24 Şubat 2015 Salı

LENİN’İN MİLLİYETLER POLİTİKASI



         “Leninist milliyetler politikası nedir?” diye bir soru sorulacak olursa, buna verilecek en basit yanıt, bunun bir sınıf politikası olduğu şeklindedir. Tarihsel ve sosyal gelişim süreci içinde, bütün sömürgeci sınıfların ulusal sorunu çözmede yetersiz oldukları kanıtlanmıştır be günümüzde de kanıtlanmaktadır. Burjuvazi için milliyetçilik ve şovenizm, her zaman saldırı ve savaşın bir ön aşaması olarak kullanılagelmiştir.
            Halkların gerçek eşitliğine giden yolu açan, bütün ulusların ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına, gerçek dostluk ve kardeşçe işbirliğine giden yolu teori ve pratikte açan, sosyalizm olmuştur. Çünkü Marks ve Engels’in daha 1848’de ünlü Bildirge’de yaptıkları gibi, bir insanın başka bir insan tarafından sömürülmesinin ortadan kaldırılmasında olduğu şekilde, bir ulusun başka bir ulus tarafından sömürülmesine son verilmesi de ancak sosyalizm koşullarında olasıdır.
            Buradan hareketle ulusal sorunun çözümlenmesi için kendi programını geliştiren Lenin, bu programın doğruluğunu 1917 Ekim Devrimi ile kanıtlamıştır. Sosyalist devrim, sadece Leninist milliyetler politikasının temel taşı olan yasal eşitliğin değil, ayrıca bir zamanların Çarlık Rusyasının “halklar hapishanesi”ndeki bütün ulusların gerçek eşitliğini de sağlamıştır. Onların hızlandırılmış ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesi, yasal eşitliklerin ilanını sadece kağıt üzerinde bırakılmamasını getirmiştir. Sovyet devletinin kurucusu olan Lenin, daima her milliyetin kendi özgül koşullarına kesinlikle uyulmasını istemiş ve bu konuda elde edilen deneyimlerin, kör bir şekilde kopya edilmemesi uyarısnı yapmıştır.
         Her ne kadar günümüzde sosyalizm, ulusal sorunu bir sosyal sınıf zorunu olarak büyük ölçüde çözmüşse de, ulusal sorun gündemde kalmayı sürdürmektedir. Kabul edilmelidir ki, milliyetler sorununun çözümünde, sosyalizmin getirdiği olanaklar, otomatik olarak gerçekleşmemektedir. Örneğin SSCB ve Yugoslavya’daki son milliyetlerarası çatışmalar bunu göstermektedir. “Gelişmiş sosyalizm koşullarında uluslar ve halk toplulukları arasındaki karşılıklı ilişkilerde çatışma durumu meydana gelemez. Çünkü bundan çıkar umacak sınıflar yoktur” gibi dogmatik yaklaşımların haksızlığı ortaya çıkmıştır. Çoğu uzun zaman hasıraltı edilmiş anlaşmazlıklar, geçmişte milliyetler politikasının yara almış olmasından kaynaklanmıştır. Bir başka önemli nokta, enternasyonalist eğitimin ihmal edildiği yerde, ulusal önyargıların yeniden yaşamaya başladığı ve ulusal bilincin milliyetçiliğe dönüştüğüdür. Örneğin “Günümüzde Sovyetler Birliği” dergisinin Ocak 1988 sayısında yayımlanan ve Komsomol Gençlik Örgütü Merkez Komitesi’ne bağlı Yüksek Okul’un sosyologları tarafından yapılan temsili bir anketin sonuşlarının endişe verici olduğu açıklanmıştır. Ankete katılanlara yöneltilen “Başka bir milliyete mensup bir kişi karşısında yanlış tavır alınması gibi milliyetçilik belirtileriyle hiç karşılaştınız mı?” sorusuna yanıt verenlerden yüzde 58.4’ü “Evet”, yüzde 29.9’u “Hayır” ve yüzde 11.7’si “Hiç dikkat etmedim” demişlerdir. “Bu durumda kendi tavrınız ne olurdu?” sorusuna ise yüzde 36.7’si “Ne olursa olsun kınar, milliyetçiliğe karşı mücadele etmeye çalışırdım” derken, yüzde 52.6’sı “belli önkoşullar altında, diğer yurttaşın ulusal onuruna karşı saygısız davranılmasının gerekçelerini açıklamaya çalışırdım” demiştir! Katılanların yüzde 16.7’si ise “Böylesi tavırlara karşı hiçbir şey yapmazdım” yanıtını vermişlerdir.
            Bir diğer husus da, bazı Birlik Cumhuriyetlerinin sosyo-ekonomik gelişim düzeyleri arasında önemli ölçüde farklılıkların hala daha sürmekte olmasıdır. Çeşitli milliyetlerin kültürel potansiyelleri, sınıfsal ve sosyal yapıları arasında farklılıklar vardır. Örneğin Sovyetler Birliği’nde son 25 yıl içinde, işçi sınıfının toplam sayısı 1.8 kat büyümüştür. Bu artış Kafkasya Cumhuriyetlerinde 2.7 kat, Orta Asya Cumhuriyetlerinde 3 kat ve Moldavya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde 3.7 kat olmuştur. Ama burada sayısal artış gösteren işçi sınıfının, öncelikle Kolhozların Soyhozlara dönüşmesi ile, yani kırsal kesimdeki işçi sınıfıyla oluştuğu ve en yüksek sınıf bilincine sahip olan sanayi işçileriyle olmadığı dikkate alınmalıdır. Ayrıca sanayi proletaryası, kural olarak kırsal nüfus akışıyla büyümektedir. Böylece, kültürel ve teknik düzeyi düşük kalan işçi sınıfının bazı kesimleri, bilimsel ve teknik devrimi belirleyen üretim dallarına da düşük oranda katkıda bulunmaktadır.
      Lenin, milliyetlerin gelişme perspektifini onların kalkınmasında ve aynı zamanda birbirlerine yaklaşmalaında görmüştür. Ama SSCB’de ulusların kalkınma dönemi uzun bir zamandır tamamlanmış olup, ağırlık noktası ulusların yakınlaşmasına, hatta kısmen asimilasyonuna (yapay olarak zorla erimeye) yönelmiştir.
            Milliyetler politikasını diyalektik ve Leninist anlayışta yeniden oluşturmak, günümüzde ulusal sorunların üstesinden gelmenin temel koşuludur. Bunu çözebilecek güç ise, sadece sosyalizmde vardır.

(Ertan Yüksel imzasıyla, Özgürlük dergisi, Sayı:32, Şubat 1989)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder