflı self-determination prensibinin kabul edilmemiş olmasıydı.” (agy, s.461-462)
“Türk hükümeti başlangıçta, ortaklık planını doğrudan doğruya reddettiği halde, şimdi bu yeni unsur karşısında (İngiltere Sömürgeler Bakanı Lennox-Boyd’un nihai çözüm yolu olarak Taksim’i de söz konusu etmesi yeniden teyid ediliyor –E.Y.) taksim prensibi ile beraber olmak şartile, ortaklık planını üçlü bir konferansta tartışmayı kabul ediyordu.” (agy, s.464)

TEDHİŞTEN BAĞIMSIZLIĞA
“Türk hükümeti (15 Ağustos’ta bazı değişikliklere tabi tutulan Macmillan Planını) kabul ettikten sonra, Burhan Işın’ı Türkiye’nin Kıbrıs’taki temsilcisi olarak tayin etmiş ve 6 Ekim (1958)’den itibaren bazı şehirlerde ayrı ayrı Türk ve Rum belediyelerinin kurulması için gereken çalışmalara başlanmıştır…
Türkiye’nin de Kıbrıs’ın idaresinde söz sahibi olması, her iki cemaat için ayrı meclislerin kurulmasının kabulü, ayrı belediyeler kurulması ve nihayet Atina görüşmelerinde Yunanistan’ın ileri sürdüğü değişiklik tekliflerinin İngiltere tarafından gözönünde tutulmaması sebebile, Yunanistan bu planı da reddetmişti.” (agy, s.481)
“Sürgünden (Atina’ya) dönen Kıbrıs Rum lideri Makarios ise 22 Eylül 1958 tarihinde İngiliz İşçi Partisi milletvekili Barbara Castle ile yaptığı bir görüşmede, Kıbrıs’ın ne Yunanistan’a ve be de Türkiye’ye bağlanmaksızın bağımsız bir devlet olması ve bu bağımsızlık statüsünün, Birleşmiş Milletler tarafından uygun bulunmadıkça Yunanistan ile birleşme veya Yunanistan ile Türkiye arasında taksim edilme veya diğer herhangi bir başka biçimde değiştirilmemesi ve Birleşmiş Milletlerin garantisi altına konmasını öngören yepyeni bir çözüm ileri sürmektedir. Makarios’a göre, bağımsızlığa götürecek 7 yıl süreli bir kendi kendini idare (self-government) rejimi, bu konuda verilecek son ödündür. Kıbrıs’ta bağımsız bir devletin kurulması tezi, Birleşmiş Milletler’deki çeşitli akımları iyi değerlendiren Yunanistan tarafından da uygun karşılanmıştır.” (aktaran S.Toluner, agy, s.64)

DR. KÜÇÜK BAĞIMSIZLIĞA KARŞI
“Türkiye bakımından, Makarios’un bağımsızlık fikrine karşı ilk tepki Dr. Fazıl Küçük’ten gelmiştir. 23 Eylül’de Lefkoşa’da gazetecilere verdiği demeçte Küçük, Kıbrıs’ta tek bir milletin değil, iki ayrı milletin bulunduğunu, Makarios’un Türk cemaatine vermek istediği garantilere güvenilemeyeceğini, çünkü bizzat Makarios’un iki cemaat arasındaki kin ve nefreti yıllardan beri kışkırtmış olduğunu ve nihayet bağımsız bir Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmek demek olacağını söylemiştir.” (Cumhuriyet, 24 Eylül 1958)

TÜRKİYE KIBRIS’TA BAĞIMSIZ İKİ DEVLETTEN YANA
Türk hükümeti, BM’de savunacağı görüşün unsurlarını, daha müzakereler başlamadan Dışişleri bakanının ağzından açıklamış bulunmaktaydı. Bu müzakerelerde Türkiye’yi temsil eden Fatin Rüştü Zorlu, 21 Kasım’da New York’ta, North American Newspaper Alliance ajansına verdiği demeçte, Türkiye’nin bağımsızlığa karşıt olduğunu belirtmiş ve bu muhalefetini iki sebebe dayandırmıştır: 1) Devamlı mücadelelere sahne olan bir bölgede bulunması ve barındırdığı yarım milyon nüfusun hasım iki cepheye bölünmüş olması hasebile Ada, derhal bir entrika merkezi olacak ve esasen sulh ve istikrara kavuşamamış olan Orta Doğu’da durumu daha nazik bir safhaya sokacaktır.” 2) “Bağımsızlık imkansızdır. Çünkü bağımsız bir devletin ilk şartı bir milletin var olmasıdır. Kıbrıs milleti ise yoktur. Sadece kendilerini Türk ve Yunan milletlerinin bir parçası sayan Türk ve Rum cemaatleri vardır.”
            İngiltere’nin 15 Ağustos planını Türkiye’nin kabulü için de Zorlu, “İngiliz planı Kıbrıs Türkleri için ideal bir hal çaresi olmamakla beraber, şimdilik bu planı kabul etmiş bulunuyoruz. Zira, Türk ve Rum cemaatleri için ayrı meclisler derpiş eden bu plan…” diyerek, planın adeta bir taksim unsuru ihtiva etmekte bulunmasına önem vermiştir. Zorlu, ideal nihai hal çaresinin de taksim olduğunu bir kere daha belirtmiş, fakat, “iki bağımsız devletin hüküm sürdükleri adalar vardır. Mesela Dominik Cumhuriyeti ile Haiti’nin durumu taksimin mesud bir netice verdiğini pekala ispat etmektedir” demiştir ki, bunun anlamı, şimdi Türkiye’nin Kıbrıs’ta bağımsız tek bir devlet değil, fakat bağımsız iki devlete taraftar olmak suretile, bağımsızlıkla taksimi birleştirme yoluna gittiği idi. Tabiatile bu, Türk hükümeti bakımından yeni bir durum teşkil etmekteydi. Zorlu, bu son yeni noktayı 23 Kasım’da yine New York’ta United Press International’a verdiği demeçte de (Demecin metni: Zafer, 24 Kasım 1958) tekrarlamış ve “Adanın içinde bulunduğu özel şartlar dahilinde Kıbrıs halkına bağımsızlık prensibi kabul edilirse, bunun Adada yaşayan her iki halka da tanınması lazımdır” demiştir. Bu sözlerden çıkarılacak bir diğer sonuç da şu oluyor ki, Türk hükümeti, Yunanistan’ın şimdi ortaya atmaya hazırlandığı Bağımsız Kıbrıs fikrinin Birleşmiş Milletler’de tasvib ve destek görmesinden endişeye kapılmış ve böyle bir ihtimali Türkiye lehine de çevirebilmek için zemini hazırlamak istemiştir.” (F.Armaoğlu, agy, s.496-497)

KIBRIS’IN BAĞIMSIZ BİR DEVLET OLMASINI NATO ONAYLIYOR
“14 Ağustos 1957 tarihli Observer gazetesi, yeni NATO Genel Sekreteri Spaak’ın Haziran ayında bir nota hazırlayarak, uluslararası garantiler altında Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesini önerdiğini yazmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu öneriyi benimsediği, ama BM’in garantör rolünü üstleneceğine inanmadığı söylenmişti. 6 Temmuz (1957) tarihli basın haberlerine göre plan, Commonwealth içinde bir dominyonun oluşturulmasını, adanın bir kısmının veya bütününün NATO’nun denetimine verilmesini, ABD ile İngiltere arasında, Kıbrıs’ta askeri bir üs konusunda görüşmelere başlanmasını öngörüyordu.” (Grivas’ın Anılarından, s.190, aktaran, Xydis, agy, s.627)
                                                                       ***
“16-18 Aralık (1958) tarihleri arasında yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısı, anlaşmaya doğru giden ilk belirli adımların atılmasını sağlamıştır… Konsey toplantıları dışında, bir yandan Türk ve Yunan Dışişleri Bakanı arasında, bir yandan da Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları ile İngiltere Dışişleri Bakanı arasında görüşmeler yapılmıştır… Türk-Yunan-İngiliz görüşmelerinin Kıbrıs’ın bağımsızlığı etrafında cereyan etmiş olduğunu söyleyen Averof, “aynı zamanda, Türkiye’nin müdafaa ettiği taksim fikri ile Yunanistan’ın savunduğu enosis fikri terkedilmektedir” demiştir. (Cumhuriyet, 21 Aralık 1958)” (Armaoğlu, agy, s.508-509)

ZÜRİH VE LONDRA ANDLAŞMALARI
“1958 yılında Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumunun Kıbrıs’ta bağımsız bir devlet kurulması teine yönelmeleri, Onüçüncü Genel Kurul Toplantısında milletlerarası toplum üyelerinin daha çok taksim tezi karşısındaki tutumlarını belirlemelerine yol açmıştır. Bu tez, iki ayrı nedenle, Genel Kurul’da destek bulamamıştır. Adanın iki NATO üyesi devlet arasında taksimi, Doğu Akdeniz’e hakim bir coğrafi konumda bulunan Kıbrıs’ın NATO’nun etki alanına girmesi sonucunu doğuracağından, Doğu Blokuna bağlı devletlerin siyasi ve askeri çıkarlarına tamamen ter düşen bir çözümdür ve bu nedenle, bu devletler tarafından İngiliz siyasetinin “böl ve fethet” prensibinin kınanması için seçilen bir gerekçe olmuştur. Öte yandan sömürge düzeninin bağımsız devletler kurulması yoluyla tasfiyesi siyasetini benimseyen bazı devletler, Adanın tarihi, coğrafi ve iktisadi bakımdan bir bütün olduğu görüşünü, bu siyasetlerinin bir aracı olarak kullanmışlar ve taksim teine karşı çıkmışlardır. Dil, din ve etnik ayrılıkların, milli birliğin sağlanmasına bir engel teşkil edemeyeceğini savunan bu devletlerin, bu yargılarında ne türlü yanılmış olduklarını zaman doğrulayacaktır.
Bununla beraber, Adadaki bağımsız bir devletin kurulması ile doğacak yeni sorunlar, bu devletlerin pek çoğunun dikkatinden kaçmış değildir. Kıbrıs için getirilecek çözümde Kıbrıs halkının çıkarlarının ihmal edilemeyeceğini belirten Polonya, Adada yaşayan milli grupların çıkarlarının iyice incelenmesi gereğine değinmeden geçmemiş; etnik yapısı parçalanmış olan Yugoslavya, Adadaki Türk toplumuna yeterli bir azınlık statüsünün tanınmasını önerirken, bu statünün bağımsızlık statüsü gibi bir andlaşmada tanımlanması gereği üzerinde durmuştur. Adada yaşayan Türk toplumunu bir azınlık olarak değerlendiren devletlere göre, bu toplumun haklarının korunması için sağlam garantiler”, “makul garantiler”, “milletlerarası garantiler” verilmelidir.” (S.Toluner, agy, s.65-66)
***
“5 Şubat 1959’da, Türkiye ve Yunanistan arasında Başbakan ve Dışişleri Bakanları seviyesinde Zürih’te başlayan görüşmeler 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih Anlaşması’nın iki devlet Başbakanları tarafından paraf edilmesi ile sonuçlanmıştır. Zürih Anlaşması, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının temel yapısı ile ilgili Andlaşma, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye arasındaki İttifak Andlaşması, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan, Birleşik Krallık ve Türkiye arasındaki Garanti Andlaşması’ndan meydana gelir. İngiltere Zürih Anlaşmasına taraf değildir. Bu nedenle, Türkiye ve Yunanistan arasında varılan Zürih Anlaşması esaslarını İngiltere ile tartışmak üzere, Londra’da, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında, Kıbrıs Türk ve Rum toplumları temsilcilerinin de katıldığı bir konferansın toplanması gerekli olmuştur. Londra Konferansı, Londra Anlaşması ile sonuçlanmıştır. (19 Şubat 1959)” (S.Toluner, agy, s.71-72)

KIBRIS ADASI BAĞIMSIZLIĞINA KAVUŞUYOR, AMA…
“Kıbrıs adası üzerindeki İngiltere egemenliğinin devri ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın yürürlüğe girme tarihi, Kıbrıs Devleti’nin milletlerarası statüsünü düzenleyen andlaşmaların yürürlüğe girme tarihi, bu andlaşmalardan birisi olan İttifak Andlaşması uyarınca Türk ve Yunan askeri birliklerinin Adaya çıkma tarihinin, aynı tarih olmasını sağlamak bakımından gereklidir. Nitekim, bütün işlemler açısından bu tarih, 16 Ağustos 1960 olmuştur.
Zürih ve Londra’da Kıbrıs’ın en geç 19 Şubat 1960 tarihine kadar bağımsızlığına kavuşması kararlaştırıldığı halde, Adada alıkonulacak olan egemen üs bölgelerinin yüzölçümü konusunda İngiltere ile Kıbrıs temsilcileri arasında anlaşmaya varılamaması nedeniyle Kıbrıs’ın bağımsızlık kazanması 15-16 Ağustos gece yarısına ertelenmiştir.
Egemen Üs Bölgelerinin yüzölçümü sorunu taraflar arasında uzun tartışmalara yol açmış olan bir sorundur. Başlangıçta, İngiltere bu bölgelerin 120 mil kare olmasını istemiş, buna karşın, Makarios 36 mil kare olmasını önermiştir. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Küçük’ün önerdiği 100 mil kare esası üzerinden anlaşmaya varılarak, bu bölgelerin Adanın 3576 mil karelik yüzölçümü içinde 99 mil kare olması kararlaştırılmıştır. Egemen Üs Bölgeleri yanında, bu Andlaşma ile İngiltere’ye, Adanın diğer belirtilmiş olan bölgelerinde geçici veya devamlı olarak 31 savunma bölgesi ve 10 eğitim bölgesini kullanmak hakkı tanınmıştır.” (S.Toluner, agy, s.73-74)

(“Derleyen: Ertan Yüksel” imzasıyla Ortam gazetesinde 15, 16, 17 ve 19 Ağustos 1985 tarihlerinde dört yazı halinde yayımlanmıştır.)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder