“Leninist
milliyetler politikası nedir?” diye bir soru sorulacak olursa, buna verilecek
en basit yanıt, bunun bir sınıf politikası olduğu şeklindedir. Tarihsel ve
sosyal gelişim süreci içinde, bütün sömürgeci sınıfların ulusal sorunu çözmede
yetersiz oldukları kanıtlanmıştır be günümüzde de kanıtlanmaktadır. Burjuvazi
için milliyetçilik ve şovenizm, her zaman saldırı ve savaşın bir ön aşaması
olarak kullanılagelmiştir.
Halkların
gerçek eşitliğine giden yolu açan, bütün ulusların ekonomik, sosyal ve kültürel
kalkınmasına, gerçek dostluk ve kardeşçe işbirliğine giden yolu teori ve
pratikte açan, sosyalizm olmuştur. Çünkü Marks ve Engels’in daha 1848’de ünlü
Bildirge’de yaptıkları gibi, bir insanın başka bir insan tarafından
sömürülmesinin ortadan kaldırılmasında olduğu şekilde, bir ulusun başka bir
ulus tarafından sömürülmesine son verilmesi de ancak sosyalizm koşullarında
olasıdır.
Buradan
hareketle ulusal sorunun çözümlenmesi için kendi programını geliştiren Lenin,
bu programın doğruluğunu 1917 Ekim Devrimi ile kanıtlamıştır. Sosyalist devrim,
sadece Leninist milliyetler politikasının temel taşı olan yasal eşitliğin
değil, ayrıca bir zamanların Çarlık Rusyasının “halklar hapishanesi”ndeki bütün
ulusların gerçek eşitliğini de sağlamıştır. Onların hızlandırılmış ekonomik,
sosyal ve kültürel gelişmesi, yasal eşitliklerin ilanını sadece kağıt üzerinde
bırakılmamasını getirmiştir. Sovyet devletinin kurucusu olan Lenin, daima her
milliyetin kendi özgül koşullarına kesinlikle uyulmasını istemiş ve bu konuda
elde edilen deneyimlerin, kör bir şekilde kopya edilmemesi uyarısnı yapmıştır.
Her ne
kadar günümüzde sosyalizm, ulusal sorunu bir sosyal sınıf zorunu olarak büyük
ölçüde çözmüşse de, ulusal sorun gündemde kalmayı sürdürmektedir. Kabul
edilmelidir ki, milliyetler sorununun çözümünde, sosyalizmin getirdiği
olanaklar, otomatik olarak gerçekleşmemektedir. Örneğin SSCB ve Yugoslavya’daki
son milliyetlerarası çatışmalar bunu göstermektedir. “Gelişmiş sosyalizm
koşullarında uluslar ve halk toplulukları arasındaki karşılıklı ilişkilerde
çatışma durumu meydana gelemez. Çünkü bundan çıkar umacak sınıflar yoktur” gibi
dogmatik yaklaşımların haksızlığı ortaya çıkmıştır. Çoğu uzun zaman hasıraltı
edilmiş anlaşmazlıklar, geçmişte milliyetler politikasının yara almış
olmasından kaynaklanmıştır. Bir başka önemli nokta, enternasyonalist eğitimin
ihmal edildiği yerde, ulusal önyargıların yeniden yaşamaya başladığı ve ulusal
bilincin milliyetçiliğe dönüştüğüdür. Örneğin “Günümüzde Sovyetler Birliği”
dergisinin Ocak 1988 sayısında yayımlanan ve Komsomol Gençlik Örgütü Merkez
Komitesi’ne bağlı Yüksek Okul’un sosyologları tarafından yapılan temsili bir
anketin sonuşlarının endişe verici olduğu açıklanmıştır. Ankete katılanlara
yöneltilen “Başka bir milliyete mensup bir kişi karşısında yanlış tavır
alınması gibi milliyetçilik belirtileriyle hiç karşılaştınız mı?” sorusuna
yanıt verenlerden yüzde 58.4’ü “Evet”, yüzde 29.9’u “Hayır” ve yüzde 11.7’si
“Hiç dikkat etmedim” demişlerdir. “Bu durumda kendi tavrınız ne olurdu?”
sorusuna ise yüzde 36.7’si “Ne olursa olsun kınar, milliyetçiliğe karşı
mücadele etmeye çalışırdım” derken, yüzde 52.6’sı “belli önkoşullar altında,
diğer yurttaşın ulusal onuruna karşı saygısız davranılmasının gerekçelerini
açıklamaya çalışırdım” demiştir! Katılanların yüzde 16.7’si ise “Böylesi
tavırlara karşı hiçbir şey yapmazdım” yanıtını vermişlerdir.
Bir
diğer husus da, bazı Birlik Cumhuriyetlerinin sosyo-ekonomik gelişim düzeyleri
arasında önemli ölçüde farklılıkların hala daha sürmekte olmasıdır. Çeşitli
milliyetlerin kültürel potansiyelleri, sınıfsal ve sosyal yapıları arasında
farklılıklar vardır. Örneğin Sovyetler Birliği’nde son 25 yıl içinde, işçi
sınıfının toplam sayısı 1.8 kat büyümüştür. Bu artış Kafkasya Cumhuriyetlerinde
2.7 kat, Orta Asya Cumhuriyetlerinde 3 kat ve Moldavya Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nde 3.7 kat olmuştur. Ama burada sayısal artış gösteren işçi
sınıfının, öncelikle Kolhozların Soyhozlara dönüşmesi ile, yani kırsal
kesimdeki işçi sınıfıyla oluştuğu ve en yüksek sınıf bilincine sahip olan
sanayi işçileriyle olmadığı dikkate alınmalıdır. Ayrıca sanayi proletaryası,
kural olarak kırsal nüfus akışıyla büyümektedir. Böylece, kültürel ve teknik
düzeyi düşük kalan işçi sınıfının bazı kesimleri, bilimsel ve teknik devrimi
belirleyen üretim dallarına da düşük oranda katkıda bulunmaktadır.
Lenin,
milliyetlerin gelişme perspektifini onların kalkınmasında ve aynı zamanda
birbirlerine yaklaşmalaında görmüştür. Ama SSCB’de ulusların kalkınma dönemi
uzun bir zamandır tamamlanmış olup, ağırlık noktası ulusların yakınlaşmasına,
hatta kısmen asimilasyonuna (yapay olarak zorla erimeye) yönelmiştir.
Milliyetler
politikasını diyalektik ve Leninist anlayışta yeniden oluşturmak, günümüzde
ulusal sorunların üstesinden gelmenin temel koşuludur. Bunu çözebilecek güç
ise, sadece sosyalizmde vardır.
(Ertan Yüksel imzasıyla, Özgürlük dergisi, Sayı:32, Şubat
1989)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder