Adamızın İngiliz
sömürge yönetiminden kurtuluşunun üzerinden tam 25 yıl geçti. Kıbrıs tarihinde
yepyeni bir dönemin başladığı bu gün, ne yazık ki ne Kıbrıslı Türkler, ne de
Kıbrıslı Rumlar tarafından anımsanmaktadır. Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kuruluş gününü 1 Ekim’e alarak, resmi törenleri bu tarihte yaparken, Türkler
ise daha başka kutlama günlerini benimsemiş bulunmaktadırlar.
Biz bu
derlemede, 1950’li yıllarda tarafların enosis ve taksim tezlerini en ateşli bir
şekilde savundukları bir sırada gündeme getirilen ve sonunda taraflarca uzlaşma
formülü olarak kabul edilen “bağımsızlık” fikrinin ilk kez nasıl ortaya
çıktığını ve o dönemde bu konuda yapılan değerlendirmeleri sizlere aktarmayı
uygun bulduk. Günümüze ışık tutacağına inanıyoruz.
KIBRIS SORUNU BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE
“Yunanistan,
Kıbrıs sorununu ilk kez 16 Ağustos 1954 tarihli mektubu ile “Halkların eşit
hakları ve self-determinasyon prensibinin Birleşmiş Milletler’in himayesi
altında Kıbrıs Halkına uygulanması” isteği biçiminde Birleşmiş Milletler’e
sunmuştur.
24 Eylül 1954
günü BM’in 9. Genel Kurul toplantısında konuşan Hindistan temsilcisi V. K. Krishna
Menon’a göre, tartışılması gereken sorun, bir ülke devri sorunu değil,
Kıbrıs’ın BAĞIMSIZLIĞI ve bunun gerçekleştirilmesi olmalıydı.
Kıbrıs sorununun
BM’de tartışıldığı bu ilk toplantıya ilişkin olarak belirtilmesi gereken bir
başka önemli nokta da şudur: Yunanistan’ın Kıbrıs Rum toplumunun görüşünü
benimseyerek, sorunu Kıbrıs adına BM’e getirmesi, Kıbrıs Türk toplumu
tarafından BM’de protesto edilmiştir. Kıbrıs Müftülüğünün Genel Sekreterliğe
yolladığı 30 Ekim 1954 tarihli mektupta, bir ülkenin statüsünün saptanmasında
esas alınması gereken tek unsurun o ülke halkının çoğunluğunun iradesi
olamayacağı; çoğunluk gibi azınlığın da kendi ülkesinde barış ve güvenlik
içinde yaşamağa hakkı olduğu ve bunun bizzat demokrasi prensibinin bir gereği
olduğu; sadece Rumca konuşan halk tarafından benimsenen enosis’in Adadaki
azınlıkların haklarını doğrudan doğruya etkilemesi nedeniyle kabul
edilemeyeceği belirtilmiştir. Böylece Kıbrıs Türk toplumu, 1882 tarihinden
itibaren sürdürdüğü enosis karşısında olan tutumuyla tutarlı olarak, Kıbrıs
için bu tür bir çözümü tanımayacağını dünya kamuoyuna da açıkça duyurmak
olanağını kazanmıştır.” (Doç. Dr. Sevin Toluner, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve
Milletlerarası Hukuk, İstanbul 1977, s.55-57)
SELF-DETERMİNASYON HAKKI BAĞIMSIZ BİR
DEVLETİN KURULMASI YOLUNDA KULLANILABİLİR
“BM’in 11. Genel
Kurul Toplantısında 13 Şubat 1957 günü konuşan Hindistan Savunma Bakanı ve
Hindistan Delegasyonu Başkanı V. K. Krishna Menon, Siyasi Komisyona sunduğu
karar tasarısıyla ilgili olarak söz alırken, delegasyonun Kıbrıs sorununa
yaklaşımında şu inançtan hareket edildiğini belirtti: “Sorun Kıbrıs ulusunun
sorunudur. Sadece ada halkını ilgilendirmekte olup, bu halkın, adanın toprak
bütünlüğünün korunduğu koşullar altında, bağımsızlığa kavuşma hakkıyla
ilgilidir. Birçok Kıbrıslının Elence konuşması, onların Yunan olduğu anlamına
gelmez. Aynı şekilde ABD’nin İngilizce konuşan yurttaşları da Britanyalı değildir.
Kıbrıslı Rumların, bağımsızlığın tek çözüm şekli olduğunu anlayacaklarını ümit
ederim. Hindistan Kıbrıs’ı, üzerinde yaşayan ve ulus olmaya, bağımsızlığa
kavuşmaya hakkı olan halkların özyurdu olarak kabul etmektedir.” ( Stephen
G.Xydis, Cyprus-Conflict and Conciliation, 1954-1958, Ohio 1967, s.595)
***
“11. Genel
Kurul’un 18 Şubat 1957 tarihli oturumunda söz alan Yugoslavya temsilcisinin
görüşüne göre, Ada üzerinde egemenlik sorununu düzenleyen bir andlaşmanın
bulunması ve İngiltere ile Türkiye’nin ileri sürüdükleri stratejik nedenler,
Ada halkına “self-determinasyon” hakkının tanınmasını önleyen unsurlar
değildir. Sömürge idaresinin temelinde, çok kez, bir andlaşma vardır ve bu
husus, Şart hükümlerinin uygulanmasını engellememelidir. Bir ülke halkının
“self-determinasyon” hakkını kullanma biçimi, önemli değildir. Bu hak, bağımsız
bir devletin kurulması yolunda kullanılacağı gibi, bir başka devlet ile
birleşmek yolunda da kullanılabilir. Kıbrıs uyuşmazlığında çözümlenmesi gereken
asıl sorun, azınlıkta bulunan Türk toplumunun çıkarlarının korunmasıdır ki, bu
da, yeterli ve kesin olarak saptanmış garantiler verilmek suretiyle
gerçekleştirilebilir.
“Self-determinasyon”
hakkının bir başka devlet ile birleşmek yolunda da kullanılabileceği görüşü,
bazı devletler tarafından, örneğin İngiliz Commonwealth’i üyelerinden Hindistan
ve Seylan ile İzlanda tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Bu devletlere göre,
amaç, Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olmasıdır. Kıbrıs’ın Yunanistan ile
birleşmesi veya Yunanistan ve Türkiye arasında taksimi, maça aykırı olur.
Romanya ve Bolivya, ayrıca, halkın içiçe yaşamakta olması nedeniyle Adanın
taksiminin pratik bir çözüm olmadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir.” (S.Toluner,
agy, s.58-59)
***
“Krishna Menon,
Yunanistan Dışişleri bakanı Stefanopulos’la yaptığı bir özel görüşmede BM’in
sömürgecilikten kurtulma için bir araç olduğunu, ama bir devletten ötekine
toprak transferi için uygun olmadığına ilişkin görüşünü ifade ederek, bu
nedenle sadece Kıbrıs’a bağımsızlık getirecek bir öneriyi destekleyeceklerini
bildirmişti.” (S. G. Xydis, agy, s.595)
HİNDİSTAN’A GÖRE ENOSİS VE TAKSİM’İN
ANLAMI
“Büyük Britanya,
Türkiye ve Yunanistan ile onlara “sempati besleyen” ülkelerin Kıbrıslıların
kendi kaderlerini tayin hakkına ilişkin görüşlerinden ayrı olarak,
Kıbrıslıların bu hakkının içeriği hakkında üçüncü görüş, BM’in 11. Dönem
toplantısında (1956/57) ortaya atıldı. Bu görüşe göre, Kıbrıslıların
kaderlerini tayin hakkının içeriği, ancak bağımsızlık olabilirdi. Bu içeriğe
ilişkin olasılıklar arasında “bağımsızlık” yorumu, ilk kez 10. Dönem
toplantısında Hindistan tarafından ifade edilmişti. Gerçi o toplantıda Haiti ve
Kolombiya temsilcileri, Kıbrıs sorununun bu yüzden kendi kaderini tayin hakkı
sorunu olarak ele alınamayacağını, çünkü Kıbrıslıların bağımsızlık için
mücadele etmediklerini söylemişlerdi, ama bu ifadeler ile Hindistan’ın 10. Ve
11. Dönem toplantılarında söyledikleri tamamen farklı karaktere sahipti.
Hindistan
temsilcisi Menon’a göre, bağımsızlığın kazanılmasıyla Kıbrıs sömürge statüsünden
çıkarken, “enosis veya “taksim” çözümlerinde “kimlik ve toprak bütünlüğü”ne
dikkat dikkat edilmesi gerekiyordu: “Halk ancak bu koşullar sağlanırsa özgür ve
bağımsız bir ulus olarak yaşayabilecektir. Enosis kimliğin kaybı, taksim ise
toprak bütünlüğünün kaybı anlamına gelecektir.” (11. Dönem Toplantısı
tutanaklarından aktaran Ingeborg Nikitopulos, Birleşmiş Milletler’de kendi
kaderini tayin hakkı sorununun bazı yönleri – Kıbrıs ve Porto Riko üzerine
örnek araştırması – Doktora Tezi, Heidelberg, 1970, s.262)
***
“Onbirinci Genel
Kurul Toplantısında, ilgili Birinci Komiteye beş karar tasarısı sunulmuştur…
Kıbrıs Adasının, hangi biçimde olursa olsun bir başka devletle birleşmesini
reddeden ve bağımsız bir devletin kurulmasında direnen Hindistan tarafından,
ilgili bütün çıkarları bağdaştırabilecek gerçek bir çözüm olarak sunulan, 22
Şubat 1957 tarihli karar tasarısı, diğer tasarılar üzerinde oylama
yapılmaksızın oylanmış ve 76 olumlu ve 2 çekimser oyla kabul edilmiştir… Bu
karar tasarısı, BM Genel Kurulu’nun 26 Şubat 1957 tarihli oturumunda, 57 olumlu
ve 1 çekimser oyla, aynen kabul edilmiş ve BM kararı niteliğini kazanmıştır.
BM’de Türkiye,
bu kararı bu konuda yapılmış olan tartışmaları, Türkiye’nin Kıbrıs
uyuşmazlığında taraf olma sıfatının tanınması, Kıbrıs Türk toplumunun eşit hak
sahibi bir birim olarak tanınması ve teyidi, doğrudan veya dolaylı bir enosis
tezinin reddi olarak yorumlanmıştır.” (S.Toluner, agy, s.60-61))
12 Aralık 1957
günü BM Siyasi Komitede konuşan K.Menon şöyle diyordu: “İzlanda’nın nüfusu 166
bin’di. Kıbrıs’ın nüfusu da yarım milyon. Eğer İzlanda BM’in bir üyesi
olabilmişse ve etkin katkılarda bulunuyorsa, benzeri bir başka ülkenin de üye
olmaması için hiçbir neden yoktur… Biz Kıbrıs halkının bağımsızlığını ve BM’e
üye olacak egemen bir devlet olma hakkını gönülden savunuyoruz.” (aktaran
Xydis, agy, s.469)
ZÜRİH’E DOĞRU
“Burada bir
başka noktaya değinmek gerekiyor: “Birleşmiş Milletler Asemblesi’nde 1957’deki
karar kabul edildikten sonra, Nassau’da Amerika Birleşik Devletleri Başkanı
Eisenhower ile İngiltere Başbakanı Macmillan arasında önemli bir buluşma oldu.
Bu buluşmada iki devlet, dünya meselelerine ortak bakışlar tespit ederken,
Kıbrıs meselesine de değindiler. Kıbrıs meselesinde o ana kadar İngiltere’nin
güttüğü politikayı Amerika’nın da beğendiği söylenmekle beraber, bundan böyle
ise NATO içinde de önem verilmesini kabul ettiler. Görünüş odur ki, bu tarihten sonra gerek
NATO, gerekse ABD Kıbrıs davasıyle daha yakından ilgilendiler. Nassau
toplantısı 20-24 Mart 1958 arasında olmuştu. Yine Nassau toplantısında, Kıbrıs
meselesinin bundan sonra Türk ve Yunan hükümetleri arasında doğrudan doğruya
bir anlaşma sağlayacak şekilde yürütülmesi de kararlaştırılmıştı.” (Nihat Erim,
Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara (1975), s.77)
***
“İngiltere’nin
yeni planı, Türkiye ve Yunanistan’a bildirildiği zaman” aynı şekilde planı NATO
Konseyine de sunmuş ve Konseyde bu konuda müzakerelere başlanmıştı. Bu
müzakerelerde özellikle Genel Sekreter Spaak’ın üzerinde durduğu nokta, Kıbrıs
meselesinin NATO’nun aracılığı ve üçlü görüşmeler yoluyla çözümlenmesi idi…
Nihayet,
İngiltere Başbakanı Macmillan yeni Kıbrıs planını 19 Haziran (1958) günü Avam
Kamarasında açıklamıştır. İngiltere’nin “Ortaklık Planı” (Partnership) dediği
yeni plan, şu veya bu şekilde taksimi benimsemiş değildi ve esas itibarile 7
yıllık bir muhtariyet prensibini kabul etmişti… 7 yıllık muhtariyet devresinden
sonra Adanın nihai beynelmilel statüsü hakkında herhangi bir formül tespit
etmeyen Başbakan Macmillan, “İngiltere Hükümeti, beynelmilel vecibelerini
yerine getirmek için gerekli üslerle bazı vasıtalardan faydalanmak hakkını
mahfuz tutmak şartile, devamlı bir tesviyeye yardım etmek için, Ada üzerinde
hükümranlığını Yunan ve Türk müttefikler ise paylaşmaya hazır olacaktır
diyordu.” (Dr.Fahir Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi 1954-1959, Ankara 1963,
s.460-461)
“İngiltere’nin
19 Haziran 1958 planı Yunanistan tarafından reddedilmiştir. Yunanistan’ın bu reddinin dayandığı sebeplerin
başında, Adanın statüsünün İngiltere ile Kıbrıs halkının temsilcileri arasında
yapılan görüşmelerle tespit edilmemiş olması, Adanın idaresine Türkiye’nin de
katılması, muhtariyet rejiminde çoğunluk prensibinin gözönüne alınmamış olması
ve Adanın nihai statüsünün tayini konusunda da tek taraflı self-determination
prensibinin kabul edilmemiş olmasıydı.” (agy, s.461-462)
“Türk hükümeti
başlangıçta, ortaklık planını doğrudan doğruya reddettiği halde, şimdi bu yeni
unsur karşısında (İngiltere Sömürgeler Bakanı Lennox-Boyd’un nihai çözüm yolu olarak
Taksim’i de söz konusu etmesi yeniden teyid ediliyor –E.Y.) taksim prensibi ile
beraber olmak şartile, ortaklık planını üçlü bir konferansta tartışmayı kabul
ediyordu.” (agy, s.464)
TEDHİŞTEN BAĞIMSIZLIĞA
“Türk hükümeti
(15 Ağustos’ta bazı değişikliklere tabi tutulan Macmillan Planını) kabul
ettikten sonra, Burhan Işın’ı Türkiye’nin Kıbrıs’taki temsilcisi olarak tayin
etmiş ve 6 Ekim (1958)’den itibaren bazı şehirlerde ayrı ayrı Türk ve Rum
belediyelerinin kurulması için gereken çalışmalara başlanmıştır…
Türkiye’nin de
Kıbrıs’ın idaresinde söz sahibi olması, her iki cemaat için ayrı meclislerin
kurulmasının kabulü, ayrı belediyeler kurulması ve nihayet Atina görüşmelerinde
Yunanistan’ın ileri sürdüğü değişiklik tekliflerinin İngiltere tarafından gözönünde
tutulmaması sebebile, Yunanistan bu planı da reddetmişti.” (agy, s.481)
“Sürgünden
(Atina’ya) dönen Kıbrıs Rum lideri Makarios ise 22 Eylül 1958 tarihinde İngiliz
İşçi Partisi milletvekili Barbara Castle ile yaptığı bir görüşmede, Kıbrıs’ın
ne Yunanistan’a ve be de Türkiye’ye bağlanmaksızın bağımsız bir devlet olması
ve bu bağımsızlık statüsünün, Birleşmiş Milletler tarafından uygun bulunmadıkça
Yunanistan ile birleşme veya Yunanistan ile Türkiye arasında taksim edilme veya
diğer herhangi bir başka biçimde değiştirilmemesi ve Birleşmiş Milletlerin
garantisi altına konmasını öngören yepyeni bir çözüm ileri sürmektedir.
Makarios’a göre, bağımsızlığa götürecek 7 yıl süreli bir kendi kendini idare
(self-government) rejimi, bu konuda verilecek son ödündür. Kıbrıs’ta bağımsız
bir devletin kurulması tezi, Birleşmiş Milletler’deki çeşitli akımları iyi
değerlendiren Yunanistan tarafından da uygun karşılanmıştır.” (aktaran
S.Toluner, agy, s.64)
DR. KÜÇÜK BAĞIMSIZLIĞA KARŞI
“Türkiye
bakımından, Makarios’un bağımsızlık fikrine karşı ilk tepki Dr. Fazıl Küçük’ten
gelmiştir. 23 Eylül’de Lefkoşa’da gazetecilere verdiği demeçte Küçük, Kıbrıs’ta
tek bir milletin değil, iki ayrı milletin bulunduğunu, Makarios’un Türk
cemaatine vermek istediği garantilere güvenilemeyeceğini, çünkü bizzat
Makarios’un iki cemaat arasındaki kin ve nefreti yıllardan beri kışkırtmış
olduğunu ve nihayet bağımsız bir Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmek demek
olacağını söylemiştir.” (Cumhuriyet, 24 Eylül 1958)
TÜRKİYE KIBRIS’TA BAĞIMSIZ İKİ DEVLETTEN
YANA
Türk hükümeti,
BM’de savunacağı görüşün unsurlarını, daha müzakereler başlamadan Dışişleri
bakanının ağzından açıklamış bulunmaktaydı. Bu müzakerelerde Türkiye’yi temsil
eden Fatin Rüştü Zorlu, 21 Kasım’da New York’ta, North American Newspaper Alliance
ajansına verdiği demeçte, Türkiye’nin bağımsızlığa karşıt olduğunu belirtmiş ve
bu muhalefetini iki sebebe dayandırmıştır: 1) Devamlı mücadelelere sahne olan
bir bölgede bulunması ve barındırdığı yarım milyon nüfusun hasım iki cepheye
bölünmüş olması hasebile Ada, derhal bir entrika merkezi olacak ve esasen sulh
ve istikrara kavuşamamış olan Orta Doğu’da durumu daha nazik bir safhaya
sokacaktır.” 2) “Bağımsızlık imkansızdır. Çünkü bağımsız bir devletin ilk şartı
bir milletin var olmasıdır. Kıbrıs milleti ise yoktur. Sadece kendilerini Türk
ve Yunan milletlerinin bir parçası sayan Türk ve Rum cemaatleri vardır.”
İngiltere’nin 15 Ağustos planını
Türkiye’nin kabulü için de Zorlu, “İngiliz planı Kıbrıs Türkleri için ideal bir
hal çaresi olmamakla beraber, şimdilik bu planı kabul etmiş bulunuyoruz. Zira,
Türk ve Rum cemaatleri için ayrı meclisler derpiş eden bu plan…” diyerek,
planın adeta bir taksim unsuru ihtiva etmekte bulunmasına önem vermiştir.
Zorlu, ideal nihai hal çaresinin de taksim olduğunu bir kere daha belirtmiş,
fakat, “iki bağımsız devletin hüküm sürdükleri adalar vardır. Mesela Dominik
Cumhuriyeti ile Haiti’nin durumu taksimin mesud bir netice verdiğini pekala
ispat etmektedir” demiştir ki, bunun anlamı, şimdi Türkiye’nin Kıbrıs’ta bağımsız
tek bir devlet değil, fakat bağımsız iki devlete taraftar olmak suretile,
bağımsızlıkla taksimi birleştirme yoluna gittiği idi. Tabiatile bu, Türk
hükümeti bakımından yeni bir durum teşkil etmekteydi. Zorlu, bu son yeni
noktayı 23 Kasım’da yine New York’ta United Press International’a verdiği
demeçte de (Demecin metni: Zafer, 24 Kasım 1958) tekrarlamış ve “Adanın içinde
bulunduğu özel şartlar dahilinde Kıbrıs halkına bağımsızlık prensibi kabul
edilirse, bunun Adada yaşayan her iki halka da tanınması lazımdır” demiştir. Bu
sözlerden çıkarılacak bir diğer sonuç da şu oluyor ki, Türk hükümeti,
Yunanistan’ın şimdi ortaya atmaya hazırlandığı Bağımsız Kıbrıs fikrinin
Birleşmiş Milletler’de tasvib ve destek görmesinden endişeye kapılmış ve böyle
bir ihtimali Türkiye lehine de çevirebilmek için zemini hazırlamak istemiştir.”
(F.Armaoğlu, agy, s.496-497)
KIBRIS’IN BAĞIMSIZ BİR DEVLET OLMASINI
NATO ONAYLIYOR
“14 Ağustos 1957
tarihli Observer gazetesi, yeni NATO Genel Sekreteri Spaak’ın Haziran ayında
bir nota hazırlayarak, uluslararası garantiler altında Kıbrıs’a bağımsızlık
verilmesini önerdiğini yazmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu öneriyi
benimsediği, ama BM’in garantör rolünü üstleneceğine inanmadığı söylenmişti. 6
Temmuz (1957) tarihli basın haberlerine göre plan, Commonwealth içinde bir
dominyonun oluşturulmasını, adanın bir kısmının veya bütününün NATO’nun
denetimine verilmesini, ABD ile İngiltere arasında, Kıbrıs’ta askeri bir üs
konusunda görüşmelere başlanmasını öngörüyordu.” (Grivas’ın Anılarından, s.190,
aktaran, Xydis, agy, s.627)
***
“16-18 Aralık
(1958) tarihleri arasında yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısı, anlaşmaya
doğru giden ilk belirli adımların atılmasını sağlamıştır… Konsey toplantıları
dışında, bir yandan Türk ve Yunan Dışişleri Bakanı arasında, bir yandan da Türk
ve Yunan Dışişleri Bakanları ile İngiltere Dışişleri Bakanı arasında görüşmeler
yapılmıştır… Türk-Yunan-İngiliz görüşmelerinin Kıbrıs’ın bağımsızlığı etrafında
cereyan etmiş olduğunu söyleyen Averof, “aynı zamanda, Türkiye’nin müdafaa
ettiği taksim fikri ile Yunanistan’ın savunduğu enosis fikri terkedilmektedir”
demiştir. (Cumhuriyet, 21 Aralık 1958)” (Armaoğlu, agy, s.508-509)
ZÜRİH VE LONDRA ANDLAŞMALARI
“1958 yılında
Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumunun Kıbrıs’ta bağımsız bir devlet kurulması
teine yönelmeleri, Onüçüncü Genel Kurul Toplantısında milletlerarası toplum
üyelerinin daha çok taksim tezi karşısındaki tutumlarını belirlemelerine yol
açmıştır. Bu tez, iki ayrı nedenle, Genel Kurul’da destek bulamamıştır. Adanın
iki NATO üyesi devlet arasında taksimi, Doğu Akdeniz’e hakim bir coğrafi
konumda bulunan Kıbrıs’ın NATO’nun etki alanına girmesi sonucunu
doğuracağından, Doğu Blokuna bağlı devletlerin siyasi ve askeri çıkarlarına
tamamen ter düşen bir çözümdür ve bu nedenle, bu devletler tarafından İngiliz
siyasetinin “böl ve fethet” prensibinin kınanması için seçilen bir gerekçe
olmuştur. Öte yandan sömürge düzeninin bağımsız devletler kurulması yoluyla tasfiyesi
siyasetini benimseyen bazı devletler, Adanın tarihi, coğrafi ve iktisadi
bakımdan bir bütün olduğu görüşünü, bu siyasetlerinin bir aracı olarak
kullanmışlar ve taksim teine karşı çıkmışlardır. Dil, din ve etnik
ayrılıkların, milli birliğin sağlanmasına bir engel teşkil edemeyeceğini
savunan bu devletlerin, bu yargılarında ne türlü yanılmış olduklarını zaman
doğrulayacaktır.
Bununla beraber,
Adadaki bağımsız bir devletin kurulması ile doğacak yeni sorunlar, bu
devletlerin pek çoğunun dikkatinden kaçmış değildir. Kıbrıs için getirilecek
çözümde Kıbrıs halkının çıkarlarının ihmal edilemeyeceğini belirten Polonya,
Adada yaşayan milli grupların çıkarlarının iyice incelenmesi gereğine
değinmeden geçmemiş; etnik yapısı parçalanmış olan Yugoslavya, Adadaki Türk
toplumuna yeterli bir azınlık statüsünün tanınmasını önerirken, bu statünün
bağımsızlık statüsü gibi bir andlaşmada tanımlanması gereği üzerinde durmuştur.
Adada yaşayan Türk toplumunu bir azınlık olarak değerlendiren devletlere göre,
bu toplumun haklarının korunması için sağlam garantiler”, “makul garantiler”,
“milletlerarası garantiler” verilmelidir.” (S.Toluner, agy, s.65-66)
***
“5 Şubat
1959’da, Türkiye ve Yunanistan arasında Başbakan ve Dışişleri Bakanları
seviyesinde Zürih’te başlayan görüşmeler 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih
Anlaşması’nın iki devlet Başbakanları tarafından paraf edilmesi ile
sonuçlanmıştır. Zürih Anlaşması, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının temel yapısı
ile ilgili Andlaşma, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye arasındaki
İttifak Andlaşması, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan, Birleşik Krallık ve
Türkiye arasındaki Garanti Andlaşması’ndan meydana gelir. İngiltere Zürih
Anlaşmasına taraf değildir. Bu nedenle, Türkiye ve Yunanistan arasında varılan
Zürih Anlaşması esaslarını İngiltere ile tartışmak üzere, Londra’da, İngiltere,
Türkiye ve Yunanistan arasında, Kıbrıs Türk ve Rum toplumları temsilcilerinin
de katıldığı bir konferansın toplanması gerekli olmuştur. Londra Konferansı,
Londra Anlaşması ile sonuçlanmıştır. (19 Şubat 1959)” (S.Toluner, agy, s.71-72)
KIBRIS ADASI BAĞIMSIZLIĞINA KAVUŞUYOR,
AMA…
“Kıbrıs adası
üzerindeki İngiltere egemenliğinin devri ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın
yürürlüğe girme tarihi, Kıbrıs Devleti’nin milletlerarası statüsünü düzenleyen
andlaşmaların yürürlüğe girme tarihi, bu andlaşmalardan birisi olan İttifak
Andlaşması uyarınca Türk ve Yunan askeri birliklerinin Adaya çıkma tarihinin,
aynı tarih olmasını sağlamak bakımından gereklidir. Nitekim, bütün işlemler
açısından bu tarih, 16 Ağustos 1960 olmuştur.
Zürih ve
Londra’da Kıbrıs’ın en geç 19 Şubat 1960 tarihine kadar bağımsızlığına
kavuşması kararlaştırıldığı halde, Adada alıkonulacak olan egemen üs
bölgelerinin yüzölçümü konusunda İngiltere ile Kıbrıs temsilcileri arasında
anlaşmaya varılamaması nedeniyle Kıbrıs’ın bağımsızlık kazanması 15-16 Ağustos
gece yarısına ertelenmiştir.
Egemen Üs
Bölgelerinin yüzölçümü sorunu taraflar arasında uzun tartışmalara yol açmış
olan bir sorundur. Başlangıçta, İngiltere bu bölgelerin 120 mil kare olmasını
istemiş, buna karşın, Makarios 36 mil kare olmasını önermiştir. Görüşmelerin
çıkmaza girmesi üzerine Küçük’ün önerdiği 100 mil kare esası üzerinden
anlaşmaya varılarak, bu bölgelerin Adanın 3576 mil karelik yüzölçümü içinde 99
mil kare olması kararlaştırılmıştır. Egemen Üs Bölgeleri yanında, bu Andlaşma
ile İngiltere’ye, Adanın diğer belirtilmiş olan bölgelerinde geçici veya
devamlı olarak 31 savunma bölgesi ve 10 eğitim bölgesini kullanmak hakkı
tanınmıştır.” (S.Toluner, agy, s.73-74)
(“Derleyen: Ertan Yüksel” imzasıyla
Ortam gazetesinde 15, 16, 17 ve 19 Ağustos 1985 tarihlerinde dört yazı halinde
yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder